• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam354
Toplam Ziyaret5103820
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Peygamberimiz'in bilhassa kız çocuklarına davranışı

         Peygamberimiz'in bilhassa kız çocuklarına davranışı


        Hep zirvelerde dolaşan Allah Resûlü, hayatın hemen bütün ünitelerinde de hep zirvede olmuştu. İnsanlar O’nu ararken, ne kendi seviyelerinde ne de yaşadıkları asrın büyük insanları seviyelerinde aramamalıdırlar. Araştırmacılar O’nu ararken hep dünyanın en yüksek zirvelerini düşünmeli ve hayâlen zirveler üzerinde dolaşmalıdırlar ki, kadrine ruhânîlerin destân kestiği o Zât hakkında, kadirbilmezlik yapmasınlar. Evet, onlar Hz. Muhammed (s.a.s.)’i arayacaklarsa mutlaka O’nun ufkunda aramalıdırlar; bizim gibi doğru dürüst hayal bile edemeyen insanların hayalleriyle Hz. Muhammed’e ulaşmak mümkün değildir. Zira Allah (c.c.), mevhibe–i Sübhaniyesi olarak O’na her sahada en üstün olmayı bahşetmiştir.

          O, çocuklarına, torunlarına fevkalâde şefkatle muamele eder.. böyle muamele ederken de, onların nazarlarını Âhiret’e ve yüksek karakter ve değerlere çevirmeyi ihmal etmezdi. Onları bağrında beslerken yüzlerine tebessüm eder, okşar ve aziz tutar.. bu arada onların uhrevî meseleleri ihmallerine de asla rıza göstermezdi. İşte bu anlayış içinde onlara karşı fevkalâde açık, fakat Allah’la arasındaki münasebeti korumak bakımından da gayet ciddi ve vakur idi. Bir taraftan onlara hürriyet ve serbestiyet içinde, insanca yaşama yollarını gösteriyor, diğer taraftan da gevşemelerine meydan vermiyordu. Meydan vermek şöyle dursun, aksine çürümelerine karşı bütün hassasiyetiyle göğüs geriyor ve onları hep ulvî ve uhrevî âlemlere göre hazırlıyordu. Bu şekildeki terbiye anlayışıyla Allah Resûlü, yine ifrat ve tefritten uzak orta yolu ve sırat–ı müstakimi temsil ediyordu. İşte bu durum da O’nun fetanetinin ayrı bir buudunu teşkil etmektedir.

           Müslim–i Şerif’in rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü’nün hizmetçisi olma gibi en yüksek payeye ulaşan ve on sene ara vermeden, fasılasız, kemal–i sadakatle bu hizmetini yürüten Enes b. Malik diyor ki: “Aile fertlerine karşı, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den daha şefkatlisini görmedim.”8

          Evet, o kadar şefkatli o kadar içten davranır ve öylesine açık hareket ederdi ki; O’nun gibi bir ikinci aile reisi ve baba göstermek mümkün değildir. Erkek evlâtlarının hepsi daha önceden vefat etmişti. En son Mâriye Validemiz’den bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş, o da yaşamamıştı. Allah Resûlü, onca önemli işlerinin arasında sık sık bakıcı himayesindeki çocuğunun yanına gider, onu bağrına basar, öper, okşar, sever, kucağına alır sonra da döner evine gelirdi. Vefat ettiği zaman da yine onu kucağına alıp, bağrına basıp, gözleri dolu dolu hüznünü ifade etmişti. O’nun bu durumuna hayretle bakanlara da: “Gönül mahzun olur, gözler ağlar; fakat inşaallah Allah’ın dediğinden, Allah’ın hoşnut olduğundan başkasını söyleyemeyiz” demişti ve ardından da dilini işaret ederek:
“Allah şununla muâhaze eder” buyurmuşlardı.9

       Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sırtına alır şurada–burada dolaştırırdı. O seviyedeki bir insan çocuğu sırtına alır ve halkın içine öyle çıkar mıydı? O, alır ve çıkardı. Böyle yaparken de, onların gelecekte kazanacakları şerefi âdeta istikbal ederdi. Bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin sırtında iken hane–i saadetten içeriye Hz. Ömer girdi. Onları böyle şerefli bir yerde görünce “Ne güzel bineğiniz var” dedi. Ve hemen Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Ya ne güzel süvariler onlar!”10 Bir başka defasında da Hz. Hasan’a, “Ne güzel bineğin var” diyene karşı, “ne güzel binici!” cevabını yetiştirmişti.11

       Allah Resûlü, her hususta olduğu gibi, çocuk terbiyesinde de daima orta yolu takip etmişti. Bütün evlatlarını, torunlarını canı kadar sever, hem de bu sevgisini onlara hissettirirdi. Ne var ki, bu sevgisinin kötüye kullanılmasına da asla fırsat vermezdi. Zaten O’nun evlât ve torunları arasında, böyle bir davranışa yeltenen de yoktu. Ancak bilmeden yaptıkları hatalar karşısında, Allah Resûlü’nün takındığı bir tavır, o derin sevgiyi bir vekâr buğusuyla sarar ve ılık bir görünümle onları şüpheli zeminde dolaşmakdan alıkordu. Mesela bir defasında Hz. Hasan veya Hüseyin, henüz yaşları çok küçük olduğu için elini sadaka hurmasına uzatır. Allah Resûlü hemen harekete geçer ve o hurmayı onun elinden alarak: “Bize sadaka hurması haramdır” der.12 Daha o yaştan itibaren, onları harama karşı duyarlı yetiştirme, terbiyede dengenin güzel örneklerinden biri olsa gerek.

         Medine–i Münevvere’ye her girişinde bindiği merkubun üzerinde Allah Resûlü’ne sarılmış birkaç çocuğu birden görmek mümkündü. Demek ki Allah Resûlü (s.a.s.) sadece kendi torunlarına karşı değil, hanesinde, hanesine yakın hanelerde ve daha ötede oturan bütün çocukları, kemal–i şefkat ve samimiyetle bağrına basıyor ve onların gönüllerini sevgiyle fethediyordu.

        Evet, O’nun sevgi hâlesine dahil olanlar sadece erkek evlat ve torunları değildi. O nasıl Hz. Hasan ve Hüseyin’i seviyordu, aynı şekilde kız torunu Ümame’yi de seviyordu. O kadar ki, bazen sokağa çıkarken Ümame’nin O’nun omuzlarında olduğu görülüyordu. Hatta, bazen kıldığı nafile namazlarda dahi Ümame’yi sırtında taşıdığı olurdu. Secde yapacağı zaman onu yere kor, secdeden kalkarken de yine omuzuna alırdı.

Allah Resûlü, Ümame’ye olan bu sevgisini öyle bir toplum ve cemiyet içinde izhar edip açığa vuruyordu ki, bu insanlar daha düne kadar kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. İşte böyle insanlar arasında, Allah Resûlü’nün kız torununa gösterdiği bu ilgi ve alâka, oldukça değişik ve o güne kadar kimsenin görmediği orijinallikte bir hareket tarzıydı.

 

Hz. Fâtıma’ya karşı sevgi ve şefkati

        İslâm’a göre kız–erkek ayırımı yoktur. Ve Allah Resûlü, bunu bizzat kendileri göstermiştir. Nasıl ayrım olabilir ki, birisi Hz. Muhammed ise diğeri Hz. Hatice’dir. Biri Adem ise diğeri Havva’dır. Biri Ali ise diğeri Fatıma’dır.
O Fatıma ki, Allah Resûlü’nün kızıdır. Kıyamete kadar gelecek bütün Ehl–i Beyt’in anasıdır. O bizim de anamızdır..!

     İşte Allah Resûlü, bu incelerden ince Fatıma yanına gelince hemen ayağa kalkar, onun elinden tutup getirir ve kendi oturduğu yere oturturdu. Hâlini–hatırını sorar, onu sever, okşar ve gönderirken de yine aynı iltifatlarla gönderirdi.

    Allah Resûlü ebediyete, yani insanların yaratılış itibariyle talip oldukları şeye talipti. Evet insan, ebed için yaratılmıştır. Ebedden, Ebedî Zât’tan başka bir şeyle de tatmin olması mümkün değildir. Binaenaleyh O’ndan başka bir şey istemez.. bilerek–bilmeyerek hep O’nu arzular. Bu itibarla da, insana ebediyeti vereceğiniz âna kadar onun doyup tatmin olması mümkün değildir. Bu itibarladır ki, Allah Resûlü (s.a.s.), çocuklarına bir taraftan avuç avuç ve kucak kucak onlara huzur taşırken, diğer taraftan da onları ebedî huzura, ebedî saadete hazırlamayı hiç mi hiç ihmâl etmiyordu. Bunun en çarpıcı misallerinden birini şu vak’ada görmek mümkündür:

        Fatıma Validemiz, boynunda bir gerdanlıkla Allah Resûlü’nün huzuruna gelir. Allah Resûlü (s.a.s.), ona şöyle buyurur: “İster misin ki halk desin? –burada, halktan maksat, insanlar veya rûhâniler, melekler, yani semanın sâkinleri olması arasında fark yoktur– Peygamber’in kızı elinde cehennemden bir zincir, bir kolye taşıyor?” Evet bir taraftan onları aziz tutuyor, diğer taraftan da teveccühlerini bütünüyle Âhiret’e, Allah’a, ebedî ve uhrevî güzelliklere çeviriyordu. Bu söz, Hz. Fatıma’ya yetmişti. Zira bu söz, onun gönlünde taht kuran ve onu bütün letaifiyle fetheden insandan geliyordu. Onun için Hz. Fatıma diyor ki: “Hemen kolyeyi sattım.. bir köle aldım.. o köleyi de hemen hürriyete kavuşturdum ve sonra da Allah Resûlü’nün huzuruna geldim.. geldim ve yaptıklarımı kendisine bir bir nakledince mesrur oldu, sevindi. Sonra da ellerini açıp Allah’a şöyle hamd etti: “(Kızım) Fatıma’yı Cehennem’den koruyan Allah’a hamdolsun.”13

       Elbette ki, Hz. Fatıma, boynuna taktığı bu kolye ile harama girmiş değildi. Ancak Allah Resûlü, onu mukarrebîn (Allah’a en yakınlar) dairesinde tutmaya çalışıyordu. Efendimiz’in ikazı takva ve kurb buudluydu. Bu bir cihetle dünyaya karşı alâkasızlık, ama daha çok da, bulundukları yer ve kıyamete kadar temsil edecekleri cemaat itibariyle, Ehl–i Beyt”in anasına düşen bir titizlik ve hassasiyet örneğiydi: Evet, Hasan’a, Hüseyin’e ve daha sonra gelecek Zeynelâbidin gibi âbidlerin ziya kaynağına ana olmak elbette kolay değildi. Allah Resûlü, onu önce Ehl–i Beyt’e, sonra da Şah–ı Geylanîlere, Muhammed Bahauddinlere, Ahmed Rufaîlere, Ahmed Bedevîlere, Şâzelîlere ve daha nicelerine ana olmaya hazırlıyordu. Zira onların yolunda öyleleri zuhur edecekti ki, bütün ömürlerini ukba televvünlü, kurbet buudlu yaşayacaklardı. Bu itibarla da Allah Resûlü, bu en sevdiklerini, gerçek sevginin gereği olarak dünyevî bütün kazurattan temizliyor, eteklerine dünyevî tozun–toprağın bulaşmasına fırsat vermiyor, onların nazarlarını ulvî âlemlere çeviriyor ve onları oradaki beraberliğe hazırlıyordu. “Kişi sevdiğiyle beraberdir”. Hz. Muhammed’i seviyorsanız, yolunda olacaksınız, yolunda olanlar ötede O’nunla beraber olacaklardır. İşte bu beraberliğe hazırlama yolunda Allah Resûlü bir taraftan onları seviyor, bağrına basıyor, diğer taraftan da bu sevip bağrına basmayı çok iyi değerlendiriyordu.

      O’nun terbiye sisteminden bir diğer kesiti de İmam Buharî ve Müslim haber veriyor... Hâdiseyi bize Hz. Ali (r.a.) anlatıyor ve diyor ki: “Evimizde hizmetçimiz yoktu. Bütün işlerini bizzat Fatıma kendisi yapıyordu. Zaten, bir hücrecikte kalıyorduk. O hücrecikte, Fatıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delik–deşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi. Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Ayrıca değirmen taşını çevire çevire eli; su taşıya taşıya da sırtı nasır bağlamıştı. Fatıma’ya, babasına gidip ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hâdim (hizmetçi) istemesini söyledim. O da gitti ve istedi...”

Şimdi, hâdisenin gerisini Hz. Fatıma Validemiz’den dinleyelim: “Babama gittim; fakat evde yoktu. Hz. Aişe: ‘Geldiğinde ben haber veririm’ dedi, ben de geri döndüm.

      “Gece yatağa uzanmıştık ki, az sonra Allah Resûlü birdenbire çıkageldi. Ben ve Ali yataktan doğrulmak istedikse de O, buna mâni oldu ve aramıza oturdu. Öyle ki, sadrıma temas eden ayağındaki serinliği göğsümde hissediyordum. Arzumuzu sordu. Ben de durumu aynen naklettim. Allah Resûlü, birden uhrevîleşti ve şöyle dedi: ‘Ya Fatıma, Allah’tan kork ve Allah’a karşı vazifende kusur etme! Allah’ın omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da sadık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet! Sana ayrı bir şey daha söyleyeyim. Yatağına girmek istediğin zaman, 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa da Allahüekber de. İşte bu, senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.”14

      Fatıma, O’nun kızıydı. Hakk’ın terbiye adına kendisine lütfettiği ve ihsanda bulunduğu şeyleri o kızından esirgeyemezdi. O kız ki, Hz. Hasaneyn’den hâtemü’l–evliyaya kadar, birçok velinin anası olacaktı. Bu itibarla onun bu mübarek meyvelere çekirdek olabilecek mahiyette yetiştirilmesi lazımdı. İşte bundan dolayı Efendimiz, bir taraftan fevkalâde re’feti, şefkati, sevgisi ve gönüllerinde taht kurmanın yanında, diğer taraftan da Fatıma’nın nazarını hep uhrevî âlemlere çeviriyordu.

     Efendimiz, eşi ve menendi olmayan bir baba ve dedeydi. Hayat adına bize çok basit gibi görünen bu husus, esasen her insan için aşılması gereken en zor engel ve engebelerden biridir.. ve Allah Resûlü, bu engeli en kolay şekilde aşmış en birinci baba ve dededir.

      Hem O, öyle evlât ve torunlar yetiştirmiştir ki, onların sulbünden gelen ne kadar altın halka insan varsa, hepsi de insanlığın ufkunda, adetâ asırlara saçılmış güneşler, aylar ve yıldızlar gibidirler. Bu husus, sadece Allah Resûlü’ne mahsus bir mazhariyettir ki, Cenâb–ı Hakk O’nu bu mazhariyette de tek ve yektâ kılmıştır. Nice Hakk dostları vardır ki, kendileri çok büyük olmalarına rağmen, evlerinde yetiştirdikleri evlatları itibariyle fevkalâde fakirdiler. Onların evlatları veya evlatlarının evlatları, azıp sapmış ve şeytanın ağına takılmışlardır. Günümüzde dahi bunun yüzlerce misalini gösterip anlatmak mümkündür. Ancak Allah Resûlü’nün evlat ve torunlarıdır ki, hiçbirisi yetiştikleri haneye, o hânenin mâna köklerine ihanet etmemişlerdir.
Değil ihanet etmek, her fırsatta bu cibilli alâkayı göstermiş ve vefa misali olmuşlardır.

Evet, işte bu da yine Allah Resûlü’nün risaletinin bir delilidir ki, insan ne kadar dâhi de olsa bu ölçüde bir terbiyeci olması kat’iyen mümkün değildir.

 

 

 

 

 

* M. Fethullah Gülen: Sonsuz Nur, c. 2’den derlenmiştir
Dipnotlar

1 Buhari, Salat, 80; Fezailü’l–Ashab, 3.
2 İbn Sa’d, Tabakat, 2:231; İbn Hişam, Sire, 4:298.
3 Tirmizî, Nikâh, 41; İbn Sa’d, 2:231.
4 Buhari, Edeb, 68.
5 Buhari, Şürut, 15.
6 Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizî, Radâ, 11.
7 Tirmizî, Menakıb, 64.
8 Müslim, Fezail, 63.
9 Buhari, Cenaiz, 14; Müslim, Fezail, 62.
10 Heysemi, Mecmau’z–Zevaid, 9:181.
11 Ali el–Muttakî, Kenzu’l–Ummâl, 13:650.
12 Müslim, Zekât, 161.
13 Nesâî, Zinet, 39.
14 Buharî, Fezâilü’l–Asha


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat