Ahmet Emin Seyhan
ahmeteminseyhan@gmail.com
Hz. Peygamber Asla Rüyada Görülemez!
27/10/2016
Hz. Peygamber Asla Rüyada Görülemez! Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı
kimseler, Hz. Peygamber’i rüyada gördüklerini iddia ederek müslümanların
çoğunluğunu aldatmakta ve onları meş’um emellerine alet etmektedirler. Oysa Hz.
Peygamber’in hicri 110 yılından sonra rüyada görülebilmesi asla mümkün
değildir. Şurası bir gerçektir ki, sağlığında
onu göremeyen birisinin rüyasında görmesi kesinlikle imkânsızdır. Onun
rüyada görülebileceğini, şeytanın asla onun suretine giremeyeceğini haber veren
rivayetlerin tamamı ya zayıf ya da uydurmadır. Hz. Peygamber’e nispet edilen bu
rivayetlerin sıhhat durumlarını incelemeden söz söylemek ve insanları yanıltmak
çok büyük bir vebali omuzlamaktır. Elbette sahâbe’nin veya yaşadığı asırda
Hz. Muhammed’i tanıyanların onu rüyalarında görmeleri mümkündür. Ancak son sahâbî’nin vefat ettiği hicri 110 yılından
sonra onu rüyasında gördüğünü söyleyenlerin tamamı ya art niyetli ya da saf
kimselerdir. Ancak saf olanların da akıllarını
kullanıp gerçeği araştırmak gibi bir görevleri vardır. Çünkü bazı İslâm âlimleri, Hz.
Peygamber’in rüyada görülemeyeceğini söylemekte ve birtakım deliller öne
sürmektedirler. Bu itibarla, saf kimselerin bu içtihadın doğruluğunu “anlamak
için” gerekçelerini araştırmak, gece gündüz bu konuda kafa
patlatmak, beyin zonklatmak, ter dökmek, uykusuz kalmak ve bir neticeye varmak
gibi bir ödevleri vardır. Hiçbir gayret göstermeden, emek sarf etmeden, gerçeği
araştırmadan, dedikodulara inanarak, “Atalarımızdan böyle gördük! Bu zamana
kadar kimse bilemedi de sen mi bildin?” diyerek o içtihadı/ görüşü doğrudan
reddetmek, anlamak için hiçbir çaba/ gayret sarf etmemek ve sahip olduğu
yanlış bilgiyle yetinmek, “onların bu saf olma hallerini” tamamen
ortadan kaldıracaktır. Zira onlar, böyle yapmakla akıllarını kullanmayı
reddetmiş, gerçeği araştırmamış ve art niyetliler tarafından kullanılmayı
kabullenmişlerdir. Dolayısıyla bundan sonra başlarına gelecek her türlü beladan
da sorumlu olacaklarını bilmelidirler. Nitekim bir insan daha önce tanıdığı,
gördüğü veya bildiği birisini rüyasında görebilir. Hiç tanımadığı, bilmediği,
hayatında hiç karşılaşmadığı birisini rüyasında göremez. Zira onun kim olduğunu bilmiyordur; onu hiç tanımamıştır;
onun resmine bakmamıştır; onun videosunu seyretmemiştir. Dolayısıyla
çağımızda yaşayıp da Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü iddia eden kişiye; “onun
resmini görüp görmediği veya videosunu seyredip seyretmediği, daha önce kendisiyle
tanışıp tanışmadığı, konuşup konuşmadığı, kendisini nereden tanıdığı, onun Hz. Muhammed
olduğunu nereden ve nasıl anladığı/ bildiği” sorulur. O kişiden bu iddiasını
ispatlaması istenir. “Sen nereden bildin Hz. Muhammed olduğunu açıkla! Onun
bir resmi veya videosu vardı da biz mi bu zamana kadar göremedik? Sen nereden
gördün bu resmi veya videoyu? Senin delilin nedir? Sen bizimle kafa mı
buluyorsun arkadaş? İnsan hiç tanımadığı birisini nasıl rüyasında görebilir?
Onun Hz. Muhammed olduğunu nereden ve nasıl bilebilir? Bu konudaki dayanakların
nelerdir? Senin bu halüsinasyonların/ vehimlerin/ rüyan sadece seni bağlar,
bizi bağlamaz! Kaldı ki rüya dinde asla delil olamaz. Bari insanları kandırıp
da günaha girme! Vebal altında kalma! Kendine yazık etme!” denilir. Hz. Peygamber’in daha önce çekilmiş/ çizilmiş
bir resmi veya videosu bulunmadığına göre o kişinin bunu hiçbir şekilde ispatlaması
söz konusu olamaz; hilyelerde anlatılanlar ise delil değeri taşımaz; zira
bunlar net bir resim değildir; sadece onun bazı özelliklerini aktaran
bilgilerdir. Hilyelerde zikredilenlere bakarak “robot resmi” çizmek ve “İşte
bu, Hz. Peygamber’in resmidir” demek de mümkün değildir. Zira robot resim,
bu konuda delil olarak kullanılamaz. Çünkü her bir ressam başka bir resim
çizebilir. Nitekim Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü iddia edenlere “onun
nasıl birisi olduğu ve kime benzediği” sorulduğunda “her birisinin başka
bir portre çizdiği ve hiçbirinin bir diğerine benzemediği” görülmektedir. Maalesef
herkes kendi şeyhine benzeyen birini tarif etmekte ve bu kişinin Hz. Muhammed
olduğunu iddia etmektedir. Görüldüğü üzere bu ibret verici durum, Hz.
Peygamber’in rüyada asla görülemeyeceğinin bir başka delili olup bizim kanaatimizi
desteklemektedir. Diğer taraftan “Hz. Peygamber’i
rüyasında ancak “kemale ermiş kimselerin/ salih zatların/ seçilmiş insanların/
mürşitlerin/ gavs-ı azamın/ kâinat imamının” görebileceği iddiası da tam bir
safsata ve kandırmacadan ibarettir. Çünkü bu uyanıklar, insanları böyle bir argümanla çok kolay
aldatabildiklerini fark ettikleri için bu safsatayı yaymış ve yaymaktadırlar.
Onlar; “Hz. Muhammed’i rüyasında ancak kemale ermiş kimseler veya salih
zatlar görebilir; ancak onlar da görseler bile gördüklerini söylemezler. Zira
keramet sahibi kerametinden bahsederse ona bir daha böyle bir şey gösterilmez”
diyerek aslında kendilerine bir paye atfetmekte, zımnen onu rüyalarında
gördüklerini ima etmekte ve “ispatlanmasını isteme taleplerini” de böyle usta
bir taktikle devre dışı bırakmayı başarmaktadırlar. Bu zavallıların yukarıdaki gibi “aldatıcı/
parlak/ büyüleyici/ etkileyici sözlerle” sağlam muhakeme sahibi olmayanları
aldatmaları çok kolaydır. Çünkü “kerametin istikamet üzere yaşamak olduğunu”
(Fussilet, 41/30) bilmeyen ve birtakım olağanüstülükler göstermek olduğunu
zannedenler, bu mavala/ masala çok kolay inanabilirler. Kendilerini çok özel ve
önemli (havas, havassu’l-havas) gösterme derdindeki bu sefihler, bu tarz bir
yöntemle pek çok insanı aldatabilirler. Zira geçmişten beri bu adamlar aynı
şeyi yapmakta, insanların peygamber sevgisini istismar etmekte ve kurdukları
tezgâhı bu tür sözlerle sürdürmeye devam etmektedirler. Ancak asırlardır savundukları bu köhne
anlayışın sorgulanarak sarsıldığını, temellerinin çürük olduğunu, savunulacak
bir tarafının kalmadığını ve her geçen gün çöktüğünü de fark etmektedirler. Bu
yüzden söz konusu kişiler, yok olup giderken bile bu tür “parlak fikirlerle
(!!!)” kuyruğu dik tutma derdindedirler. Ama onların bu son çırpınışları da
onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Gerçeği kabullenmek yerine rüyada Hz. Peygamber’i
gördükleri palavrasıyla o garibanları daha fazla aldatmaları söz konusu olamayacaktır.
Zira eleştiren aklı önemseyen sayıları az bir nesil arkadan gelmekte ve bu tür
hokkabazlara karşı müslümanları bilinçlendirmeye devam etmektedir. Dolayısıyla bizim kanaatimize göre
hicri 110 yılından sonra dünyaya gelen ve kıyamete kadar da gelecek “tüm salih
zatların/ evliyanın/ asfiyanın/ kemale ermişlerin/ mürşitlerin” Hz. Muhammed’i
rüyalarında görebilmeleri asla mümkün değildir. Gördüklerini iddia edenlerin
tamamı yalancıdır. Bu, bize göre mutlak doğrudur. Elbette başkalarının
görüşleri de kendilerine göre doğrudur. Zira herkes kendi görüşünün/ içtihadının
hesabını ahirette verecektir. Bu itibarla önemli olan; herkesin
savunabileceği sözü söylemesi veya yazmasıdır. Kendilerine çok güvenen ve
Hz. Peygamber’in rüyada görülebileceğini söyleyerek “din simsarlarının eline
malzeme verenler” şimdiden Yüce Allah’ın huzurunda kendilerini nasıl
savunacaklarının hesabını yapmaya başlamalıdır. (Zümer, 39/31-32) Buradan bir kez daha ifade edelim ki, Hz.
Peygamber’i rüyasında gördüğünü iddia edenler veya bu zihniyettekilere lojistik
destek sağlayanlar yukarıdaki sorulara muknî cevaplar vermek zorundadırlar.
Eğer bu adamlar/ kadınlar, mezkûr sorulara inandırıcı yanıtlar veremiyorlarsa -ki
veremeyecekler- bu iddiaların doğru olmadığı sonucuna varmak ve bunları toptan çöpe
atmak aklın, mantığın ve sağlam muhakemenin bir gereğidir. Ancak bu tür kimseler, inatla ve
ısrarla iddialarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa onlara itibar edilmemesi
ve tarikatlarından/ cemaatlerinden/ oluşumlarından/ gruplarından uzaklaşılması
gerekir. Artık Hz. Muhammed’in rüyada görülebileceğini iddia eden “bu adamlara/
sahte şeyhlere/ yarım hocalara/ sözde akademisyenlere” güvenilmeyeceği, zira onların
niyetinin iyi olmadığı veya başka amaçlarının bulunduğu sonucuna varılır. Çünkü hâlâ böyle zavallıların peşinden
gitmeye devam etmek, onların emirlerini harfiyen uygulamak, insanlara
zulmetmek, cinayetler işlemek, kabul edilebilir şeyler değildir. Böyle tiplerin
ahiret günü aldatıldıklarını söylemeye, ağlamaya ve sızlamaya hakları yoktur. Kaldı
ki o gün onların yüzlerine bakılmayacak ve tezkiye de olunmayacaklardır. Zira
bunlar zalimlerden olmayı kendileri tercih etmişlerdir. Çünkü bu tür
şarlatanlara inanarak kısa yoldan cennete girmeyi ummuş, pek çok zulüm işlemiş,
birilerinin maşası olmuş, şirke saplanmış, nifaka batmış, fâsık, mücrim ve
müfsitlerden olmuşlardır. Çünkü bu saf ve iyi niyetli
olduklarını söyleyenler, ittiba ettikleri “o kâinat imamına/ tarikat
şeyhine/ sözde hocaya/ babaya/ dedeye/ âyetullaha/ hahama/ papaza/ rahibe/ dinî
kisveye bürünmüş din satıcısına” körü körüne bağlanmış, onları ilah
edinmiş, bunun sonunda da korkunç cürümler işlemişlerdir. Bu bakımdan suçlamaları
gereken sadece ve sadece kendileridir. Örneğin işi saflığa vurduran bu
kimselerin, şakirtlerini
aldatmak için “rüyasında Hz. Peygamber’le istişare halinde bulunduğunu, kendisi
vaaz ederken içeriye Hz. Muhammed’in girdiğini, vaazını dinlemeye geldiğini, o
yüzden saygı gereği zaman zaman ayağa kalktığını, takkesini düzelttiğini söylediğinde,
insanların dini duygularını istismar ettiğinde ve onları Yüce Allah ve Hz.
Muhammed ile aldattığında” bu hoca kılıklı CIA ajanına şu soruları sormaları
gerekmez miydi? “Hocam! Sen sürekli
Hz. Muhammed’i rüyanda gördüğünü ve onunla istişare ettiğini söyleyip duruyorsun!
Madem öyle, Hz. Peygamber senin rüyana geldi de neden hanımının ve damadının
rüyasına girmedi? Onları hiç uyarmadı? Hz. Peygamber’in bu ikazı olmadığı için de
binlerce sahâbî birbirini öldürdü?” Neden Hz. Muhammed, Cemel savaşı (36/656)
öncesi on yıl aynı yastığı paylaştığı hayat arkadaşı Hz. Âişe’ye rüyasında
görünüp de yaptığının yanlış olduğunu söylemedi? Onu hatasından vazgeçirmedi de
bu savaşta on bin veya on iki bin sahâbî göz göre göre öldü? Oysa Hz. Âişe, ona
en yakındı. Hz. Muhammed’i devamlı olarak rüyada görmek mümkün idiyse Hz. Âişe
neden onu rüyasında göremedi de savaşın olduğu yere kadar “devenin sırtında” taraftarlarıyla
birlikte gitti ve savaşın yaşandığı geceye kadar o iddiasını sürdürdü? Her ne
kadar o gece anlaşmaya varılsa ve taraflar o sabah ayrılıp gidecek olsalar da
münafıkların/ fasıkların galeyana getirmesiyle sahâbe birbirine girdi ve
birbirlerini öldürdü? Hz. Peygamber eğer öldükten sonra da
böyle tasarruflarda bulunabiliyor, ruhaniyeti ortalıkta dolaşabiliyor ve
milletin rüyasına girebiliyor idiyse neden on yıllık hayat arkadaşının rüyasına
girip onu uyarmadı da ashabının birbirini kesmesine seyirci kaldı? Neden böylesine önemli bir konuda Hz.
Muhammed susmayı ve rüyada görünmemeyi tercih etti? Bu olacak şey midir? Böyle
bir zamanda rüyada görünmeyen Hz. Peygamber başka ne zaman rüyada görünecektir? Aynı şekilde neden Hz. Muhammed Rakka
yakınlarında Sıffin ovasında gerçekleşen Sıffin savaşı (37/657) öncesi Hz.
Ali’ye rüyasında görünüp de Muâviye’nin yaptığı hain planları söylemedi? Ve bu
savaşta yetmiş bin veya yüz on bin sahâbî öldü? Oysa Hz. Ali, Hz.
Muhammed’in en yakınıydı; damadıydı; amcasının oğluydu ve ona ilk
inananlardandı. Eğer onu rüyada görmek mümkün idiyse Hz. Ali, neden onu
rüyasında göremedi de savaş öncesi gereken hazırlığı tam yapmadı? Kurulan
kumpasları fark edemedi? Tuzakları bozamadı? Gereken tedbirleri zamanında alıp on
binlerce sahabînin ölümüne engel olamadı? Neden Hz. Muhammed on binlerce kadının
dul, yüzbinlerce çocuğun babasız kalmasına seyirci kaldı? Neden bu elem verici
hâdiseye müdahale etmedi? Neden Hz. Ali’ye rüyasında görünmedi? Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, hem
hanımının hem de damadının rüyasına girememiş ve onları uyaramamıştır. Bu gerçek, tarihen sabittir ve yaşananlar ortadadır. Bu itibarla, eğer Hz. Muhammed böyle
bir şey yapabilmiş olsaydı on binlerce müslümanın ölümüne de mani olurdu. Engelleyemediğine
göre “o ikisinin” rüyasına girememiştir, ruhaniyeti ortalıkta dolaşmamaktadır
ve halen kabrinde de canlı/ diri değildir. (Çünkü onun görevi Kur’ân’ı
tebliğ ile tamamlanmıştır. Hz. Muhammed’in ruhu, ruhlar âlemindedir. İkinci
surun üfürüleceği ana kadar da dünya ile bağlantısı kopmuştur. Onun bağının kopmadığını
ve devam ettiğini iddia edenlerin ve gelecekte de bu iddiayı sürdürecek
olanların özellikle Cemel ve Sıffın savaşları konusunda ikna edici cevaplar verme
mecburiyetleri vardır. Bu açıklamayı yapamayacak olanların lüzumsuz konuşarak
daha fazla vebale/ günaha girmemeleri kendi lehlerine olacaktır.) Zira
Kur’ân’da ve sahih hadislerde haber verildiği üzere onun da diğer peygamberler
gibi dünyada olup bitenlerden haberi yoktur. (Mâide, 5/117; Buhârî,
60/Enbiya, 8, 48 (IV, 110, 142); Tirmizî, 38/Kıyâme, 3 (IV, 532), nr: 2423;
48/Tefsir, 22 (V, 301) nr: 3167; Nesâî, 61/Cenâiz, 119, (IV, 117), nr: 2087;
İbn Hanbel, I, 253) Çünkü Hz. Muhammed de diğer peygamberler gibi ölmüştür (Zümer,
39/30). Zira her nefis ölümü tadacaktır (Âl-i imrân, 3/185; Ankebût,
29/57). Dolayısıyla o, mezarında sağ filan değildir. Ortaya atılan tüm
bu iddialar, Cahiliye paradigmasının İslâm’a sokuşturduğu Kur’ân’a aykırı mevzû
hadislerdir. Hangi Peygamber’in daha üstün olduğu “yarışında” üretilen
haberlerdir. Bunları delil olarak kullanıp milleti aldatanlar bunun vebalinden
kesinlikle kurtulamayacaklardır. Öyleyse bu hoca müsveddesine, onunla
aynı zihniyeti paylaşan sözde sûfîlere ve körü körüne bunların peşinden gidenlere
şu soruları sormak gerekir: Ey hoca geçinen şarlatan! Eşinin ve
damadının rüyasına girerek ashabının imdadına yetişmeyen, onların birbirlerinin
boynunu vurmalarına engel olmayan Hz. Muhammed nasıl oluyorsa senin her vaazını
dinlemeye geliyor? Nasıl oluyor da sürekli seninle
istişare halinde oluyor? Senin CIA/ MOSSAD desteğiyle inşa
ettiğin ve ABD/ İsrail lehine çalıştırdığın yüz yetmiş ülkedeki binlerce okulunun
ve yurtlarının “arsasına bakmak için” yanına gelip sana manevî destek sağlıyor?
Senin müritlerinin kaydını tutuyor ve
bazılarının üzerini çiziyor? Senin mason olduğunu anlayarak sahte
tarikatından/ camiandan/ hareketinden/ oluşumundan ayrılan, Allah’a tövbe eden,
yaptıklarına pişman olan akıllı adamlara Hz. Peygamber küsüyor? Nasıl oluyor da senin süflî davan
uğruna kamuoyu oluşturmak için tweetlerin ikiye katlanması talimatını veriyor? Nasıl oluyor da olimpiyat stadına
gelerek “müstehcen kıyafetlerle dans eden genç kızları” seyrediyor ve onları
alkışlıyor? Nasıl oluyor da nur/ ışık huzmesi şeklinde
kamyonetin kasasına iniyor ve beyni yıkanmış/ uyuşturulmuş “haşhaşîlerine/
bonzaîlerine/ eroinmanlarına/ esrarkeşlerine/ bağımlılarına/ zombilerine/ mankurtlarına/
katillerine/ canilerine/ hainlerine” destek oluyor? Heyhat heyhat!!! Hz. Muhammed senin
CIA, MOSSAD, MI6 destekli davana nasıl oluyor da arka çıkıyor? Bu nasıl bir
şeydir? Bu, alenen Hz. Peygamber’i istismar
etmek değilse nedir? Bu, insanları Allah ile aldatmak değilse nedir? Bu, apaçık
bir din bezirgânlığı değilse nedir? Hâlâ bu din tüccarı, Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü, onun askerî darbeye
yeltenen müritlerini cezaevlerinde ziyaret ettiğini, onlara manevî âlemde
bayram namazı kıldırdığını, onlara moral verdiğini, haklı olduklarını ve
sabretmeleri gerektiğini söylediğini, yeni baharların çok yakın olduğunu
müjdelediğini, aynı şekilde Hz Yusuf’un da cezaevlerini dolaştığını, zindandaki
“masumları (!!!)” ziyaret ettiğini, onlara manevî desteğini bildirdiğini
söyleyerek terör örgütünün çözülmesini engellemeye çalışıyor. Ne ilginçtir ki bu şeytanlaşmış adam,
peşinden sürüklediği sefihleri hâlâ “rüyalarla” ve “Peygamberlerin ruhaniyetinin
ortalıkta dolaştığı yalanlarıyla/ palavralarıyla” avutmakta ve kullanmaya
devam etmektedir. [İşte bu tür hatalı düşünceleri savunan din adamlarının
tamamı, rüyada Hz. Peygamber’in görülebileceğini söylemeye devam ettikçe, onun
kabrinde canlı olduğunu, salat-ü selamlara karşılık verdiğini iddia ettikçe, “şimdi
ve gelecekte” bu ve benzeri şarlatanlardan kurtulmak asla ama asla mümkün
olamayacaktır. Âyette de haber verildiği üzere bu tür yanlış fikirleri
savunarak söz konusu zalimlerin elini güçlendirenlere, onlara lojistik
destek sağlayanlara, sapık hareketlere payanda olanlara “belirli oranda
günah” yazılmaya devam edecektir. (Yâsin, 36/12)] Kanaatimizce bu ve bunun gibi adamlara
inanmaya devam edenler büyük bir yanlışın/ hatanın/ gafletin içindedirler. Zira
onlar, Kur’ân’ın şiddetle reddettiği bu zırvaları âyetmiş gibi sahiplenmiş, gerçeği
araştırma zahmetine katlanmamış ve din bezirgânlarının peşinden koşmaya devam etmişlerdir.
Bu tavırlarıyla da zımnen Kur’ân’a hakaret etmişlerdir. Zira âyetlerin haber
verdiği hakikate inanmamış, sahtekârlara güvenmiş ve Yüce Allah’a din öğretmeye
kalkışmışlardır. (Hucurât, 49/16) Bu nedenle Kur’ân’a hakaret edenlerin ve
Allah’ın ayetlerini yalanlayanların mahşer günü işleri çok zor olacaktır. Görüldüğü üzere ortada bir yalanın
olduğu açıktır. Acaba bu yalanı söyleyen ve Hz. Muhammed’i kötü emellerine alet
eden o alçak kimdir? Bu soruları sorarak o alçağı tespit etmek gerekmez mi?
Hâlâ bu sahtekârın peşinden gitmeye devam eden saf/ sefih bir şakirdin/
müridin/ civanmerdin/ talebenin; “Aldatıldım, pişmanım, bilemedim! Oyuna
geldim!” demesi ne kadar inandırıcıdır? Böyle birinin saf ve temiz kalabilmesi
mümkün müdür? Kendisini uyaran din kardeşine “Höykürme ulan! Çemkirme! Git
işine! Canımızı sıkma! Yoksa sonun çok kötü olur!” diyerek tehdit eden birisi
ne kadar masumdur? Bize göre böyle birisi saf değil, peşine düştüğü zavallı
gibi hain, alçak ve şeref yoksunun tekidir. Bunlara destek olanların tamamı da
aynen onlar gibidir. Aziz milletin ekmeğini yiyip,
vergileriyle yapılmış okullarda okuyan, maaşını alıp milletini acımasızca
arkadan hançerleyen bu namus fukaraları, Yüce Allah’ın adaleti gereği bu dünyada
iken rezil olmuşlardır; ahirette de onları çok daha büyük bir rezillik
beklemektedir. Diğer taraftan bu
şarlatanın ve onun gibi yarım hocaların iddia ettiği üzere ruh bedenden
bağımsız hareket edemez ve sağda solda dolaşamaz. Ruh, sadece ölümle birlikte
bedenden ayrılır. Sadece ölüm gerçekleştiğinde ruh geldiği yere geri döner (Bakara, 2/156; A’râf, 7/125) ve bu durumda
beden cesede dönüşür. Rüya ve aşkın dinî tecrübeler/ üstün metafizik
duygular esnasında bile ruh bedenden ayrılamaz. Eğer öyle olsa beden
canlılığını kaybeder ve ölür. Oysa rüya esnasında bile ruh bedendeki
varlığını sürdürmekte, bedenin canlı kalmasını sağlamakta ve görülen
rüyadan “insan bedeni” etkilenmektedir. Aksi halde hoşa giden bir rüya esnasında
erkek veya kadının ihtilam olmasını veyahut kâbus gören bir insanın boncuk
boncuk terleyip titremesini izah etmek mümkün değildir. Bu itibarla dünyada
imtihan olan her insanın ruhu bu dünyadaki zaman ve mekânla sınırlıdır. Ruhun
birlikte var olduğu bedeni dünyada bırakıp zaman ve mekânı aşarak “geçmişe ya
da geleceğe gitmesi” ya da bedenden ayrılarak “sağda solda dolaşması” veya “öldükten
sonra başka bir bedene geçmesi (tenasüh/ reenkarnasyon)” kesinlikle
imkânsızdır. Bu tür iddialar, batıl dinlerden alınan ve İslâm’a yamanmaya
çalışılan yanlış, sapkın, batıl ve boş itikatlardan/ inançlardan başkası
değildir. Ancak müttakî bir kulun
ruhu, bedeninden ayrılmadan da “tefekkür, dua ve ibadet” esnasında “zihnen/ mânen”
aşkın haller, yüksek manevî duygular ve farklı dinî tecrübeler yaşayabilir. Lakin bütün bu yaşadığı manevî haller sadece
kendini bağlar; bu esnada yaşadığı coşkun duyguları “din/ kutsal
gerçekler/ ilahi ilhamlar/ vahiy/ keramet” diye anlatıp satamaz/ dayatamaz/
savunamaz. Bir kısım sefihin yaptığı gibi; “Bunları ancak mehdî,
seçilmiş insan, havassu’l-havas, kâinat imamı, gavs veya kutub anlar, avam
anlayamaz” diyemez; böbürlenerek samimi din kardeşlerini küçümseyemez;
sadece manevî kulluk tecrübesi olarak nakledebilir. Böyle müttakî bir kul, sadece
şunu söyleyebilir: “Rabbe yakın olmak isteyenlerin böyle ulvî derecelere
ulaşmaları her zaman mümkündür. O yüzden salihlerden olmak için Kur’ân’ın ve
sahih sünnet’in ilkelerine uygun bir dinî hayat yaşamak gerekir.” İşte bu nedenledir ki,
ölüm sonrası bedenden ayrılan ve melekler tarafından ruhlar âlemine götürülen bir
ruh, “aklı kıt adamların” iddia ettiği gibi tekrar “berzah duvarını/
perdesini/ engelini/ barikatını aşarak” asla ama asla dünyaya gelemez. Ancak
ikinci surun üfürülmesiyle bulunduğu yerden “eski veya misli bedenine” iade
edilir. Çünkü ölen kişinin ruhu artık Allah’ın kontrolündedir (Zümer,
39/42) ve dünyaya geri dönmesi kesinlikle imkânsızdır. Nitekim Kur’ân,
kıyamet günü ikinci surun üfürülmesiyle ruhların bedenlerle birleşeceğini
(Tekvir, 81/7), herkesin teker teker Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vereceğini
(Enâm, 6/94), sonrasında sevapları ağır gelenlerin cenneti hak edeceğini,
günahları ağır basanların ise cehennemi boylayacağını (Müminûn, 23/101-111;
A’râf, 7/8-9; Zilzâl, 99/7-8) haber vermektedir. Dolayısıyla ölmüş
kişilerin ruhlarının zaman zaman dünyaya geldiği; şehitlerin, evliyanın ve
asfiyanın ruhaniyetinden istifade edildiği; onların ruhlarından feyz ve ilham
alındığı şeklindeki iddialar/ hezeyanlar/ zırvalar veyahut ruh çağırma
seanslarıyla ruhların dünyaya gelip gittikleri şeklindeki “lakırdılar” tamamen
içi boş söylemlerdir ve ciddi delillerden yoksundur. Bütün bunlar Câhiliye dönemi halk
inanışlarının ve batıl dinlerin zırvalarının “uydurma rivayetler aracılığıyla”
İslam’a sokulması, kussâs (kıssacı vaizler) tarafından yaygın hale getirilmesi
ve tenkîd/ araştırma nedir bilmeyen cahil din adamları (Maide, 5/44, 63;
Tevbe, 9/34) marifetiyle sahiplenilip savunulmasından başka bir şey değildir.
Beşinci ve altıncı sınıf kitaplara doldurulmuş bu tür saçmalıklara “din” diye inananlar
da neye inandıklarını araştırmadan inandıkları için kesinlikle suçludurlar.
Zira Yüce Allah, herkese kullansınlar diye akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Bu
nedenle aklını kullanmayanlar mesuldür; aklıselime düşman olanlar ise bunlardan
çok daha fazla sorumludur. Dolayısıyla ölülere ait
ruhların birbirleriyle veyahut uykudaki dirilerin ruhlarıyla buluşması
ve birbirlerinden “feyz ve ilham” almaları kesinlikle söz konusu değildir. “Ölen
kimselerin ruhlarının birbirleriyle buluşmaları ve diledikleri gibi
dolaşmalarının Allah nezdindeki derecelerinin büyüklüğüne göre olduğu
iddiaları” tıpkı “kemale ermişlerin/ evliyanın/ salihlerin Hz. Muhammed’i
rüyada görebileceği, onların da bunu herkese söylemeyip gizleyecekleri”
palavrasında olduğu gibi tam bir komedidir/ zırvadır/ saçmalıktır/ İsrâiliyattır.
Tahrif edilmiş dinlerden alınarak İslam’a sokulmaya çalışılan “mitolojik
muhtevalı” haberlerdir. Sözde sûfîlerin/ aklı kıt mutasavvıfların/ şeytanın
oyuncağı olmuş cahillerin hüsnü kuruntularıdır. Bunların Kur’ân ve sahih
sünnet ile zerre kadar alakası yoktur. Bu nedenle söz konusu bilgilerin
kökenini sorgulamadan alıp nakledenler, bunlara körü körüne inananlar ve
savunanlar kesinlikle mesul olduklarını bilmelidirler. Özetle, yukarıda aktardığım bilgilerin
tamamı bana göre mutlak doğrulardır. Elbette bunların doğrulanma veya
yanlışlanma ihtimali de vardır. Yapıcı tenkitlerle bunların olgunlaşmasına
katkı sağlayacaklara müteşekkir olacağımızı şimdiden ifade etmek isteriz. Ancak
bizim bazılarının yaptığı gibi “Allah ve Peygamber böyle söylüyor!” diyerek
Yüce Allah’ı ve Hz. Peygamber’i istismar etmemiz, kendi düşüncelerimizi onlara
söyletmemiz ve bunu birilerine din diye dayatmamız söz konusu değildir. Zira
dileyen dilediği görüşü seçip almak da özgürdür; zaten herkes kendi savunduğu görüşün
hesabını ahirette verecektir. Dolayısıyla “Bu adam, bu kadar kesin nasıl
konuşuyor?” diyenlerin “tüm peygamberlerin açık sözlü” olduklarını
hatırlamalarında yarar olacağı muhakkaktır. (Çünkü biz açık, net ve anlaşılır
yazıyoruz/ konuşuyoruz ki, kimse sözümüzü bir tarafa çekmesin/ çekemesin. Sonra
bir de oturup “Ben onu kast etmemiştim” gibi savunma yazıları yazmaya çok
kıymetli zamanımızı harcamayalım. Öküz altında buzağı arayacak zavallıların eline
malzeme vermeyelim.) Bu nedenle bir kez daha şunun altını önemle
çizelim ki, hiçbir kimsenin hayatında iken görmediği birisini rüyasında
görmesi mümkün değildir. Hz. Muhammed’i rüyada ancak ve ancak sahâbe veya
yaşadığı çağda onu tanıyanlar görebilir. Onların haricilerindekilerin Hz.
Muhammed’i rüyalarında gördükleri iddiası zandır ve “zannın hiçbir zaman
gerçeğin yerini tutması söz konusu değildir.” (Yûnus, 10/36) Ayrıca rüyada
görülen şahısların, iddia sahiplerinin çok sevdiği ve peşlerinden gittiği “şeyhlerine/
hocalarına/ mürşitlerine/ kâinat imamlarına/ mehdîlerine” benzemesi ve her
birinin “farklı farklı Peygamber portreleri çizmesi” Hz. Muhammed’in rüyada
görüldüğü iddiasının tamamen mesnetsiz/ sübjektif/ indî/ keyfî mütalaalar
olduğunun apaçık bir delilidir. Dolayısıyla bu tür iddialara inanıp büyük
yanlışlar yapmak, dine uzak insanları dinden soğutmak ve gayr-i müslimlerin İslam
ile buluşmasının önüne engeller çıkartmak doğru değildir. Sonuç olarak, Hz. Peygamber’i rüyada
görmek mümkün olmadığı gibi “marifet” de değildir. Müslümanlardan
istenen ve beklenen; onu rüyada görmek değil, onun getirdiği Kur’ân-ı Kerîm’in
ilkelerini öğrenmek, onun sahih sünnet’ine ittibâ etmek, bu kurallara uygun bir
hayat yaşamak, İslâm’ı tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmek, yeryüzünde barış ve
adaleti sağlamak ve tüm dünyaya model olabilecek örnek davranışlar
sergilemektir. Dolayısıyla böyle yapmayanların Hz. Muhammed’i çok sevdikleri
iddiası içi boş bir söylemden başka hiçbir anlam ifade etmemektedir. (28.10.2016) Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Emin SEYHAN Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır - 28/12/2019 |
“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır |
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur! - 28/12/2019 |
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur! |
Kindar Adam Dindar Olamaz - 28/12/2019 |
Kindar Adam Dindar Olamaz |
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder - 28/12/2019 |
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder |
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark - 28/12/2019 |
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark |
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum - 28/12/2019 |
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum |
Hak Din İslâm ve Batıl Dinler - 28/12/2019 |
Hak Din İslâm ve Batıl Dinler |
Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler - 28/12/2019 |
Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler |
İslâmîlik Endeksleri ile Yapılmak İstenen Nedir? - 28/12/2019 |
İslâmîlik Endeksleri ile Yapılmak İstenen Nedir? |
Devamı |