• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam441
Toplam Ziyaret5103907
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

İsra ve Mirac

İSRÂ VE MİRAÇ

Senetu'l Hüzün:

Bi'setin 10. yılında, Peygamber Efendimizin (a.s.) amcası Ebu Talib ve otuzbeş gün aradan sonra sâdık eşi, anamız Hz. Hatice (r.a.), fâni dünyada baki âleme göç etti.

Hz. Hatice (r.a.), Peygamber Efendimizi ilk tasdik iden ve ulvî da'vasmda en büyük yardımcısı idi... Derdini 0 na açar, O'nun yanında huzur ve sükûn bulurdu...

Ebu Talib ise, Peygamberimize görevinde destek olu-vjt ve yeğenini müşriklere karşı koruyordu...

Peygamberimizin amcası ve hanımı arka arkaya vefat »imce; Kureyş ezâ ve cefâyı artırdı. Hatta Rasûlallah Efendimizin başına toprak saçtılar. Rasûlallah o haliyle ire geldi. Kızlarından biri kalkıp, ağlayarak başındaki toprakları siliyor ve yıkıyordu. Peygamberimiz (a.s.) de, ağlayan kızının göz yaşlarını mübarek eliyle siliyor ve:

"Ağlama kızım, Allah babanı koruyacak" diyordu. Ve o anda amcası Ebu Talib'i hatırlıyordu.

Ebu Talib'in ve Hz. Hatice (r.a.)'nin Ölümünden sonra Mekke'de tebliğ imkânı zorlaştı. İslâm da'vetine yol ver imkânlar ortadan kalktı. Rasûlallah Efendimiz da've götürdüğü gibi geri getiriyordu. Anlattığı şeylere k veren, da'vetine icabet eden, inanan yoktu. Görevinin zorlaşması ve neticeye varamaması Rasûlallah Efendimizi ve Eshab'ı üzüyordu... İşte bundan dolayı Peygamberliği nin 10. yılma (M: 620) "Hüzün Yılı-Senetu 1 Hüzün" verildi.

Cenâb-ı Hak, Allah Rasûlünün üzüntüsünü hafifll mek için, teselli eden âyetlerini vahyediyordu:

 

قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآَيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ 

"Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmek­te olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanla­mıyorlar. Fakat o zâlimler açıkça Allah' âyetlerini inkâr ediyorlar." (En'âm: 33)

 

Değerli müminler!

 

Bugünkü sohbetimizde İsrâ ve Mi'rac'tan söz edeceğiz.

tsrâ, gece yürüyüşü demektir. Peygamberimizin, biraz sonra açıklayaca­ğımız bu akıllara durgunluk veren mucizesi geceleyin olduğu için bu adı al­mıştır. Kur'an-ı Kerim bu olayı bu kelime ile ifade etmiştir.

Mi'rac ismi de yükseğe çıkmak manasına olan "uruc'tan alınmıştır ki merdiven, asansör demektir. Mi'rac ile ilgili hadislerde bu kelime kullanılarak "Yükseğe çıkarıldım" buyurulduğundan bu olaya "Mi'rac" da denmiştir. İslâm dünyasında bu olay genelde bu kelime ile bilinmektedir.

Sözlük anlamları bu olan İsrâ ve Mi'rac, Peygamberimizin üstün ma­kamlara yükselişi ve Allah'ın yüce katına kabul edilişi olayıdır. Yüce yaratıcı­ya yakınlığın en üstün derecesi olan Mi'rac, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Çünkü bu olayın fizik kanunları ile açıklanması mümkün değildir.

Olay Nerede ve Ne Zaman Meydana Gelmiştir

Mi'rac olayının ne zaman meydana geldiği kesin olarak bilinmemekte­dir. Bunun sebebi İslâmiyet'ten önce câhiliyet zamanında Araplar arasında yıl tarihin olmayışıdır.

Kesin olarak bilinen, Mi'rac'ın hicretten önce Mekke'de meydana gelmiş olmasıdır.

Tarihi, ayı ve günü konusunda birbirinden farklı rivayetler vardır. Biz za­manı da dikkate alarak önemli bazı rivayetleri özet olarak nakletmekle yeti­neceğiz.

         Büyük hadis ve kelâm alimi olan ve 1448-1517 tarihleri arasında yaşa­mış bulunan Kastalânî, Peygamberimizin hayatı üzerine yazdığı "el-Mevâhi-bu'1-Ledüniyye" adlı eseri ve 1710 tarihinde vefat etmiş olan Zürkânî'nin şerh ettiği bu eserde şu bilgilere yer verilmiştir: Ünlü alim ve tarihçi îbn Kuteybe (H.213-267) ile allâme lbn Abdülberr (H.368-463), Miracın, kamerî aylar­dan Recep ayında olduğunu söylerler. İmam Nevevî (H.631-676) bu tarihi gerçeğe   daha   yakın   bulur.   Ayrıca   hadis   alimi   Abdülganî  el-Makdisî(H.659)'de bu tarihi kabul eder, hatta Mi'rac'ın Recep ayının 27'nci cuma gü­nAünde vuku bulduğunu söyledikten sonra: "Müslümanlar bu tarihi benimse­miş bulunuyor ve bunu en doğru rivayet kabul ediyorlar" der.(Zurkânî, c. I, s. 307-308.)

Mi'rac hakkındaki ihtilaf, sadece vuku bulduğu tarih konusunda değildir. Olayın nasıl olduğu, ruh ile mi cesed ile mi vuku bulduğu da ihtilaflıdır. Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber alimlerin çoğunluğuna göre Mi'rac hem ruh ve hem de cesetle birlikte meydana gelmiştir. Esasen bu konudaki âyet ve hadisler incelendiği ve Mi'rac'ın Mekke'li müşrikler arasında meyda­na getirdiği yankı dikkate alındığında çoğunluğun görüşünün doğru olduğu yani Mi'rac'ın hem ruh ve hem de cesedle birlikte olduğu anlayışıdır.

işte buna göre islâm dünyasında Mi'rac Recep ayının 27'nci gecesinde kutlana gelmiştir.

Olay Nasıl Oldu?

Buhârî ve Müslim'de yer alan rivayetlere göre olay şöyle olmuştur:

Peygamberimiz Mekke'de, evinde iken veya Kabe'de bulunduğu sırada Cebrail aleyhi's-selâm bazı meleklerle birlikte gelerek Peygamberimizin göğ­sünü açmışlar, içini zemzem ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman nuru dol­durmuşlardır.

Peygamberimizle ilgili göğüs açma (şerh-i sadr) denilen olay budur. An­cak bu olay ne zaman ve nerede olmuştur? Bu, ihtilaflıdır. Bazıları bunun, sü­tannesi Halime'nin yanında iken çocukluğunda olduğunu söylerken, diğer ba­zıları ise bir defa Halime yanında, bir defa da Mi'rac'tan önce olmak üzere iki defa olduğunu söylerler.

            Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, bu olayı yani göğüs açma olayını manevî bir operasyon olarak değerlendirir ve: "Peygamberimizin ruhunda meleklik ru­hunun üstün gelmesi, tabiat özelliklerinin yok olması, tabiatın, kudsiyet âle­minin ilhamlarına tabi olması" ile yorumlamaktadır.( Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, Hüccetüllahi'l-Baliğa, c. II, s. 866.)

 

Bir gün Peygamberimize soruldu:

-   Ey Allah'ın Resulü, göğüs açılır mı? Peygamberimiz.

-   Evet, açılır, buyurdu.

-   Nasıl olur? diye sorduklarında, Peygamberimiz:

-   Bir nurdur ki Allah onu mü'minin kalbine atar, o da onunla ferahlanır, açılır, buyurdu.

 

- Onun alâmeti nedir? dediler. Peygamberimiz:

- Aldanma yurdu (dünyadan) uzaklaşmak, ebediyet yurduna
(âhirete) yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır, bu­
yurdu.( İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azîm, c. II, s. 174

Peygamberimizin Mi'rac'tan önce göğsünün açılması, o muazzam olaya bir hazırlık, göreceği olaylar karşısında rahat olması ve kendini kaybetmeme­si içindir.

Daha sonra Cebrail aleyhi's-selâm Peygamberimizi "Burak'a bindirerek birlikte Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya geldiler. Manevî bir binit olan Burak'ı Peygamberimiz şöyle tarif ediyor: "Bu, merkepten büyük, katırdan kü­çük uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı."

 

Isrâ sûresinde Mi'rac'ın bu bölümü ile ilgili şöyle buyurulmaktadır:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آَيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ

         "Kulu Muhammed'i bir gece Mescid-i Haram'dan' kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı ne yücedir. "Doğrusu O, işi­tir ve görür." (Isrâ, 1.)

Peygamberimiz burada (Peygamberlerin ruhlarına imam olarak) namaz kılmış ve bütün Peygamberler de onunla beraber kılmışlar.

Sonra Mi'rac getirildi. Mi'rac, asansör gibi yükseğe çıkaran manevî bir araçtır. Buna Cebrail aleyhi's-selâm ile beraber bindiler ve göklere çıktılar. Bi­rinci semaya vardıklarında, Cebrail aleyhi's-selâm:

-   Açınız, dedi. İçerden bir ses:

-   Kimsin? diye sordu.

-   Ben Cebrail'im.

-   Yanında kimse var mı?

-   Muhammed (s.a.v.) var.

- Muhammed gönderildi mi? (Peygamber olarak görevlendirildi mi)
Evet, gönderildi. Kapı açıldı ve Peygamberimiz birinci semâya varmış oldu.
Orada, sağında ve solunda bir çok gölgeler olan bir adam gördü. Bu adam,

sağına baktıkça gülümsüyor, soluna baktıkça da ağlıyordu. Peygamberimizi görünce:

- Merhaba sâlih Peygamber, hoş geldin, iyi oğul, dedi. Peygamberimiz
Cebrail aleyhi's-selama kim olduğunu sordu. Cebrail aleyhi's-selam da
Hz.Adem olduğunu söyledi. Etrafındaki gölgeler de onun soyu idi. Sağında-
kiler cennetlik olanlar, solundakiler de cehenneme girecek olanlardı. Onun
için Hz.Adem sağına baktıkça seviniyor, gülüyordu. Soluna baktıkça da üzü­
lüyor ve ağlıyordu.

Peygamberimiz Cebrail aleyhi's-selam'm kılavuzluğunda yoluna devam etti. İkinci semâya vardılar. Orada birinci semâda olduğu gibi aynı sorular so­ruldu ve aynı cevaplar verildi. Böylece her semada bir Peygamber ile karşı­laştılar. İkinci semada Yahya ve İsa, üçüncü semada Yusuf, dördüncü sema­da îdris, beşinci semada Harun, altıncı semada Musa ve yedinci semada İb­rahim (a.s.) ile karşılaştılar. Karşılaştığı Peygamberlerin her biri kendisini se­lamlamış; hoş geldin salih Peygamber, iyi kardeş, dediler.

Daha sonra, "Sidretü'l-Müntehâ'ya vardılar. Sidretü'l-Müntehâ, gökleri, cennetleri kucaklayan ulu varlık ağacıdır. Peygamberlerin ve meleklerin ere-bildikleri ilmin son noktasıdır. Ondan ilerisine ne bir melek ne bir Peygam­ber yaklaşamaz. İlerisi gayb alemidir. Allah'tan başka kimsenin ilmi oraya ulaşmaz.

Peygamberimiz Sidretü'l-Müntehâ'ya varınca Necm sûresinde ifade bu-yurulduğu üzere:

 "Sidreyi bürüyen bürümüştü." (Necm, 5) Yani Sidreyi bir nûr kaplamıştı. Bundan ötesi tarif ve beyana sığmayan bir âlemdi. Buraya kadar Peygamberimize arkadaşlık ve kılavuzluk eden Cebrail aleyhi's-selam burada kaldı ve: "Bir parmak ucu kadar öteye yaklaşmış olsaydım yanardım" dedi.

Bundan sonra Peygamberimiz: "Refref" ile yükselip Allah'ın divanına yaklaştı. (Refref, görmeye engel geniş örtü ve perde demektir ve Allah'ın di­vanı hadimlerinden biridir.) Nitekim Mevlid'de Süleyman Çelebi bu anı tarif ederken:

 

"Söyleşürken Cebrail ile kelâm,

Geldi Refref önüne verdi selâm,

Aldı ol şâh-ı cihanı ol zaman

Sidreden gitti ve götürdü heman.

 

Mirac'ın bundan sonra ki esrar dolu ulvî sahneleri ise Necm sûresinde şöyle ifade edilmektedir.

فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى (10) مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى (11) أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى (12) وَلَقَدْ رَآَهُ نَزْلَةً أُخْرَى (13) عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى (14) عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى (15) إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى (16) مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى (17) لَقَدْ رَأَى مِنْ آَيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى [النجم/10-18]

"Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti. Muhammed'in gözü­nün gördüğünü gönlü yalanlamadı. Ey inkarcılar onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışıyor musunuz? Andolsun ki Muham-med Cebrail'i sınırın sonunda (Sidretul-Müntehâ'da) başka bir inişte de görmüştür. Orada Me'vâ cenneti vardır. Sidre'yi bürüyen buru­yordu. Muhammed'in gözü oradan ne kaydı ne de onu aştı. Andol­sun ki Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü." (Necm, 10-18.)

 

Ayet-i Kerîmelerde Peygamberimize vahyedildiği bildiriliyor, ancak ne­yin vahyedildiği açıklanmıyor.

Bu makamda Peygamberimize üç ilâhî ihsanda bulunulduğu hadis-i şe­riflerde ifade buyuruluyor. Bunlar:

  1. Beş vakit namaz. Mi'rac hediyesi olarak Peygamberimizin getirdiği beş vakit namaz, aynı zamanda müminin Mi'rac'ı sayılmıştır.
  2. Allah'a ortak koşmayanların bağışlanacağı müjdesidir.
  3. Bakara sûresinin sonundaki üç âyet ki, İslâm'ın temel inanç esasları­nı tamamlamakta ve müslümanlarm çektiği üzüntü ve sıkıntılann sona erdiği müjdelenmektedir.

 

Ayet-i Kerimeler şöyledir:

  "Gökte ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. Içinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecek­tir. Sonra dilediğini affeder, dilediğine azap eder. Allah her şeye kadirdir.

"Peygamber Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de iman ettiler. Her biri Allah'a, meleklerine, kitapları­na, Peygamberlerine iman ettiler. Rabbîmiz! affına sığındık, dönüş sanadır, dediler.

Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde yükümlü kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendisine, yaptığı kötülük de kendisine-dir. Rabbimiz! unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tut­ma. Ey Rabbim, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme. Bizi affet. Bizi bağışla. Bize acı. Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara, 284-286) Amîn.

işte Peygamberimiz bu müjdelerle Mi'rac'tan dönüyordu.

Peygamberimiz Mi'rac'ta Allah'ı Gördü mü?

Yukarda özetlediğimiz Mi'rac, Peygamberler arasında yalnız Muham-med Mustafa (s.a.v.)'e nasip olmuştur.

Muhammed'den diğer yok dahil olmuş Kabe Kavseyn'e,

Kirâm-ı Enbiyâ'dan girmedi bir ferd o mabeyne,

Haremgâh-ı visale Ahmed'i tenha alıp Mevlâ,

O halvet mahsus oldu Hazret-i Sultan-ı Kevneyne.

Yani Muhammed'den başka Kabe Kavseyn'e giren yoktur. Büyük Pey­gamberlerden hiç kimse o saraya girmedi. Sevgili ile buluşma haremine yü­ce Allah Ahmed'i yalnız aldı. O başbaşa kalma iki cihan sultanına tahsis edil­di.

Olay esnasında Peygamberimiz pek çok ilâhî âyetler görmüştür ki, sahih hadislerde bunlara işaret buyurulmuştur. Esasen Kur'an-ı Kerim'de Pey­gamberimizin Mi'rac sebebi açıklanırken,

"Kendisine bir kısım âyetleri­mizi göstermek için" buyurulmuştur. O gece Peygamberimiz pek çok şey gördü, ancak Allah'ı gözleriyle görmüş müdür? Bu hususta ne Kur'an-ı Ke­rîm'de ve ne de hadislerde kesin bir ifade bulunmamaktadır. Bunun için bu konuda islâm âlimleri arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu husus ile ilgili görüşlere ve bu görüşlerin dayandığı delillere yer vermeden önce bir hu­susu açıklamakta yarar vardır. 0 da Allah'ı görmenin caiz olup olmadığı hu­sustur.

Akaid kitaplarında konu ile ilgili şu ifade yer almaktadır:

"Allah'ı görmek aklen caiz ve naklen sabittir." (el-îcî, Şerhu'I-Mevakıf, c. II, s. 368) Yani Alllah'ı görmenin imkânsız olduğuna dair aklî bir delil bulunmamaktadır. Kur'an-ı Kerîm'de de Allah'ın görülebileceğini gösteren âyetler vardjr. Nitekim;

 

قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي 

         "Mûsa", Ey Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım"de-di. Allah, sen beni göremezsin, ama dağ yerinde kalırsa sen de be-nigöreceksin, buyurdu." (A'raf, 143.)

 

Bu âyet-î kerîme Allah'ı görmenin mümkün olduğuna iki yönden delâ­let etmektedir.

Birisi, Hz. Mûsa Allah'ı görmek istemiştir. Eğer Allah'ın görülmesi mümkün olmasaydı, o, böyle bir istekte bulunmayacaktı. Çünkü bir Peygam­berin Allah hakkında caiz ve mümteni olan şeyleri bilmesi gerekir.

Diğeri ise, Allah Teâlâ yüce zâtının görülmesini dağın yerinde kalması­na bağlamıştır. Dağın yerinde kalması ise mümkün olan bir şeydir. O halde Allah'ın görülmesi de mümkündür.

            Ayrıca müminlerin kıyamet günü Allah'ı göreceklerine dair ayetler ve sahih hadisler vardır. (Kıyame, 23; Mutaffifîn, 15; Yunus, 26; Buhari, Salât, 16; Müslim, Mesâcid, 37.)

 

Bu kısa açıklamadan sonra şimdi konumuza dönelim ve Peygamberimi­zin Mi'rac'da Allah'ı görüp görmediğini inceleyelim.

Mi'rac olayına ışık tutan âyetlerde Peygamberimizin Allah'ı gördüğüne

dair açık bir şey yoktur. Bu olayın bazı safhalarını açıklayan âyetler ashab-ı kiram tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.

Kadı Iyad (H.476-544) islâm âlimlerinin bu konuda farklı görüşler orta­ya koyduklannı söylüyor.

Hz. Aişe ve taraftarları Peygamberimizin Mi'rac'da Allah'ı gözleri ile uyanık halde görmediğini söylerken, İbn Abbas (r.a.) ve onun görüşünü be­nimseyenler, bunun aksini savunarak Allah'ı gördüğünü iddia ediyorlar.

Mesrûk (r.a.) şöyle demiştir. Hz. Aişe'ye:

-  Valide, Muhammed (s.a.v.) Rabbini gördü mü? dedim. O:

-  Söylediğin sözlerden tüylerim diken diken oldu. Nasıl oluyor da bunu bilmiyorsun. Üç şey vardır ki, onları her kim sana söylerse yalan söylemiş olur:

-  Her kim Muhammed (s.a.v.) Rabbini gördü derse yalan söylemiş olur, dedi ve sonra:

-  لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

-     "Onu gözler idrâk edemez. O ise bütün gözleri idrak eder. O, gerçek lütuf sahibidir. Her şeyden de haberdardır." (Enam, 103.)

-   

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

 

  "Ya bir vahiy ile bir perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah'ın hiçbir beşere söz söylemesi vaki olmamıştır." (Şûra, 51.)

 

Ayetini okudu. (Hz.Aişe devamla) Fakat Peygamberimiz Cebrail (a.s.)'i kendi suretinde iki defa gördü, dedi.16

İbn Mes'ûd (r.a.) da Hz.Aişe'nin görüşündedir.

Ebû Zer (r.a.) da şöyle demiştir: "Peygamberimize sordum:

-   Ey Allah'ın Resulü, Rabbini gördün mü? dedim. Peygamberimiz:

-   O, bir nur, O'nu nasıl göreyim, buyurdu. (Müslim, İman, 78)

Hz. Aişe ve onunla birlikte ashaptan bazılarının, Peygamberimizin, Al­lah'ı gördüğünü kabul etmemelerine karşılık İbn-i Abbas (r.a.) ve onunla bir­likte diğer bazı sahabiler ve bazı İslâm âlimleri Mi'rac'da Peygamberimiz Al­lah'ı görmüştür, demişlerdir.

İkrime (r.a.) Şöyle demiştir: "ibn Abbas (r.a.): "Muhammed, (s.a.v.) Rab­bini gördü." dedi. Ben:

"Gözler O'nu idrak edemez." buyurulmuyor mu? dedim, İbn Ab­bas:

  Allah gerçek nuru ile tecelli ettiği zaman öyledir, diye cevap verdi. (Tirmizî, Tefsîru'I-Kur'an, 54.)

 

         Yine İbn Abbas (r.a.): "İbrahim (a.s.)'m Allah'ın dostu olmasına, Musa (a.s.)'m Allah ile konuşmasına ve Muhammed (a.s.)'ın Allah'ı görmesine şaşı­yor musunuz?" demiştir. (Fethu'I-Bârî, c. VIII, s. 492.)

Görülüyor ki, Peygamberimizin Mi'rac'da Allah'ı görüp görmediği konu­sunda iki görüş vardır. Hz. Aişe ve taraftarlarına göre Peygamberimiz, Allah'ı görmemiş; İbn Abbas ve onun görüşünde olanlara göre ise Allah'ı görmüş­tür.

Bu incelemeden de anlaşılacağı üzere bu hususu ifade eden kesin bir şey yoktur. Sadece Mi'rac'tan söz eden âyetlerin bir kısmının ashap tarafından farklı yorumlanması sonunda bu görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır. Esa­sen Hz. Aişe ile Ibn Abbas (r.a.) da onun kalbi ile Allah'ı görmüş olduğunu iddia etmiş olması muhtemeldir. Böylece her ikisinin görüşü telif edilmiş olur. Nitekim İkrime'nin Ibn Abbas (r.a.)'dan rivayetine göre, Ibn Abbas şöyle de­miştir:

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى

"Muhammed'in gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı." (Necm, 11.)

 Ayet-i kerimesinin tefsirinde, "O'nu kalbi ile gördü." demiştir. Atanın da Ibn Ab-bas'tan aynı mealde rivayeti vardır.22 Hatta Ibn Abbas (r.a.)'ın: "ResûluUah Rabbini gözü ile değil, kalbi ile görmüştür." dediği de rivayet edilmiştir.23

Bunun içindir ki Said Ibn Cübeyr: "Peygamberimiz Rabbini gördü diye­mem, görmedi de diyemem." dediği rivayet edilmiştir. (Müslim, İman, 77)

En doğrusunu Allah bilir.

Evet, değerli mü'minler, Peygamberimiz böylece bu mübarek yolculuğu tamamlayarak aynı gece evine döndü.

Mi'rac'ın Yankıları

Peygamberimiz evine döner dönmez gece olup bitenleri ailesine ve ar­kadaşlarına anlattı. Her söylediğinin gerçek olduğunda şüphe olmayan Pey­gamberimize ailesi ve arkadaşları inanmıştı. Mekke'lilerin bazılan olayı duyar duymaz şaşkına dönmüşler; bir gecede bu kadar yer hiç gezilir mi demişler­di. Çünkü onlar Mi'rac'taki üstün gerçekleri kavrayacak seviyede değillerdi. Bu sebeple Mi'rac olayı kendilerine anlatılınca inanmadılar. Her şeyi maddî ölçülere göre değerlendirdikleri için böyle şey olur mu? dediler. Kainatta olup bitenlerden, Allah'ın sonsuz kudretinden haberleri yoktu. Her yeni şeye kar­şı gelen câhil halk seviyesinden yükselmiş değillerdi. Kervanların bir ayda gi­dip bir ayda geldikleri mesafeyi Muhammad (s.a.v.) bir gecede nasıl alabile­cek, dediler. Halbuki Hz. Muhammed onların kullandıkları vasıtaları kullan­mış değildi. O, Burak'a binmişti. Burak, şimşek manasındaki berk kökünden gelir. O halde Mi'rac'ta şimşek sürati vardır.

 

Evet, değerli müminler,

Mekke'liler bu olay karşısında şaşkına döndü­ler. Hemen Ebû Bekir (r.a.)'e koştular ve Peygamberimizin Isrâ'ya dair verdi­ği haberi ona naklettiler. Hz. Ebû Bekir onlara:

-   Muhammed'in doğru sözlü olduğuna kanaatim vardır. Bu kanaatimi size de bildiririm, dedi. Onlar:

-   Demek Muhammed (s.a.v.)'in bir gecede Mescid-i Aksaya gidip son­ra dönüp geldiğini sen de tasdik mi ediyorsun? dediler. Hz.Ebû Bekir:

-   Evet, tasdik ediyorum. Değil bu, bundan daha ziyade uzaklarına da meleklerin gökten haber getirdiklerine de inanmışımdır, dedi. Bu cihetle Ebû Bekir (r.a.)'e "Sıddık" denildi.

Peygamberimizin daha önce Mescid-i Aksaya gitmediğini biliyorlardı. Onun için kendisine Mescid-i Aksa ile ilgili sorular sordular. Peygamberimiz çok bunaldı. Çünkü bir an uğrayıp geçtiği bir yer hakkında ne kadar bilgisi olabilirdi. Kendisi bu anı şöyle anlatıyor:

"Kureyş beni yalanlayınca Mescid-i Harama gidip Hicr'de ayakta dur­dum. Bundan sonra Allah bana Beyt-i Makdis ile gözümün arasındaki mesa­feyi kaldırdı da ne sordularsa bakarak haber vermeye başladım. (Buhari, Menakıp, 41; Müslim, İman, 75.)

İşte Mi'rac ve safhaları kısaca böyle.

Miminin Miracı sayılan namazın farz kılındığı bu mübarek gecede yü­ce yaratıcıya yönelmeli, O'ndan af ve bağış dilemeliyiz. Birbirimize sevgi ile yaklaşmalı düşmanca davranışlardan uzak durmalıyız. Sağlıkla kavuştuğumuz bu kutlu günleri değerlendirmeli ve Allah'ın lütfettiği sayısız nimetlerine şükretmeliyiz.

Bu duygularla hepinizin Mi'rac kandilini kutlar, bu mübarek gecenin he­pimiz için hayra vesile olmasını yüce Mevlâ'dan dilerim.

 

                         


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat