İslam’da Evliliğin Ufku Cennete Uzanan Beraberlik
Ali Rıza Temel 2009 - Nisan, Sayı: 278, Sayfa: 040
Beraberliğin
en canlı ifadesi evliliktir. Yakınlık mesafeyi çağrıştırır, beraberlik
ise bütünlüğü ifade eder. Karı-kocanın bütünlüğü Kur’an-ı Kerim’de
şöyle belirtilir: “Hanımlarınız sizin örtünüz siz de onların örtülerisiniz.” (Bakara, 187)
En sağlam sözleşme evlilik akdidir. Kur’an-ı Kerim’de bu sözleşme “misak-ı galiz” olarak tanımlanmıştır. Ehli sünnete göre muvakkat (süreli) nikâh caiz değildir.
Sağlam
temel üzerine kurulan aile yuvasının devamı sevgi ve saygıya bağlıdır.
Sevgi ve saygı aile binasının demiri ve çimentosu hükmündedir. Sevgi
yuvayı adeta cennete çevirir. Dünyada cennete çevrilen yuvanın öte
dünyada ebedi cennette de devamı arzu edilir. Bu arzuya dair çarpıcı
iki misal sunalım:
Ashabı
kiramdan Ebu’d Derda’nın hanımı Ümmü’d-Derda şöyle dua etmişti: Ya
Rabbi! Ebu’d-Derda bana talip oldu, dünyadan benimle evlendi. Ben de
senden onu talep ediyor, cennette beni ona eş yapmanı istiyorum. Kocası
Ebu’d-Derda da: Eğer istediğin buysa ve ben önce ölürsem benden sonra
kimseyle evlenme dedi. Neticede Ebu’d-Derda vefat etti. Ümmü’d-Derda
çok güzel ve alımlı bir kadındı. Muaviye kendisine evlenme teklifinde
bulundu. Ümmü’d-Derda ise şu karşılığı verdi: Asla olmaz. İnşallah
cennette Ebu’d-Derda ile evlenebilmem için bu dünyadan kimseyle
evlenmeyeceğim. Vefatına yakın Ümmü’d-Derda kocasına: Sen öldükten
sonra muhtaç duruma düşersem sadaka kabul edeyim mi? Deyince
Ebu’-Derda: Hayır, çalış ve elinin emeğiyle geçin. Ya çalışma gücüm
kalmazsa? O takdirde otla idare et fakat sadaka kabul etme, dedi. (İbn
Cevzi, Sıfatü’s-Safve, I, 641-642)
Karı
koca sevgisinin en çarpıcı misallerinden birisi de Ümmü Seleme
validemiz ve kocasıdır. Ümmü Seleme bir gün kocası Ebu Seleme’ye şöyle
demişti: Duyduğuma göre cennetlik kocası ölen cennetlik bir kadın
sonradan başka biriyle evlenmezse Allah onu kocasıyla cennette bir
araya getirecekmiş. Bunun gibi; cennetlik karısı ölen cennetlik bir
koca sonradan başka bir kadınla evlenmezse Allah onu cennette karısı
ile birleştirecekmiş. O halde gel seninle sözleşelim. Ne sen benden
sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim. Bunun üzerine Ebu
Seleme: Sen bana itaat eder, sözümü dinler misin? Dedi. Ümmü Seleme de:
Ben sana sadece sözünü tutmak ve itaat etmek için danışırım, deyince
Ebu Seleme: Ben öldüğümde sen evlen dedi ve: Allah’ım! Ümmü Seleme’ye
benden sonra benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir
koca nasip et diye dua etti. Ümmü Seleme validemiz kocası vefat edince
Resulullah’a geldi, kocasının vefat ettiğini, onun için nasıl dua
edeceğini sordu. Resulullah da: Allah’ım! Beni ve kocamı bağışla. Onun
ardından bana ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan eyle diye
dua etmemi söyledi. Ümmü Seleme bu duayı okumaya devam etti. Neticede
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer Ümmü Seleme’ye talip oldular fakat o kabul
etmedi. Resulullah talip olunca: Yâ Resulallah! Ben kocama çok düşkün
bir kadınım korkarım ki benden uygunsuz bir hareket görürsün de ilahi
azaba uğrarım, ayrıca ben yaşlıyım ve çoluk çocuk sahibiyim, dedi.
Resulullah da: kıskançlığını gidermesi için dua edeceğini, kendisinin
de yaşlı olduğunu ve çocuklarına kendi çocukları gibi bakacağını
söyledi. Onunla nikâhlandı. Ümmü Seleme Habeşistan’a hicret
edenlerdendi. İnancından ötürü çok çile çekmişti. Allah onu
Resulullah’a eş yaparak mükâfatlandırdı. Demek ki ilk kocası Ebu
Seleme’ye bu durum malum olmuştu ki, ona daha hayırlı bir eş nasip
etmesi için Allah’a dua etmişti. Bu da aşırı sevginin ifadesidir.
Hanımını kendinden daha çok sevip düşünmeseydi, onun evlenmesini
tavsiye etmez ve böyle duada bulunmazdı. Ebu’d-Derda’nın tavrı da
hoştur. Zira hanımın arzusuna uymuştur. Onu kendinden daha çok mutlu
edecek bir eş çıkacağını bilseydi belki de Ümmü’d-Derda’ya evlenmesini
tavsiye edecekti.
Sevginin,
sadakatin vefanın zaafa uğradığı, şehvetin, şöhretin, servetin ve
menfaatin ön plana çıktığı günümüz dünyasında Ümmü’d-Derda, Ümmü Seleme
ve eşlerinin göz yaşartıcı tavırlarına hasret duyulmaktadır. Misak-ı
galiz pamuk ipliğine dönmüştür. Kimse zahmet çekmek istemiyor, fakat
zahmetsiz de rahmet olmuyor. Evlilik akitleri ticari akitler gibi
resmiyete büründü. Ticari şirketler sırf maddi kazanç ve kar için
kurulur, evlilik ise sevgi ve rahmet üzerine bina edilir. Evlilik bir
ibadettir. Nefsi haramlardan koruma, hayırlı nesiller yetiştirme,
sorumluluk üstlenme gibi pek çok hayırlara vesile olmaktadır. Ev,
anaokuludur. Bu okulun öğretmeni annedir. Nesiller burada
oluşturulmaktadır. Böyle bereketli bir kurumun titizlikle korunması,
üzerine titrenmesi gerekir.
Dünyadaki
birlikteliğin ahirette de devamı arzu edilir. Zaten ahiret boyutu
olmayan şeyleri değeri de, önemi de yoktur. Zira dünyadaki her buluşma
neticede ayrılmayla sonuçlanmaktadır. Bu durum ebedi mutluğu
gölgelemektedir.
Ayrılığı
olmayan birliktelik cennettedir. Her şey sonu cennete varacak şekilde
planlanmalıdır. Cennette de devam edecek mutlu bir beraberliğin
sağlanması için aile binası iyi niyet, akıl ve sabır zeminine
kurulmalıdır.
Tabiinden
büyük muhaddis Şa’bi’nin anlattığına göre, Kadî Şureyh kendisine Temim
kabilesinden bir kızla evlenmesini tavsiye etmiş. Zira kendisi de aynı
kabileden Zeynep isimli bir hanımla evlenmiş. Hanımının bazı
meziyetlerinden bahsetmiş, anlattığına göre hanımının teyzesi zifaftan
önce iki rekât namaz kılıp, yuvanın saadeti için dua etmişler. Sonra
hanım Kadı Şureyh’e şunları söylemiş: Efendi! Ben yabancı bir kızım,
sevdiğiniz memnun olduğunuz şeyleri bana bildirin ki, arzunuza uygun
bir şekilde hizmetinizi yapabileyim. Hoşlanmadığınız şeyleri de
söyleyiniz ki onlardan sakınayım, beğenmeyeceğiniz bir hale sebebiyet
vermeyeyim. Yüce Allah’tan seni ve beni bağışlamasını, İslami bir aile
hayatı kurmaya muvaffak kılmasını niyaz ederim. Temeli bu anlayışla
atılan aile binası kolay kolay sarsılmaz. Bu bina şeytani ve nefsanî
depremlere karşı dimdik ayakta durur. Bu ocak sönmez, ihlâs ve
samimiyetle bereketli bir zemine dikilen bu kutlu ağaç, bereketli
meyveler verir. Bu meyvelerden bütün insanlık istifade eder.
Mutlu
aile yuvasının sarsılmadan devamı için taraflara büyük görev ve
sorumluluklar düşmektedir. Eşlerin birbirlerini tanımaları, sempati ve
antipatilerini öğrenmeleri, ortak bir çizgi belirleyebilmeleri, belirli
bir süre ister. Birbirlerini tanıma ve ortak bir çizgi oluşturma anına
kadar tarafların çok sabırlı olmaları gerekir. Duyguları kontrole etmek
zordur. Fakat akıllı ve sabırlı davranılırsa problemler kolay çözülür.
Yuva kurulurken her şeye rağmen birlikteliğin devam ettirilmesi
prensibi esas alınmalıdır. Zira yeni bir yuva kurmak yeni bir eve
taşınmak gibi değildir. Taşınmak, kurulu bir düzeni başka bir evde
devam ettirmektir. Yeni evde eşya düzmek kolaydır. Fakat bozulduktan
sonra yeni bir aile düzeni kurmak fevkalade zordur. Zira boşanma bir
yıkımdır. Hele çocuklar varsa bu yıkım onların ruhlarında deprem etkisi
yapar. Adeta analı babalı yetim hayatı yaşarlar, hayatları, duyguları
parçalanır. Boşanmanın felaketini Hz. Peygamber: “Boşanma ile Arş-ı A’lâ titrer.” buyurarak dile getirmiştir.
Günümüz
dünyasının en büyük tehlikelerinin başında aile yuvalarının ve ailevi
değerlerin çökmesi gelmektedir. Manevi ve ahlaki değerlerin çözülmesi
toplumu sarstığı gibi aile kurumunu da dinamitlemektedir.
Hz.
Hatice, Hz. Fatıma, Ümmü Seleme, Ümmü’d-Derda gönlüne ve anlayışına
sahip hanımlar yetiştirmek, dert, çile ve yokluklar içinde hayatın ağır
yükünü naz, kapris ve şikâyetten uzak olarak yüklenen fedakâr Anadolu
kadını örneklerini çoğaltmak gerekir. 3 günde tanışıp 5 günde ayrılan
sorumsuz, laubali, eyyamcı, üretmeyip çılgınca tüketen, sabretmeyi,
şükretmeyi bilmeyen sadakat ve fedakârlıktan uzak çağdaşlık ve
modernlik (!) vurgunu yemiş hanımlar istikbali omuzlayacak nesiller
yetiştiremezler. Hanımlarda aranan bu üstün vasıflar elbette erkeklerde
de aranacaktır. Aksi halde eşler arasında küfüv (denklik) olmazsa,
birliktelik devam etmez.
Yuvanın
sağlıklı bir şekilde devamı için eşlere, ailelere, okula, çevreye,
devlete ve hatta dünyaya önemli görevler düşmektedir. Özellikle bu
konuda medyanın sorumluluğu daha büyüktür. Boşanmayı özendirecek, aile
kurumunu sarsacak fiil ve davranışları ihtiva eden programlardan uzak
durmaları gerekir. Yıkıcı değil yapıcı olmak herkesin görevidir.
Olumsuzluklar er ya da geç yapanlar da dâhil olmak üzere herkesi
etkilemekte, dünya ve ahiret mutluluğunu zedelemektedir. Dini ve ahlaki
değerleri ihya etmek, sosyal dokuyu güçlendirmek, her türlü ilişkiyi
sevgi ve dostluk esasına oturtmak cennette de devam edecek bir
birlikteliğe yol açar.