• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam258
Toplam Ziyaret5103724
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Zulüm Büyük Günahlardandır

ZULÜM BÜYÜK GÜNAHLARDANDIR

 

AYET : İBRAHİM SURESİ – 42. AYET

 

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ:

 

        MEALİ :

 

     “(Ey Peygamberim! ) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)

 

     Bugünkü sohbetimizde zulümden söz edeceğiz. Zulüm, adaletin karşıtı olan bir kavramdır,  haksızlık  demektir. Adalet, nasıl  her  şeyi  yerli  yerine koymak demek ise, zulüm de bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Dinimiz  her  şeyde  adaleti  emretmiş, zulmü  ve haksızlığı ise yasaklamış ve büyük günahlardan saymıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kullarına zulmedici olmadığı, zulmedenleri sevmediği ve zalimleri yaptıkları zulüm sebebiyle cezasız bırakmayacağı bildirilmektedir. Bir ayet-i kerime’de Allah şöyle buyurmuştur:

 

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ:

 

     “(Ey Peygamberim! ) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)

     Allah Teâlâ’ya yerde ve göklerde hiçbir şey gizli değildir. Hepsi O’nun bilgisindedir. Kimin ne yaptığını ve hatta içinde neyi sakladığını bilir. Başkalarına zulmedenleri de bilir, ancak onların cezalandırılmasını dilediği zamana kadar erteler, fakat ihmal etmez. Bir kutsi hadiste Allah  Teâlâ şöyle buyurmuştur:

     “Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.”

     İnsanların  dokunulmaz  hakları  vardır. Bunlara dokunulması haram ve yasaktır. Peygamberimiz (SAV), Veda Haccı’nda bu konunun üzerinde önemle durmuş ve şöyle buyurmuştur:

     “Kesin olarak söylüyorum ki, kanlarınız, mallarınız, şeref ve haysiyetiniz bu ayda, bu şehirde bugünün  hürmeti  gibi  haramdır. Rabbinize  kavuştuğunuzda yaptığınızdan sizi sorgulayacaktır.” 

     Zulüm  üç  çeşittir: 

     BİRİNCİSİ, Allah’a  ortak  koşmaktır. Allah, kendisinden  başka  ilâh olmayan  bir mabuttur. Yani   ibadet   yalnız   O’nun   hakkıdır, O’ndan  başkası  ibadete  müstahak  değildir. Çünkü yaratan, yaşatan O, akıl gibi üstün yeteneklerle insanı  donatan  O, öldüren  O, diriltecek  olan  O, sonra sorgulayacak  olan  O. O’nun  için  de  ibadet  yalnız O’nun   hakkıdır. İbadette   Allah’a   başkasını   ortak koşmak, Allah’ın  hakkını  Allah’tan  başkasına  vermektir  ki, en  büyük  haksızlıktır.  Nitekim  Lokman (AS)’ın   oğluna   yaptığı   ve   Kur’an-ı   Kerim şöyle haber verir:

 

 

وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ:

 

      “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü Allah’a ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”  (LOKMAN SURESİ – 13. AYET) 

     Kur’an, Allah’a kavuşmayı ve yaptığı iyiliklerin karşılığını  almayı  uman  kimselerin  Allah’a  ortak  koşma haksızlığını yapmamalarını hatırlatırken de şöyle buyuruyor:

 

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً:

 

     “De ki: Ben de sizin gibi ancak bir  beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun  için  her  kim  Rabbine  kavuşmayı arzu ederse iyi iş yapsın ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.”  (KEHF SURESİ – 110. AYET)  

     Allah  Teâlâ, kulunun  kendisine  yaptığı  ibadete başkasını ortak koşma haksızlığını bağışlamayacağını bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır:

 

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيداً:

 

     “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun   dışında   dilediğini   bağışlar. Allah’a ortak koşan muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.”  (NİSA SURESİ – 116. AYET)

     Hasan’ın hakkını alıp Ahmet’e vermek, nasıl bir haksızlık ise, ibadet yalnız Allah’ın hakkı iken, ona başkasını da ortak kılmak, aynı  şekilde ve daha da büyük bir zulümdür.    

     İKİNCİSİ, kişinin kendi nefsine yaptığı zulümdür. Allah  Teâlâ  insanı  yaratıkların  en  şereflisi  kılmış, kâinatta kendisinden başka her ne varsa hepsini ona hizmet için yaratmış, gönderdiği Peygamberlerle de O’na emir ve yasaklarını bildirmiştir. Allah’ın şerefli kıldığı insan Allah’tan başkasına taparsa ve Allah’ın yasakladıklarını yaparak günah işlerse kendisine yazık etmiş ve haksızlık etmiş olur. Allah’ın aziz kıldığını o zelil kılmış olur. Kur’an-ı Kerim, günah işleyenlerin nefislerine zulmetmiş olduklarını bildiriyor. Ve bundan tevbe ederek nefislerini arındırmaları emrediliyor. Günahın insan gönlünde bir kir ve leke olduğu, bu kir ve lekenin ancak tevbe ile temizleneceği Peygamberimiz  (SAV) tarafından bildiriliyor.

     ÜÇÜNCÜSÜ, başkalarına yapılan haksızlıktır. Müslüman  herkes  ile  iyi  geçinir, kimseye  haksızlık  etmez, kimseye   haksızlık   yapılmasına   razı   olmaz. Peygamberimiz  (SAV),şöyle buyuruyor:

     “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman Müslüman’a zulmetmez. Müslüman Müslüman’ı (başına gelen musibette) yalnız bırakmaz.”

     Mümin kimse başkasına zulmetmez. Hiç kimsenin malını haksız yere zimmetine geçirmez. Tarlada, bağda  ve  bahçede  komşularının  hududuna  tecavüz etmez. Bilir  ki  bir  gün  bu  yaptıklarından  Allah’ın huzurunda sorgulanacak ve üzerine aldığı kul hakları  sahiplerine  verilecektir. Bunun  şüphe  götürmez olduğunu bakınız Peygamberimiz (SAV), neyi örnek vererek açıklıyor:

     “Haklar kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü alınacaktır.”

     Haksızlık  ve  hırsızlıkla  zimmete  geçirilen  mal, para, mülk  ve  toprak  kıyamet  gününde  sahiplerine ödenecek ve hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Peygamberimiz (SAV):

     “Bir kimse yemin ederek bir Müslüman’ın hakkını  zimmetine  geçirirse  Allah  o  kimseye  cehennemi vacip  kılar, cenneti haram eder.” buyurdu. Bunun üzerine bir adam: “Eğer o hak, değersiz bir şey ise de mi?” deyince, Peygamberimiz (SAV): “İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun.” buyurdu.

     Haksız  olarak  bir  mala  sahip  olmak  için  yalan yere yemin etmenin büyük bir vebal olduğu ve kişiyi elim bir azaba uğratacağı ayet ve hadislerde ifade edilmiştir.

     Peygamberimiz (SAV): “Her kim hakkı olmadığı halde bir Müslüman’ın malını  zimmetine  geçirmek  için  yemin  ederse  Allah’ın hışmına uğrayarak huzuruna çıkar.”  buyurdu. Abdullah İbni Mes’ûd diyor ki: Sonra Peygamberimiz (SAV), Allah’ın kitabından bunu tasdik eden şu ayeti okudu:

 

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَلِيلاً أُوْلَـئِكَ لاَخَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ:

 

     “Allah’a  karşı  verdikleri  sözü ve  yeminlerini  az  bir  paraya  satanlar  var  ya; İşte  onlar  için  ahirette hiç bir nasip yoktur.”  (ÂL-İ İMRÂN SURESİ – 77. AYET)

     Ebû Seleme (RA) ile (kendi kavminden) bazı kimseler arasında yer konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Ebû Seleme (RA) durumu  Hz.  Aişe (RA)’ya   arz edince   Hz.  Aişe (RA), Ebû Seleme (RA)’ya: “Ey Ebû Seleme! Haksız olarak bir yeri almaktan sakın. Çünkü Peygamberimiz (SAV): “Kim ki başkasına ait bir yerden bir karış kadar bir  yere  tecavüz  ederse  kıyamet  gününde  yedi  kat yerden (isabet eden toprak) o tecavüz edenin boynuna halka gibi geçirilir.” buyurdu.” demiştir.

     Müslüman, bir gün Allah’ın huzurunda yaptıklarının hesabını vereceğine inanan insandır. Peygamberimiz (SAV), bu hesap gününden önce zimmetine geçirdiği hakları sahiplerine vermesini veya onlardan helallik  almasını öğütlüyor ve şöyle buyuruyor:

     “Bir kimse din kardeşinin iffetine yahut malına haksız olarak dokunmuş ise; altın gümüş bulunmayan  kıyamet  gününden  önce  ondan  helallik  alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlık oranında onun iyiliklerinden  alınıp  hak  sahibine  verilir. İyiliği    yoksa (veya iyiliği borcunu karşılamıyorsa) hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık edene yükletilir ( ve böylece ödeştirilir).”

     Kişilerin  mülkiyetinde  olan  mal  ve  topraktan haksız yere bir şey almak nasıl günah ise, kamuya ait mal ve topraktan haksız  yere bir şey almak da aynı şekilde günahtır. Çünkü bunda topyekûn milletin, henüz  tüyü  bitmemiş  yetimin  hakkı  vardır. Müslüman hakkı olmayan bir  şeyi kime ait olursa olsun almaz ve böyle bir mala sahip olmak istemez. Çünkü bu yüktür ve vebaldir. Az önce de ifade ettiğimiz ve Peygamberimiz (SAV)’in konu  ile ilgili uyarısını naklettiğimiz gibi, Müslüman, haksızlığa uğradığını, hakkını savunamadığını bildiği kimseyi yalnız bırakmayıp ona destek vererek  hakkını  almasına  yardımcı  olur.

     Peygamberimiz (SAV): “(Ey  Mümin!)  mümin  kardeşine, ister  zalim olsun, ister  zulme  uğramış  olsun, yardım  et.”  buyurdu. Birisi: “Ey Allah’ın Resulü, şu haksızlığa uğrayan kişiye  yardım  ederiz. Fakat  o  haksızlığı yapan kişiye nasıl yardım edeceğiz?” diye sordu. Peygamberimiz (SAV): “Zalimin  iki  elinin  üstünü  tutar, yani onu zulümden vaz geçirirsin.” buyurdu.

     Cabir  (RA)  şöyle  demiştir:  “Biri  muhacirlerden diğeri Ensar’dan iki çocuk kavga ettiler. Bunun üzerine muhacir yahut muhacirler: “Yetişin ey muhacirler! Ensar’dan olan da: “Yetişin  ey  Ensar!”  diye  bağırdılar. Bu  feryadı duyan Peygamberimiz (SAV) irkildi ve: “Bu nedir, yoksa cahiliyet devrinin dava ve âdeti ihyamı ediliyor?” diye sordu. Orada bulunanlar: “Hayır, öyle bir şey yok. Yalnız iki çocuk kavga ettiler de biri diğerinin kıçına vurdu.”dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Öyle ise zararı yok. Kişi zalim de olsa mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin.” buyurdu.

     Peygamberimiz (SAV),birisinin muhacirleri, diğerinin de Ensarı çağırmalarından endişe etmişti. Çünkü cahiliyet devrinde bir adet vardı. Araplar haklarını almak için akraba ve kabilelerini yardıma çağırırlardı da akraba ve kabileler arasında kavga ve öldürmeler sürer giderdi. İslâmiyet bunu yasaklamış, anlaşmazlıkların çözümünü mahkemelere bırakmıştır. Cahiliye devrindeki bu adet kötü şey ve günahta bir tarafa destek vermekti. Hâlbuki İslâmiyet, günahta değil, iyilikte yardımlaşılmasını tavsiye etmiştir.

     Kişi haksızlığını kabul ederse ne yargıya gitmeye ne de kavga etmeye gerek kalmaz. Çünkü yargı bilgi ve belgelere göre karar verir. Bu az da olsa bazen haksızı haklı, haklıyı haksız kılabilir. Peygamberimiz (SAV)’in saygıdeğer eşi Ümmü Seleme (RA) diyor ki:

     “Peygamberimiz (SAV),kapısının önünde davalı ve davacının gürültü ettiklerini duydu. Yanlarına gitti ve onlara şöyle buyurdu: “Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana yargılanmak  için  davacılar  geliyorlar. Onlardan  bazısı diğerlerinden  (maksadını  anlatmak  ve  delil  getirmekte)  daha  usta  olabilir. Ben  ise  (işittiğim  söze göre)  onu  doğru  sanarak  lehine  hükmedebilirim. Kimin lehine bir Müslüman’ın hakkıyla hükmettimse o bilsin ki bu hak (ona helâl değil)  ateşten bir parçadır. İster onu alsın, ister bıraksın.”

     Zulüm kalbin kararmasından meydana gelir. Zalimin  kalbi  hidayet  nuru  ile  aydınlanmış  olsaydı, zulmün  sonuçlarını  düşünür  ve  buna  yaklaşmazdı. Kalbin bu kararması kıyamet günü insanı karanlıklar içinde bırakacaktır. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Zulüm, kıyamet gününde karanlıklardır.”

     İbni Cevzî şöyle diyor: “Zulümde iki günah vardır. Birisi, haksız yere başkasının malını almak, diğeri de adaletle emreden Allah Teâlâ’ya muhalefet etmektir ki, bu, insanların işledikleri günahların en büyüğüdür. Hiç şüphesiz  ki  zulüm, Allah’tan  başka  yardımcısı  olmayan  zayıf  kimseye  karşı  işlenen  çirkin  bir  iştir. Zayıf  olan  kimse  Allah’ın  korumasında  iken  ona zulmetmek, Allah’ın  korumasına  önem  vermemek demektir ki, en çirkin bir günahtır.”

     Allah Teâlâ kötülük yapmak şöyle dursun, kötülüğün   söz   olarak   meydana   konulmasını   istemez. Gerçi Allah ne iş olarak, ne söz olarak ne gizli ne aşikâr kötülüğün hiçbirini sevmez. Fakat sözle olsun kötülüğün ilân edilmesinden ve açıklanmasından hoşlanmaz ve bunu yapana gazab ve azap eder. Ancak zulmedilmiş, hakkına tecavüz olunmuş olan kimsenin  feryat  etmesine, zalim  aleyhinde  bağıra bağıra  beddua  etmesine  izin  vermiştir. Hatta  zalimin kötü sözlerine karşılık vermesine müsaade etmiştir.

 

 

 

 

     Nitekim Kur’an-ı Kerim, şöyle buyuruyor:   

 

فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ:

 

     “Allah, kötü   sözün   açıklanmasını   sevmez. Ancak zulme uğrayan hariç. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.”  (NİSA SURESİ – 148. AYET)    

     Bu ayet-i kerime’nin şöyle bir olay üzerine indiği rivayet edilir:

     Bir  gün  Peygamberimiz (SAV)’in  huzurunda  bir  adam Hz. Ebû Bekir (RA)’ın yüzüne karşı küfretmişti. Hz. Ebû Bekir (RA) karşılık vermemiş susmuştu. Adam küfretmeye devam edince Hz. Ebû Bekir (RA) dayanamamış karşılık vermişti. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV), meclisten kalkıverdi. Hz. Ebû Bekir (RA): “Ey Allah’ın Resulü, o bana söverken oturuyordunuz, ben karşılık verince kalktınız.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Evet, bir  melek  senin  tarafından  ona  cevap veriyordu. Sen karşılık verince o melek gitti, şeytan geldi, şeytan gelince ben de oturmadım.”  buyurdu. 

     Peygamberimiz (SAV)’in, Hz. Ebû Bekir (RA)’ın karşılık vermesi üzerine meleğin yerini şeytan aldı buyurması, o sırada iki tarafı çatıştırmak için şeytanın da faaliyete geçtiğini ifade etmektedir. Gerçekten o sırada tarafların  şuursuz bir duruma gelmeleri, bunun bir şahididir. Peygamberimiz (SAV)’in ayağa kalkmaları ile de tarafların kızgınlığıyla hoş almayan bir durum meydana getirmelerinin önünü almak için güzel bir çare öğretilmiş oluyor.  

     Evet, haksızlığa  uğrayan  kimse  kendisine  haksızlık edene misliyle karşılık verebilir. Bu karşılık verme, kendisine söylenen çirkin sözleri aynen iade şeklinde olabileceği gibi beddua şeklinde de olabilir. Ancak  sabredip, kendisine  kötü  söz  söyleyeni affetmesi daha iyi olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ:

 

     “Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah zalimleri sevmez.”  (ŞÛRA SURESİ – 40. AYET)

     Ayet-i   Kerime, kendisine   kötü   söz   söylenen kimsenin  aynen  karşılık  vermesinin  hakkı  olduğunu, ancak affetmesinin hem büyük bir erdemlik hem de Allah’ın razı olacağı ve karşılığını vereceği bir davranış olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir haksızlığa uğrayan kimsenin, haksızlığı yapana beddua da edebileceğini söylemiştik. Zalim, zulmettiği  kimsenin  bedduasından  sakınmalıdır.  

     İbni  Abbas  (RA)  şöyle  diyor:

     Peygamberimiz (SAV), Muâz’ı  Yemen  halkından  Müslüman  olanların  zekâtlarını toplayacak ve ihtiyaç duydukları dinî hükümleri onlara öğretecekti. Peygamberimiz (SAV)’in, Muâz (RA)’a verdiği emirler arasında şu da vardı: “Ey Muâz -günahkâr olsa bile- mazlumun duasından sakın, çünkü mazlumun duası ile Allah arasında -duanın kabul edilmesine engel- hiçbir perde yoktur.”

     Bir başka hadis-i şerif de şöyledir:

     “Üç sınıf insan vardır ki, bunların duası Allah tarafından geri çevrilmez: İftar zamanında oruçlunun  duası, âdil  devlet  başkanının  duası  ve  mazlumun duası, zulme uğrayan kimsenin duasını Allah, bulutların   üstüne   çıkartır; gökyüzünün   kapıları mazlumun  duasına  açılır  da  Allah  Teâlâ; İzzetim hakkı için, ey zulme uğrayan kimse, bir zaman sonra da olsa elbette sana yardım ederim.” buyurur.

     Kimseye haksızlık etmeyelim. Kimsenin malını, mülkünü  haksız  yere  zimmetimize  geçirmeyelim. Kimseye kötü söz söylemeyelim. Özet olarak söylemek gerekirse, kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmayalım. Bu konuda meşhur bir hadis-i şerifle konuşmamızı tamamlayalım.

     Ebû  Hüreyre  (RA)  anlatıyor:

     Peygamberimiz (SAV): “Biliyor  musunuz, müflis  kimdir?”  buyurdu. Orada bulunanlar: “Bizce müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.”dediler. Peygamberimiz (SAV): “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç, zekâtla gelir, fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun iyiliklerinden bu adamların her birilerine verilir. Üzerinde  olan  haklar  ödenmeden, iyiliği  tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir; sonra o kimse cehenneme atılır.” buyurdu.  (İşte müflis -iflâs etmiş- buna denir.)”

     Allah, hiçbirimizi    bu    duruma    düşürmesin. Âmin.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

 

 

 

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat