HERKES YAPTIĞINDAN SORUMLUDUR
AYET : BAKARA SURESİ – 134. AYET
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَامَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ:
“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandığı kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizin. Ve siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmanınız.”
(BAKARA SURESİ – 134. AYET)
Bu ayet-i kerime aynı surede iki defa tekrar edilmektedir. Birincisi, geçmiş peygamberlerin çoğunun kendi soylarından; diğeri, ise bazı peygamberlerin Hıristiyan veya Yahudi dininden olduğunu söyleyerek iftihar edenlere cevap olarak nazil olmuş; sadece soy-sop üstünlüğünün ve atalarına alt din ve faziletin İnsanı kurtaramayacağını, herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğunu beyan etmiştir.
Ayet-i kerimenin atalarımızın iyi olmayan hallerini körü körüne taklit etmeyi yasakladığını kaydeden Alûsi, bu ayetin manasını tam ederken şöyle söyler:
“O halde ondan körü körüne taklit ederek onlara bağlı kalmayın. Çünkü herkese ilim, amel, inanç, yaşayış ve ahlâkından ne kazanmış ise o verilecektir. O halde işinizde basiretli olunuz. Onların nail oldukları iyiliğe kavuşmak için onların yaptıklarını siz de yapınız.”
Fahreddin Er-Râzî de ayet-i kerime ile ilgili meselelere temas ederken ilk nokta olarak taklidin batıl olduğunu bildirdikten sonra şöyle der:
“İKİNCİ MESELE: Ayet ehli kitabın iman etmesi, Hz Muhammed (SAS)’e tâbi olması ve ona muhalefet etmemesi gerektiğine delalet etmektedir.
ÜÇÜNCÜ MESELE: Ayet, Yahudilerin “Babaların iyiliği çocuklara da fayda verir.” sözlerinin aksine atalarına itaatinden dolayı çocuklara sevap verilmeyeceğine delalet eder. Bu hususta Hz. Peygamber (SAS)’den şu hadis rivayet edilmiştir:
Efendimiz (SAV), yakınlarına şöyle seslenirler: “Ey Muhammed (SAV)’in halası Safiyye ve ey Muhammed (SAV)’in kızı Fatıma! Kıyamet gününde yanıma amellerinizle geliniz; nesebinizle değil. Yoksa sizi Allah yanında hiçbir şeyden kurtaramam. Bir kimsenin ameli geri ise nesebi onu ileri götüremez.”
Allah Tealâ da ayetlerde şöyle buyurmuştur:
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءلُونَ:
“Sur üfürüldüğü zaman artık aralarında o gün soy-sopları kalmadığı gibi birbirlerinin halini de soramazlar.” (MÜMİNUN SURESİ – 101. AYET)
لَّيْسَ بِأَمَانِيِّكُمْ وَلا أَمَانِيِّ أَهْلِ الْكِتَابِ مَن يَعْمَلْ سُوءاً يُجْزَ بِهِ وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللّهِ وَلِيّاً وَلاَ نَصِيراً:
“(İş) ne sizin kuruntularınızla, ne de ehl-i kitabın kuruntularıyla değildir. Kim bir kötülük yaparsa ona göre cezalandırılır ve o kendisine Allah’tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamaz.” (NİSA SURESİ – 123. AYET)
وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى:
“Herkesin yaptığı kötülük kendisinden başkasına ait değildir. Günahkâr hiçbir nefis, başkasının yükünü taşımaz.” (EN’AM SURESİ – 164. AYET)
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ:
“De ki: Allah’a ve Peygambere itaat ediniz. Eğer yüz çevirip dönerseniz onun uhdesine düşen, ona yükletilen (tebliğ görevi) dir. Sizin üstünüze düşen de (itaat) dir.” (NUR SURESİ – 54. AYET)
Dördüncü mesele: Ayet, babalarının kâfirliği sebebiyle çocukları da azâb edilir diyenlerin sözünün yersiz olduğunu da ortaya koyar. Yahudiler, babalarının buzağıya tapmak suretiyle küfrettiklerinden dolayı kendilerinin ateşte azâb göreceğini söylemektedirler:
وَقَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّاماً مَّعْدُودَةً:
“Bize ateş sayılı günlerden başkasında dokunmayacak.”
(BAKARA SURESİ – 80. AYET)
Ayetinde de beyan edildiği veçhile buzağıya taptıkları gün sayısınca (40 gün) azab göreceklerini söylüyorlardı. Allah bunun batıl bir iddia olduğunu beyan etti.”
Demek oluyor ki, çocukların durumu iyi ise babaların kötülüğünün onlara bir zararı olmadığı gibi, durum aksine olursa fena evlatları, babanın fazileti, soy-sop üstünlüğü, ibadetleri ve hatta Peygamber oluşu bile kurtaramayacaktır. Herkes kendi yaptığının karşılığını görecektir.
Ayeti kerime bu manalara geldiği gibi mutlak olarak zikredildiği için başka manalara da gelebilir. Geçmiş ümmetler yaptığından sorumlu olduğuna göre onların bize zararlı olan ve hatta faydası dokunmayacak hallerinden bahsetmemek gereğine de işaret edilmektedir.
Nitekim İkinci Ömer diye anılan Ömer b. Abdülaziz halife olunca halk çok sevinmiş, kendisine tebrike gelenlerden bir grup kendisinin iyiliğinden, adaletinden ve hilafete gelişinden memnun olduklarını ifade ettikten sonra halka ve Ehl-i Beyte çok zulmeden selefleri hakkında ne düşündüğünü sormuşlardı. Onların sorusuna cevap olarak bu ayet-i kerimeyi okumakla yetinmişti.
Böylece o büyük zat, hiçbir faydası olmadığı gibi üstelik pek çok zararı olacak münakaşalara girmemeyi tercih etmişti. Gerçekten de halkın birliğini parçalamamak için çok güzel bir cevap. Eski idarecilerin sevmeyenleri ve düşmanları çok olmakla beraber elbette onların yakınları ve sevenleri de bulunabilirdi. Soruya cevap verse idi beğenmediğini, söylemek zorunda kalacaktı. Esasen bir hadisi şerifte Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.”
Bu hadisle Hz Peygamber (SAV), hiçbir zararı olmasa dahi bizi ilgilendirmeyen konuları terk etmemizi tavsiye etmektedir. Bu sebeple Ömer b. Abdülaziz de geçmiş idarecilerin kötülüklerini sayıp dökmeğe ve münakaşaların yenilenmesine lüzum görmemiştir. Ayrıca fitneye en uzak olan kişinin daha hayırlı olduğunu bildiren:
“Oturana göre yatan, ayakta olana göre oturan daha hayırlıdır.”
Hadis-i şerifi ve:
“Sadece zalimlere isabet etmeyecek olan fitneden sakınınız.”
Gibi ayeti kerimelerle de fitneye yaklaşmak kesinlikle yasak edilmiştir. Ömer b. Abdülaziz'in cevabı, bu bakımdan da isabetlidir
Buna bir derviş hikâyesi ile de örnek verelim:
“Bir derviş Ehl-i Beyt’e aşın muhabbet eden dervişlerin bulunduğu bir tekkeye uğrar. Henüz kendilerini ve fikirlerini tanımadığı bu dervişler gariban dervişe Hz Ali - Muaviye ihtilafında hangisinin haklı, olduğunu sorarlar. Derviş: “Ben o kavgada yoktum. Hangisinin haklı olduğunu bilmiyorum.” diye cevap verir.”
Bu cevabı ile hem kendisine kötülük yapılmasından kurtulur; hem de onlara güzel bir ders vermiş olur. Bu ders, çok zaman önce olmuş ve çok konuşulmuş bir ihtilafın münakaşasını yeniden açmanın ve yeni yeni ihtilaflara kavgalara sebep olmanın akıllıca bir iş olmadığı gerçeğidir.
Geçmiş insanların yaptıklarının sorumlusu kendileri olduğu gibi zamanımız insanları için de durum aynıdır. Bu bakımdan birlikte yaşamak zorunda olduğumuz insanların eksiklerini görsek bile görmezlikten gelmeye ve onlar hakkında fena lâkırdı etmemeğe çalışmalıyız. Ayet eskiler hakkında gereksiz konuşmanın uygun olmadığına işaret ettiğine göre zamanımız insanları hakkında da konuşmanın uygun olmadığına evlâ bit-tarik işaret etmektedir. Çünkü insana bir şey kazandırmadığı gibi bazı zararlara girmesine sebep olur. Nitekim onu nehyeden başka emirler de vardır. Gıybetten, zan üzerine konuşmaktan ve alay etmekten... Meneden emirler bu cümledendir. Söz buraya gelmişken Sadi-ı Şirâzi’den bir hikâye dinleyelim:
“Nizamiye Medreselerinde vazifem vardı. Gece gündüz ders müzakere ederdim. Bir gün üstadıma: “Filân dostum bana haset ediyor. Ben hadis-i şerif’in manasını hakkıyla verdiğim zaman o habisin içi karmakarış oluyor.” dedim.
Çok edip bir insan olan üstadım, benden bu sözü işitince kızdı: “Dostunun hasutluğu hoşuna gitmedi. Pekâlâ! Gıybetin iyi bir şey olduğunu sana kim haber verdi? Eğer o kıskançlık cihetinden cehennem yolunu tuttu ise, sende başka bir yoldan ona yetişeceksin.” dedi.”
Gerçekten de bugün hemen herkes, başkalarının ayıbını sayıp dökmek ve geçmiş hadiselerin münakaşasını yapmak suretiyle devamlı anlaşmazlık konuları icat etmektedir. Ülkenin şartları gereği belli zamanlarda rey kullanmak suretiyle ülkenin idaresine katılmak bir vatandaşlık görevi olduğu gibi bunun dinî bir sorumluluğu da vardır. Elbette bu sorumluluğun yerine getirilmesi gerekir. Ancak siyasî meselelerin her gün sakız haline getirilmesi ve her mecliste siyaset konuşulması, ciddi başka meselelerin konuşulmasını, düşünülmesini engellemektedir. Bu durum diğer demokrasi ülkelerinde görülmemekte ve Batılı, sadece oy atacağı sırada meşgul olup sonra münakaşa -dedikodu yapmamaktadır. Bizim de böyle şeylerle meşgul olmak yerine kendimizi ilgilendiren dinimiz ve dünyamız için faydalı şeyler okumayı veya konuşmayı âdet hâline getirmemiz şarttır. Netice; geçmiş ümmetler gibi bizler de kendi yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağız. Dedelerimizin iyi ve faziletli olmaları, bizim iyiliğimiz olmadığı takdirde, bize bir şey kazandırmadığı gibi onların fenalığının sorumluluktan da tamamen kendilerine aittir. O halde bizler eski hadiselerin münakaşalarını yenilersek, haklı-haksız tartışmasına girersek, yeni bir takım kavgalara, anlaşmazlıklara yol açmış oluruz. Bu sebeple “Herkesin hayırdan kazandığı kendine ait, yaptığı fenalığın cezasını da kendisi çekecektir.” Deyip, bize faydalı olan konularla meşgul olmaya çalışmalıyız. Aksi halde başımıza birtakım gaileler açmakla kalmayız; dinimizin açık emirlerine aykırı hareket ettiğimizden dolayı sorumlu da oluruz.
Ayrıca günümüz insanlarının hatalarını araştırmaktan da sakınmalıyız. Gördüklerimizi örtmeğe çalışmalı ve imkân olursa usulüne uygun olarak tashihi cihetine gitmeliyiz. Buna riayet etmezsek aradan sevgi ve saygı kalkar, bunun yerini anlaşmazlıklar alır.
O halde fert ve cemiyet olarak rahat etmenin yollarından birini gösteren bu ayetin gösterdiği yolda yürüyelim, iyiliklerimizi çoğaltmağa, fenalıklardan uzaklaşmağa bakalım. Başkalarının fenalıklarını sayıp dökmekten vazgeçelim.
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ