• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam628
Toplam Ziyaret5141297
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları
Ahmet Emin Seyhan
ahmeteminseyhan@gmail.com
Rabbin Yoluna Nasıl Davet Edilir? Saçmalıkla Öyle mi?
25/04/2013

İslam’ı bir bütün olarak, eksiksiz ve doğru bir şekilde öğrenme ve anlama gayretinde olmadıkları ve kendilerini çok iyi yetiştirmedikleri halde irşâd hizmetine soyunan bazı zevâtın yaptıklarından sorumlu olacaklarını yazdığım ve yapıcı eleştirilerde bulunduğum son yazıma bir okuyucumun çok güzel bir tespit yaptığını ve güzel bir soru ile fikrini ortaya koyduğunu görünce çok mutlu oldum.

Okuyucumun yorumu şöyle:

“Katıldığımız bir seminerde konuşmacılardan bir hocamız yaşadığı olayı anlatırken şöyle diyordu: ...Vaazı dinledim ve kendi kendime dedim ki, iyi ki bu insanlar bu vaazları dinleyerek dinden uzaklaşmıyorlar. Yanındaki oğlu da babasına şöyle demiş: Merak etme baba! Zaten kimse dinlemiyor… Bu anekdotu dinleyen (müftü, vaiz ve imamların çoğunlukta olduğu) seyircilerden herhangi bir tepki görülmemiş….

Fakat bir başka konuşmacının: “Arkadaşlar! Konuşacaksınız! İsterse saçmalık olsun” dediğinde de (aynı seyircilerden) ciddi bir alkış (tufanı) kopmuş…

Tabi ki bu olay nedense bana biraz ibretlik geldi. Acaba bu iki farklı tepkinin asıl anlamı ne olabilirdi?” (Veysel)

Kısaca değerli okuyucum yaşananları böyle özetliyor.

Çeyrek asırdır farklı statülerde kendileriyle birlikte görev yaptığım o arkadaşlarımın o tepkilerinin ne anlama geldiğini herhalde benden daha iyi bilecek bir başka kimse yoktur.

Bana göre bu iki farklı tepkinin asıl nedeni şu olabilir.

Birincisinde kendilerine yönelik haklı bir eleştiri vardır ve o eleştiriyi yapan üst düzeydeki yetkili onlara doğruyu söylemekte ve uyarmaktadır. Onların okumalarını, düşünmelerini, sorgulamalarını istemektedir. Yanlış bilgileri insanlara anlatmanın vebal olduğuna dikkatlerini çekmektedir. Toplumun artık bazı şeyleri bildiğini ve tavır koyduğunu söylemektedir. Artık onların da yaptıkları vaazların dinlenmediğini, vatandaşı tatmin edemediklerini söylemeye çalışmaktadır. Ama bu zevatın (din anlatıcılarının) canları bu duruma sıkıldığı için seslerini o an için korkudan çıkartamamışlardır. Bu yapıcı tenkitlere sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Adeta kulak tıkamışlar ve öfkelerini içlerine atmışlardır.

Ancak ikincisinde, kendileri gibi düşünen, akla değil duygularına hitap eden, tembelliğe çağıran bir sözde din âlimi vardır. Bu popülizm yanlısı sözde mürşid (!) bir çuval inciri berbat etmiştir. Birincinin yaptığı tüm uyarıları geçersiz ve değersiz kılmıştır. Bence bu sözde mürşid zavallının tekidir. O din anlatıcıları ise, kendileri gibi düşünen o zavallı adama ve onun aptalca savunmasına sahip çıkmış, desteklerini çılgınca alkışlayarak göstermiş ve kendilerini eleştiren o birinci kişiyi adeta psikolojik baskı altına almaya çalışmışlardır.

Oysa onların bu yaptıkları kanaatimce büyük bir hata ve sorumsuzluk örneğidir. Zira hiçbir kimsenin vaaz kürsülerinde bu millete saçmalık anlatmaya hakkı yoktur. Televizyon ve radyolarda millete saçma sözler ve kıssalar nakletmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Böyle zavallılara sadece acımak gerekir.

Tahminime göre o din anlatıcılarını çoğunluğu okumadan, araştırmadan, kulaktan dolma yalan yanlış bilgileri, uydurma hadisleri, zararlı kıssaları anlatmaktan memnun oluyorlardır. Hayat boyu öğrenmeden nefret ediyorlardır. Fakülte veya lise biteli yıllar olmuştur ama artık onlar bir kitabı baştan sona okumamışlardır. Bir ayeti ya da hadisi farklı kaynaklardan araştırma ihtiyacı hissetmemişlerdir.Çünkü araştırmak zaman ister. Emek ister. Ter dökmek ister. Uykusuz kalmak ister. Zevkleri ötelemek ister. Bedel ister. Farklı sonuçlara ulaştığında ise kıskançlarla, aklı kıt olanlarla ve hasetçilerle mücadele etmeyi göze almak ister.

Oysa işin kolayına kaçan bu sorumsuzların buna zamanları yoktur. Onlar sadece film seyrederler. “Din elden gitti” diye bas bas bağırırlar. “Ülke satıldı” diye çır çır çığırırlar. İşlerini adam gibi yapmazlar ama yapanları eleştirirler. Bir de yattıkları yerden para kazanmanın verdiği rahatlıkla bu millete saçmalık anlatmayı marifet zannederler. Onlar Kur’an’ın şu buyruğundan habersiz gibidirler.  

“[BÜTÜN İNSANLIĞI] hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır; ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış; şüphesiz, O'nun yolundan kimin saptığını en iyi bilen senin Rabbindir; ve yine doğru yola erişenleri de en iyi bilen O'dur.” (Nahl, 16/125)

Görüldüğü üzere Kur’an, hikmet ve güzel öğütlerle tebliğ faaliyetinin yapılmasını istiyor. Saçmalık anlatarak değil...

Kur’an en güzel metodu, en inandırıcı ve makul yöntemi tavsiye ediyor. Saçmalık anlatmayı değil...

Saçmalık anlatanların nasıl saptığını ve hakkı ve hakikatı anlatıp yaşayanların nasıl doğru yola eriştiğini en iyi bilenin Allah olduğunu söylüyor...

Dolayısıyla din adına saçma sapan şeyleri millete anlatmaya devam edenlere bunun ahirette hesabı mutlaka sorulacaktır. (İsrâ, 17/36; Tekâsür, 102/8)

Madem öyle, aynı konu ile ilgili bir anımı da müsaadenizle ben paylaşayım. Yakın zaman önceydi. 120 kadar vaiz Karadeniz’in şirin bir ilinde bir seminerdeydik. 10 gün boyunca konunun uzmanlarını dinledik. Ben kendi adıma çok faydalandım. Seminerin sonlarına gelindi. Herkes bir konuda hazırladığı 5 dakikalık sunumu sahnede yapıyordu. 11 günlük seminerden bir gün öncesiydi. Sıra bana gelmişti. Sahneye çıktım. 5 dakika içinde anlatacaklarımı yansıtıcı ve slayt yardımı ile anlatmaya çalıştım. “Zikir”, “salat” ve “keyd” kelimelerinin farklı anlamları da olduğu hakkında bir konuşma yaptım. Farklı tefsi ve meallerle konuyu izah etmeye çalıştım.

Böylece yazdıklarımı görme imkanını onlara da vermiş oldum. Ayetleri ve farklı tercümeleri bizzat slayt yardımıyla ekranda gördüler. Farklı meallerin karşılaştırmalarını yakından müşahede ettiler. Daha konuşmam bitmeden homurtular yükselmeye başladı, sataşmalar oldu. Bağırıp çağıranlar vardı. Hakaretler de havada uçuşuyordu. Oturum başkanı İstanbul’un en meşhur ilçesinin başvaizi arkadaş bile sürem dolmadan beni susturmak istedi. Ama vazgeçmedim. Konuşmamı tamamladım. Cılız bir alkış vardı salonda. Gülümseyerek yerime oturdum.

Seyircilerin çoğu sakinleşmemişti. Kendileri savunma derdine düşmüşlerdi. Söz alanlar oldu. Kızgındılar. Güya dini savunuyorlardı. Ama hatalarına mazeret bulma derdindeydiler. Gerçekleri görmek istemiyorlardı. Eleştiriye kapalıydılar. Bunun üzerine ben de cevap hakkımı kullanmak istedim. Elimi kaldırdım. Ama Diyanet’ten gelen üst düzey yetkili bana susmam yönünde işarette bulundu ve mikrofonu kendisi aldı. “Arkadaşlar işte ben böyle bir sunum istiyorum, bu arkadaşı tebrik ederim, ben çok istifade ettim. Teşekkürler” dedi.

Neyse ortalık biraz duruldu ve ara verildi. Çay molasına geçtik. Bana daha önce selam verenler artık vermiyordu. Çoğunluk beni dövecek gibi bakıyordu. Küsmüşlerdi. Darılmışlardı. Ama bazı gençler yanıma geldi. “Hocam harika bir sunumdu” dediler. “Çok faydalandık” dediler. “İyi ki anlattınız bunları” dediler. “Hiç bu yönünü düşünmemiştik” dediler. Bazı yaşlı vaizler de yanıma geldi. “Muhteşemdi, çok güzeldi”, “ne güzel söyledin öyle.” “tamamen haklısın, tebrikler!!!” dediler. Ama orta yaşın üstünde olanlar hala dik dik bakıyorlardı. Bu arada bazı genç vaizler de orta yaşlıların baktığı gibi bana dik dik bakıyorlardı. Sanki beni dövmek ister gibiydiler. Demek ki mesele yaşlılık ya da gençlik meselesi değildi. Mesele, kafa meselesiydi. Bakış açısı sorunuydu. Birikimdi. Samimiyetti. Allah’a karşı sorumluluk bilincinin derinliğiydi.

Neyse, yemeğe geçtik. O vaiz arkadaşların çoğu hâlâ selam vermiyorlardı. Oysa sabah her biriyle selamlaşmıştık. 10 gündür ne kadar da iyi idik. Ne olmuştu birden bire böyle? Ne mi oldu?

Ben biliyorum... Açıklayım... Çünkü ben onları sorumluluğa çağırmıştım. Okumaya ve araştırmaya davet etmiştim. Vebalden bahsetmiştim. “Uydurma şeyleri anlatmayın!” demiştim. “Uydurma rivayetleri Hz. Peygamber’in adını vererek nakletmeyin!” demiştim. “Hz. Peygamber’e iftira atmayın, atanlara aracılık etmeyin!” demiştim. “Sorumluluğunuzu bilincinde olun!” demiştim. “Körü körüne yanlış şeyleri anlatmayın!” demiştim. “Hatada ısrar etmeyin!” demiştim.

Toparlayacak olursak, öyle tembel, bağnaz, yobaz, ham din anlatıcıları Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnete gerçek anlamda dönmedikçe hem onların işi zor, hem de onlara inananların işi çok zor. Kanaatimce herkes dönüp kendine bakmalı. Haklı eleştiriden nasibini almalı. Aksi takdirde ahiret günü hesaplarının çok çetin geçeceğini bilmeli.

Bize inanmıyorlarsa Kur’an’a ve sahih hadislere bakmaları yeterliydir. Çünkü bu dünya hayatı boş ve anlamsız değildir. Deruni bir anlam ve amaç için yaratılmıştır. Kimsenin yaptığı da yanına kar kalacak değildir. (Âl-i İmrân, 3/191; En’âm, 6/32; Yunûs, 10/5; Enbiyâ, 21/16; Sa’d, 38/27; Ahkâf, 46/3; Teğâbûn, 64/3)

“…Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun… (Kehf, 18/110)

Yine de her kim, hem inanmış, hem de dürüst ve erdemli davranışlardan (bir şeyler) ortaya koymuşsa, onun bu çabası asla ziyan edilmeyecektir; çünkü, hiç kuşkusuz Biz bunu onun lehine kaydetmekteyiz.” (Enbiya, 21/94)

Kim doğru ve yararlı bir iş yaparsa, kendi iyiliği için yapmış olur; ve kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur: Allah hiçbir zaman kullarına haksızlık yapmaz.” (Fussilet, 41/46)

“Her kim doğru ve uygun bir şey yaparsa kendi iyiliği için yapmış olur; kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur; ve sonunda hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye, 45/15)

Sonuç olarak, vazifesinin hakkını veren, kendi iyiliği için bunu yapmış olur. Ama yaptığı işin hakkını veremeyen, aldığı maaşı helal ettiremeyen birisi de bunu kendi aleyhine yapmış olur. Sizce “keşke”lerin ona fayda sağlamayacağını bilmesi için Kur’an’a bakması yeterli değil midir? (25.01.2013)

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN

Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi



3023 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Kuraklık, İsraf ve Şükürsüzlük - 28/12/2019
Kuraklık, İsraf ve Şükürsüzlük
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak! - 28/12/2019
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak!
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark
Secde Ne Anlama Gelmektedir? - 28/12/2019
Secde Ne Anlama Gelmektedir?
Yetki Varsa Hesap da Vardır! - 28/12/2019
Yetki Varsa Hesap da Vardır!
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor? - 28/12/2019
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor?
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur! - 28/12/2019
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!
Kindar Adam Dindar Olamaz - 28/12/2019
Kindar Adam Dindar Olamaz
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark
 Devamı
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231
Saat