• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam362
Toplam Ziyaret5134903
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Amenerrasülü-Besâirul Kur'an Ali Küçük

285"Peygamber Rabbinden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Mü'minlerin de hepsi Allah’a, melekle­rine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisinin ara­sını ayırmayız. Ve (yine) dediler ki: (Ey Rabbimiz!) İşittik ve itaat ettik! Bize mağfiret et ey Rabbimiz! Şüphesiz ki dönüş sanadır.        

         Peygamber Rabbinden kendisine indirilenlerin tümüne iman etti. Çünkü peygamber kitabın ilk muhatabı, vahyin ilk münzili ve ilk muhbir-i sadığıdır. Onun için peygamber Rabbinden kendisine indiri­lenlerin tamamına iman etti.

 

         Acaba Rabbimizin bundan söz etmesinin mânâsı nedir? Biz za­ten biliyoruz ki Peygamber hakkında bu kesin bir realitedir. Yâni peygamber peygamberliği gereği üslendiği misyonu gereği zaten inandığını, inanması gerektiğini biliyoruz. Acaba bunun se­bebi nedir? Bunu şöyle anlamaya çalışıyoruz: Anlıyoruz ki pey­gamberin dâveti kendisine herhangi bir yükümlülük getirmeyen, kendisine herhangi bir sorumluluk yüklemeyen sırf başkalarına so­rumluluk yükleyen bir çağ­rıdan tamamen uzak bir dâvettir. Nitekim pek çok dâvetçi çağırdığı dâvâsını bir ustalık ve görev bilirler. Kendileri çağırdıkları dâvâya inanmamışlardır. İnsanları düşünce­ler ve sloganlarla harekete geçir­dikleri halde, kendi çağırdıklarına inanmayan ve kendi dâvâlarını ya­şamayan insanlardır onlar. Baş­kalarına yol budur diye yol gösterirler­ken kendileri karanlıkta bo­calayan insanlardır onlar. Böylece insanları sömürmeyi hedefle­mişlerdir. Ve insanlar bu tür dâvetçilere hiçbir za­man inanmaya­cak, onların arkasından gitmeyecektir.

 

         Ama peygamberler böyle değildir. Rabbimiz seçtiği peygam-berlerin kendi peygamberlik misyonuna çağırdığı dâvâsına herkesten önce inanan kişi olduğunu haber veriyor. Böylece Rabbimiz bu ayetiyle bize de diyor ki: Dâvetçi başkalarını kendi mesa­jına çağırmadan önce kendisi kendi mesajına köklü bir biçimde iman etmesi lâzımdır. De­ğilse o mesaj muallakta kalacak, o dâvâ icâbet görmeyecektir. Zü-mer sûresindeki bir âyet-i kerîmesinde Rabbimiz peygamberinin bu konu­daki tavrını bakın şöyle anlatı­yor:

         "O ki gerçeği getirdi ve onu bizzat kendisi tasdik etti. İşte onlar muttakilerin tâ kendileridir"      

(Zümer: 33)

 

         Çünkü peygamber insanlık için seçilmiş bir örnektir.  Kur’an-ı Kerim peygamberin kişiliği, sıfatları ve pratik uygulamala­rıyla insan­lara örnek olarak takdim edildiğini haber verir. İşte bu­rada da buyuruluyor ki peygamber Allah’tan kendisine gelenlerin tümüne iman etti. 

 

         Hem de O’nun ümmeti olan mü'minlerin tamamı Al­lah’a, Al­lah’ın meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Allah’a iman Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman Allah’ın hayata karışacağına iman demektir. Allah’a iman onun Rab, Melik ve İlah oluşuna iman demektir. Allah’a iman Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşamaya iman demektir. Allah’a iman Al­lah’ın belirlediği hayat programına iman demektir. Allah’a iman kişinin boynundaki kulluk ipini yalnız Al­lah’ın eline vermesi demektir.

 

         Meleklere iman, Allah’ın melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle di­yalog halinde olduğuna iman demektir. Allah’ın dünyayı yaratmış, sonra da ne haliniz varsa görün! Ben sizinle ilgilenmiyorum. Hukuku­nuz, ticaretiniz, kılık kıyafetiniz, ka­zanmanız harcamanız, eğitiminiz nasıl olursa olsun, nasıl bilirse­niz, keyfinize nasıl uygun gelirse öylece yaşayın! diyerek kendi köşesine çekilmiş bir Allah değil her ân me­lekleri vasıtasıyla bizi kontrol altında tuttuğuna iman demektir.

 

         Meleklere iman onlar tarafından sürekli amellerimizin tespit edil­diğine iman demektir. Meleklere iman hesap ve kitaba iman de­mektir. Meleklere iman âhiret hesabına göre bir hayat yaşamak ge­rektiğine iman demektir.

 

         Sonra bu melekler vasıtasıyla Allah’ın gönderdiği kitaplara da iman etmişlerdir o mü'minler. Kitaplara iman Allah’ın vahiy gönderdi­ğine iman demektir.Allah’ın bizi kanun­suz, yolsuz, yordamsız, plansız, programsız bırakmadığına iman demektir. Onlarla sorumlu olduğu­muza , Onların içindekilere göre bir hayat yaşamaya ve onlardan he­saba çekilmeye imandır.

 

         Bir de o mü'minler Allah’ın kendileri için örnek olarak seçip gö­revlendirdiği peygamberlerine de inanmışlardır. Peki peygam­berlere iman ne demektir? Peygamberlere iman onları takip et­meye imandır. Onların hayatta en büyük ör­nek olduklarına ve onların adım, adım ta­kip edilmesi gerektiğine imandır.

 

         Dediler ki:

         "Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisinin ara­sını ayırmayız."

 

         Bunu sûrenin önceki âyetlerinde ifade etmiştik

 

         1-) Peygamberlerden kimilerini kimilerine tercih ederek birbir­leri­nin arasını ayırmayız.

 

         2-) Peygamberlerden birini veya birkaçını kabul edip diğerle­rini reddederek onlar arasında böyle bir ayırım yapmayız. Onların tümü­nün Allah tarafından görevlendirildiğini, tümünün salih, sâdık oldukla­rını, kendilerinin Rabbimiz tarafından hidâyete erdirildiklerini ve bizi de doğru yola ilettiklerini ikrar ve kabul ederiz dediler mü'minler.

         "Ve (yine) dediler ki: (Ey Rabbimiz!) İşittik ve itaat ettik! Bize mağfiret et ey Rabbimiz! Şüphesiz ki dönüş sa­nadır."

 

         Ey Rabbimiz! Senin mesajın Peygamberlerin tarafından bize ge­lince biz onları işittik ve itaat ettik. Senden gelene iyice kulak ver­dik, dikkatlice dinledik, anlamaya çalıştık, kafa yorup anladık ve itaat ettik. Kerhen değil tav'an itaat ettik. İstemeyerek değil is­teyerek ve seve seve itaat ettik. İşittik ve hemen uyduk. İşittik ve hemen gereğini yerine getirdik.

 

         Burada dikkat etmemiz gereken husus şudur: İşit­mek indirileni bilmeyi, tanımayı gerektirir. Bilmek ve tanımak da okumayı ve ondan haberdar olmayı gerektirir. Şimdi söyleyin ba­kalım: Kitaplarını tanı­ma-yan, kitaplarından habersiz bir hayat ya­şayan müslümanlar nasıl diyecekler bunu? Ya Rabbi! Biz kitabını işittik ve onunla amel ettik, biz bize düşeni yaptık onun sen de ya Rabbi bize mağfiret et! Bizim eli­mizde olmayarak işlediklerimiz konusunda bize mağfiret buyur! Onları görmeyiver ya Rabbi! O kusurlarımızı hesaba katmayıver ya Rabbi! Siliver Allah’ım! Yok farz ediver, kaale almayıver, hesaba katmayıver Allah’ım! Nasıl diyeceğiz bunu? Bunu demeye hakkımız olacak mı?

 

         Önce bir işiteceğiz, okuyacağız, tanıyacağız Allah’ın kitabını ve sonra itaat edeceğiz onlara. Samimiyetle onları uygulamaya çalı­şacağız, bunu yaparken de ufak tefek kusurları­mız olmuşsa o zaman da aman ya Rabbi sen bilirsin diyeceğiz.

 

         Bakara sûresinde bu haklarını kaybedenleri anlattı Rabbimiz. Kitaplarını bozanları, tahrif edenleri, kitaplarının âyetle­rini az bir paha karşılığında satanları kitaplarının âyetlerini insan­lara anlatmayanları, kitaplarıyla diyaloglarını kesenleri, kitaplarını arkalarına atanları ve böylece Allah’ın mağfiretini kaybedenleri, Allah’ın affını kaybetmek bir tarafa Allah’ın gazabına ve lânetine maruz kalanları anlattı Rabbimiz.

 

         Biz de kendimizi bu konuda hesaba çekmek zorundayız. Acaba biz de bizden öncekiler gibi: "İşittik ve isyan ettik" di­yen­ler-den miyiz. Dilimizle inandığımızı söylüyor, ama hayatımızla yalan­la-yanlardan mıyız? Yoksa kimileri gibi işitmeden inandığımızı mı iddia ediyoruz? Yada işittik ama unuttuk diyenler­den miyiz? Yoksa işittik ama hayatımız değişmedi mi diyoruz?

 

         Allah korusun bakın buraya kadar bakaradan iki yüz seksen altı âyet tanıdık. Peki bütün bu âyetler ne değiştirdi bizim hayatı­mız-da? Bakara’yı bilmeyen dünkü bizle Bakara’yı bilen bugünkü biz arasında bir değişiklik olmamışsa, bu kadar âyet bizi değiştir­memişse, Bakara’yı bilmeyen şu insanlarla bizim aramızda belir­gin bir fark gö­rülmüyorsa, bu nasıl müslümanlık diyeceğiz Allah korusun. Veya bu Allah’ın kullarına aman siz de Bakara’yı tanı­yın. Aman siz de bu sû­reyi öğrenin. Bunu nasıl ve hangi yüzle diyeceğiz? Okuyup da ne ola­cak? İşte siz işte biz. İşte sizin hayatınız, işte sizin bizim hayatımız demeyecekler mi?

 

         Okuyacağız, dinleyeceğiz, işiteceğiz ve hemen arkasın­dan  itaat edeceğiz. Hemen arkasından duydukları­mızı amele dönüştürme savaşı vereceğiz ve sonra da şu duayı demeye hakkımız olacak:

         Gufranını, görmezden gelmeni, silivermeni, he­saba katma-manı, yok farz etmeni umarız ya Rabbi! Dö­nüşümüz sanadır.

 

         Ya Rabbi bizler her ne kadar da kitabını okumuş, kitabını anla­maya çalışmış, işitmiş ve işittiklerimizle amel etmeye itaat etmeye ça­lış­mışsak da, kusurumuz çoktur, hatamız çoktur. Eğer sen bizi yarlı-ğamazsan biz helâk olu­ruz. Çünkü bizler her ne kadar da sana kulluk etmeye çalışsak da yine de istemeyerek, nefislerimize uyarak veya unutarak, bilgi­sizce sana karşı gelebiliriz, senin emirlerini çiğne­yebi-liriz. Hele, hele içimize doğan, kalbimizden gelip geçen duygu ve düşünce­lere hiç gücümüz yetmiyor. Bunların tamamı senin için ma­lumdur. Yarın bunların tümünden hesaba çekilmek üzere senin huzu­runa geleceğiz. Dönüşümüz sanadır. Biz buna da inanıyoruz. Hayatı­mız, varlığımız nasıl sendense, ölümümüz de sendendir ve nihâ­yet öldükten sonra tekrar hesap kitap adına dirilip senin huzu­runda top­lanmamız da sendendir. Biz bunun bilincinde olarak bu­nun için hazır­lık yapmaktayız. O gün yüzü kara ve utananlardan olmamak için eli­mizden gelenleri yapmaya çalışıyoruz. Bizi o günde perişan etme ya Rabbi! Kusurlarımıza bakma ya Rabbi! Di­yebilelim, demeye yüzümüz olsun .

 

         Ayet-i kerîmeden anlıyoruz ki mü'minler hem işitiyor­lar, hem tas­dik ediyorlar, hem itaat ediyorlar, hem kulluk yapıyor­lar hem de bununla beraber kusurlu olduklarını itiraf ediyorlar. Yaptıklarının Al­lah’a lâyık olmadığını daha fazlasını yapmaları ge­rektiğini itiraf edi­yorlar.

 

         Mü'minler böylece Rablerine teslimiyette bulununca, böy­lece Rablerine arzı ubûdiyet ve özür beyanında bulununca bakın Rable­rinden, İlâhî rahmetten de kendilerine şu müjde geliyor:

         286:"Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez. Kişinin kazandığı iyilik lehine (kendisine) kötü­lük ise aleyhinedir. Rabbimiz! Unutmuş yahut hata yap­mışsak bu yüzden bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Gücü­müzün yetmeyeceğini bize ta­şıtma! Bizi affet! Bağışla bizi! Sen bizim Mevlâ’mızsın! Kâfirler güruhuna karşı sen bize yardım et!"

 

         Üzülmeyin kullarım! Rabbiniz hiç kimseye gücünün yettiğin­den başkasını yüklemez. Sizin Rabbiniz doyumsuz değil­dir. Sizin Rabbiniz zâlim değildir. Allah’ın kullarına yükleye­ceği yük ancak kulların güç yetireceği kadardır. Hattâ onun çok çok altındadır. Sizi yaratan Allah sizin ne kadar yük çekebileceği­nizi sizin nelere katlanabileceğinizi çok iyi bilmektedir. Allah mer­hametlidir. Allah kullarını asla zorlamaz. Sı­kıntıya sokmak istemez .

 

         İşte bu âyet daha önce geçen ve müslümanların, sahabe­nin be­lini büken:

         "Kalplerinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Al­lah onlarla sizi hesaba çekecektir."

         (Bakara: 284)

 

         Âyetini bir görüşe göre beyan eden, açıklayan, başka bir gö­rüşe göre de nesih eden âyettir. Buna göre diyoruz ki Allah kalpten geçenlerden bizi hesaba çekse bile ancak bizim elimizde olarak dü­şündüklerimizden hesaba çekecek, elimizde olmadan, gücümüz yet­meyerek içimizden geçenlerden hesaba çekmeye­cektir  Yâni insanın kendisinden kurtulma imkânı olma­dığı, nefsin, şeytanın vesvesele­rin-den hesaba çekilmeyeceğiz. Ancak bu düşünceler bizi sardığı za­man bunlardan kur­tulmaya çalışacağız, unutmaya çalışacağız, red­dedece-ğiz, gere­ğini yapmamaya, amele dönüştürmemeye çalışaca­ğız.

 

         Allah kulları için kolaylık diler, onlara güçlerinin yetme­yeceği zor yükler yüklemez. Hani sûrenin önceki bölümle­rinde geçti:

         "Allah sizin için kolaylık diler zorluk dilemez."       

(Bakara: 185)

 

         Sonra sakın yanlış anlamayın! Bu kulluk adına yaptıklarınız Al­lah için değil kendiniz içindir. Allah’ın bunların hiçbirisine ihti­yacı yok­tur. Hem dünyanızın mutlu, hem de âhiretinizin mamur olması için Allah size bunları emrediyor.

         "Kişinin kazandığı iyilik lehine (kendisine) kötü­lük ise aleyhinedir."

 

         Herkesin kendi kazancı kendisinedir. Kim bir iyilik yaparsa o kendine, kendi lehine, kim de bir kötülük yaparsa o da kendi aleyhi­nedir. İyiliğin sevabı da kötülüğün vebali de kendisine ait olacaktır. Yaptıklarınızın yararları da zararları da menfaatleri de mazarratları da Allah’a değil kendinizedir.

 

Öyleyse kendisini seven , kendisi için iyilik bekleyen kişi, yap­tıklarıyla kendi kendisine zulmetmesin. Kendini can yakan da­yanılmaz ateşten korumasını bilsin. Bunun için de hayırların en güzelini kendisi için işlesin. Kendisini ateşe götürecek amellerde bulunmasın. Kendi kendini kendi elleriyle cehenneme atmasın diyor Rabbimiz. Sonra da mü'minlerin çok hoş bir duasını hatırlatı­yor, ya da mü'minlerin böylece dua etmelerini istiyor. mü'minlere dua yolunu gösteriyor ve böylece onu kabul edeceğini de işaret ediyor, teminat veriyor. Bakın şu duayı yapmalarını isti­yor:

         "Rabbimiz! Unutmuş yahut hata yapmışsak bu yüz­den bizi sorumlu tutma!"

 

         Ya Rabbi bize teklif ettiklerini imkânımız nispetince en iyi şe­kilde ifa etmeye çalışıyoruz, çalışacağız. Hattâ farzların da öte­sinde nafilelerle hayır kazanmak üzere senin rızanı kazanmaya azmettik. Ama insan oluşumuzdan, beşer oluşumuzdan ötürü se­nin emirlerin­den, senin farzlarından birini unutur veya iyi bir şey yapıyoruz zan­nıyla yasaklarına, haramlarına düşersek, hata eder­sek bunlardan dolayı da bizi hesaba çekme ya Rabbi. Bu iki şe­kilde olur:

 

         1-) Ya hayrı, hayır bilgisinden mahrum olunduğu için terk et­mek şeklinde olabilir. Yâni emrin, farzın farkında olunmadığından emir terk edilmiş olur. Hayrı unutmak hayırdan habersiz yaşamak­tır.

 

         2- )Ya da şerri, haramı yanlışlıkla emir zannederek işle­mekle olur. İşte bunlara unutma ve hata denir. Bunların kimile­rinde kişi ma­zur sayılırken kimilerinde mazur sayılmaz. Bunu şöyle ifade edeyim inşallah: Unutma ve hata iki türlüdür:

 

         a:) Birincisi sahibinin mazur görülebileceği unutma ve hata­lar.

 

         b:) İkincisi de sahibinin mazur görülemeyeceği unutma ve hata­lar.

 

         Meselâ bir adam üzerinde bir necaset görse de bunu temiz­le­meyi geciktirse, hemen temizlemeyi geciktirdiği için, hemen temizle­meye gayret etmediği için sonra da unutup o elbiseyle na­maz kıl­mışsa bu adam mazur sayılmaz.

 

         Veya bir adam dinin emirlerini öğrenmeye çalışmaz veya öğren­dikten sonra onu unutmamak için amele dönüştürme ya da onu başkalarına duyurma gibi bir çabanın içine girmez ve böylece unu­tursa o kişi de mazur sayılmaz. Bunun için yu­karıda borçlarla ilgili bir örnek vermişti Rabbimiz. Unutmamak için yazılmasını öğütlemişti. Allah’ın emirlerinin tamamı böyledir. Hani unutarak yanlışlıkla içilen bir zehirin zararı yoktur denilemez değil mi? Onun içindir ki âyet-i ke­rîmede, ya Rabbi! Bizi unuttuklarımızla mükellef tutma! denmemiş de, bizi bu unuttukla­rımızla muaheze etme! Bizi bunlardan sorumlu tutma ya Rabbi! denilmiştir. Bunlarla mükellefiz ama bunlardan hesaba çe­kilme­mek üzere bizden dua etmemiz isteniyor .

 

         Allah’ın Rasûlü bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

 

         "Hata ve unutmadan doğan sorumluluklar ümme­tim­den kaldırılmıştır."

(İbni Mâce, Talâk 16)

         Yine başka bir hadislerinde bakın şöyle buyurur:

 

         "Şüphesiz ki Allahu Teâlâ ümmetimden hatayı, nisyanı (unutmayı) ve ikrah olundukları şeyleri bana ba­ğışladı."

(İbni Mâce)

 

         İslâm müsamaha dinidir. Allah bizim hayatımız için en gü­zel en uygun kanun koyucudur. Bir yer bir vida için hazırlanmışsa elbette oraya ancak vida girer. Altından gümüşten vidalar bulsanız bile oraya uygun değilse bir mânâ ifade etmeyecektir. Bizi yaratan bizi bizden, bizi herkesten daha iyi bilir. Hakkımızda en güzel prensipleri de ancak o vazedebilir başkası değil.

 

         İnsan iki yönlü bir varlıktır. Bir yönüyle Allah’tan gelen ruh sa­hibi, diğer bir yönüyle de dünya şartlarıyla ilgili beden vücut sa­hibidir. Birinci yönüyle insan Allah’a bağlanmaya, sığınmaya, kul­luk etmeye ihtiyaç içinde içindeyken diğer yönüyle de yemeye, içmeye, cinsel iliş­kiye, yatmaya, uyumaya ihtiyacı vardır. Allah yaratan, düzenleyen, kanun koyan öyle bir Rab ki yarattığı bu varlığın bütün ihtiyaçlarını, bütün arzularını, bütün gereksinimle­rini, bütün zaaflarını, bütün özel­liklerini bilerek onun için sistem vazeder.

 

         Rabbimiz Kur’an’ın pek çok yerinde yarattığı insanın özellik­lerin­den, yoğurduğu mayasından bahseder. Zâlimdir, cahil­dir, nan­kördür, cimridir, acelecidir, itirazcıdır, meşakkat içindedir, mala karşı, dünyaya karşı, kadına erkeğe karşı meyillidir, unut­kandır gibi onun pek çok özelliklerinden söz eder. Yaratan hiç ya­rattığını bilmez mi? Yaratan yarattığının mayasını tanımaz mı? Bi­lir elbette. Hattâ hiç kim­senin bilemeyeceği kadar.

 

         İşte bu hadiste ve âyet-i kerîmede anlatıldığına göre kulları­nın unutkanlığını, unutacağını, hata edeceğini çok iyi bilen  Rabbimiz bu iki şeyin günahından müminleri bağışlamıştır. Hata ve nisyan. Bir de ikrah, yâni zorlama.

 

         Hata; meşru bir şey yapmak isterken kastı olmayarak kişi­nin gayri meşruya düşmesidir. Meselâ bir hayvanı, yahut bir kâfiri öldüre­ceğim derken hataen bir müslümanı öldürmesi veya kendi malı zan­nederek hataen bir başkasının malını telef etmesi ya da ihramlı iken hataen bir hayvanı öldürmesi, hataen birisine zarar vermesi, birinin gözünü çıkarması gibi. Kulun böyle hataen yaptığı şeylerde kasıt ve niyet olmadığı için Allah bunların günahını kal­dırmıştır. Ama şurasını unutmayalım ki bunlara tereddüp eden ce­zalar bâkîdir.

 

         Meselâ hataen bir mü'mini öldüren kişi diyet cezası öde­mek zo­rundadır. Veya hataen bir başkasının malını telef eden kişi onu tazmin etmek zorundadır. Hataen bir hayvan öldüren ih­ramlının, ha-taen göz çıkaran kişinin belli cezaları vardır. Bunlar hatadır.

 

         Nisyana, yâni unutmaya gelince: Nisyan; kişinin bir şeyi bi­lip de onu yaparken unutmasıdır. Meselâ kişi abdestsiz olduğunu unuta­rak namaz kılarsa bu fiilinden ötürü ona günah yoktur. Ama abdestsiz olduğunu hatırlar hatırlamaz namazını iade etmesi ge­rekir. Bir kişi besmeleyi unutarak hayvan keserse İmam Ahmed’e göre bu hayvan yenir, zira bundan geri dönüşü yoktur. Kişi unuta­rak bir namazı terk etse bunda bir günah yoktur. Hatırlatınca o namazı kaza eder. Uyku da böyledir. Ama kişi bunun ortamını kendisi hazırlarsa, meselâ gece geç saatlere kadar televizyon seyrederken sabah namazına kalkamı­yorsa bundan sorumlu ola­caktır Allahu âlem. Allah’ın Rasûlü:

 

         "Kim uyur ya da unutarak namazı terk ederse, u­ya­nınca veya hatırlayınca onu iade etsin. Bundan dolayı o kişiye kefaret yoktur."

 

Buyurur.

 

         Kişi,unutarak namazda konuşsa bu fiilinden ötürü kendi­sine gü­nah yoktur ama sahih olan kavle göre namazı bozulmuştur. İadesi gerekir. Öyleyse bir şeyi unutmadan evvel ne yapmamız gerekiyorsa onu hatırlar hatırlamaz aynı şeyi yapmak zorundayız.

 

         Allah, âyetleriyle alay edilen, İslâm’la, Kur’an’la alay edilen bir mecliste oturmayı, bulunmayı yasak etmiştir. Ama diyelim ki şeytan bunu bize unutturdu ve biz orada oturduk. Şeytan bizi orada oturtu­verdi. Bunu hatırladığımız anda unutmadan evvel ne yapacaksak onu yapmak zorundayız. Unut­masaydık, şeytan bunu bize unutturmasaydı ne yapacaktık? Oturmayacaktık değil mi? İşte hatırlayınca da hemen onu icra edecek , derhal kalkacağız o meclisten. Değilse aynen onlar gibi oluruz Allah korusun.

 

         Meselâ çocuğumuz seccadeye işemiş, bizde bilmeden onda namaz kılmışız. Sonra da görmüşüz, ya da bunu hatır­lamışız. Bu fiil, nisyanımız sebebiyle affolmuştur, fakat hatırlar ha­tırlamaz hemen na­mazımızı iade etmek zorundayız. Fakat tamamen unutmuş ve hiç ha­tırlamamışsak o zaman bu namazımız olmuştur.

 

         Oruç da öyledir, ama oruç için özel bir nass var. Unutarak yiyip içeni şeriat affetmiştir ve  o kişi, tekrar orucuna devam ediyor. Allah’ın Rasûlü bir hadislerinde:

 

         "Kim unutarak orucunu yemiş içmişse orucunu ik­mal etsin. Zira onu ona yediren içiren Allah’tır."

 

Buyurur.

 

         Ama nikâh konusunda durum böyle değildir. Meselâ bir kadın ve erkeğin evlenmesinden önce, unutup da ses çıkarmayan bir kadın sonradan durumu hatırlayıp da: "Eyvah! Ben ikinizi de birlikte emzir­miştim!" derse bu yapılan nikâh hatadır ve başkasının nisyanından kaynaklanarak meydana gelmiş olan bu hatadan ta­raflar ayrılarak, boşanarak dönülür. Burada geriye dönüş emre­dilmiştir. Ama kimi nisyanlardan geriye dönüş mümkün değildir. Meselâ üç bardaktan iki­sinde su, birisinde de içki var. Unutarak su zannıyla içkiyi içmişse bir kişi, bunun geriye dönüşü yoktur. Bunun geriye dönüşü ancak intiba­dır, bu kişinin, dikkatli olması ve tevbe etmesi is­tenir.

 

         Eğer kişi bunları kendi ihmalinden ötürü meydana getirirse, me­selâ dini vazifelerini öğrenme yoluna girmez, veya belledikten sonra onu unutmamak için tekrar tekrar mütalaada bulunmaz, onu amel haline getirmez ve onu başkalarına duyurarak kendi malı haline getir-mezse ve böylece onu unutursa bu unutma da mazur sayılmaya­caktır diyoruz.

 

         İkinci bir dua, veya duanın devamı :

 

         "Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme."

 

         Yâni ey Rabbimiz bizden önceki ümmetlere yaptığın gibi al­tın­dan kalkılmaz, üstesinden gelinmez, zor dayanılır, bel büken boyun­duruklar, meşakkatli buyruklar altında bulundurma bizi! So­nunda mü­kelleflerini çileden çıkaracak, kimilerini maymunlaştırıp kimilerini yerin dibine batıran, kimilerini birbirlerini öldürmeye, ki­milerini zillet ve mes­kenet damgası yemeye götüren ağır sıkıntı­lara sokma bizi.

 

         "isr" lügatte hapis, esaret anlamına gelir. Altında ka­lanı ezen, kahreden, nefes aldırmayan ağır yük demektir. Anla­şılıyor ki ta­rihte bizden önceki ümmetlere yahudi ve hıristiyanlara çok ağır yükler yüklenmiş. Meselâ kendi şirretliklerinden ötürü ya­hudilere elli vakit namaz kılmaları, mallarının dörtte birini zekât olarak vermeleri, neca­set bulaşmış elbiselerini kesmeleri, vatanla­rından sürüp çıkarılmaları, toptan kılıçtan geçirilmeleri, tevbelerinin kabulü için intihar etmeleri ya da birbirlerini öldürmeleri, işledikleri bir isyan üzerine hemen cezaları­nın anında verilmesi, ramazan gecelerinde de hanımlarına yaklaş­ma-maları gibi.

 

         İşte Rabbimiz merhametinden dolayı müslümanlara böy­lece dua etmelerini öğütledi. Onlarda böylece dua ettiler de Rableri onların dualarını kabul edip onların omuzlarında bu yükleri kaldırı­verdi. Kul Allah’a kul olursa Allah da ona lütuflarda bulunacaktır elbette.  Sonra:

         "Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize ta­şıt-ma!"

 

         Yâni ey Rabbimiz hem bize kolay kulluklar yükle, hem de yükle­diğin vazifeleri ifa etme konusunda bize güç ve kuvvet ver, sabır ver, dayanıklılık ver, bizleri buna muvaffak kıl. Bizi altından kalkama­yacağımız belâlar, imtihanlar ve iptilâlarla imtihan etme. Hiç çekilmez, dayanılmaz, takat getirilmez, yerine getirilmez imti­hanlar altında bizi inletme ya Rabbi. Hastalık gibi, yokluk gibi, fe­lâketler gibi, zillet ve meskenet gibi. Çünkü biliyoruz ki, istedikle­rini yapsak bile sana lâyık, senin istediğin biçimde yapamayınca kaldıramayacağımız, dayana­mayacağımız azapları hakketmiş olacağız. Bu konuda bize merhamet buyur ve yükümüzü hafiflet ya Rabbi.

 

         İslâm’ın kolay hükümlerinden bizi ayırma ya Rabbi. İslâm siste­minin gölgesinden ayrılmaya, başka sitemlerin pisliğine, ağır, ezici ve kahredici yüklerinin altına girmeye, böylece senin rahme­tin­den, se-nin siteminin rahmet ve bereketinden cüda düşmeye bizler dayanamayız. Bizleri senin sisteminin kolaylıklarından mah­rum etme ya Rab-bi. Zira başkaları asla senin kadar merhametli, senin kadar cömert değildir. Başkaları doyumsuzdur, zâlimdir, cimridir, bizi baş­kalarının eline düşürme ya Rabbi.

                   "Bizi affet! Bağışla bizi! Sen bizim Mevlâ’mızsın! Kâ­firler güruhuna karşı sen bize yardım et!"

 

         Bizi affet! Sana karşı bilerek veya bilmeyerek, bizim bildiği­miz senin de bildiğin, bizim bilmediğimiz senin bildiğin tüm gü­nahlarımızı affet. Hatalarımızı siliver, kusurlarımızı görmeyiver, bu sana lâyık ol­mayarak yaptıklarımızı hesaba katmayıver, bizi on­lardan sorumlu tut-mayıver. Bizim geçmiş günahlarımızı affettiğin gibi gelecekte de bize muvaffakiyet vererek yeni yeni günahlara düşürme. İyiliklerimiz, hayırlarımız çok az olmakla beraber sen bi­zim mizanlarımızı ağırlaştı­rarak bize merhamet eyle. Bize şu üç konuda acı ya Rabbi. Sana karşı işle-diklerimiz günahlarımızı ba­ğışlayarak, diğer kullarından bi­zim bu günahlarımızı setrederek, bizi el âleme karşı rezil rüsva etme­yerek ve de bizi bundan son­raki hayatımızda da muhafaza ederek yeni günahlara düşmeme konusunda koruyarak bize merhamet buyur ya Rabbi.

 

         Çünkü sen bizim Mevlâ’mızsın. Bizim velimiz sensin. Bizler se­nin velâyetini kabullendik. Senin aldığın kararları kendimiz için bağlayıcı kabul ettik. Kendi iradelerimizden, kendi zevklerimizden vazgeçip senin seçimini seçim ka­bul ettik. Boyunlarımızdaki iplerin ucunu sana verdik.

 

         Sana dayandık, sana güvendik, sana tevekkül ettik, kullu­ğu-muz, köleliğimiz sanadır, övgümüz sanadır, minnetimiz sanadır, senin huzurunda eğilen başlarımız asla başkalarının önünde eğilmedi. Ey bizim Rabbimiz! Ey bizim kendisine gü­vendiğimiz, safında yer aldığı­mız Rabbimiz! Sen bizim Mevlâ’mızsın o halde kâfirler güruhuna karşı, sana inanmayan, senin dinini reddeden, sana karşı savaş açan, kita­bına karşı savaş açıp onu gündemimizden düşürmeye çalışan, pey-gamberine karşı gelip onu reddeden, sana karşı bir kısım fâ­nileri tanrılaştırıp sana inat onlara kulluk yapmaya kalkışan, senin kullarını bir kaşık suda boğmaya çalışan, senin mülkünde, senin arzında sana ve senin sistemine hayat hakkı tanımayan  bu kâfir­lere karşı bize yar­dım et ya Rabbi... Amin..

 

         Muaz Bin Cebel Bakara sûresini bitirince "Amin Allah’ım! Amin Allah’ım! Amin" dermiş. Biz de amin diyerek sûreyi bitirmiş olalım in­şallah.

 

         Rabbimize sonsuz hamdü senâlar olsun ki Bakara sûresini bir­likte okumaya, tanımaya ve onu itmama bizi muvaffak kıldı. Al­lah an­ladıklarımızla iman etmeyi, bu imanlarımızla hem kendimizi, hem de sorumlu olduklarımızı diriltmeyi nasip kılsın inşallah. Bakara’dan ha­bersiz yaşayan bu toplumu sizler vasıtasıyla bu sûreyle tanıştırsın. Onla­rın da dirilişlerini sizin elinizle mukadder kılsın inşallah. Vel-hamdü lillahi Rabbil âlemin. 


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.304532.4339
Euro34.423434.5613
Saat