• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam178
Toplam Ziyaret5136080
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Ali İmran Suresi 16-20. Ayetler

ALİ-İMRAN SURESİ  16-20. AYETLER

 

(16–17–18. AYETLER)

 

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَاعَذَابَ النَّارِ:الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ:شَهِدَاللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ:إِنَّ الدِّينَ عِندَاللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ:

 

           MEALİ:

 

     “Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki biz iman ettik; artık günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem ateşinim azabından koru.”  Diyenler: Sabredenler, doğru olanlar. İtaat edip baş eğenler, boyun bükenler, (mallarını Allah yolunda) harcayanlar ve seher vaktinde istiğfar edenlerdir.”

 

İLGİLİ HADİSLER

 

     “Aziz ve Celil olan Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçince (rahmet ve mağfiretiyle) dünya semasına iner ve şöyle buyurur: “Gerçek hükümran benim, evet hükümran olan benim; bana dua eden yok mudur, duasını kabul edeyim; benden isteyen yok mudur, vereyim; bana istiğfarda bulunan (günahlarının bağışlanmasını dileyen) yok mudur. Bağışlayayım.” Böylece Allah (C.C) fecr doğuncaya buna devam eder.”

     “Allah gecenin ilk yarısı geçinceye kadar bekler, sonra bir çağırıcıya şöyle seslenmesini emreder: Dua eden yok mudur. Duası kabul olunsun; istiğfarda bulunan yok mudur, bağışlansın; istekli yok mudur, kendisine verilsin.”

 

GERÇEK İMANIN BELİRTİLERİ

 

     Kur’an-ı Kerim bu ayetlerde gerçek imanın ölçü ve anlamını ortaya koyarken buna sahip bulunan mutlu kişilerin beş sıfatından söz edilmektedir. Çünkü en doğru iman, itikat (inanç) söz ve amelden ibarettir. Yani kalbiyle inanan, diliyle doğrulayan ve bunu ameliyle tatbik eden kimse, gerçek mümindir.

     Allah’tan korkup her türlü kötülükten sakınanlar böylesine sahih bir imana sahip olduklarını içten dışa vuran renkleriyle belgelerken: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki biz iman ettik; artık günahlarımızı bağışla ve bizi Cehennem ateşinin azabından koru.” derler. Bununla onlar, gerçek imanın itikat, söz ve amel olduğunu dile getirirler.

     İşte bu ölçüde olan müminleri başkasından ayıran bir takım kendilerine has belirtileri vardır:

     1-) Allah’a kulluk görevini yerine getirmede bıkkınlı duymazlar ve yaptıkları ibadetten derin bir zevk alırlar. Böylece hem ibadetlerinde, hem kötülüklerden sakınmada, hem insanlıktan yana hizmette sabırlıdırlar.

     2-) Hem dünyada, hem ahirette şerefli, itibarlı, sevilen ve sayılan bir insan olabilmek için sabırla birlikte hiçbir zaman doğruluktan ve doğru söylemekten ayrılmazlar.

     3-) İbadete gönül yatışkanlığı içinde devam etmeye çalışırlar, Allah’a kullukta alçak gönüllü olmanın mahiyetini boyun büküklüğü içinde ortaya koyarlar.

     4-) Allah yolunda mallarını harcamaktan zevk duyar, harcamadıkları üzülürler.

     5-) İyilikle kötülük arasında mekik dokuduklarını düşünerek iç temizliğine erişmek ve kirlenen ruhu arındırmak ve her iki hayatta da yaşama sevgisine ermek için seher vakitlerinde istiğfarda bulunurlar.

 

TAKVANIN ÖLÇÜ VE ANLAMI

 

     Kur’an-ı Kerim takvaya geniş yer vermiş ve bu sıfata bürünenleri sık sık övmüştür. Takva hem anlamı hem alanı geniş bir deyimdir. Allah dostlarından söz edilirken onların iki önemli sıfatından birinin Allah’a dosdoğru iman, diğerinin takva olduğu belirtilmiştir.

     O halde takva, iman cevherine sahip olduktan sonra olgun insanın yolu, Allah dostu olmanın kapısı, Hz Muhammed (SAV)’e gerçek ümmet sayılmanın ölçüsü, ibadetin meyvesi, insanlığa huzur sağlamanın en temiz havasıdır.

     Konumuzu oluşturan ayet-i kerimede bunun sonucu belirtilerek takva sahibi müminlerin içlerinden dışlarına yansıyan ve çevrelerini aydınlatan beş sıfatı açıklanmıştır:

     1-) Sabırlıdırlar.

     2-) Doğrudurlar.

     3-) Allah’a gönülden bağlı ve O’na boyunlarını bükerek itaat üzeredirler.

     4-) Allah yolunda harcarlar.

     5-) Günahlarının bağışlanması için Allah’a sık sık yönelip istiğfarda bulunurlar.

     Bu bakımdan;

     SABIR: İmanın yarısı, başarının şaşmayan yolu, kötülükten sakınmanın, ibadete devam etmenin dayanağıdır.

     DOĞRULUK: Şeref ve itibarla yaşamanın sırrı, Allah sevgisinin yolu, insan olmanın gerçek ölçüsüdür.

     ALLAH’A İTAAT: Kul olmanın anlamı, dünyaya gelişimizin amaç ve hikmetidir.

     ALLAH İÇİN HARCAMAK: Vasıtayı gaye uğrunda şuurluca kullanmanın yolu, Hz Muhammed (SAV)’e ümmet olmanın bir başka belirtisidir.

     SEHER VAKTİNDE İSTİĞFAR: Allah ile kul arasındaki engelleri kaldırmanın en verimli vakti, rahmet melekleriyle kaynaşmanın en feyizli devresi, ruhu arındırmanın en güzel saatidir.

18. AYET’İN İZAHI

 

شَهِدَاللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ:

               MEALİ:

 

     “Allah kendinden başka ilah olmadığına şehadette bulundu. (Varlığının ve birliğinin delil ve belgelerini varlık âleminde sergiledi.) Meleklerde şehadette bulundu. İlim sahipleri de adalet ölçülerini ayakta tutarak (O’nun varlığına, birliğine) şahitlik ettiler. O’ndan başka ilah yok. O, çok güçlüdür, hep üstündür ve her şeyi yerine koyup belli bir amaca yöneltendir.”

İNİŞ SEBEBİ

 

     Rasülüllah (SAV) Efendimiz Medine’de şehir devleti kurup bir takım köklü yasalar hazırladıktan sonra Şam dolaylarından seyahate çıkan iki bilgin Medine yakınlarına uzanıp geldiler. Onlardan biri: “Buralar en son peygamberin çıkacağı yere benziyor.” diyor. Sonra da Medine’ye girdiklerinde peygamberlik iddiasında bulunan zatla görüşüyorlar. Aralarında şu konuşma geçiyor:

--- Sen Muhammed misin?---Evet   --- Sen Ahmed misin? --- Evet

--- O halde senden bir şehadetten sormak istiyoruz, eğer haber verebilirsen sana inanırız ve seni tasdik ederiz.  --- Sorunuz.

--- Allah kitabında geçen en büyük şehadet nedir? Ondan bize haber verebilir misin?

     Bunun üzerine bu ayet indi. O iki bilgin de tereddüt etmeden İslam’a girdiler.

     Diğer bir tespite göre: Bu ayet İsa Peygamberin Allah’ın oğlu ve bu sebeple de ilah sayılabileceği iddiasında bulunan Necran Hıristiyanlarını reddeder anlam ve ölçüde inmiştir.

İLGİLİ HADİSLER

 

     Zübeyr b. Avam (RA) diyor ki: Rasülüllah (SAV) efendimiz bu ayeti okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Ya Rab! Ben de buna (Senin Varlığına) şehadet edenlerdenim.”

     Diğer bir hadis-i şerif: “Bu ayeti okuyan bir kimse (anlayıp inanarak okuyorsa) kıyamet günü huzura getirilir. Allah Teala şöyle buyurur: “Kulum bana söz verip söz aldı. Ben sözünü yerine getirmekte herkesten daha layık ve haklıyımdır; kulumu cennete sokun.”

ALLAH’IN KENDİ VARLIĞINA ŞEHADETİ

 

شَهِدَاللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ:

 

“Allah kendinden başka ilah olmadığına şehadette bulundu.”

     Varlık âlemi mutlak bir düzen içinde şaşmayan kanunlarla ezelden ebede (yani yaratıldığı andan son bulacağı vakte kadar) hareketini sürdürmektedir. Her şey ince bir hesap, değişmeyen bir illet ve kanuna bağlı bulunduğunu göstermektedir. Her olay bir sebebe, her sebep mükemmel bir plana dayanmaktadır. Sonuç olarak, her plan yüksek bir kudreti temsil etmektedir.

     A. Nicola’nın dediği gibi: “Tabiat, bize bir plan ve düzen sunmaktadır. Bu düzeni iki şekilde müşahede etmekteyiz. Bir tarafta kanunlar sistemi diğer tarafta gayeler sistemi vardır. İki bakımdan davarlık âlemi bize yüksek bir aklın eseri olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan varlık âlemi bize sanatın incelikleriyle meydana getirilmiş güzel bir eser olarak görünür. Bu âlemde her şey önceden planlanmış ve ona göre yapılmıştır. Bütün bunlar bir İLAH’ın varlığını anlatır.”

     Önceden hazırlanan plana göre düzenlenen dünyamızdan ve onunla güneş arasındaki kopmaz bağlantıdan birer örnek verelim:

     Dünyanın  ¾’ünün denizle kaplı olması, 23 derecelik meyilli bulunması, atmosfer tabakasının belli kalınlıkta oluşması, güneşe uzaklığının belli bir mesafede tutulması, belli kanunlarla yürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Denizler bu ölçüde olmasaydı dünyada hayat şartları değişir, yaşama imkânı azalırdı. 23 derece meyilli olmasaydı, mevsimler meydana gelmez ve aynı zamanda okyanuslardan kalkan buharın etkisi altına girerek bilinen şartlar olumsuz yönde değişikliğe uğrardı. Atmosfer tabakası biraz daha kalın veya ince olsaydı, dünyamız buz haline gelir veya yanıp kavrulurdu.

     İşte bütün bu düzenli, sınırlı ve şuurlu olaylar, çok mükemmel bir planı ve o plan da çok yüksek, beşer idrakinin kavrayamayacağı büyük bir kudretin varlığını ispatlamaktadır. Bütün bu fiziki olayların, matematiksel düzenlemelerin bağlı bulunduğu planın kendiliğinden oluşmasını iddia etmek, bir bilgisayarın kendiliğinden oluşup meydana geldiğini iddia etmek kadar gülünçtür.

     Kuşların kemiklerinin iliksiz olmasını, vücutlarının salgıladığı çok ince bir yağla tüylerinin üstünün yağlı tutulmasını hiç düşündük mü? Kemikleri böyle değil de ilikle dolu olsaydı uçmaları mümkün olur muydu? Tüyleri sözü edilen ince yağla yağlanmasaydı yağmurlu havalarda o zavallıların hali ne olurdu? Bütün bunlar rasgele oluşup ortaya çıkan tesadüfler midir? Şuursuz bir tesadüfün bu kadar şuurlu ve mükemmel olayları, kanunları ve düzenleri meydana getirmesini iddia etmek, kendi varlığını inkâr etmek kadar mantıksız değil midir?

     Karıncaların belli ve belirli bir disiplin ve düzen içinde çalışmasına, yazdan kışa hazırlık gayretinde bulunmasına, kendini ve yuvasını, sele ve kuzey rüzgarlarına karşı korumadaki ince zekasından tutun da koku alma duygularının gelişmişliğine, 7500 çeşidinden tutun da mantar yetiştirenlerine ve bunların şu üç tip işçilerine: Hiç dışarı çıkmayıp yuvayı savunanlarına, kelle yapımına yarayan yaprak parçalarını kesmeye ve getirmeye gidenlerine ve mantar üretiminde uzman olanlarına bakın; bu yaratıkların nasıl bir plana göre vücut bulduğunu ve nasıl bir kanunla varlıklarını sürdürdüklerini anlarsınız.

     Balarılarının kolektif çalışmaları, bir tek petek vücuda getirebilmeleri için yüzlerce işçi arının birbirine asılı olarak çalışması, bütün işçi arıların, arı şehrinin tek yumurtlayan dişisinin, yani ana kraliçenin etrafında dört dönmesi, bu kraliçenin günde yaklaşık olarak 2500 tane yumurta yumurtlaması, genç bir dişinin yuvasının hükümdarı olabilmesi, ya da bir göç hareketinin başına geçebilmesi için yumurtlayıcı bir kraliçe olması, çeşitli bitki ve çiçeklerden topladıkları bal ile insanlara gıda değeri yüksek olan ve aynı zamanda şifa taşıyan nimeyi sunmaları ne ile açıklanabilir? Bütün bu düzenli, planlı, programlı ve dengeli bir çalışma ve hayat nizamı kendiliğinden mi oluşmuştur? Yoksa bir planlayıcısı, bir programlayıcısı mı vardır?

     Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Hemen diyelim ki, her varlık belli bir kanuna ve mükemmel bir plana göre varlığını sürdürmektedir ve her varlık, sadece yüksek bir kudretin varlığına belge olmakta, şahitlik etmektedir. İşte Kur’an’daki ayet bize bunu hatırlatmaktadır. Allah’ın kendi varlığına şehadeti, belli bir plana göre koyduğu eserleriyle, sonra indirdiği kitaplarla asıl anlamını ortaya koymaktadır.

 

وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ:

 

     “Melekler de şehadette bulundular. İlim sahipleri de adalet ölçülerini ayakta tutarak şahitlik ettiler.”

 

     Meleklere gelince, onlar zıtlar âleminde yaratılan insanlardan çok farklı bulundukları ve yüksek kudretin emrine kayıtsız şartsız baş eğdikleri muhakkaktır. Onların Allah’ın varlığıyla ilgili şahitlikleri, doğuştan kendilerinde var olmakla beraber her an kendilerine has bir ibadet atmosferi içinde bulunmalarıyla izah edilir. Ayrıca peygamberlere getirdikleri vahiy, evliyaya yaptıkları ilham da bu cümledendir.

     Adaleti ayakta tutan ilim sahipleri, afakî ve enfüsi (Nesnel ve öznel = objektif sübjektif) delillerle, daha çok eserden müessire, külden cüz’e, cüz’den kül’e (indüksiyon-dedüksiyon) geçiş yaparak Allah’ın varlığını ispat ederler.

     Adalet burada daha çok “DENGE KANUNU”’nu hatırlatır. Varlık âleminde gerek canlılar ve bitkilerin, gerekse diğer cansızların her birini dengede tutan birini diğeriyle ilgili kılıp bu düzeye getirerek belli bir doğrultuda varlığını sürdürmesini sağlayan Allah, cidden kâinatı adaletle, dengeli ölçü ve biçimde ayakta tutmaktadır. İlim adamlarının bu denge kanunu bilmesi, onlarla Yaratan arasındaki engellerin kalkmasını sağlar.

     Çünkü Allah Aziz’dir. Hâkim’dir. AZİZ’dir: Kudreti kemal derecesindedir. Her varlığı belli kanunlarla kendi yüce kudretine bağlamış, hiçbir şeyi başıboş bırakmamıştır. HAKİM’dir: Yarattığı her şeyi belli bir amaca yöneltmiş, her şeyi layık olduğu yere koymuştur.

19–20. AYETLER

 

إِنَّ الدِّينَ عِندَاللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ:

 

                       MEALİ:

 

     19-) “Allah katında din, ancak İslam’dır. Kitap verilen (Yahudi ve Hıristiyanlar) ler kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düşüp farklı görüş ve inançlar ortaya koydular. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, Allah hesabı çarçabuk görendir”.

     20-) “O halde seninle tartışmaya kalkışanlara, “Ben, bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah’a çevirip kendimi O’na teslim ettim” söyle ve kendilerine kitap verilenlerle ümmi (kitap verilmeyen müşrik) lere de ki: “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” Eğer İslam’a girerlerse, doğru yolu bulmuş olurlar, yüz çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğdir. Allah kullarını görüp bilendir.”

                                                       İNİŞ SEBEBİ

 

     İslamiyet Arap yarımadasında yayılmaya başlayınca, önceleri bu dini ve onun peygamberini sabırsızlıkla bekleyen Kitap Ehli, hakikat meydana çıkıp bu konuda kendilerine hem kitaplarında, hem Kur’an’ın inmesiyle ilim verildiği halde haset ve hırsları sebebiyle ayrılığa düşüp İslam’a karşı olumsuz tavır aldılar ve her biri kendi dininin üstünlüğünü iddiaya başladı. Allah hakikate karşı gelenlerin bu iddialarını reddederek bu ayeti indirdi.

 

DİNLERİN RUHU VE MAYASI, HAKKA TESLİMİYETTİR.

 

     Peygamberlerin getirdikleri din ve şeriatların ruhu ve mayası Hakk’a teslim olup boyun eğmektir. Çağın gelişme ve şartlarına, toplumların yapısına göre şer’i hükümlerin bir kısmı farklı olsalar bile amaç bakımından hepsi de aynı doğrultudadır.

     Hakk’a teslimiyetin, diğer bir deyimle İslam olmanın anlamı, batıldan uzak kalmak, şirk kokusundan arınmak, bir olan Allah’a bağlanarak O’na teslimiyet içinde boyun eğmektir.

     Bütün semavi dinlerin temelinde ve mayasında bu anlam vardır. Son din, tüm insanlığa seslendiğinden ve her çağa hitap ettiğinden ona özel olarak bu isim verilmiştir.

     Yahudi ve Hıristiyanlar ihtirasları yüzünden bu hakikat üzerinde anlaşamamış ve son dine teslimiyetle uyacakları yerde Peygamber (SAV) ile tartışmaya kalkışmışlardır. Böylece dinlerin ruhunu bozma, Hakka karşı gelme bedbahtlığına kendilerini uğratmışlardır.

          Nitekim İmam Kurtubi kendi tefsirinde diyor ki:

     “Bu ayette geçen DİN, taat, kulluk ve millet yani şeriat anlamınadır. İslam ise iman ve Hakk’a kulluk düzeyinde O’na teslim olup boyun eğmektir. Mütekellimlerin cumhuru da bu tarif üzerinde birleşmişlerdir.”

     O halde DİN’in sözlük manası: Millet (Şeriat), itaat ve cezadır. Ceza Arapçada hem iyilik hem de kötülük karşılığında kullanılan ve iki zıt manayı taşıyan bir deyimdir.

     İşte bu manayla DİN, sonraları şeriat, Hakk’a kulluk ve O’na boyun eğme anlamında meşhur olmuştur. Kur’an’ın bazı yerlerinde ise bu deyim hesap ve ceza manasına gelmektedir.

     FAHRETTİN RAZİ’ye göre: Dinîn sözlükteki asıl anlamı, cezadır. Sonra Hakk’a kulluğa ve O’na itaate din denilmesi cezaya neden olmasındandır.

     İSLAM kelimesine gelince, bunun sözlükteki asıl manası üçtür:

     1-) İslam’a girmek yani boyun eğip uymak,

     2-) Silm’e yani selamete ve barışa girmek,

     3-) İbadeti sırf Allah rızası için yapmak.  (Bu, Enbari’ye göredir.)

 

KAYNAK:    İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ    CELAL YILDIRIM


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.439832.5698
Euro34.502534.6407
Saat