TERAVİH VE TA'DİLİ ERKAN
قال الله تغالي:
أقم الصلاة إن الصلاة تنهي عن الفحشاء والمنكر
قال رسول الله (ص)
إن الله فرَضَ صِيامَ رمضانَ وسننتُ لكم قيامَه فمَن صامَهُ وقامه إيمانا واحْتسابا خرَج من ذنوبه كيوم ولدتْهُ أمّهُ
Muhterem Müslümanlar!
Allah’ü Teala’nın emri olarak farz namazlarımızı kılmak zorunda olduğumuz gibi, bir de Peygamberimiz(s) in ikinci derecede üzerinde durduğu, sünnet ve mendub olarak kısımlandırılan nafile ibadetlerimiz vardır.
Bu namazlar, bizi hem Allah’a yaklaştırmada, hem Hz. Peygamberin şefeatına nail olmada ve hem de farz namazlarımızdaki noksanları tamamlamada, önemli bir yere sahiptir.
Buna göre, farz, vacip veya sünnet ayırımı yapmaksızın, senenin bütün aylarını, ramazan ayı gibi telakki ederek, ibadetlerimizi yerine getirmek, biz mü’minlerin gayesi olmalıdır.
Sevgili Peygamberimiz(s) farz namazlar dışında nafile olarak ısrarla kıldığı ve tavsiye ettiği ibadetlerden birisi de “teravih namazı”dır. Bu ibadet, orucun değil Ramazan ayının bir sünnetidir.
Hastalık ve yolculuk gibi mazeretleri nedeniyle, oruç tutamayanların da teravih namazı kılmaları gerekir. Hem erkekler hem de kadınlar için müekket sünnet olan bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i kifayedir.
Bu namaz dörder veya ikişer rekat olarak kılınabilir. Ancak ikişer olarak kılmak daha faziletlidir. Evde tek başına kılabildiği gibi cemaatle kılması kişiye daha çok sevap kazandırır.
Buhârî ile Müslim'in Hz. Aişe (r.anh.)'den rivayetlerine göre, şöyle demiştir:
"Bir Ramazan gecesi Peygamberimiz mescid'te Teravih namazı kıldı. Ashab-ı Kiram da ona uyarak kıldılar. Ertesi gece de böyle cemaatle kıldı. Halk çoğaldı. Üçüncü yahut dördüncü gece cemaat yine toplanmış, Peygamberimizi beklemeye başlamışlardı. Fakat Peygamberimiz o gece teravihe çıkmadı. Sabah namazından sonra cemaate:
"Ey insanlar, sizin cemaatle Teravih namazını kılmaya olan şiddetli arzu ve hevesinizi görüyorum. Benim de namaza çıkmama hiçbir neden yoktu. Yalnız böyle aşırı bir istekle devam edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de onu devamlı kılmaya gücünüzün yetmeyeceğinden endişe ettim (bunun için gelmedim)"(Buhari, Müslim..) buyurdu.
Bu namazın faziletli, bir hadis-i şerifte şöyle beyan edilmektedir:
Ebû Hüreyre (r)'nin anlattığına göre: "Resûlullah (s) onları, kesin bir emirde bulunmaksızın ramazan gecelerini ihyaya teşvik ederdi. (Bu maksadla) derdi ki: "Kim ramazan gecesini, sevabına inanarak ve bunu elde etmek niyetiyle namazla ihya ederse geçmiş günahları affedilir. "Resûlullah (s)in bu tavsiyesi herhangi bir değişikliğe uğramadan vefat etti. Bu durum (terâvihin ferden kılınması) Hz. Ebû Bekr'in hilafeti zamanında da böylece devam etti, Hz. Ömer'in hilafetinin başında da böyle devam etti." [1]
Hz. Ömer halife olunca bir süre daha böyle devam etti. Bir Ramazan gecesi Hz. Ömer mescide geldi, halkı kendi başına teravih namazı kılarken görünce: "Öyle sanıyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha iyi olacak" dedi. Ertesi gece Übey İbn Kâ'b'ı Teravih namazı imamı tayin edip cemaati onun arkasında topladı ve Teravih namazı bundan böyle cemaatle kılınmaya başladı. Başka bir gece Hz. Ömer mescide geldi, halkın vecd içinde namaz kıldıklarını görünce: "Şu teravihin böyle cemaatle kılınması ne güzel âdet oldu" diyerek sevincini ifade etti (Buhari).
Peygamberimiz(s) de hayatta iken, farz olmasından korktuğu için, cemaatle kılmayı genellikle terk etmiştir. Fakat Ashab-ı Kiram, Hz. Ömer’in son uygulamasına karşı çıkmamış ve zamanımıza kadar da böyle, uygulana gelmiştir. Bu namaz, ilk önceleri; 8 ve 10, daha sonra da 20, İmam Malik’in rivayetine göre ise 38 rekat kılınmıştır .[2]
Peygamberimiz tarafından kıldırılan Teravih namazının kaç rekat olduğu bildirilmemiştir. Ebû Seleme b. Abdurrahman'm Hz. Aişe radiyallahu anha'ya, Peygamberimizin Ramazandaki gece namazını sorduğunda, Hz. Aişe şu cevabı vermiştir.
"Peygamberimiz ne Ramazanda ve ne de Ramazandan başka gecelerde on bir rek'attan fazla kılmış değildir."(Buhari, Müslim)
İbn Hibban "Sahih" inde Câbir (r.a.) den, Peygamberimizin Ashabı ile birlikte sekiz rekat teravih, sonra da vitir namazı kıldıklarını; Beyhakî'in İbn Abbas (r.a.) den rivayetinde ise, Peygamberimizin yirmi rekat teravih namazı kıldırdıklarını, bildirmiştir.(Şevkani, Neyl.3,61)
Bu rivayet ve görüşleri özetlemek gerekirse; Ramazan-ı Şerifte sekiz rek'at Teravih ve üç rek'at vitir namazının cemaatle kılınması sahih rivayetlere dayanan Peygamberimizin fiili ile sabit bir sünnettir. Bu sekiz rek'atin üs tarafı ile beraber yirmi rek'at olması, Hulefâ-i Râşidinin sünnetidir ki buna fıkıh dilinde müstehap denir.İmam Serahsi de aynı görüştedir.(Tecridi Sarih)
Diğer taraftan az önce ifade ettiğimiz Peygamberimizin yirmi rek'at teravih kıldığına dair İbn Abbas (r.a.)'dan gelen rivayet ise senedinden dolayı hadis âlimleri tarafından zayıf görülmüştür. Fakat pek çok fakih onu görüşlerine delil gösterdiklerinden, bu rivayete göre de yirmi rekatın da sünnet olduğu sabit olmuş olur.
Şevkânî yukarıdaki rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor: "Bu konudaki rivayetler Ramazan gecelerinde teravih namazının ve bu namazı cemaatle, yalnız başına kılmanın meşru olduğunu; teravih namazının kesin olarak kaç rekat olduğu ve her rekatta ne kadar Kuran okunacağı hakkında ise bir sünnet varit olmamıştır."(Neyl..)
Teravih Namazının Fazileti
Teravih namazının önemiyle ilgili, hasen bir senetle rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Yüce Peygamber(s) şöyle buyurur:
إن الله فرَضَ صِيامَ رمضانَ وسننتُ لكم قيامَه فمَن صامَهُ وقامه إيمانا واحْتسابا خرَج من ذنوبه كيوم ولدتْهُ أمّهُ
“Allah’ü Tealâ ramazan orucunu farz kıldı. Ben de size teravih namazını sünnet kıldım. Kim de buna inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan umarak ramazan orucunu tutar ve teravih namazını kılarsa, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından temizlenir.”[3]
İmam Heysemi’nin de sahih olarak zikrettiği bir hadis-i şerifte şöyledir:
جاء رجل إلى النبي صلى الله عليه وسلم فقال : يارسول الله أرأيتَ إن شهدتُ أن لا إله إلا الله وأنك رسولُ الله وصليتُ الصلواتِ الخمس وأديتُ الزكاة وصمتُ رمضان وقمتُه فمِمّنْ أنا ؟ قال : مِن الصديقين والشهداء
Sahabeden birisi Peygamberimize gelerek; Ey Allah’ın Resulü! Allah’tan başka ilah olmadığına ve senin de O’nun Rasulü olduğuna şehadet etsem, beş vakit namazı kılsam, zekatı versem, ramazan orucunu tutsam ve teravihini de kılsam, ben kimlerden olurum? dedi. Peygamberimiz(s)de ona: “Sıddıklardan ve şehitlerden olursun” diye cevap verdi [4]
İşte Değerli Mü’minler!
Nafile ibadetler arasındaki fazileti, bu kadar önde olan teravih namazının kıymetini idrak etmeliyiz. Bir şey, kendine değer verildiği ve özen gösterildiği kadarıyla kıymetlidir. Evlerimizdeki altın, gümüş ve para gibi değerli eşyaların saklandığı yer ayrı, kıymetsiz eşyalara ayrılan yer daha farklıdır. Her eşya kıymetine göre yer bulur ve sahibi de, ona göre bunlara değer verir ve hassas davranır.
İslam dininde adeta altın değerinde olan farz ve vacip namazlarımızın edasında nasıl dikkatli davranıyorsak, adeta gümüş gibi kıymete haiz, teravih namazını da o kadar özen göstererek kılmaya çalışmalıyız. İkisi de değerli mücevherdir. Bu dünyada altınımızı kaybetmişsek, yanımızda bulunan gümüşü paraya çevirerek ihtiyacımızı giderebildiğimiz gibi, belki öbür dünyada eksik ve zayi’ olan farzlarımızdan dolayı teravih namazlarına ihtiyacımız olabilir.
Bunun için, beş vakit farz namazlar gibi teravihi de aynı kalitede, noksansız ve şuurlu bir şekilde kılmaya çalışmak lazımdır. Çünkü bu namaz da baştan savılacak ve hafife alınacak, değersiz bir ibadet değildir. Farz veya sünnet ayırımı yapmadan namazlarımızın her birini aynı Allah için kılmıyor muyuz? Hepsini aynı şuurda eda etmemiz gerekmez mi?
Kılma anındaki vakar, ciddiyet ve samimiyet, yoksa namazına göre değişiyor mu? Kılınan namaz, ister beş vakit farz namazlar olsun, ister teravih gibi sünnet bir namaz veya isterse mendub bir namaz olsun; bütün bunların her birisini, Peygamberimiz(s)’in kıldığı, gösterdiği ve tavsiye ettiği şekilde ifa etmeye çalışmalıyız, değil mi?
Evet, Aziz ve Muhterem Kardeşlerim!
Bilerek veya bilmeyerek, kılan veya kıldıranlar olarak, Hz. Peygamber(s)in ve ashab-ı kiramın; diğer namazlarda olduğu gibi edasına titizlik gösterdikleri “Teravih Namazı” , maalesef günümüzde çoğunlukla, tabir yerinde ise, adeta savsaklanmaya ve aceleye getirilmeye çalışılmaktadır.
Bir namazı ayakta tutan ve zamanımızda da en çok ihmal edilen, “Ta’dil-i Erkan,”ın ilk önce ne anlama geldiğini ifade etmek istiyorum.
Ta’dil-i erkan; itmi’nan halinde bulunmak, hareketten sonra bir müddet durmak veya kalkması eğilmesinden ayrılacak şekilde iki rükun arasında sükunet bulmak tır.[5]
Namazda tadili erkan; rükuda, rükudan doğrulduğun da, secdede, iki secde arasındaki oturuşta söz konusu olur. Yani saydığımız bu yerlerde biraz durup beklememiz gerekmektedir. Bunun süresi ise en az bir kere; “Sübhanellahilazim” diyecek kadar durmaktır.[6]
İmam Azam’ın talebesi Ebu Yusuf ile Şâfiî Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre tadili erkan, namazın rükunlarından -farzlarından- birisidir.
Bu Ebu Hanife(rah.) ve İmam Muhammed’e göre ise vaciptir. Birinci görüş olan diğer bütün mezhep imamları, tadili erkana riayet edilmeksizin kılınan bir namazı yeniden kılarak iade etmek gerekir. İkinci görüş olan Hanefi mezhebine göre ise, böyle namaz kılanın sehiv secdesi yapması lazımdır. Fakat, bu şekilde kılınan namazın, tekrar iade edilmesi ihtiyata daha uygundur.[7]
Rasülullah(s) mescitte iken, orada namazını kötü bir şekilde kılan sahabeye, namazını üç kez tekrar ettirmiş ve ona şöyle buyurmuştur:
إذا قمتَ إلى الصلاة فكبّرْ واقْرأْ ما تيسّرَ معك من القرآن ثم ارْكَعْ حتى تطمئِنَّ راكعا ثم ارْفعْ حتى تعتدلَ قائما ثم اسْجُدْ حتى تطمئنَّ ساجدا ثم ارْفعْ حتى تطمئنَّ جالسا ثم اسْجدْ حتى تطمئن ساجدا ثم افْعلْ ذلك في صلاتك كلِّها
“Namaza durduğunda önce tekbir al, sonra Kur’andan kolayına geleni oku, sonra rükuya var, eklemlerin yerli yerinde mutmain oluncaya kadar bekle! Sonra başını kaldır, ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur! Sonra secdeye var, mutmain oluncaya kadar kal! Sonra başını kaldır, mutmain oluncaya kadar otur! Bunu namazının bütününde böyle yap![8]
İmam Malik’in rivayet ettiği bir hadisi şerifte, hızlı kılmak amacıyla baştan savılarak kılınan namaza yapılan tahribatın “en büyük hırsızlık suçu” olduğunu belirten Yü ce Peygamber(s) ashabına:
مَا تَرَوْنَ في الشّارِبِ والزَّانِى وَالسَّارِقِ، وَذَلِكَ قَبْلَ أنْ يُنْزِلَ فِيهِمُ الحدودُ؟ قاَلُوا: اللّه وَرَسُولُهُ أعْلَمُ. قَالَ: هُنَّ فَوَاحِشُ وَفِيهِنَّ عُقُوبَةٌ، وَأسْوَأُ السَّرِقَةِ الَّذِى يَسْرِقُ صَلاَتَهُ قَالُوا: وَكَيْفَ يَسْرِقُ صَلاَتَهُ يَا رَسُولُ اللّهِ؟ قالَ:لاَ يُتِمُّ رُكُوعَهَا وَلاَ سُجُودَهَا
"İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Bu sual, bunlar hakkında henüz hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" diye cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır" buyurdu. Bunun üzerine:
"Ya Resûlullah, kişi namazını nasıl çalar?" diye sordular. Şu cevabı verdi:
"Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz."[9]
Namaz kılarken hızlı hızlı secde yapıp, özen göster meyenler hakkında, Ebu Davud ve Nesai’nin naklettiği şu hadis de çok önemlidir:
وعن عبدالرحمن بن شِبْل قال: نَهى رَسولُ اللّهِ (ص) عَنْ نَقْرَةِ الْغُرَابِ، وَافْتَراشِ السَّبُعِ، وَأنْ يُوَطِّنَ الرَّجُلُ بِالمَكَانِ الَّذِى في المَسْجِدِ كَمَا يُوطِّنُ الْبَعِيرُ..
(Ashabdan) Aburrahman İbnu Şibl (r) anlatıyor: "Resûlullah (s) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi kolları yaymaktan, kişinin mescidde deve gibi mekân tutmasından nehyetti"[10]
Resûlullah (s), bu hadiste namazla ilgili üç âdâb beyan etmektedir:
1). İki secde arasında bir miktar oturmaya (tuma'nîne) yer vermeden çabucak ikinci secdeye gitmeyi karga gagalaması olarak tavsif etmiştir. Çünkü karga da bir leşe rastlayınca gagalarını peş peşe aralıksız saplar.
2). Musalli'nin secde sırasında kollarını yere yaymasını da vahşi hayvanların yatma sırasında (ön ve arka) bacaklarını yere yaymasına benzetmiştir. Halbuki kollar yana doğru çıkmış ve dirsekler havada olmalıdır.
3). Namaz kılan kimse mescidde aynı yere alışıp, her gelişinde orada namaz kılmamalıdır. Bu davranış hadiste "deve gibi mekan tutmak" tabiriyle yasaklanmıştır. Çünkü develer ağıllarda her seferinde aynı alıştıkları yere ıharak yatmayı tercih ederler.[11]
Hz. Peygamber(s) gibi, namazlarını eda etmede titiz davranan, ashab-ı kiramdan Huzeyfe(r)nin; namazını üstünkör kılan adama verdiği tepki, Buharide yer alan bir hadiste şöyle anlatılır:
رَأى حُذَيْفَةُ رَجُلاً يُصَلِّى نَطَفَّفَ. فقَالَ لَهُ حُذَيفةُ: مُذْكَمْ تُصلِّى هذِهِ الصََّلاةَ؟ قالَ: مُنْذُ أرْبَعِينَ سَنَةً. قالَ: مَا صَلَّيْتَ مُنْذُ أرْبَعِينَ سَنَةً. وَلَوْ مُتَّ وَأنْتَ تُصَلِّى هذِهِ الصَََّلاةَ مُتَّ عَلى غَيْرِ فِطْرَةِ مُحَمَّدٍ(ص)فثُمَّ قالَ: إنَّ الرَّجُلَ لَيَخَفِّفُ وَيُتِمُّ ويُحْسِنُ
Huzeyfe (r) bir adamın namaz kılarken hîle yaptığını görmüştü.
"Sen bu namazı ne zamandan beri kılıyorsun?" diye sordu. Adamcağız:
"Kırk yıldan beri!" dedi. Huzeyfe: "Öyleyse kırk yıldan beri namaz kılmadın (bütün kıldıkların boşa gitmiş). Şâyet bu şekilde namaz kılarak ölecek olursan Muhammed'in fıtratından başka bir fıtrat üzere öleceksin!" dedi ve ilave etti:"Kişi namazı hafif kılar (ama buna rağmen) tam ve güzel kılar!"[12]
Hîle diye tercüme edilen kelimenin aslı tatfîfdir; ölçüde, tartıda eksik yaparak hîle yapmak mânasına gelir. Burada hîle'den maksad, rükû ve secdeleri alelacele yapıp eksik bırakmaktır. Huzeyfe (radıyallâhu anh) bu şekilde kılınan namazı "sanki kılınmamış" olarak tavsif etmektedir.
Değerli Müslümanlar!
Hiçbir namazı hızlı kılmamak veya kıldırmamak gerekir. Bu şekilde namaz kıldıran kişi, kendisine uyan cemaatinden her birinin vebalini yüklenmiş olur
Ramazanda “bir aylıklar” çoktur. “Bir aylıklar” diye, sadece ramazanda namaza başlayıp daha sonra da yıl boyu , bütün namazlarını bırakanlara diyoruz. Bunların bir kısmı, teravihin kaç dakika sürdüğüne çok dikkat ederler.
Ne hikmetse, fani ömrü için her gün saatlerini harcayan, hatta bazen, ne dinine, ne dünyasına faydası olmayan lüzumsuz ve boş şeyler için günlerini tüketen insanlar, namazı 3-5 dakika daha önce bitirmek için adeta çırpınıyorlar. Senede bir namaza gelip, onu da kabul olunmayacak bir vasfa sürüklemesine, bilinçli Müslümanların sessiz kalmaması gerekir. “Hocam, bu akşam maç seyredeceğim, teravih namazını hızlı kıldırsanız!” gibi teklifleri, mesuliyetinin farkında olan hiç bir imamın kabul etmesi alken mümkün olmamalıdır. Kendi günahını taşımakta aciz olan insan, başkalarının da günahını yüklenmeye niçin talip olsun?
Buhari’de Ebu Hüreyre(r) den nakledilen bir hadiste, cemaatle kılınan bir namazdaki eksikliğin kime döneceğini, Peygamberimiz(s) şöyle bildirmektedir:
يُصَلُّونَ لَكُمْ، فإنْ أصَابُوا فَلَكُمْ. وَإنْ أخْطَئُوا فَلَكُمْ وَعَلَيْهِمْ
"(İmamlar) sizin için kılarlar. Doğru kılarlarsa (sevabı) sizedir. Hatalı kılarlarsa (sizin namazınızın sevabı) sizedir, hata onların aleyhlerinedir."[13]
İşte Aziz Mü’minler!
Bütün namazlarımızı, rehberimiz ve örneğimiz olan Hz. Muhammed Mustafa(s)’nın kıldığı ve ashabına öğrettiği gibi kılmamız gerekir. Bu konuda, başka hiç bir kimseyi örnek almamız mümkün değildir. “Şu imam böyle kıldırıyor, herkes hep böyle kılıyor, bu şekilde kılmazsak namaz bitmiyor veya hızlı kılmak hoşumuza gidiyor” şeklindeki bahanelerle, teravih gibi önemli bir namazı, diğer namazlardan ayırmak suretiyle, kaynağındaki asıl şeklinden uzaklaştırarak, “hızlı kılmayı” meşrulaştırmaya çalışıyoruz.
Sevgili Peygamberimizin namazı kısa tutmakla ilgili hadisleri de var. Fakat, bunların namazları hızlı kılmakla ilgisi yoktur. Ta’dil-i erkan konusu; farz, vacip, sünnet ayırımı yapmadan, bütün namazlarda aynı hükme tabidir. Çünkü ta’dili erkan; namazların vakarını, ağır başlılığını, olgunluğunu , rükunlar arasındaki insicamı sağlayan ve karmaşayı önleyen çok önemli bir fiildir.
Namazı hafif tutmaktan kasıt, ta’dili erkanı yok etmek değil, namazdaki kıraati kısa tutmaktır. Bu hadislerin namazları hızlandırmakla ilgili hiç bir alakası yoktur. Aksi halde, Hz. Peygamber(s) daha önce, ta’dili erkanın önemiyle ilgili hassasiyetine karşı ters bir davranışta bulunmuş olur ki, bu uygulamayı O’na yakıştırmak mümkün değildir.
Tezat gibi görülen, ama, namazdaki kıraatı hafifletmekle ilgili bir hadiste, Allah Rasulü(s) şöyle buyurdular:
إذَا صَلّى أحَدُكُمْ لِلنَّاسِ فَلْيُخَفِّفْ، فإنَّ فِيهِمْ الضَّعِيفَ، والسَّقِيمَ، والمَريضَ، وذَا الحَاجَةِ وَإذَا صَلّى لِنَفْسِهِ فَلْيُطِلْ مَا شَاءَ.
"Sizden kim halka namaz kıldırırsa namazı hafif (kısa) tutsun. Zîra cemaatte zayıf, sakat hasta ve ihtiyaç sahibi vardır. Müstakil kılınca dilediği kadar uzatsın."[14]
Diğer bir hadis de şudur:
"Muâz İbnu Cebel (r) kavmine geldi ve onlara imamlık yaptı ve Bakara sûresiyle kırâate başladı. Bir adam cemaatten ayrılarak selam verdi. Namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama:"Ey filan, nifak mı çıkarıyorsun?" dediler. Adam:"Vallahi hayır, Resûlullah (s)'a gidip (Muâz'ın yaptığını) haber vereceğim." dedi. Yanına varıp:"Ey Allah'ın Resûlü, biz sulama devesi besleyen insanlarız. Gündüz çalışırız. Muâz sizinle yatsıyı kıldı. Sonra bize gelip bakara sûresi ile namaz kıldırmaya başladı" dedi. Resûlullah (s Mu-âz'a yönelerek:
أفَتَّانٌ أنْتَ يَا مُعَاذُ اقْرَأ: وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا، وَالضُّحى، وَاللَّيْلِ إذَا يَغْشى، وسَبَّحِ اسْمَ رَبِّكَ ا‘عْلَي
"Ey Muâz, sen fitneci misin? Veşşemsi ve duhâhâ'yı, Vedduhâ'yı, Velleyli izâ yağşa'yı, Sebbihi'sme Rabbike'l-a'lâ'yı oku" buyurdu."[15]
İşte, bu hadisleri karşılaştırdığımız zaman görüyoruz ki, Allah Rasülü(s); namazdaki rukünların birbirine karışmaması için, sanki trafik işareti görevi yapan ta’dili erkan hususunda hiç bir namaz ayırmaksızın çok dikkatli olmamızı istemektedir. Eğer bir kısaltma yapılacaksa oda; usulüne uygun bir okuyuşla en az , üç kısa ayet veya en az bu uzunlukta bir ayet okumak suretiyle olmalıdır.
Aynı zamanda, rukü ve secdelerdeki tesbihattan üçten fazlası veya sünnetleri tamamlayıcı nitelikte olan müstehapları da namazı hafifletme adına terk edebiliriz. Ama terk edemediğimiz yani kısaltarak okumak ve yapmak zorunda olduğumuz geri kalan kısımları da, tabiri caizse; “adam gibi” çalmadan-çırpmadan, yutmadan - yok etmeden, dürüst ve olgun bir mü’min endamiyle icra etmeliyiz.
Genellikle görüyoruz ki, cemaatle teravih namazı kılınırken, cemaatin bir kısmı imamdan önce, rüku ve secdeye gitmekte veya bir kısmı da imamdan önce rüku ve secdeden başlarını kaldırmaktadır. Şuursuzca yapılan bu ( lakayıtımsı ) hareketler, hızlı kılmanın ve kıldırmanın bir neticesi değil midir? Bu şekilde kılınan namazın sünnette yeri yoktur.
Buhari ve Müslim gibi en muteber hadis kaynaklarımızda rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber(s) böyle namaz kılanları şu şekilde kınamaktadır:
أمَّا يَخْشى أحَدُكُمْ إذَا رَفَعَ رَأسَهُ مِنْ رُكُوعٍ، أوْ سُجُودٍ قَبْلَ ا“مَامِ أنْ يَجْعَلَ اللّهُ رَأسَهُ رَأسَ حِمَارٍ، أوْ صُورَتَهُ صُورَةَ حِمَارٍ.
"Sizden biri, rükû ve secdede başını imamdan önce kaldırdığı zaman Cenâb-ı Hakk'ın, (Kıyâmet günü) başını, eşek başına veya sûretine çevire(rek dirilte)ceğinden korkmaz mı."[16]
Bu konuda Ebu Hüreyre(r) şöyle demiştir:
الَّذِى يَرفَعُ رَأسَهُ وَيَخْفِضُهُ قَبْلَ امَامِ إنَّما نَاصِيَتُهُ بِيَدِ شَيْطَانٍ
"Başını imamdan önce kaldırıp indiren kimsenin alnı şeytanın elindedir.[17]
İmamdan önce baş kaldırmanın, başka bir surete çevrilmesi gibi, şiddetli bir cezayı müeyyideye bağlanmasından; âlimler bu fiilin haram olduğunu istidlâl etmişlerdir. İmam
Nevevî buna dayanarak fiilin haram olduğunu söyler. Ancak cumhur böyle hareket eden musallinin günahkâr olduğuna , fakat namazının yeterli olabileceğine, tekrar kılmak gerekmediğine hükmetmiştir. Yine de çoğunluk, böyle yapan kimsenin, başını geri koyup ne miktar erken kaldırmışsa, bir o kadar, imamdan sonra secdede kalması gerektiğini söyler. İbnu Ömer, "namaz bâtıl olur" kanaatindedir. Ehl-i zâhir ile Ahmed İbnu Hanbel (bir görüşünde) böyle hükmetmiştir.[18]
Bu hususta ihtiyatlı davranmak, en isabetli yoldur. Çünkü Ashabı kiramın da Hz. Peygamberle cemaatle namaz kılarken, uyguladığı metot şöyledir:
عن البراء قال كنا مع النبي صلى الله عليه وسلم لا يحنُوا أحدٌ ِمنّا ظَهْرَهُ حتى نَرَاه قد سَجَدَ
Bera ibn Azib(r)ten rivayet edildiğine göre, o şöyle anlatıyor: Allah Rasülü ile beraber namaz kılıyorduk ki, ( biz ruküdan kalkıp beklerken) O’nun alnını secdede görmeden hiçbirimiz (secdeye gitmek için) belini bükmezdi.[19]
Enes(r) de yine Hz. Peygamberin namaz kıldırışını uygulayarak anlatırken O örnek insan, rükudan kalkınca ve iki secde arasında o kadar uzun dururdu ki, biz O’nun secdeye gitmeyi unuttuğunu sanırdık,diyor.[20]
Buhari ve Müslim’de yer alan diğer bir hadiste ise, ibadet aşığı o yüce insanın namazdaki itidali şu şekilde anlatılır:
كانَ رُكُوعُ النَّبىِّ (صلي الله عليه و سلم ) وَسُجُودُهُ وَبَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ وَإذَا رَفَعَ رَأسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ، مَا خََلا الْقِيَامَ وَالْقُعُودَ، قَرِيباً مِنَ السَّوَاءِ.
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın rükû ve secdesi ve iki secde arasındaki (fâsıla ile), rükûdan başını kaldırdığı zamanki (fâsıla) -kıyam ve ku'ûd (oturma) hariç- birbirine yakın miktardaydı."[21]
Bu rivayetlere göre namaz kılan insan, çok itidalli davranışlar sergilemeli ve cemaatle namaz kılarken de rükunları, imamdan sonra eda etmelidir. Hadislerde görüldüğü gibi Yüce Peygamber(s) nasıl namaz kılmış ve kıldırmış, sahabe-i kiram da bu hususta ne kadarda ihtiyatlı olmayı tercih etmişler!, değil mi? Bizlerde onlar gibi veya hiç olmazsa, asgari ölçüde, namazın farz, vacip ve sünnetlerini muhafaza edecek şekilde; yani tabir yerinde ise “namazı kurtaracak biçimde” dikkatli davranarak namaz kılmamız gerekmektedir.
İmam Gazali, insanların üç sınıf olarak namazı bitirdiğini zikretmektedir.
Birinci sınıf; yirmi beş derece alanlar ki, bunlar cemaatle namaz kılarken, imamdan sonra secde ve ruküya giderek, ta’dili erkana riayet edenlerdir.
İkinci sınıf; bir derece alanlar ki, bunlar imamla beraber rukü ve secdeye giderek tam sınırda olanlar ve ihtiyatlı davranmayanlardır.
Üçüncü sınıf ise; hiç bir şey elde edemeden namazdan çıkanlar ki, bunlar da ta’dili erkana uymaksızın, imamdan önce rukü ve secdeye gidenlerdir.[22]
Hanefi mezhebine göre, cemaatin fiilleri imamın fiillerine yakın, imamdan sonra fazla bir zaman aralığı olmadan yapılmalıdır. Eğer hızlı kılmadan dolayı cemaat imamla ortak olmayacak şekilde ruküda veya secdede, en az “Sübhanellahilazım” diyecek kadar beraber bulunmazlarsa o rekat batıl olur. Aynı zamanda, diğer bütün mezheplere ve Hanefilerden bir kavle göre, ruküdan kalktıktan sonra veya iki secde arasında da belirlenen asgari ölçüde müşterek olmazlarsa yine o rekat batıl olur. İmam selam verdikten sonra, bu kişinin o rekatı kaza etmesi gerekir. Eğer kaza etmezse o taktirde namazın tümü batıl olmuş olur.[23]
Bu uyum konusunda Peygamberimiz şöyle buyurmuş tur:
إنَّمَا جُعِلَ الإمَامُ لِيُؤْتَمَّ بِهِ، فإذَا كَبَّرَ فَكَبِّرُوا، وَإذَا رَكَعَ فَارْكَعُوا
"İmam, kendisine uyulmak için meşrû kılınmıştır. Öyleyse o tekbir getirdi mi siz de tekbir getirin. Rükûya gidince siz de rükûya gidin”[24]
Dikkatsizce kılınan, içinde ta’dili erkanın, huşunun ve samimiyetin bulunmadığı alelade kılınan namazlar hakkında, Ebu Hüreyre(r)den sahih ve hasen rivayetlerle nakledilen bir hadiste Yüce Peygamber(s) şöyle buyurmaktadır:
رُبَّ صائمٍ ليس له من صيامه إلا الجوعَ و رُبَّ قائم ليس له من قيامه إلا السهرَ
“Nice oruç tutanlar var ki, onların tuttukları oruçtan nasibi, aç kalmaktan başka bir şey değildir. Nice namaz kılanlar da var ki, onların namazdan nasibi, uykusuz kalmaktan- yorgunluk ve zahmetten - başka bir şey değildir.” [25]
Ammar b. Yasir(r)den rivayet edilen başka bir hadiste Allah Rasülü ;
إنَّ الرَّجُلَ لَيَنْصَرِفُ مِنْ صََتِهِ وَمَا كُتِبَ لَهُ مِنْهَا إَّ عُشْرُهَا. تُسْعُهَا. ثُمُنُهَا. سُبْعُهَا. سُدُسُهَا. خُمُسُهَا. رُبُعُهَا. ثُلُثُهَا. نِصْفُهَا.
"Kişi vardır, namazını kılar bitirir de, kendisine namazın sevabının onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri, yarısı yazılır."[26]
İşte bu iki hadis, muasillinin namaz kılarken, namazın rükun ve şartlarından, huşû ve hudû gibi diğer vasıflarından, ihlal ve ihmâl etme sebebiyle uğrayacağı ziyanı dile getirmektedir. Sorumsuzluk, gevşeklik ve acelecilik yüzünden, her gün ve her ramazan manevi ziyanlara uğramak, akıl kârı mıdır? Muhakkak ki hiçbir sevabın yazılmadığı namazlar da mevcuttur. Böyle yapmakla belki, Allah’ın hışmını üzerimize çekiyoruz. Bu şekilde kılınan namazların, hesap günü, suratımıza çarpılacağını hiç düşünmez miyiz?
SONUÇ
O Halde, Değerli Mü’minler!
Kıldığımız bütün namazlar; farz, vacip, sünnet ve mendüb ayırmaksızın, Peygamberimizin;
صلُّوا كَمَا رَأيْتُمُونِى اُصَلّى
"Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de öyle kılın" ölçüsüne uymalıyız.
Teravih dahil olmak üzere bütün namazları; ta’dili erkana riayet etmek şartıyla, kısa ama sindire sindire, samimi, ihlaslı ve tastamam olarak kılmalıyız. Hz. Aişe(r) de Peygamberimizin (namaz gibi) amellerinin nasıl olduğunun soranlara şu şekilde cevap verirdi:
كان عمَلُه( صلي الله عليه و سلم ) دِيمَةً
“ O’nun ameli devamlı idi.”[27]
Burada zikredilen “ dîmeten” kelimesini İmam Nevevî; “sindire sindire sürekli yağan bir yağmur” şeklinde açıklamıştır. Daha açık söylemek gerekirse, namazlar; teravihte olduğu gibi, şiddetli olarak yağıp ta toprağı mahvededip alıp götüren yağmur şeklinde değil de, hafif hafif , sindire sindire toprağa nufuz edip bereket getiren yağmurun yağışı gibi kılınmalıdır.
Hiç unutmayalım ki , Yüce Allah, vaazımızın ta başında okuduğumuz ayeti kerimde “namazı dosdoğru ikame ediniz, muhakkak ki namaz, (kişiyi) hayasızlıktan ve kötülüklerden alı koyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.”[28] ve ayrıca “ namazları koruyunuz! ”[29] buyurarak ta’dili erkan ile rükunların hakkını vererek, huşu ve hudû içinde, dosdoğru bir şekilde kılarak ve hatta kıldırarak, namazların muhafazası istenmiştir.
Aksi halde namaza karşı yapılan samimiyetsizlikten ötürü yalnız gürüntü haline dönüşen namazlar hakkında da Yüce Allah(c) şöyle buyurur;
“ vay o namaz kılanlara ki, onlar namazlarında dikkatsizdirler.”
-Bereket ve mağfiret ayı olan bu ramazanda, özen göstererek ve dikkat ederek kıldığımız şu teravih namazları, inşallah, hayatımıza ışık tutsun!
-Senenin diğer aylarında namaz kılmıyorsak, bundan sonra kılmaya, eğer kılıyorsak bundan sonrakileri de daha şuurlu eda etmeye sebep olacak teravih namazları kılmayı nasip etsin!
-Yüce Rabbimiz, kılmış olduğumuz bütün namazları dergâh-ı izzet’inde kabul etsin! Namazlarımızdaki eksiklikleri tamamlama fırsatı ihsan etsin!
Namazlarımızda olduğu gibi, diğer bütün hayatımızda da kul olduğumuzu unutmadan, dikkatli bir şekilde yaşamayı nasip etsin!
Her an , ibadet için yaratıldığımızı ve bu amaçla dünya sahnesinde yer aldığımızı unutturmasın!
Allah’ım! No’lur , Sana hakkıyla kulluk edemiyoruz, bizi affet ! Çünkü Sen, affetmeyi seversin!
Mehmet KAVA
[1] .Buharî, Terâvih 1, Müslim, Müsâfirîn 174, (759); Ebû Dâvud, Salât 318, (1371); Tirmizî, Savm 83, (808) Nesâî, Siyam 39, (4, 154, 155)
[2] .Geniş bilgi için; Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi (D.İ.B), 6/70-96 ya bakınız!
[3] .Nesai (Sü. Kübra),4/157; Ebû Ya’la, 2520
[4] .İbn Hıbban,3429; Bezzar,25; İbn Huzeyme,2212
[5] .Şamil İslam Ans. Ta’dili Erkan mad.
[6] .Bilmen, İlmihal,130; Döndüren,İlmihal,250
[7] .Zuhayli,el’Fıkhü-l İslami…,1/675
[8] .Buhari, Ezan,95, 122; Müslim, Salat,45; Ebu Davud, Salat,164, vs
[9] .Malik, Muvatta’,Kasrüs-salat,72 (1,167)
[10] .Ebu Davud, Salat,148(862); Nesai, İftitah, 145
[11] .Canan, İbrahim, Kütüb’ü Site,8,452
[12] . Buharî, Ezân 119, 132,; Nesâî, Sehv 66, (3, 58-59).
[13] .Buhari,Ezan,55
[14] Buhârî, Ezân 62; Müslim, Salât 186,; Muvatta, Cemâat 13, (1, 134); Ebû Dâvud, Salât 127, (794-795); Nesâî, İmâmet 35, (2, 94); Tirmizî, Salât 175, (236).]
[15]. Buhârî, Ezân 60, 63, 66, 74; Müslim, Salât 178, (465); Ebû Dâvud, Salât 127, (790, 791, 793,); Nesâî, İmâmet 39, 41
[16]. Buhârî, Ezân 53; Müslim, Salât 114, (427); Ebû Dâvud, Salât 76, (623); Tirmizî, Salât 409, (582); Nesâî, İmâmet 38,
[17] .Muvatta’, Salat, 57(1,92)
[18] Canan, age, 9,155
[19] .Müslim, salat, 200
[20] .Müslim, Salat, 195
[21] Buharî, Ezân 120, 127,140; Müslim, Salât 194, (471); Ebû Dâvud, Salât 147, (852); Tirmizî, Salât 207, (279); Nesâî, İftitah 114, (2, 197-198).
[22] .Gazali, İhya( A. Davutoğlu Tercümesi ),1/479
[23] .İbnü’l-Hümam, Fethu’l-Kadir,1/261-265; Zuhayli,a.g.e,2/234
[24] Buhârî, Ezân 74, 82; Müslim, Salât 86-89, (414-417); Ebû Dâvud, Salât 69, (603, 604); Nesâî, İftitâh 30, (2, 141-142).
[25] .İbn Mace,1690; İbn Hıbban,3481; Hakim,1571; Beyhaki( Sünen )8097; Nesai( S.Kübra ),3249…
[26] .Ebu Davud, Salat,128(796)
[27] .Buhari,1779; Müslim,783, Ahmed,24208
[28] .Ankebut,45
[29] .Mearic,34; Mü’minun,9; En’am,92