• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam1032
Toplam Ziyaret5115650
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları
Ahmet Emin Seyhan
ahmeteminseyhan@gmail.com
Din Kardeşliğinin Anlam ve Önemi
13/04/2016

Din Kardeşliğinin Anlam ve Önemi

Bilindiği üzere tevhid, Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Zira insanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde egemen kılmak üzere görevlendirilmişlerdir. Onlar, bu uğurda çetin mücadeleler vermiş ve çok ağır imtihanlardan geçmişlerdir.

Tevhid inancının son elçisi Hz. Muhammed de, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa tebliğ etmiş ve onları yalnızca Yüce Allah’a kul olmaya davet etmiştir. Rahmet peygamberi, kısa sürede şirk toplumundan tek Allah’a inanan muvahhit bir toplum inşa etmiş, onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi, karanlıkları aydınlığa; zulmü adalete; kin, nefret ve düşmanlığı, şefkat, merhamet ve barışa dönüştürmüştür.

Hz. Peygamber, sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Onun getirdiği vahdet anlayışı, Ensar ve Muhacir kardeşliğiyle zirveye ulaşmış, bir ve beraber olmanın en nadide örneklerini tüm dünyaya sunmuştur. Hz. Muhammed’in getirdiği bu anlayış, dilleri, renkleri, ırkları farklı olan ama inançları, gayeleri, gönülleri bir olan yüzbinlerce müslümanı din kardeşliği çatısı altında bir araya getirmiştir.  

Bilindiği üzere tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Tevhidin bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gereğine göre yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluklarımızın bilincinde olmaktır. Kısaca tevhidin toplumsal hayattaki karşılığı, “vahdet”tir.

Vahdet, kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır; birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır; ortak insanî ve ahlâkî değerler etrafında buluşmak ve kenetlenmektir.  

Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır; Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır; varlığı, yokluğu, acıları, sevinçleri, duaları ortak kılmaktır. Vahdet, Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücüyle çalışmaktır; İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin ve bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkına varmaktır.

Çünkü yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün mağdurlara, kısaca tüm insanlığa barış, huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır; İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için öncelikle Müslümanların tevhidi ve vahdeti doğru bir şekilde anlamaları gerekmektedir.

Bilindiği üzere insanların olduğu gibi milletlerin de zor zamanları vardır. Aziz milletimiz asırlardan beri büyük badireler atlatmış, zaferlerin yanı sıra ihaneti görmüş ve ağır bedeller ödemiştir. Çanakkale’nin, Sakarya’nın, Dumlupınar’ın kan ve barut kokan hatırası hâlâ hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Cenab-ı Hak, ecdadımızın iman ve gayretleri neticesinde onlara büyük zaferler lütfetmiş ve cennet vatanımızı bizlere bahşetmiştir. Yüreği imanla dolu bu necip millet, en zor zamanlarda ve meşakkatli dönemlerde omuz omuza vermiş; birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhuyla hareket etmişlerdir.

Aynı kıbleye yönelen, aynı safta buluşan, aynı secdede Rahman’a kul olan, aynı toprağa, aynı bayrağa, aynı mukaddesata âşık olan bu aziz millet, vicdanı paslanmış, insafı çürümüş, insanlığını unutmuş çıkar şebekesi şer odakları karşısında dimdik ayakta kalmayı başarmış ve vatan topraklarını canları pahasına savunmuşlardır.

Bu itibarla müslümanlar, tarihin en buhranlı günlerinin yaşandığı şu zaman diliminde de küfrün karşısında tek ses, zalimin karşısında yekvücut olmak zorundadırlar. Mezheplerini, meşreplerini, tarikatlarını, takımlarını, gruplarını, ırklarını, renklerini, dillerini ve ideolojileri bir kenara bırakıp İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almak mecburiyetindedirler. Çünkü birliğe, dirliğe ve huzura giden yol buradan geçmektedir. Zalimlerin değil, ümmetin yüzünün gülmesi için bu birliğe ihtiyaç vardır.  

Nitekim Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de müminlere bu görevlerini şöyle haber vermektedir:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın (hayatınızı onun ilkelerine uygun düzenleyin). Parçalanıp bölünmeyin (ayrılığa düşmeyin!) Allah’ın size olan (İslam) nimetini hatırlayın. Hani sizler (İslam gelmeden evvel) birbirinize düşmanlar idiniz de O, (din kardeşliği sayesinde) kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/103).

“Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat edin (duyarlılık ve bağlılık gösterin); ve sakın birbirinizle çekişmeye girmeyin, yoksa yılgınlığa düşersiniz (gevşersiniz); cesaretiniz (maneviyatınız, motivasyonunuz, gücünüz, kuvvetiniz) sönüverir. Ve zor durumlarda sabır gösterin (dirençli olun): çünkü Allah, gerçekten zorluklara göğüs gerenlerle beraberdir.” (Enfâl, 8/46).

  (Hucurât, 49/10).

  (Âl-i İmrân, 3/103).

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ise şöyle buyurmaktadır: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzerler.” (Buhârî, Edeb, 27; Salat, 88; Mezâlim, 5; Müslim, Birr ve Sıla, 66).

 “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmana) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n  kusurunu) örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58).

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu tahkir etmez. (Resûlullâh) üç defa kalbine işaret ederek: ‘Takva (sorumluluk bilinci) şuradadır. Kişiye müslüman kardeşini hakir görmesi kötülük olarak yeter. Bir müslümanın diğer müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır’ buyurdu.” (Müslim, Birr, 32).

“Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana üç günden fazla (din) kardeşiyle dargın durması helal olmaz.” (Buhârî, Edeb, 57, 58).  

 “Bir Müslümanın müslüman kardeşine üç geceden fazla küs kalması helal olmaz. Bu iki kişi karşılaştığında biri yüzünü bir tarafa diğeri öbür tarafa çevirir. Onların en hayırlısı ilk önce selam verendir.” (Buhârî, Edeb, 62; Müslim, Birr, 25)

“(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır (doğruluğun davranış boyutudur). İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36).

Bir kimse Resûlullah’a; “Hangi müslüman daha faziletlidir?” diye sordu, O da “Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir” cevabını verdi. (Müslim, İman, 64).

Resûlullah şöyle buyurdu: “Mümin kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et!”  (Sahâbe); ‘Ya Resûlullah! Mazlum olan kişiye yardım edelim, fakat zalime nasıl yardım edelim?” deyince Resûlullah; ‘Zalimin iki elini tutarsınız (zulmünü engellemeye çalışırsınız) diye cevap verdi.” (Buhârî, Mezâlim, 4).

Mümin, insanların kendisine güvendiği; müslüman, müslümanların kendisinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir, kötülüklerden (günahlardan) hicret edendir. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, komşusunun şerrinden emin olmadığı kimse cennete giremez.”  (Ahmed b. Hanbel, Hadis No: 12561)

Görüldüğü üzere iman, tevhid inancına sımsıkı sarılmaktır. İman, Yüce Allah’ın rızasına ve ebedî kurtuluşa erebilmenin temel esasıdır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Her kim O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır.” (Taha, 20/75-76).

Erkek olsun kadın olsun, her kim mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar.” (Nisâ, 4/124).

“Ve Rableri onların dualarını şöyle cevaplar: “İster erkek, ister kadın olsun, [Benim yolumda] çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım.” (Âl-i İmrân, 3/195).

Kadın veya erkek, kim mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” (Mü’min, 40/40).

“Erkek veya kadın, kim mü’min olarak dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyarsa, elbette ona (bu dünyada) hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl, 16/97).

İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe gönülden inanmaktır. İman, ruhun Yüce Allah’a sadakat ve teslimiyetidir. Bu sadakat ve teslimiyetin sözde, düşüncede, fikirde, kanaatte, davranışlarda kısaca hayatın her alanında tezahür etmesidir. Bu itibarla iman, sadece bir gönül tasdiki ve dil ikrarı değil, aynı zamanda bir eylemdir, bir hayat tarzıdır, bir yaşam biçimidir.

Hayatının her kesitinde müminlere en güzel örnek ve rehber olan Hz. Peygamber, kısa sürede şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti, hayâsızlığın yerine iffeti yerleştirmiştir. Kin, nefret ve husumetin yerine şefkati, merhameti ve kardeşliği ikame etmiştir. O, her şart ve durumda Rabbimize, kendimize, çevremize ve birbirimize karşı sadakati, samimiyeti ve ahde vefayı gözetmemizi istemiştir. Özümüz ve sözümüzle doğruluktan ayrılmamayı, her hâlükârda hak ve hakikatin yanında olmayı öğütlemiştir.

Nitekim Peygamber Efendimiz; “Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe kâmil manada iman etmiş olamazsınız.” (Buhârî, İman, 7) buyurarak din kardeşlerini gözetmeyi, onların sevinç ve kederlerini paylaşmayı tavsiye etmiştir.

Hz Muhammed; “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız” (Müslim, İman, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-kıyâme, 56) buyurarak din kardeşliğini pekiştirmenin, empati yapmanın ve kadir kıymet bilmenin önemine vurgu yapmıştır.  

Bu bakımdan kâmil bir mü’min, imanın bir gereği olarak Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına riayet eder; dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyar; güzel ahlak sahibidir; elinden ve dilinden diğer insanlar selamettedir; istikametten ayrılmaz; emanete asla ihanet etmez; hiçbir canlıya zarar vermez; kin, nefret ve düşmanlıkla hareket etmez. Dünyevî çıkarlar için dilini yalanla kirletmez; elini harama uzatmaz; bakışlarını harama yöneltmez; ayaklarını harama yönlendirmez. Kamil bir mü’min Hz. Peygamber’in “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Ebû Dâvûd, Edeb, 6) nebevi öğretisini kendisine rehber edinir; dinî ve ahlâkî değerleri içselleştirir; imanı ile bağdaşmayan söz ve davranışlardan şiddetle kaçınır.

Öyleyse hep birlikte şu sorular üzerinde düşünerek kendi kendimizle yüzleşelim:

Rehberimiz, yol göstericimiz Hz. Muhammed’in temsil ettiği ve bize öğrettiği değerlerin/ ahlakın neresindeyiz? Bunların ne kadarını uyguluyoruz?

Samimiyetimiz, merhametimiz, adaletimiz, ahde vefamız, hoşgörümüz, nezaketimiz, sevgi ve saygımız, sabrımız onun bize öğrettiklerine ne kadar benziyor?

Eşimize, evladımıza, arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ve diğer insanlara ne kadar güven verebiliyoruz?

Hayatımızda kaç yetim ve öksüzü sevindirdik?

Bizler sıcak evlerimizde yaşarken barınacak yeri olmayan din ve insan kardeşimizin derdiyle ne kadar hemhal olabildik? Onlara ne ölçüde bir katkıda bulunabildik?

Nefes alıp verdiğimiz her an Rabbimizin rızasını ne kadar gözetebiliyoruz ve ona ne kadar yaklaşabiliyoruz? O’na ne kadar dua ve şükredebiliyoruz?

Bu bakımdan iman, ibadet ve ahlak bir bütün halinde hayatımızın her kesitinde etkin ve belirleyici olmalıdır. İmanımız hayatımızı, bugünümüzü ve yarınlarımızı diri tutmalıdır. Unutmayalım ki iman, Allah’ın bize en önemli nimetidir ve her nimet bir sorumluluğu gerektirir. Yalnızca vicdanlara mahkûm edilip gündelik hayata yansımayan, pratiğe dönüşmeyen iman, sahibini sorumluluktan kurtarmaya asla yetmez.

Nitekim Hz. Peygamber, imanın gereğini yapmış ve harekete geçmiştir. O, Mekke’de tebliğ ve irşada başladığında müminlerin sayısı onlarla ifade edilirken, Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskıları sebebiyle Medine’ye hicret etmek zorunda kaldığında gece gündüz, soğuk sıcak demeden, durup dinlenmeden çalışmış, Medine’de bir medeniyet inşa etmiş ve çok kısa sürede inananların sayısını Allah’ın izniyle yüzbinlere ulaştırmayı başarmıştır. Hz. Peygamber, puta tapan şirk toplumundan Allah’a iman eden bir vahdet toplumu inşa etmiştir.

Allah Resulü, bir lider, bir aile reisi, bir komşu, bir insan olarak Medine’nin tüm müminlerini ve bütün sokaklarını vahyin manevî havasıyla gergef gergef işlemiştir. Öyle ki artık Medine Mescidi, “uhuvvet, diğerkâmlık, vefa, ilim ve irfan” membaı olmuş, gönüller, muhabbet ve samimiyetle yoğrulmuştur.

Hz. Muhammed, Yesrib’i Medine’ye dönüştürmüş, tarihe ve insanlığa yön veren bu medeniyetin özünü/ nüvesini/ çekirdeğini “tevhid, vahdet, doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve kardeşlik” gibi değerler oluşturmuştur. İlk dönem müminlerini güçlü kılan işte bu erdemlerdir. Onların bu özverisi ve fedakârlığı Yüce Rabbimizin övgüsüne mazhar olmuş, Rabbimiz onları “imanı gönüllerine yerleştirmiş kimseler” olarak tanımlamıştır (Haşr, 59/9). Onların bu meziyet yüklü örnekliği sayesinde çok kısa sürede Mekke, Medine, Bağdat, Basra, Şam, Kahire, Endülüs, Buhara, İstanbul gibi şehirler İslam medeniyetinin önemli merkezleri haline gelmiştir.

Nitekim asırlardır dillerimiz, Ebu’d-Derdâ ile Selmân Fârisî, Ebû Zer ile Bilâl Habeşî arasındaki “destansı kardeşliği” iftiharla telaffuz etmektedir. Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sözlerinde Ensar-Muhacir kardeşliğinden övgüyle söz edilmektedir. Ancak, bu örnek ve övgüler sadece dillerde bir hatıra, gelişi güzel okunan bir siret, ruhunu kaybetmiş bir adet ve gelenek olarak kalmamalıdır. Sahâbeyi övgüye layık kılan bu ahlakî ve insanî erdemleri bugünün Müslümanları da yaşatmak ve din kardeşliğini pekiştirmek zorundadırlar.   

Bugün gönül coğrafyamız maalesef içler acısı bir haldedir. Bu nedenle cetvellerle çizilmiş sınırları aşarak din kardeşliğimizi ve onun bize yüklemiş olduğu sorumlulukları yeniden ihya etmek zorundayız.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, milyonlarca Müslüman cehalet, fitne, fesat ve tefrika girdabına kapılmış durumdadır. Şer odaklarının piyonu/ maşası olduklarını anlamaksızın yanlış üstüne yanlış yapmakta ve yüce dinimiz İslâm’ın tüm dünyada yanlış tanıtılmasına sebep olmaktadırlar.

Cehalet üzerine inşa edilen taassup ve bağnazlıklar kutsanmakta, heva ve hevesler ön plana çıkartılmakta, müslümanları dünya sahnesinde söz sahibi yapan “ümmet bilincinden” giderek uzaklaşılmaktadır. Müslümanlar olarak huzur ve mutluluğumuzun önündeki en büyük engel, “din kardeşliğimizin önüne konulan engeller”dir. Din kardeşleri olması gereken bazı müslümanlar, bugün hem gönülleri hem de istikbale dair ümitleri yıkmaktadır.

Ancak yaşanan tüm bu olumsuzluklara rağmen asr-ı saadetin insanı yücelten, asırları aşan nadide örneklerini yeniden insanlığa takdim etmek imkânsız değildir. Bizler, Peygamber’imizin gösterdiği ümmet şuurunu yeniden diriltebiliriz; tarihe yön veren o muazzam medeniyeti yeniden inşa edebiliriz.

Bunun için öncelikle Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i hakkıyla tanımalı ve anlamalı, bu iki kaynağın ilkelerini özümsemeli ve en güzel şekilde temsil etmeliyiz. Sağlam bilgi, iman, ibadet ve ahlak dengesini çok iyi kurmalıyız. Yeryüzünde adaleti, barışı, iyiliği, erdemi egemen kılmak için gayret göstermeliyiz. Peygamberimiz gibi güvenilir olmalı, yeryüzünü selam ve eman yurdu kılmak için çaba sarf etmeliyiz. Heva ve hevesi değil, İslam’ın değişmeyen hak ve hakikat ölçülerini esas almalıyız. Tefrika, ayrılık ve gayrılık için değil, “imandan gelen birlik ve dirlik” için çalışmalıyız. Mezhep, meşrep, ırk, bölge ve coğrafî farklılıkları bir kenara bırakmalı, sadece ve sadece Efendimizin tesis ettiği İslam kardeşliğini ön plana çıkarmalıyız.

Bu nedenle ümmet olma bilincimizi yeniden canlandırmalıyız.

Öyleyse “Müminler ancak kardeştirler” ilahî fermanınca zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri bir, sevgileri ve hüzünleri bir “din kardeşleri” olalım. Çünkü Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz birdir.

Âyette ifade edildiği üzere birbirimize karşı merhamet, şefkat ve muhabbetle muamele edelim (Mâide, 5/54; Fetih, 48/29). Bütün insanlığın özlemi olan barış ve huzur ortamını tesis etmek için mücadele edelim.

“Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez!

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!” diye haykıran Mehmet Akif Ersoy’un dizelerini aklımızdan çıkarmayalım.

“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan[lardan hiçbiri]ne karşı kalplerimizde yersiz ve uygunsuz (kin, öfke, nefret, beddua ve kıskançlık gibi kötü) duygu ve düşüncelere yer bırakma. Rabbimiz! Sen şefkat sahibisin, rahmet kaynağısın!” (Haşr, 59/10) “Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamı ve bütün müminleri bağışla!” (İbrahim, 14/41) diye dua etmeyi öğreten Yüce Rabbimizin çağrısına kulak verelim.

Müslümanları birbirine düşürmek, güçlerini zayıflatmak kardeşi kardeşe kırdırtmak isteyenlere karşı dikkatli olalım. Karanlık oyunlarla bizleri korkutup, yıldırıp, bezdirip, önce bölmeye, sonra da yok etmeye çalışanlara karşı ortak hareket edelim. Bu zor günler elbette geçecektir, huzura ve rahata kavuşulacaktır; ama daha ağır bedeller ödememek için hile ve tuzakların farkında olalım. Müminlere yakışan basiret ve firaseti elden bırakmayalım.

“Müminler birbirine kenetlenmiş tuğlalar gibidir, birbirlerine destek olurlar” (Buhârî, Salat, 88; Mezâlim, 5; Müslim, Birr ve Sıla, 66) diyen Hz. Peygamber’in sözüne uyarak “din kardeşliği duvarında” gedikler açmak isteyen hainlere ve onların taşeronlarına/ işbirlikçilerine asla fırsat vermeyelim.

Hiçbir insanî ve ahlâkî değer tanımayan cinayet şebekelerinin işlediği cürümlerden dolayı aynı kıbleye yöneldiğimiz, aynı peygambere ümmet olduğumuz, sevincimizi ve kederimizi, varlığımızı ve yokluğumuzu paylaştığımız masum kardeşlerimizi suçlamayalım. Genellemeler yapmaktan şiddetle kaçınalım. Yanlış yapanların hesabını komşumuzdan, akrabamızdan ve dostlarımızdan sormaya kalkışmayalım.

Unutmayalım ki bizler, tahriklere kapılır, din kardeşlerimize kem gözle bakar ve sokaklarda birbirimize düşersek sadece hain odakların emellerine hizmet etmekle kalmış olmayız, şehitlerimizin uğruna canlarını verdikleri değerlere ihanet etmiş ve düşmanlarımızı sevindirmiş oluruz. Bu gibi hallerde öfke aklımızı başımızdan alabilir; husumet gözümüzü karartabilir; Câhiliye asabiyeti bizi tüketebilir. Dolayısıyla bunların farkında olmamız gerekir. Dilimiz kine, öfkeye ve nefrete değil; kalbimizdeki sevgi, şefkat ve merhamete tercüman olmalıdır! Yaşadığımız acılar daha büyük acılara sebep olmamalıdır!

Bugün İslam coğrafyasında yaşananlar, kadınlarımızı, çocuklarımızı, canlarımızı, değerlerimizi, tarihimizi, kültürümüzü ve medeniyetimizi yok etme çabasında olanların hangi noktaya eriştiklerini açıkça göstermektedir. Şer odakları Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da ümmetin birliği, İslam toplumlarının şeref ve hürmetini ayaklar altına almaktadır.

Aziz milletimiz, engin sağduyu ve basiretiyle tüm bu yaşananların farkındadır. Gücünü ve bütünlüğünü koruyarak tüm dünyaya umut ışığı olmaya devam edecektir. Birbirimize hakkı ve sabrı, şefkati ve merhameti tavsiye etmenin tam zamanıdır. Akl-ı selime, bin düşünüp bir söylemeye, hayra çağırıp şerre dur demeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır.

Sözlerimizin sonunda gelin hep birlikte Yüce Rabbimize el açıp şöyle dua edelim: Rabbimiz! Aziz şehitlerimize lütfunla, kereminle, rahmetinle muamele eyle! Onları cennetinle ve cemalinle müşerref eyle! Ailelerine sabır ve metanet ihsan eyle! Dinimizin, devletimizin, milletimizin bekasını sarsacak her türlü dâhilî ve haricî bedbahtlardan, bela ve musibetlerden bizleri muhafaza eyle! Huzurumuzu bozmaya, vicdanımızı köreltmeye, birlik ve dirliğimizi sona erdirmeye çalışanlara müsaade etme! Eli kalem tutacak çocukların ellerine silah veren vahşet şebekelerini sen Kahhâr ism-i şerifinle kahr-u perişan eyle. Tuzaklarını başlarına çevir. Fitne ateşiyle bizi tutuşturmak isteyenlere karşı yekvücut ve tek bilek olmayı bizlere nasip eyle! Bütün acılara rağmen milletimizin hiçbir ferdini haktan, hukuktan, adaletten, merhametten ayırma! Sana inanan bu necip milletten yardım ve inayetini, kuvvet ve rahmetini esirgeme Allah’ım. Amin ve’l-hamdü lillahi Rabb’i-âlemîn… (15.04.2016)

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN      

Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi



5510 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır - 28/12/2019
“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur! - 28/12/2019
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!
Kindar Adam Dindar Olamaz - 28/12/2019
Kindar Adam Dindar Olamaz
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder - 28/12/2019
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum - 28/12/2019
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum
Hak Din İslâm ve Batıl Dinler - 28/12/2019
Hak Din İslâm ve Batıl Dinler
Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler - 28/12/2019
Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler
İslâmîlik Endeksleri ile Yapılmak İstenen Nedir? - 28/12/2019
İslâmîlik Endeksleri ile Yapılmak İstenen Nedir?
 Devamı
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.237032.3662
Euro34.794534.9339
Saat