GönderenKonu: İsra Suresi 12 Emir Tefsiri -Ali Küçük Hoca  (Okunma sayısı 1511 defa)

vehbiaksit

  • Site Yöneticisi
  • İleti: 93
  • Üyelik Tarihi: 25-08-2011
İsra Suresi 12 Emir Tefsiri -Ali Küçük Hoca
Tarih : 05-12-2016 Saat : 23:39

İsra Suresi 12 Emir Tefsiri -Ali Küçük Hoca

Ali Küçük Hocamızın Besairül Kur'an Tefsirinde İsra Suresi 23-39. Ayetlerin Tefsiri

23. “Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı “Öf” bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin.”

 

         Rabbin sadece kendisine kulluk etmenize, her konuda, hayatınızın her bir biriminde sadece kendisini dinlemenize, hayatınızı sadece kendisinin istediği gibi yaşamanıza ve ana babanıza karşı muh-sin davranmanıza, iyilikte bulunmanıza hükmetti. Evet Rabbin böylece yasasını belirledi, hükmünü verdi, sistemini ortaya koydu ve işte bu âyetiyle de sizi kendi hükmüyle, kendi yasasıyla karşı karşıya getirdi. Gecenizde gündüzünüzde, almanızda vermenizde, küsmenizde barışmanızda, yemenizde içmenizde, giyiminizde kuşamınızda, hukukunuzda eğitiminizde ve tüm hayatınızda sadece Allah’ı dinleyin. Sadece Rabbinizin arzularını yerine getirin. Ve Rabbinize kulluğun yanı başında ebeveynlerinize de iyi davranın. Ana babalarınıza karşı muhsin davranın.

 

Yâni onlar karşısında Allah huzurunda olduğunuzu unutmayın. Ana babalarınızın arzu ve istekleri karşısında Allah huzurunda olduğunuzun bilincinde bulunun. Onların emir ve yasaklarıyla karşı karşıya kaldığınız zaman önce Rabbinize bir sorun. Ya Rabbi Sen ne di-yorsun bu konuda? Bak babam benden şunu istiyor, anam bana bunu yasaklıyor. Sen ne diyorsun? Sen ne istiyorsun? Yapayım mı onların benden bu istediklerini? diye önce Rabbinize bir sorun. O anda Allah huzurunda olduğunuzu unutmayın. Eğer onların istekleri Allah’ın razı olduğu şeylerse onları yapın, değilse yapmayın. Yâni ebeveyniniz Allah rızasına uygun arzularını yerine getirmeyerek Rabbinizi gazap-landırmadığınız gibi onların Allah rızasına uymayan her dediklerini ya-parak da onları rableştirmeyin. Eğer babanız ve ananızdan biri, ya da ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, yaşlılık ve âcizlik dönemini idrak ederse sakın ha sakın onlara öf bile deme. Sakın onları azarlamaya, kırıp dökmeye kalkışma. Ve o ikisine de tatlı söz söyle, güzel söz söyle, Kerîm söz söyle, ikram makamında olacak, onların gönüllerini alacak mülayim söz söyle.

24,25. “Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: “Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!”  de. İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilir. İyi kimselerseniz bilin ki O şüphesiz, Kendine baş vuranları bağışlar.”

 

         Sebebi vücudun, sebebi varlığın olan ve her türlü izzet-ü ikrama lâyık olan ana babana acıyarak, merhamet ederek alçak gönüllülük kanatlarını, şefkat ve merhamet kanatlarını onların üzerine ger. Onlar için çok çok mütevazı ol. Onlara rahmetin, şefkatin bol olsun. Ve onlar için de ki: Rabbim, ben küçükken, ben yardım ve merhamete muhtaçken onlar nasıl beni yetiştirmişler, beni nasıl eğitip büyütmüşlerse, bana nasıl merhamet etmişlerse, şimdi şefkat ve merhamete muhtaç oldukları demlerinde Sen de onlara karşı merhametli ol. Sen onları bağışlayıver ya Rabbi. Sen onların kusurlarını görmeyiver, hatalarını, eksiklerini kaale almayıver. Yaptıklarını tam ve eksiksiz  kabul ediver ya Rabbi. Şimdi sen de onlara karşı merhametli oluver ya Rabbi de.

          

        Rabbimiz önce kendisine kulluk istedi. Hayatımızın tümünde sa-dece kendisini dinlememizi, sadece kendisi için bir hayat yaşamamızı istedi. Sonra da kendisine kulluğun hemen yanında ebeveynlerimize ihsanı gündeme getirdi. Sadece Bana kulluk edin buyurduktan sonra Rabbimiz bu kulluğun ayrıntısını ortaya koyuverdi.

 

Evet demek ki biz tüm hayatımızı kuşatan bir kulluk şuuru içinde olacağız. Hayatın sadece belli bölümlerinde, belli birimlerinde değil tümünde Onun kulu olduğumuzu unutmayacağız. Çünkü Rab-bimiz hayatta boşluk bırakmaz.

 

         Bunun becerdikten sonra da hemen karşımıza ana babalarımız çıkıyor. Allah’ın bir emri, bir hükmü, bir yasası olarak da sürekli ana baba karşısında Allah huzurunda olduğumuzun bilincinde olacağız. İşte bu da Rabbimizin bizden istediği bir kulluktur. Hele hele ana babalarımız ihtiyarlık dönemlerine ulaştıkları zaman onlara karşı çok iyi davranmaya gayret edeceğiz. Çünkü o dönemde onlar çocukluk ve âcizlik dönemlerini yaşamaktadırlar. Bir evlât olarak bunu anlamak problemin çözümü konusunda ilk adımı atmak demektir.

 

Yâni karşımızda bir çocuk var diyeceğiz ve onları hoş görme-yi, onlara karşı Rabbimizin istediği gibi davranmayı becerebileceğiz demektir. Kendi çocukluğumuzu, âciz günlerimizi düşüneceğiz. O günlerimizde onların üzerimize nasıl titrediklerini gözümüzün önüne getireceğiz. Sonra yine küçük çocuklarımıza karşı bizim davranışlarımıza bakarak onların bizi büyütebilmek, eğitebilmek için ne zahmetlere katlandıklarını anlamaya çalışacağız.

 

Önce bizim kendilerine, sonra da kendilerinin bize emânet oluşlarını, Allah’ın emâneti olduklarını unutmayacağız. Hanımlarımız, çocuklarımız, evimiz, işimiz, aşımız, derdimiz, sıkıntılarımız bizi onlara muhsin davranmaktan alıkoymayacak. Eşimizle, çocuklarımızla onların rızasını alarak cennet kazanma kavgası içine gireceğiz. Onlarla Allah rızasını kazanmanın hesabını güzel yapacağız. Onları bir kenara atıp; karımız ve çocuklarımızla bir dünya hayatı yaşamaya kalkışmayacağız. Ve şunu da hiçbir zaman unutmayacağız ki Allah içimizde olanı en iyi bilir. İyi kimselerseniz bilin ki O şüphesiz, Kendine baş vuranları bağışlar.

26,27. “Yakınına, düşkününe ve yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”

 

         Evet yalnız Allah’a kulluk etmenin, sadece Onu dinlemenin gereklerinden birisi de işte burada anlatılıyor. Neymiş o? Akrabalara, miskinlere, düşkünlere ve yolcuya hakkını ver. Elindekileri, sahip olduklarını Allah’ın bu dünyada imtihan için sana verdiklerini sakın saçıp savurma. Sakın israf etme. Yâni onları sakın kulluğun ve Allah’ın rızasının dışında kullanma. Allah’ın sana verdiği canı, malı, mülkü, bilgiyi, imkânı, fırsatı, zamanı, ömrü Allah için akrabalara, fakirlere, miskinlere, yolda kalmış durumda olanlara ulaştırmak, onlarla paylaşmak zorundayız. Sahip olduklarımızı ona muhtaç kimselerle paylaşma kavgası içinde olmamızı emrediyor Rabbimiz. Bizde olup da onlarda olmayan neyimiz varsa onlara ulaştırmak zorunda olduğumuzu, bunun da bir kulluk yasası olduğunu haber veriyor Rabbimiz.

 

İşte böyle yapmanız da Bana kulluktur buyuruyor. Değilse, eğer benim istediğim gibi yapmazsanız, varlığınızı benim gösterdiğin yerlerde değil de boş yerlerde harcarsanız, saçıp savurursanız bilesiniz ki şeytanın dostları oldunuz demektir. Şeytan Rabbine karşı çok nankördür. Şeytan Rabbinin verdiklerini Onun yolunda kullanmayan, Rabbinin verdikleriyle Rabbine isyan içinde olan bir nankördür. Bu haliyle şeytan kâfirlerin, nankörlerin en büyüğüdür. Allah’ın verdiklerini Allah’ın istemediği yerlerde kullanmak, Allah’ın razı olmadığı yerlerde harcamak israftır ve şeytanlıktır.

28. “Rabbinden umduğun rahmeti elde etmek için, hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalırsan, onlara hiç değilse tatlı bir söz söyle.”

 

         Ama eğer umduğun Rabbinin rahmetini elde etmek için hak sahiplerine bir şeyler vermeye gücün yetmezse, yâni Rabbinin rahmetini umduğun ve Onun rızasını kazanmak istediğin halde gücün yetmezse o zaman da hiç olmazsa o veremediğin kimselere tatlı bir söz söyleyiver. Hiç olmazsa onlara onların gönlünü alacak bir söz söyleyiver. Çevrendeki senin malında Allah yasalarına göre hakkı olan fakirler, akrabalar, yolda kalmışlar var ki senden bir şeyler bekli-yorlar, istiyorlar. Sen onların hepsine veremiyorsan, ya da onların istedikleri kadar, umdukları kadar veremiyorsan, buna gücün yetmi-yorsa hiç olmazsa onlara gönül alıcı güzel sözler söyle de onları üzme. Sonra:

29. “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.”

 

         Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa fakir düşer, pişman olur aç ve açıkta kalırsın. Ne cimrilik edip tutma, ne de her şeyini verecek kadar sa saçıp savurma. O zaman kınanır, kaybettiklerinin hasretini çekersin.

 

Evet elin boynunda asılı olmasın. Elin biraz biraz cebine gitsin. Biraz biraz dağıtmayı öğren. Cömertliği öğren. Harcamanda da mutedil ol ki her şeyini kaybedip birilerine el açacak duruma gelmeyesin. Evet cimri olmamak lâzım, ama israfçı da olmamak lâzımdır. israf önce de ifade ettiğimiz gibi bir şeyi yerli yerince harcamamaktır. Lüzumsuz ve yersiz verilen, harcanan, kullanılan her şey israftır. Lüzumlu olan yerde olan yerde malın tamamı da verilse israf değildir. Ama malını israfa, gösterişe, günah yollara harcayanlar şeytanın dostlarıdır. Maldan, ilimden, dinden Allah’ın verdiklerini gizleyenler, açığa çıkarmayanlar, onları Allah kullarıyla paylaşmadan yana tavır almayanlar şeytanın dostlarıdır.

 

         Öyleyse bir müslüman kendi malını, kendi servetini sadece kendisine harcamamalıdır. Kendi ihtiyaçlarını israfa varmayacak bir biçimde karşıladıktan sonra akrabalarının, komşularının, müslüman-ların haklarını vermek için elinden geldiğini yapmak zorundadır. Orta yolu takip etmek zorundadır. Yâni ne servetin dönüşümünü, dağılımını önleyecek, engelleyecek biçimde cimri, ne de kendi ekonomik durumlarını çökertecek kadar savurgan olmalıdır.

30. “Doğrusu senin Rabbin dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. O kullarını gören ve haberdar olandır.”

 

         Muhakkak ki Rabbin dilediği kimselerin rızkını genişletir, dilediğine yayar, açar dilediklerine de kısar. Dilediklerine çok verir, dilediklerine de az verir. Herkese rızkını belli bir ölçüyle verir. Bunun yasasını koyan Allah’tır. Mülk konusunda yetki Onundur. Niye böyle ya-pıyor Allah? Niye bana az veriyor? Niye falana çok veriyor? diye bir soru sormaya hiç kimsenin hakkı da yoktur, yetkisi de. İnsan, insanlar arasında var olan eşitsizliğin hikmetini anlayamaz. Bu nedenle Allah’ın takdirinin hikmetini anlayamayan kimi insanlar sun’i araçlarla insanlar arasındaki doğal servet dağılımını değiştirmeye, sınıfsız bir toplum kurmaya çalışmaktadırlar. Mülk elinde olan, her şeyin sahibi olan Rabbimiz bir deneme için, bir imtihan için bunu böylece tesbit buyuruyor. Çünkü O Allah; kullarını gören, onların durumlarını bilen, kimin neye muhtaç olduğunu, kime ne kadar vermesi gerektiğini, kimin için azın, kimin için de çoğun hayırlı olduğunu bilendir. Öyleyse:

 

31. “Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Biz onlara da size de rızık veririz. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır.”

 

         Ey kullarım rızık sizden değil Bendendir. Rızkın sahibi sizler değil Benim. Öyleyse sakın ha sakın rızık sorumluluğunuz varmış zannederek çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla, besleyememe korkusuyla öldürmeyin. Onları rızıklandıran da Biziz, sizleri rızıklandıran da Biziz. Onları doyuran da sizleri doyuran da Biziz.

 

Üstelik dikkat ederseniz çocuklarımızın doyurulması önce zikredildiğine göre anlıyoruz ki bizim doyurulmamız da çocuklarımız yüzünden olmaktadır. Hani Rasûlullah efendimizin hangi çocuğunuz sayesinde doyacağınızı, zengin olacağınızı bilemezsiniz buyruğu da bunu anlatıyordu.

 

Öyleyse her bir çocukla bizim eve belli bir rızık geliyor. Yâni o çocuklarımızı biz doyurmadığımız gibi, onların rızkını biz bulmadı-ğımız gibi biz onlar sayesinde rızıklanıyoruz. O halde kendimizi rızık verici tanrı makamında görmeyelim ve besleyemeyeceğiz korkusuyla çocuklarımızı öldürmeye kalkışmayalım. Gerçekten bizim mallarımıza göz dikmiş şeytanların ve şeytan rolünü, şeytan misyonunu üstlenmiş tâğutların empoze ettikleri sakat düşüncelerle çocukların öldürülmesi çok büyük bir günahtır.

 

Öyle diyorlar değil mi? Sen  bu dünyada rahat yaşamalısın, senin dünyan güzel olsun, hayatını bir başkasıyla paylaşmamalısın, evini daraltmamalısın, çok çocuk sahibi olmamalısın diyorlar. Ana rahmindeyken öldürmelisin diyorlar. Şeytanca yayınlarıyla insanların yatak odalarına kadar uzanıp onları etkilemeye çalışıyorlar. Henüz ana rahmine düşmeden çeşitli tedbirlerle öldürmelisiniz diyorlar. Hayata gelmiş olanları da ekonomik kaygılardan sonra öldürüyorlar, öldürtüyorlar. Soframıza bir kaşık daha uzanmasın diye, ekonomik sıkıntılar bizi sarmasın diye, ekonominin kurbanı edilerek öldürülüyor çocuklar.

 

         Dikkat ederseniz Rabbimiz önceki âyet-i kerîmesinde rızkın takdirinin bizzat kendisine ait olduğunu haber verdikten sonra rızık korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin buyurdu. Öyleyse madem ki rızık Ondandır, o zaman çok çocuk sahibi olmakla fakirliğin bir ilgisi yoktur. Öyleyse ana babanın vazifesi geleceği getirmemek değil, geleceği yetiştirmektir. Çünkü geleceğin takdiri Allah’a aittir. Rabbimiz ezelî ve ebedî ilmiyle nesli tahdit için ölüm yasasını koymuştur. Böylece sınırsız çoğalmalar böyle elim tedbirlerle değil, Rabbimizin ortaya koyduğu emin tedbirleriyle olmalıdır. Değilse sanki Allah kendileri kadar plan program bilmiyormuş gibi ukalalık bir müslümânâ asla yakışmaz.

 

         Halbuki Rabbimiz, Bana kulluk edin buyurdu ve kendisine istediği kulluğun ayrıntılarına girerek bu kulluğun gereği olarak ço-cuklarınızı öldürmeyin buyurdu. Kendisine kulluğun şartlarından biri olarak rızık endişesiyle evlâtlarınızı öldürmeyin buyurdu. Unutmayın ki onların rızıkları da sizin rızıklarınız da Bize aittir buyurdu. Sonra:

32. “Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.”

 

         Zinaya da yaklaşmayın. Doğrusu zina, nikâh dışı ilişki çok çirkin bir iş, çok kötü bir yoldur. Evet Allah’ın istemediği, Allah’ın onaylamadığı, Allah’ın yasak kıldığı bir şekilde bir erkek ve kadının bir araya gelmeleri çok kötü bir eylemdir. Dikkat ederseniz çocuk öldürme yasağından sonra zina konusu gündeme getirilmektedir. Aslında zinanın aslı öldürmektir. Gayri meşru yerlere akıtılanlar baştan öldürmektir. Gayri meşru doğan çocuklar yaşarken öldürülmektedir. Sıcak bir aile yuvasından, ana baba eğitiminden mahrum büyüyecek çocuklar yaşarken ölmüşlerdir. Evlilik olmadan, aile yuvası olmadan neslin sağlığı mümkün değildir.

 

Onun içindir ki Rabbimiz gayri meşru bir ilişki olan zina etmek şöyle dursun, ona yaklaşmayı bile yasaklamaktadır. Rabbimiz kitabının başka yerlerinde gayri meşru ihtilatı yasaklamaktadır. Kadınların İslâm dışı bir kıyafetle sokağa çıkmamalarını emretmektedir. Zinaya yaklaşmamamızı emretmektedir. Çünkü zina tüm vücudun meylidir. Sadece tenasül uzvunun, sadece elin, ayağın, gözün, kulağın, kalbin meyli değildir. Onun içindir ki bir kere yaklaşıldı mı artık önlemek çok zorlaşacaktır.

 

         Evet bu eylemi yapmak şöyle dursun, ona yaklaşmayın bile. Zinaya götürücü yollara girmeyin. Zinanın kapısını açıcı ilişkilerden sakının. Bakmak gibi, dokunmak gibi, tutmak gibi, konuşmak gibi zinaya kapı aralayan durumlardan uzak durun. Tabii Rabbimiz insanları, aileleri mahveden bu zina illetinden korumak için nikâhlı evlilik yasasını getirmiştir.

 

Ve Rabbimiz kitabının pek çok yerinde ve Rasûlullah efendimiz de pek çok hadislerinde evlenmek durumunda olup da evlenemeyen, evlenme imkânı bulamayan kadın ve erkeklerin evlendirilmesini teşvik etmektedir. Toplumda evlenmeye ihtiyacı olan bir tek kişinin bile kalmamasını emretmektedir. Çünkü yeme ihtiyacı içinde yaratılmış bir adama yemek yeme demek neyse, evlenme ihtiyacı içinde olan bir kimseye de evlenme demek odur. Hiçbir kimseye senin evlenmeye ihtiyacın yoktur diyemezsiniz.

 

Çünkü bakın Rabbimiz zinaya yaklaşmayın diyor. Zinaya yaklaşmamanın yolu nikâhlı bir hayata kavuşmaktan geçer. Meşru yoldan adamın ihtiyacı giderilmeli ki zinaya gerek kalmasın. Meşru yollar kapanırsa elbette insanlar bu ihtiyaçlarını gayri meşru yollardan gidermeye çalışacaktır. Öyleyse müslümanlar olarak bizim görevlerimizden birisi de toplumda zinayı bitirecek fedâkarlıkları göze almaktır.

 

         Yine biliyoruz ki dinimizde haramlar konusunda bir kesinlik var bir katiyet vardır. Meselâ desek ki birine; arkadaş, cebinde mark bulundurmayacaksın! Burada kesinlik vardır ve artık adam kesinlikle yanında, cebinde mark bulundurmamalıdır. İster büyüğü, ister küçüğü olsun fark etmez. Efendim fazla değil sadece on mark vardı yanımda, fazla yoktu, olmaz hiç bulundurulmamalıdır. Veya meselâ birine desek ki; arkadaş bundan böyle falanla hiç görüşmeyeceksin! Falanların meclisinde bulunmayacaksın! Bu yasak sonucunda adam artık kesinlikle onunla görüşmemelidir. Efendim, işte şuradan geçiyordum da tesadüfen uğrayıverdim, olmaz. Zira emirde kesinlik var.

 

İşte bakın bu âyette de Rabbimiz; “Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.” Buyurarak zinaya yaklaşmayı yasaklar. Ama dikkat ederseniz burada âyet-i kerimede Rab-bimiz "Zina etmeyin" demez "Zinaya yaklaşmayın” der. Yani zina ile ilgili bir yolda, zina kokusu olan bir yolun başında durmayın, o bölgede bulunmayın der. Burada kesinlik var. Haramlar konusunda kesinlik vardır.

 

         Haramlar konusundaki bu kesinliğe karşılık emirler konusunda ise; “gücünüz yettiğince” kaydı vardır. Resûlullah  Efendimiz Ebu Hu-reyre efendimizin rivâyet buyurduğu bir hadislerinde; “Size neyi nehiy etmişsem ondan sakının. Emrettiğim şeyleri de gücünüz nispetince icra edin. Şüphe yok ki sizden öncekileri helak eden şey onların çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefet etmeleridir” buyurur. Dikkat ederseniz nehiy ettiklerinin aksine, emirler konusunda "Gücünüz yettiği kadar" ifadesi vardır. Haramlardan kesinlikle uzak duracağız, ama emirleri ise gücümüz yettiği kadar yerine getirmeye çalışacağız. Yasaklananlar konusunda eksiksiz davranırken, istenenler konusunda becerebildiğimiz kadarıyla sorumlu oluyoruz.

 

Meselâ bizden ne istedi din, ne istedi Resûlullah? Meselâ misvak istedi, gece namazı istedi, cihat istedi, insanları diriltmemizi, insanlara din anlatmamızı, ailemize, çevremize müslümanca davran-mamızı, şirkten, zulümden kaçmamızı istedi. Hasılı Resûlullah biz den ne istediyse yapacağız. Ama gücümüz yettiği kadar yapacağız. Çünkü emirler konusunda bu geçerlidir. Eğer bu ifade olmasaydı o zaman Resûlullah gibi, Ebu Bekir gibi, Osman, Ali, Ebu Zer gibi, bir Fakih gibi, bir âlim gibi yapmak zorunda kalacaktık. Lâkin çok büyük merhamet sahibi olan Allah’ın Rauf ve Rahim olan nebisi bizden istediği emirler konusunda:"Gücünüz yettiği kadar" buyurmaktadır. Meselâ namaz kılacağız, onda rükûu, sücudu, kıyamı gerçekleştireceğiz, ama becerebildiğimiz kadar. Namazda Rabbimizden mesaj alacağız, yani namazda okuduğumuz âyetleri hafızamızda canlı tutacak ve namaz sonrası hayatımızı onlarla düzenleyeceğiz, ama gücümüz yettiği kadar. Zekât istiyor, hac istiyor. Malımızda, bedenimizde ve tüm ömrümüzde Rabbimizin söz sahibi olduğunu bilerek bunun şuuru içinde zekâtımızı vermeye ve haccımızı yapmaya çalışacağız, ama gücümüz yettiği kadar. Ne kadar? Yapabildiğimiz becerebildi-ğimiz kadar. On milyonu olan o kadar, daha azı olan o kadar. Kur’-an’ın tümüne hakim olmamızı istiyor Resûlullah bizden. Kur’an’la birlikte olmamızı ve hayatımızı onunla düzenleyecek kadar onunla diyalog halinde olmamızı istiyor. Sünnetini tanımamızı istiyor bizden. Ama gücümüz yettiği kadar.

 

         Evet yasaklarda tavır kesindir. Meselâ içki içmeyin diyor Allah’ın Resûlü. Bunda kesinlik vardır. İçkiyi içmeyin. Ne kadar? Hiç iç-meyin. Efendim, tamam işte ömrümde fazla değil bir iki kadeh alsak ne olur? Hayır hiç içmeyin. İçkiyi ömrümüz boyunca hiç içmeyeceğiz. Veya diyor ki Allah ve Resûlü zina etmeyin. Peki ne kadar? Ne kadarı olmaz bunun, zinayı hiç yapmayacağız, faizi ebediyen yemeyeceğiz. Belli bir zamanı ve belli bir miktarı yoktur yasakların.

 

Ama yapılması gerekenlere gelince meselâ namazı gücüm yettiği kadar kılacağım. Bütün zamanlarımın namazla geçmesi isten-miyor benden, bizden. Farz namazların dışında gece namazlarım da olacak, ama her an namaz halinde olmayacağım. Demek ki yasaklarla emirler arasında bu özellik var. Yasaklarda kesinlik var. Zina etmeyeceğim. Ne kadar? Hiç! Hayatım boyunca hiç zina etmeyeceğim. Hayatım boyunca zina etmemekle beraber olacağım. Beş vaktin ve nâfilelerin dışında namazda olmadığım zamanlarım da olacak.

 

 

33. “Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velîsine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi, ne de olsa yardım görmüştür.”

 

         Rabbimizin hükümlerinden, yasalarından bir tanesi daha. Hak olarak hariç, haklı olarak, Allah’ın öldürün dedikleri hariç, şer’an ölümü hak edenler hariç hiçbir zaman Allah’ın öldürülmesini yasakladığı bir nefsi öldürmeyin. Hadislerde hak olarak, haklı olarak İslâm toplumunda ölümü hak edenler bellidir. Evli olduğu halde zina eden erkek ve kadın, müslüman olduktan sonra irtidat edip dinden çıkan kimse, ölümü hak etmeyen bir müslümanı öldüren kimse, İslâm cemaatinden çıkıp onun parçalanmasına sa’y eden kimse, müslümanlarla savaşan kimse gibi  ölümü hak edenler bellidir. Bunu da zaten kişi kendi başına yapmayacaktır. İslâm devletinin başkanı yapacaktır.

 

Yâni yeryüzünde böyle ölümü hak etmemiş bir insanı öldürmek en büyük günahtır. İşte böyle haksız yere öldürülen kimselerin velîsine bir hak, bir yetki tanınmıştır. Ama artık o yetki sahibi de öldürmekte aşırı gitmemelidir. Çünkü o Allah tarafından yardım görmüş bir durumdadır.

 

 

34. “Yetimin malına ergin çağa ulaşana kadar en güzel şeklin dışında yaklaşmayın. Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahitte sorumluluk vardır.”

 

         Yine Allah’a kulluğun, Allah’a itaatin gereklerinden birisi olarak yetimin malına yaklaşmayın. Yetim buluğ çağına ulaşana kadar ancak onun malına güzellikle yaklaşabilirsiniz. Yetim faydasını zararını bilecek, malına sahip olabilecek, o malıyla ilişkisini Allah’ın istediği şe-kilde ayarlayabilecek bir çağa ulaşıncaya kadar onun malıyla ilgilenme problemi Rabbimizin yasalarında yerini almıştır. Bunu kıyâmete kadar ortadan kaldırmamız mümkün olmayacaktır. Yâni ne yaparsanız yapın, toplumda nasıl tedbir alırsanız alın yetimi ortadan kaldırmanız mümkün değildir. Çünkü Allah’ın bir takdiri olarak toplumda henüz âkıl bâliğ olmadan babasını kaybeden çocuklar olacaktır.

 

Ve yine ne yaparsanız yapın toplumda bir Allah yasası olarak fakirler de hep olacaktır. Sizden istenen bunları ortadan kaldırmak değil, bunlarla Allah’ın istediği gibi bir ilişki içinde olmanızdır. Yetimleri analı babalılar gibi, fakirleri de paralılar gibi yaşatmanızdır sizden istenen. Öyleyse o yetimler büyüyünceye kadar onların mallarını ço-ğaltmak üzere, sahip çıkmak üzere ayaklaşın. Ancak onlara kâr ge-tirmek üzere yaklaşın.

 

         Fakirlere de böyle davranın. Unutmayın ki bu Allah’ın yeryüzünde bir imtihan yasasıdır. İşte görüyoruz, kimine çok veriyor, kimine de az veriyor. Kimini analı babalı imtihan ediyor, kimini de yetim imtihan ediyor. Yetim olmak, yetim kalmak o çocukların kendilerinin takdir ettikleri bir şey olmadığı gibi, fakir olmak da berikilerin kendi ellerinde olan bir şey değildir.

 

İşte Rabbimiz kendi takdiriyle oluşan bu iki grup insana sahip çıkmaları konusunda müslümanlara yasasını bildiriyor. Emir ve buyruklarını duyuruyor. Müslümanlar kendi oğullarına, kızlarına gösterdikleri şefkat ve merhameti yetim ve fakirlere de aynen göstermekle mükelleftirler ki bu hayat onlar için de yaşanır olsun. Onlara da aynı kendi çocuklarına, kendi ehline yaptıkları harcamayı yapmalılar ki onlar da şahsiyet bozukluğu, kişilik bozukluğu olmasın.

 

         Ve ahitlerinizi de yerine getirin. Gerek Rabbinize, gerekse insanlara karşı verdiğiniz sözlerinizi tutun. Zaten Allah’a verdiği sözlerine riâyet etmeyen bir kimsenin insanlara verdiği sözlerini yerine getirmesi de mümkün değildir. Allah’ın haklarına riâyet etmeyen bir adam nerde kaldı insanların hukukunu gözetsin? Ama unutmayın ki verdiğiniz her sözün büyük bir sorumluluğu vardır. Allah’a karşı verdiğiniz ahitlerinizin, sözlerinizin de, insanlara karşı verdiğiniz taahhütlerinizin de belli bir sorumluluğu vardır. O sözlerinizin belli bir bedeli vardır.

 

Öyle değil mi? Pîşdârımız münafığı tarif buyururken ne di-yordu? Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğu zaman yalan konuşur, vaadedip söz verdiği zaman cayar, kendisine bir şey emânet edildiği zaman da o emânete hıyanet eder. Öyleyse bize sorumluluk yükleyen verdiğimiz sözlerimizi, vaadlerimizi mutlak yerine getirmek zorundayız.

35. “Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun, doğru teraziyle tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.”

 

         Rabbinize kulluğun bir gereği olarak ölçtüğünüz zaman ölçü-yü tam tutun, doğru teraziyle tartın. Ölçüp biçmeniz, tartıp takdir etmeniz Allah’ın istediği gibi dosdoğru olsun. Kendinize ölçerken farklı, başkalarına ölçerken değişik, farklı ölçüp biçmeyin. Alıcı konumundayken farklı, satıcı konumundayken farklı ölçmeyin. Borçlu konumundayken farklı, alacaklı konumdayken farklı ölçmeyin. Başkalarına söylerken ayrı kendinize uygularken ayrı uygulamayın. Birilerinden itaat beklerken ayrı, ama kendi sorumluluğunuz gündeme gelince ayrı tavır sergilemeyin. Her konuda ölçüyü Allah ve Resûlü belirlesin. Allah ve Resûlünün ölçüsünü ölçü olarak kabul edin. Ve sakın ha sakın:

 

36. “Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.”

 

         Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Unutma ki kulak, göz ve kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olacaktır. Evet kesinlikle bilesiniz ki kulaklarınız, gözleriniz ve kalpleriniz yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaktır. Bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmeyeceğiz. Bilmediğimizle amel etmeyeceğiz. Amellerimizi, hareketlerimizi, hareket noktamızı bilgisizlik ve cehalet üzerine bina etmeyeceğiz. O zaman bilerek bir hayat yaşamak zorundayız. Gözümüzü, kulağımızı  kalbimizi ve tüm azalarımızı, tüm hayatımızı bir bilgiye teslim edeceğiz.

 

Bu bilgi Allah bilgisi, vahiy bilgisi, kitap ve sünnet bilgisi olacaktır. Hayatımızı, düşüncemizi, amellerimizi, kararlarımızı, tüm hareketlerimizi vahye dayandıracağız. Gözümüzü Allah’ın âyetlerine dikeceğiz, kulağımızı Allah’ın âyetlerine vereceğiz, kalbimizi Allah’ın âyetlerine açacağız. Varlığımızı Allah’ın âyetlerine ve Resûlünün pratik sünnetine bina edeceğiz. İşte o zaman bilerek yaşayacağız, bilerek hareket edeceğiz. Tüm amellerimizi kitap ve sünnet kaynaklı yapacağız. Ve işte o zaman hayat güzel olacaktır. Değilse gözümüzü, kulağımızı ve kalbimizi bilmediğimiz bir dünyaya teslim edersek kesinlikle bilelim ki kaybedenlerden, pişman olanlardan olacağız.

 

         Bir de bu âyet çerçevesinde şunu söyleyelim: Allah’ın bize lütfettiği vaktin kıymetini bilmek ve onu boş şeylere harcamamak zorundayız. Aklı başında bir müslümanın kesinlikle lüzumsuz şeylere harcayacak vakti yoktur. Bakın Allah’ın Resûlü İbni Abbas’ın (r.a) rivâyet ettikleri bir hadislerinde bu hususu şöyle anlatır:

 

         “İki nimet vardır ki insanların pek çoğu onların kadrini kıymetini bilme noktasında aldanıyorlar. Bunlardan birisi sağlık, ötekisi de boş vakittir.”

         (Buhâri, Rikak: 1) (R. Salihin 99 nolu hadis)

 

         Sağlığın kıymetini bilip onu satacak değiliz veya boş zamanın kıymetini bilip onu kiraya verecek değiliz elbette. Bundan anladığımız şudur: Zamanı ilk etapta Allah’ın bize farz kıldığı emirlere sarılarak doldurmaya cehd ü gayret ederken arta kalan zamanda da nâfilelerle Allah’a yaklaşma zemini aramak zorundayız. Yani şunu hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız ki boş vakitten ve sıhhatten kasıt mecburen yapmak zorunda olduğumuz farzlardan arta kalan hayat bölümüdür. Farzlardan artan zaman dilimidir. Yoksa bunun manası Allah bize bomboş bir zaman vermiştir de bizler onu dolduracağız değildir.

 

Bir de şunu söyleyelim ki bizler boş vakti İslâm’ın ölçülerine göre doldurmak zorundayız. İslâm’ın zaman içinde belirlediği kulluk programı nazar-ı itibara alınmazsa insanın bütün zamanı zaten boş demektir. Yani işte görüyoruz şu anda insanların Allah’a danışarak değil de kendi kendilerine ayarladıkları şu hayat programında insanların bir dakika bile boş zamanları yoktur. Sabahtan akşama kadar dükkana tezgaha satılmak, kahvede oturmak, sinemada bulunmak, televizyon seyretmek, maç izlemek, yemeğe, çaya, kahveye zaman ayırmak zaten insanların hayatında yetecek bir zaman bırakmıyor bile.

 

         Neyzenin başı dönmüş bir ara. Bir mahallenin başında ayakta zor duracak biçimde sallanarak kapılar önünden geçerken dikkatlice süzmeye çalışırken oradan geçenlerden birisi sorar: Hayrola Neyzen ne bu halin? Neyi takip ediyorsun öyle dikkatli dikkatli? der. Neyzen der ki Valla gözümün önünden kapılar gelip geçiyor birer birer de işte bizim kapının geçmesini bekliyorum. Eğer bir yakalarsam bizim kapıdan içeri dalacağım der. Millet hep sarhoş yani herkes bunu bekliyor. Bir boş vakit gelsin de işte şunu şunu yapacağım diyor. Veya işte her işi bitireyim, şu evi bir tamamlayayım, şu dükkanı bir düze çıkarayım şu emekliliği bir bitireyim de ondan sonra yapacağım diyor. Mümkün değil sittîn sene de beklese bu insanlar boş vakit gelmeyecek. Aslında bizim hayatımızı dolduranlar doldurmuşlarda onların gaflet edip dolduramadıkları boş bıraktıkları bölümlerini de biz doldurmaya çalışıyoruz. Öyle değil de müslüman zamanını Allah’ın farzlarıyla dolduran ve onlardan arta kalan zamanı da nâfilelerle Allah’a yaklaşma vesilesi bilen kişidir.

 

Hani Çinlinin birine demişler yakında öyle vasıtalar yapılacaktır ki işte filan şehre bir dakikada ulaşma imkânımız olacak. Çinli der ki iyi iyi anladık, mesafeleri bu kadar kısaltacağız da acaba geriye kalan zamanı neyle dolduracağız? Veya nerede kullanacağız? der. Öyle ya insanlar boş zaman çıkarabilmek için yeni yeni şeyler icad ediyorlar da acaba arta kalan zamanı neyle dolduruyorlar? Eğer Allah’a kulluğa değil de daha çok okey oynama zamanı, daha çok televizyon seyretme zamanı bulacaklarsa bu zamanı ne yapacaklar orasını bilmiyo-rum.

        

         Bunun için de az evvel de ifade ettiğim gibi vahiyle birlikte olmak zorundayız. Allah’ın bize gönderdiği vahiyle birlikte olmak zorundayız başka çaremiz de yoktur. Çünkü neyin boş neyin dolu olduğunu ancak vahiyden öğrenebileceğiz ve vahyin tarif buyurduğu biçimde zamanımızı değerlendireceğiz inşallah.

37,38. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin. Rabbi-nin katında bunların hepsi beğenilmeyen kötü şeylerdir.”

 

         Yeryüzünde zinhar kul olduğunuzu, âciz, sonlu bir varlık olduğunuzu unutmayın. Yeryüzünde kendinizi bir şey zannederek, kendinizde bir renk görerek sakın böbürlenerek, kibirlenerek, çalım satarak, hava atarak yürümeyin. Ne kadar da sert ve haşin yürürseniz yürüyün, unutmayın ki ne yeri delebilirsiniz, ne de dağları geçebilirsiniz. Ne kadar da öyle başınız yukarda olursa olsun unutmayın ki ne arzı çökertebilirsiniz, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsiniz. İstediğin kadar göklere çıkmanla övün, yerlere inmenle övün. İstediğin kadar bu dünyada siyasal gücünle, ekonomik varlığınla böbürlen. İsterse gücün, egemenliğin, saltanatın kıtalara ulaşsın. İsterse tüm yeryüzü insanlığına karşında boyun büktürmüş ol.

 

Unutma ki bir gün Allah’ın emri geldiği zaman yıkılıp gideceksin. Hayatı elinde olmayan, varlığı kendisinden olmayan, ölümü de kendisinden olmayan bir varlık nasıl olur da yaratıcısına kafa tutabilir? Dün doğduğun zaman hiçbir şeyin yoktu, yarın öldüğün zaman da hiçbir şeyin olmayacak. Toprak olup gideceksin. Köyünle, kentinle, mülkünle, saltanatınla yok olup gideceksin. Hani senden öncekiler öyle olmadılar mı? Hani nerede onlar?

 

39. “Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah’la beraber başka İlâh edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.”

 

         İşte bütün bunlar hikmetli olan, her şeyi bilen, tam bilen, mutlak bilen, bilgi kendisinden olan, bilginin kaynağı olan Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Ne dedi buraya kadar Rabbimiz? Ne istedi biz kullarından? Sadece Rabbinize kulluk edin dedi. Sadece Onu dinleyin, sadece Onun için ve Onun istediği gibi bir hayat yaşayın dedi. Ana babalarınıza karşı muhsin davranın dedi. Onları incitmeyin dedi. Onlar yanınızda ihtiyarladıkları zaman onlara öf bile demeyin dedi. Onlar üzerine şefkat ve merhamet kanatlarınızı gerin ve onlar için Rabbinize dua edin dedi.

 

Sonra akrabalarınıza, fakirlere, yolda kalmışlara haklarını verin, onlara yardım edin dedi. Varlığınızı, imkânlarınızı insanlarla paylaşın, cimri olmayın, eli boynunda asılı olmayın dedi. Ama aşırı saçıp savuran şeytan gibi de olmayın dedi. Muhtaçlara verebilecek bir şey bulamazsanız hiç olmazsa onlara tatlı söz söyleyip gönüllerini alın dedi.

 

Sonra rızık endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü onların rızkını verecek olan Benim dedi. Zinayı yapmak şöyle dursun yakın semtine bile uğramayın dedi. O gerçekten çok çirkin bir şeydir. Haksız yere adam öldürmeyin dedi. İyilikle olmanın dışında yetimlerin, garibanların mallarına el uzatmayın dedi. Allah’a ve insanlara karşı verdiğiniz sözlerinizi yerine getirin dedi. Ölçüyü tartıyı güzel yapın, insanları aldatmayın dedi. Bilmediğiniz bir şeyin, bilmediğiniz bir hayatın ardına düşmeyin, bilinçsiz bir hayat yaşamayın dedi. Yeryüzünde gururlanarak yürümeyin, alçak gönüllü ve mütevazı olun dedi. İnsanlara tepeden bakmayın dedi. Ne güzel şeyler bunlar değil mi? Bundan daha güzel, bundan daha hikmetli şeyler olur mu? İşte Rabbimiz bize hikmetiyle en güzel şeyleri emrediyor ki hayatımız güzel olsun, âhi-retimiz güzel olsun. Öyleyse zinhar:

 

         Hayatında sözünü dinleyecek, yasalarını uygulayacak, programını program bilecek başka İlâhlar peşinde koşma. Allah’la birlikte hayatına karışacak başka ilâhlar arayışı içine girme. Tamam hayatımın şu şu bölümlerinde Allah’ı dinlerim, ama hayatımın şu şu bölümlerinde sözünü dinleyeceğim, hatırını kazanacağım başka İlâhlar, başka yetkililer vardır demeye kalkışma. Hayatı parçalamadan yana, kulluğu parçalamadan yana, Allah’a yetki sınırlaması getirmeden yana, Allah’a birilerini ortak koşmadan yana olma.

 

Eğer böyle yaparsan, Allah yanında başka yetkililerin de varlığına inanırsan o zaman kesinlikle bilesin ki kınanmış, zemmedilmiş, Allah’ın rahmetinden kovulmuş cehenneme yuvarlanırsın. İşte bu da Rabbinden bir hikmet ve hükümdür, Rabbinin yasalarından bir yasadır. Buna çok dikkat etmek zorundasın. Ya Rabbi, tamam Sen göklerin İlâhısın, göklerde egemensin, ama yeryüzüne bizim Senden başka ilâhlarımız var. Senden başka program yapıcılarımız, yasa belirleyicilerimiz var. Ekonominin ayrı ilâhları, hukukun ayrı ilâhları, eğitimin ayrı ilâhları, kılık kıyafetin ayrı ilâhları, siyasetin ayrı ilâhları var dediniz mi küfre ve şirke düştünüz gitti, cehenneme yuvarlandınız gittiniz demektir Allah korusun. Yapmayın böyle. Ortaklar bulmayın Allah’a. Yetki sınırlaması getirmeyin Ona. Parçalamayın hayatınızı. Tüm hayatınızda sadece Onun kulu olun. Tüm hayatınızda sadece Onu dinleyin, sadece Onun istediği gibi olun.