NAMAZDA KIRAET
Namazda Kur'ân'dan bir miktar âyet okumak farzdır.
فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآَنِ
Namazda Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun! (Müzzemmil: 20)
Kur'ân âyetlerini nasıl kıraet etmek gerekir? Namazda yaptığımız okuma eyleminin gerçek bir kıraet ve tilavet olabilmesi için nelere dikkat edilmelidir? İşte bu çok Önemli bir husustur. Kur'ân'm nasıl okunması gerektiğini, yine Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler olanca çarpıcılığı ile ortaya koymaktadır:
Tilavet
الَّذِينَ آَتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu tilavetinin hakkını vererek okurlar. (Bakara: 121)
Kur'ân; temiz bir kalp ve temiz bir ağızla, saygı ve edep kuralları içinde, hakkını vere vere ve anlamını, ahkamını düşünerek okunmalıdır. Tilavetin hakkını vermek, âyetler üzerinde düşünmeyi, azap âyetleri okunurken Allah'a sığınmayı, müjdelerle ilgili âyetlerde hamdetmeyi, emredilenleri kabul edip yapmaya azmetmeyi, yasaklananları ise haram sayıp yapmamaya söz vermeyi ifade eder.
Tertîl
وَرَتِّلِ الْقُرْآَنَ تَرْتِيلاً
Kur'ân'ı tam bir tertîl üzere oku! (Müzzemmil: 4)
Ayette geçen tertîl kavramı birşeyi dosdoğru yapmak, güzel bir şekilde düzenlemek, kusursuz bir biçimde ve açık açık, hakkını ver erek okumak" manasına gelir. Gayet güzel ve hafif aralıklı parlak dişler için 'r.t.l.' fiili kullanılır. Kur'ân'm tertîl üzere okunması ise; işte böyle, her harfinin, edasının, nazmının, manasının hakkını doyura doyura vererek tilavet edilmesi demektir.
Tertîl, aslında ahenk ve nizam olup Kur'ânda her harfin hakkını vererek, belli ederek ve acele etmemek suretiyle okumaktır.
Yukarıdaki âyette geçen rettil emrinin, daha sonra gelen tertîlâ masdarıyla kuvvetlendirilmesi de, bu tertilin en güzel bir biçimde yapılmasının istendiğini gösterir.
Hz. Ali R.A.)'ye tertîlin manası sorulduğunda :
ألترتيل: تجويد الحروف ومعرفة الوقوف
Yani, tertîl; harflerin tecvidi, güzelce çıkarılmaları ve Kur'ân okurken durulacak yerlerin bilinmesidir. buyurmuştur.(Neşr)
Kur'ân'ı okurken, kelimeleri veya harfleri birbirine karıştıracak derecede sür'atten kaçınmak da tertîlin diğer bir yönüdür. Hz. Ömer (R.A.) de
«Yola gitmenin fenası; hayvanı bîtap edecek derecede sürmektir. Kıraatin kötüsü; kelimeleri birbirine karıştıracak derecede sür'atli okumaktır.» buyurur.(Keşşaf)
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ
(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.(Kıyame,16)
Resûl-i Ekrem, gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele ile tekrarlamaya çalışıyordu. Ayette buna işaret edilmektedir.
Bir söz, ne kadar güzel olursa olsun, gereği gibi okunmayınca güzelliği kalmaz, Kelamın tertîl üzere okunması ise; sadece ses güzelliği ile, gelişigüzel eze-büze teganni etmek, saz teli gibi sade ses üzerinde yürümek kabilinden bir musiki işi değildir. Nazmın, mana ile ilişkisi ve lisan, fesahat ve belagatı hakkıyla gözetilerek, ruhi ve manevi bir uyumla, yerine göre şiddet, yerine göre yumuşaklık gösterilerek, manayı duyup yaşayarak ve başkalarına da duyurmak üzere tecvide dikkat ederek okuma işidir,
Müzemmil suresinde ifade buyurulan gece kalkıp Kur'ân'ı tertîl üzere okumaktan maksat, Kur'ân'm hem namazda hem de namaz dışında okunması, öğrenilip öğretilmesi ve tebliğ edilmesi olabilirse de örfte namazda okunmasıdır.(Elmalılı, Hak Dili..7/5426)
وَقُرْآَنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلًا
Biz onu, Kur'ân olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sure sure) ayırdık; yine onu peyderpey indirdik. (Isrâ: 106)
Rasûlüllah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Kur'ân'ı Allah'ın emrettiği gibi, tane tane, harfleri belirte belirte okurdu. Hızlı okumaz, yavaş yavaş okurdu. Öyle ki, onun tertîl üzere okuduğu bir kısa sure, daha uzun bir sure okuyanınkinden daha fazla sürerdi. Ayıca her_ayetin sonunda birmiktar durur,onu sonraki ayete eklemezdi.(Sıfatı Salatin Nebi, Albani)
Ümmü Seleme validemiz (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah Efendimiz Kıır'an-ı Kerim'i, âyet sonlarında durarak okurlardı. Meselâ Eâtihâyı okurlarken; "el-Hamdü lil-lâhi Rabbi'l-âlemın" derler ve dudnırlar; "er-Rahmân'ir-Rahlm" derler dururlar; "Mâliki yevm'id-dîn" şeklinde vakf ede ede (dura dura)okurlardı. (Müsnet, Tirmizi ,Hakim)
Abdullah b. Amr b. el-Âs, Radıyallahu anhümâden gelen bir rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) «Kur'ân oku da yüksel, Okuduğun nisbette Cennet basamaklarından yukarı çık. Dünyada tertîl ile okuduğun gibi Cennet'te de öyle oku. Çünkü senin Cennet'te yerleşeceğin yer, okuduğun âyetin son noktasındadır. Ne kadar okursan okadar yükselirsin» buyurmuştur. (Ebu Davut)
Düşünmek ve Öğüt Almak îçin Kur'ân Okumak
Allah Rasûlü -salât ve selam üzerine olsun- Kur'ân'ı hissederek, yaşayarak ve tefekkür ederek okurdu. Kur'ân okurken acele etmez, ashabına da ağır ağır okumalarını ve acele etmemelerini tavsiye buyururdu:
Kim Kur'ân'm tamamını üçlünden az bir zamanda okursa, onu anlamamış olur Kur'ân, öğüt almak, iyiden iyiye düşünmek, anlamak, hissetmek, hidayet bulmak, imanı artırmak, basiret kazanmak... amacıyla okunur:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آَيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Müminler o kimseler ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman (o âyetler onların) imanlarını artırırız onlar Rablerine tevekkül ederler. (Enfal,2)
Kur'ân'm tefekkür, tedebbür, tezekkür, tefakkuh ve tevekkül için indirilmiş bulunduğunu ifade eden âyetlerin sayısı bir hayli fazladır. Toparlamak gerekirse; Kur'ân, anlamak, öğrenmek, düşünmek, öğüt ve ibret almak; Allah'ı, O'nun emir ve yasaklarını hatırlamak ve hatırlatmak, imanı ve takvayı artırmak, hidayete ermek, kalp gözünü açmak, huzur ve sükun bulmak için okunur.
Hançerelerin Ötesine Geçmeyen Kıraet
Bu amaçlar için değil de, kuru kuruya, şarkı söyler gibi teganni yaparak okumak, Kur'ân'm kastettiği kıraet ve tilavet değildir. Böyle bir kıraette hayır yoktur. Okuyucuya bir fayda da sağlamaz.
Hz. Ali -Allah ondan razı olsun- kıraet hakkında şöyle buyurur:
Kendisinde anlayış ve idrakin bulunmadığı hiçbir ibadette ve yine kendisinde tedebbürün (düşünmenin) bulunmadığı hiçbir kıraette hayır yoktur! (Gazali, İhya, 1,799..)
Rasûlüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Kur'ân okuyan, ancak okudukları hançerelerinden öteye geçmeyen şarkıcı tipler hakkında şunları söyler:
Kur'ân'ı Arap lalını (fonetiği, üslubu) ile okuyunuz! Onu, fâsıkların, Yahudi ve Nasarâ'nın lahnı ve tavrı ile okumaktan sakınınız! Benden sonra bir topluluk gelecek, onlar Kur'ân'ı şarkıcıların, rahibelerin ve yas tutan kadınların üslubu ile okurlar. Okurlar ama, okudukları hançerelerinden öteye geçmez. Onların da, bu okuyuşlarından hoşlananların da kalpleri fitne ile dolmuştur". (Beyhaki, Şuab)
Ne Okuduğunu Bilmeyenler
Buraya kadar yapılan izahlardan anlaşılmış olmalıdır ki; anlamak, idrak edip düşünmek, öğüt almak ve ilahi hakikatleri hatırlamak için değil de, ses gösterisi için, teganni yapmak için, para-pul için, adet yerini bulsun için Kur'ân okumak, Kur'ân'dan sâ-hûn (habersiz ve gafil) olmak demektir. Namazda bu türden bir kıraetin faydası olmadığı gibi, dil alışkanlığı ile birşeyler mırıldanmanın da hayrı yoktur.
Nitekim Mâûn suresinde şöyle buyurulur:
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ * الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ * الَّذِينَ هُمْ يُرَاءُونَ
Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar kıldıkları narnazdan habersiz ve gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar. (Mâûn: 4-6)
Ne söylediğini bilmeden namaz kılmanın bir anlamı olmadığı şu âyette daha açık bir şekilde belirtilmiştir:
Sarhoş olduğunuz zaman, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. (Nisa: 43) ;
Rasûlüllah -sallaüâhu aleyhi ve sellem-, namazda okunanları iyi dinlemeyen ve anlamayanları şiddetle uyarır:
Nebi -aleyhisselam-, kıldığı bir namazda bir âyet atlamıştı.
Namazdan çıkınca!
-"Ne okudum?" diye sordu.
Herkes sükut etti, bilemedi. Bunun üzerine Übeyy bin Ka'b'a sordu. O da:
-"Falan sureyi okudunuz, filan ayeti de atladınız; âyet men-suh mu oldu, yoksa kaldırıldı mı, bilemedik!" dedi. Rasûlüllah aleyhisselam-:
-"Senin aklın başında buyurdu.
Sonra diğerlerine dönerek; şöyle dedi:
-"Bu ne haldir? Bir topluluk ki namaza hazırlamr saflarmı düzeltirler ve peygamberleri de kendi aralarında olduğu halde, onlara Railerinin kitabından ne okuduğunu bilmezler. Dikkat edin! îsrâiloğulları da böyle yaptı ve Allah Azze ve Celle, peygamberine vahyetti ki: 'Ümmetine söyle; bedenleriniz ile bana ibadete hazırlanır, dilleriniz ilede okursunuz; fakat kalpleriniz benden uzaklaşır. Bu yaptığınız batıldır". (Ahmed,4,409)
Hüzünlenerek, Ağlayarak ve Korkarak Okumak
Kur'ân; yaşayarak, hissederek, duygulanarak, hüzünlenerek, ür-pererek, korkarak, titreyerek, gözyaşları içinde okunması gereken bir kitab-ı ilahidir.
Kur'ân'm nasıl okunması gerektiğini bizzat Kur'ân âyetleri oldukça çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır
وإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آَيَاتُ الرَّحْمَنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا
"Onlara çok esirgeyici olan (Alla'ın) ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı."(Meryem.58)
Allah, âyetlerini birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rab'lerinden korkanların, bu kitabdan tüyleri ürperir. Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar ve yatışır, işte bu kitap, Allah'ın hidayet rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptınrsa, artık ona yol gösteren bulunmaz. (Zümer: 23)
Yüce Rabb'imizin, Kur'ân'ı anlama, uygulama ve uygulatma sorumluluğunu omuzlarına yüklediği biz aciz kullar, bu misaller üzerinde ne kadar düşünsek azdır.
Rasûlüllah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Kur'ân'ı hüzünlenerek ve korkarak okumayı tavsiye buyurmuştur:
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ نَزَلَ بِحُزْنٍ فَإِذَا قَرَأْتُمُوهُ فَابْكُوا فَإِنْ لَمْ تَبْكُوا فَتَبَاكَوْا وَتَغَنَّوْا بِهِ فَمَنْ لَمْ يَتَغَنَّ بِهِ فَلَيْسَ مِنَّا
"Şüphesiz Kur'ân hüzün ile inmiştir. Onu okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız, ağlar gibi yapın! Onu tecvitli okuyun Kim onun hakkını vererek okumazsa bizden değildir "(İbn Mace, Beyhaki, Ebi Yala)
"Kur'ân okuma bakımından insanların en güzel seslisi, onu Kur'ân okurken dinlediğinizde Allah'tan korktuğunu anladığınız kişidir". (İbn Mace,no.1339)
Allah'ın Rasûlü -salât ve selam üzerine olsun- namazda veya herhangi bir zaman Kur'ân okurken çok duygulanır ve çok ağlardı.
Rasûlüllah, îbn Mes'ud'a Kur'ân okutur; o Kur'ân okumaya başladığında gözyaşlarını tutamazdı. (Buhari,Fedail,78)
Abdullah bin Şıhhîr şöyle anlatıyor:
"Bir gün Rasûlüllah'ın yanma gelmiştim. Namaz kılıyordu ve ağlamaktan göğsü kaynar gibi ötüyordu". (R.Salihın,1/486)
Yine bir gün, Nebiyy-i Ekrem -aleyhisselam-, kıldığı bir gece namazında
إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Eğer onlara azab edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır; eğer onları mağfiret edersen, şüphesiz sen Azız ve Ha-kîm'sin!" (Mâide: 118) ayetini okuyunca öylesine duygulandı ki, bu âyet-i Kerîmeyi sabaha kadar tekrar etti. (İbn Mace,no:1450)
Sahabe-i kiram da aynı şekilde hareket ederdi: Bir keresinde Temîm-i Dârî'nin Câsiye suresinin 21. ayetini, Sa'îd bin Cü-beyr'in ise Yasin suresinin 59. ayetini sabaha kadar tekrar ettikleri rivayet olunur. (İhya,1/800)
en-Nevevî (öl. 677/1278) bu konuda şöyle der: "Bu hususta bir çok hadîs ve selefin eserleri vârid olmuştur. Hz. Ömer (r.a.), cemaatle sabah namazı kılıyordu. Yûsuf sûresini okudu ve gözyaşı köprücük kemiğine akıncaya kadar ağladı. Diğer rivayete göre arka saftakiler duyuncaya kadar ağladı. Ebû Recâ'dan rivayete göre demiştir ki: "İbnu Abbas (r.a.)'ın gözlerinin altını, gözyaşı akıtan tasma gibi olduğunu gördüm" demiştir. (Tibyan, 47)
el-Gazâlî (öl. 505/1111), kıraat esnasında ağlamanın müstehap olduğunu kaydettikten sonra, kalpte hüznü hasıl etmenin yolunu şöyle anlatır: "Kur'ân' daki tehditleri, şiddetli vaîdleri, sözleşme ve ahidleri düşünmekle, sonra bu hususlardaki kusurlarını gözden geçirmekle kalpte hüzün meydana gelir. Şayet bir kimsenin kalbine hüzün ve ağlama gelmiyorsa, bunu kaybettiğine ağlasın, çünkü bu hâl en büyük musibettir" (İhya, 1,285)
Hasan-ı Basrî'nin konuyla ilgili şöyle dediği nakledilir:
Kur'ân'ı inanarak okuyanların hüznü artar, sevinci azalır; ağlaması çoğalır, gülmesi azalır; meşgalesi çoğalır, tembelliği ve huzuru azalır. (İhya,1/800)
Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı en iyi okuyup anlayan, onu okurken en çok duygulanan Allah'ın Rasûlü -aleyhisselam- ve onun temiz arkadaşları idi. Müslümanların, giderek imani ve amelî konularda zaafa uğramaları, Kur'ân ve sünneti ihmal edip bir kenara iterek dünyaya meyletmeleri, Allah'ın âyetlerini sadece camilerde, kabirlerde ve belli merasimlerde şarkı okur gibi kıraet eder hale gelmeleri, onları Kur'ân'ı anlayıp duygulanmaktan mahrum bırakmıştır. Maalesef, Kur'ân'la aramıza perdeler girmiştir.
Kıraette Ses Tonu
Ebû Dâvûd (öl. 275/888) şöyle bir hadîs-i şerîf rivayet eder: "Nebî (s.a.v.) bir gece (evinden) çıktı, Ebû Bekir (r.a.)'e (uğradı, O) alçak sesle (Kur'ân) okuyarak namaz kılıyordu. Ömer (r.a.)'e uğradı. O da yüksek sesle okuyarak namaz kılıyordu. Her ikisi de Resûlüllah (s.a.v.)'in yanında toplandılar. Resû-lüllah (Ebû Bekr'e):
- Ey Ebû Bekr, sana uğradım, alçak sesle okuyarak namaz kılıyordun, dedi.
Ebû Bekr:
- Ben seslendiğime işittiriyorum, ey Allah'ın Resulü, dedi.
Resûlüllah, Ömer'e: - Sana uğradım, yüksek sesle okuyarak namaz kılıyordun, dedi. O da:
- Ey Allah'ın Resulü, uyuklayanları uyandırıyor, şeytanı da koğuyordum, dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekr (r.a.)'e:
- Sesini biraz yükselt. Ömer (r.a.)'e de:
- Sesini biraz alçalt, dedi. (Ebu Davut,1/305)