HAYÂ İMANDANDIR
Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI*
Toplumumuzda
bir özdeyiş haline gelmiş olan bu hadis-i şerif, Müslümanlar için çok
önemli bir mana ifade etmektedir. Bazı duygular vardır ki, günah ve
ayıp sayılan şeyleri yapmamıza engel olur. Bunlardan birisi de sadece
insanlara ait olan hayâ duygusudur.
Nitekim
sözlükte “utanma, çekinme, edeb ve mahcubiyet” gibi anlamlara gelen
hayâ, Türkçede ar kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bir
ahlâk terimi olarak ise hayâ; “nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve
bunun için kötü şeyleri terk etmesi” şeklinde açıklanmaktadır.[1]
Hayâ, hoş ve güzel olmayan bir olayın ortaya çıkmasından dolayı kalpte
meydana gelen bir incelik ve ızdırabtır. Hayâ, herkese nasip olmayacak
kadar değerlidir.
Bütün
güzellikler, iyilikler İslâm ahlâkındadır. Bütün çirkinlikler,
kötülükler ise, ahlâksız ve hayâsız olmaktadır. Nitekim bir hadis-i
şerifte iki cihan sultanı sevgili peygamberimiz Hz.Muhammed (sav);
“Hayâ imandandır.”[2] buyurmaktadır.
Bu
hadisten hayâ ile iman arasında sıkı bir bağ olduğunu anlamaktayız.
İmanın temel esası Allah’ın varlığına birliğine ve her yerde hazır,
nazır olduğuna ve bizleri daima görüp gözettiğine inanmaktır. Zira
ayette “İnsan, Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi?” (Alak, 96/14), “Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde her şeyi görüp gözetendir.” (Nisa, 4/1)
buyurulmaktadır. İşte Allah’ın her yerde kendisini görüp gözettiği
bilincinde olan insan, Allah’ın hoşlanmadığı her türlü kötü davranış ve
huydan kendini arındırmaya çalışır. Bir insanda hayânın var olması ve
gelişmesi ve devamı imana bağlıdır. Hayâ, insanın birçok nefsi
isteklerine set çeker ve engeller. Hayâ duygusunu geliştiren iman ve
marifetullahtır. Eğer hayâ duygusu iman ve marifetullahla
geliştirilmez, ihsan şuuruyla*
takviye edilmezse, insanı insanlığından çıkarıp, esfel-i
safilin/hayvanlardan da aşağı derekelere düşürecek çirkin işler
yapmasına sebep olur.
Hayâ
imandan olduğuna göre, hayâsız kimsenin ya imanı zayıftır veya hiç
yoktur. Hayâsız bir kimsenin, “kalbim temizdir, imanım kuvvetlidir”
demesinin asılsız olduğu anlaşılır. Hayânın en kıymetlisi, Allahu
Teâlâdan utanmaktır. Allahu Teâlâdan utanan kimse, bütün çirkin
işlerden uzak durur. Kendine ve insanlığa daima iyilik yapar. İşte bu
açıdan hayâ, sırf hayır ve hayra vesiledir. Buna karşılık hayâsızlık ve
çirkin söz de şer ve şerre götürücüdür.
Mâverdi, hayâyı, üç kısma ayırır: 1. Allah’a karşı hayâ, 2. İnsanlara karşı hayâ ve 3. Kişinin kendine karşı hayâsı.
Allah’a karşı hayâ,
nefsin isteklerini terk etmekle ve dinin emirlerini yerine getirmekle
olur. Nefsin istediği her şey insanın zararınadır. İnsanın nefsi kadar
ahmak bir mahlûk yoktur. Nefsin istediklerini bırakıp hayâ eden, Allahu
Teâlâdan korkar. O’nun razı olmadığı işlerden ve sözlerden kaçınır.
O’nun emirlerini harfiyen yerine getirir. Bu hususla ilgili sevgili
peygamberimiz (sav), şöyle buyurmuştur: “Allah’a karşı olabildiğince
hayâlı davranın. Allah’a karşı gerektiği ölçüde hayâlı olan, kafasını
ve kafasının içindekilerini, midesini ve midesinin içindekilerini
kontrol altına alsın. Ölümü de hatırından hiç çıkarmasın. Ahireti
isteyen, dünyanın aldatıcı güzelliklerini bırakır. İşte kim böyle
davranırsa, o kimse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş sayılır.”[3]
İnsanlara karşı hayâ,
onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin
sözler söylemekten kaçınmakla gerçekleşir. Zira Mü’min, başkalarını
ayıplamaz, kınamaz, fahiş söz söylemez ve kimseyi kötülemez. Cennet,
fahiş [çirkin, ayıp] söz söyleyenlere haramdır. Sokaklarda dolaşarak
çirkin söz söyleyen kimseleri, Allahu Teâlâ sevmez. Kötü ve çirkin söz,
münafıklıktan bir şubedir. Çirkin sözün ve birbirine fahiş söz
söylemenin İslamiyette yeri yoktur.
Kişinin kendine karşı hayâsı ise,
edep sahibi olması demektir. Yani kişinin iffetli olması ve yalnız
başına kaldığında günahlardan sakınmasıdır. Hayânın bu kısmı, nefsin
erdemlerinden ve ahlâkın güzelliğinden ileri gelmektedir.[4]
Bir insanın gerçek insanlıktan nasibi, hayâdan hissesi ölçüsündedir.
Eğer hak yolcusu, bütün işlerinde bakışını ebedi hayata çevirip
davranışlarını ötelere göre ayarlamıyor, mahviyet içinde iki büklüm
olup edeple yaşamıyorsa, onun varlığı bir bakıma kendisi için ar,
başkaları için bardır. Bu sebepten dolayıdır ki:
فَلا وَاللهِ مَا فى الْعَيْشِ خَيْرٌ وَلا الدّ ُنْيَا إِذَا ذَهَبَ الْحَيَاءُ
“Hayır hayır, Allah’a yemin olsun ki hayâ sıyrılıp gittiği zaman, ne hayatta ne de dünyada hayır kalır.” demişlerdir.[5]
Bir hadislerinde: “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslamın ahlâkı da hayâdır.”[6]
buyuran sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), hayânın müslümanın en
belirleyici niteliği olması gerektiğini ifade etmektedir. İnsanlarda
iyilik ve kötülüğü belirten bazı alametler vardır ki, genellikle
iyiliğin alameti ar ve hayâ, kötülüğün alameti de arsızlık ve
hayâsızlık olarak bilinmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber (sav)’in
“Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin.”[7] Hadis-i Şerifi Müslümanlardaki ahlâk anlayışının ana esası haline gelmiştir.
Kaynaklarda bu hadis-i şerif, genellikle iki şekilde yorumlanmaktadır. İbnü’l-Esîr, bunları şöyle açıklamaktadır:
a)
“Ayıplanmaktan kaygı duymuyor, utanmıyorsan artık seni kötülükten
alıkoyacak bir güç kalmamış demektir; içinden ne geçiyorsa
yapabilirsin.” Buna göre hadis, bir tenkit ve tehdit anlamı taşımakta,
hayânın kötülükten alıkoyan ahlâki işlevinin önemine işaret etmektedir.
b)
“Hayâ duygusunu kaybetmediğinden, yapacağın işin doğruluğundan ve
utanılacak bir şey olmadığından emin isen bu ölçüler içerisinde
dilediğini yapabilirsin.” Bu yoruma göre de hadiste, utanç duyulmayan
işlerin iyi ve yapılabilir olduğuna dair bir işaret ve izin vardır.[8]
Dünyada
ne kadar kötülük varsa bunlar hep hayânın yoksunluğundan olmaktadır.
Hayâ duygusu kaybolan insanlık, canavarlaşır. Utanmayı kaldıran toplum
ise, soysuzlaşır. Nitekim Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri, bunu
şöyle dile getirir:
“O hayânın en büyük tecellisi Peygamberler ve Velilerdir.
Her türlü kavga ve gürültünün sebebi, menşei hayâsızlıktır.
Hani kerem, hani ayıp örtücülük, nerde HAYÂ!
Yüz binlerce ayıpları örterdi Enbiya...
Birçok
değer ve kıymet hükmünün alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflas
ettiği, Muhammedî bir havanın bizden uzaklaştığı günümüzde, İslamın bu
türlü güzel esaslarına her zamandan çok insanlığın ihtiyacı vardır.
Nitekim Merhum Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, günümüz insanlığının içine
düştüğü durumu şu beyitlerinde ne kadar güzel ifade etmektedir:
Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî-medlûl;
Yalan râiç, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâp olmuş:
Ne din kalmış, ne iman, din harâb, iman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl…
Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!
Cenab-ı
Hak, cümlemizi ve bütün Ümmet-i Muhammedi hayâsızlıktan, amelsiz
imandan, faydasız ilim ve faydasız işlerden muhafaza buyursun. ÂMİN
* Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanı. msoysaldi@hotmail.com
[1] Rağıb Isfehani, el-Müfredat, s.270.
[2] Buharî, İman, 16, Edeb, 77; Müslim İman, 57-59.
* Allah’ı görüyormuş gibi kulluk yapmak, biz onu görmüyorsak da o bizi görüyor ya.
[3] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 387.
[4] Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib el-Basri, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn, 2. baskı, Daru İbni Kesir, 1415/ 1990, s. 392-393.
[5] Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte, V, 290.
[6] İbn Mace, Zühd, 17; el-Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 9.
[7] Buhari, Enbiya, 54; Edeb, 78; Ebu Davud, Edeb, 6.
[8] İbnü’l-Esîr, en-Nihaye, “hyy mad”; Çağrıcı, Mustafa, “Hayâ Mad.” İslam Ans., XVI, 554.