• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam414
Toplam Ziyaret5103880
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Küçük ve Büyük Günahlardan Sakınmak

KÜÇÜK VE BÜYÜK GÜNAHLARDAN SAKINMAK

 

AYET : NİSA SURESİ -  . AYET

 

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَسَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيراً:

           MEALİ :

 

     “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra peygamberlere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette kendisini cehenneme koyarız. O cehennem ne kötü bir yerdir.”  (NİSA SURESİ -  . AYET)

 

     Yokluktan varlık meydana getiren, bir damla suya peri gibi güzellik veren, insan göz, gönül ve sayısız nimetler bahşeden Allah’a hamd ediyor, her işimizde ondan yardım diliyor, rahmet ve mağfiretine bel bağlıyoruz.

     Allah, kullarına acıyan, düşenlerin elinden tutandır. O’nu kerem seli kullarının bostanına akmaktadır. O, Kur’an-ı Kerim gibi beyanı, Hz Muhammed (SAV) gibi sultanı bize göndererek, bizi zulmetten aydınlığa çıkarmıştır. Artık cihanı kendimize zindan etmenin anlamı yoktur.

     İmanın mihverinde, Kur’an’ın gölgesinde, Allah ve Rasülü (SAV)’in emrinde bulunanlara cennetler vaat edilmiştir. İslami bir hayat yaşayanlar, dünyayı da kendilerine cennet edebilirler. Fakat Müslümanların saadet duyabilecekleri bir hayatları henüz yoktur. Müslüman günahların zehirli oklarına hedef olmuştur.

     Günah işleyen kişi, hiçbir zaman afiyette değildir. Onun sıhhat bulması günaha tövbe edincedir. Günah, kalbi karartan, hayatın tadını kaçıran, imanın neşesini söndüren, Müslüman’ı iki cihanda perişan eden bir haldir. İsyanın ve hüsranın yaylasında at koşturanlara nice azaplar vardır.

     Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, kendisine isyan edenlere azap edeceğini bildirmiştir. İsyanı ve hüsranı meslek edinen nice kavimleri, bütün saltanatlarıyla beraber yerin dibine geçirmiştir. Kur’an-ı Kerim, geçmiş ümmetlerin ibretli kıssalarıyla doludur. Ne var ki insanoğlu ibret almayı bilmiyor. Evet:

“İbreti hikmeti bil, aklın gözü varsa,

           Helaktadır bir insan, eğer nefse uyarsa!”

     Çünkü nefis durmadan kötülüğü emreder, şeytan da ona vezirlik yapar. Böylece insanın dünyası yıkılıverir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

      “Mümin bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta, bir leke vurulur. Bu günaha tövbe ederse kalbi cilalanır ve yeniden parlar; tövbe, isyana devam ederse, siyah noktalar kalbini kaplayıncaya kadar artar.”

     Kalp cihanı bir kere karardı, paslandı mı artık oraya hikmet nuru ve rahmet inmez. Günahı başka bir günah takip eder, nihayet insanın ayağı kayıverir ve insan tövbe etmeye zaman bulamadan mezarın kumlarına batar gider. İşte Allah’ın: “Hayır, hayır! Doğrusu onların kazandıkları günahlar, kalplerinin üzerine pas bağlamıştır.” ayetindeki RAN’ dan maksat budur.

     Gerçek odur ki, günahlar cehennem istikametine açılmış yollardır. O yolları takva ve vera askerleriyle tıkamak ve tutmak lazımdır. Daha önümde çok zaman var, ben keyfime bakayım, sonra tövbe ederim düşüncesi de günahlardan bir günahtır.

 

 

     Hasan-ı Basri şöyle demiştir:

     “Ey Âdemoğlu! Günahı hiç yapmamak, yaptıktan sonra tövbe edip ondan vazgeçmekten daha kolay ve hayırlıdır.”

     Bir gün Enes b.Malik (RA)’ın annesi, Hz Peygamber (SAV)’in huzuruna geldi ve öğüt istedi. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Günahlardan uzaklaş, zira en makbul hicret, günahlardan uzaklaşmaktır. Farz ibadetlere devam et, zira en üstün cihat farzları eda etmektir. Allah’ı çok zikret, zira Allah katında zikirden daha fazla sevimli bir ibadet yoktur.”

     Bir gün Ebu Zerr (RA) Hz Peygamber (SAV)’e sordu: “Ey Allah’ın Rasülü, hangi hicret sahibi daha makbuldür?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Günahları terk edip onlardan uzaklaşandır.”

     Bir gün bir arifin huzuruna bir dostu geldi. Arif ona sordu: “Nasılsın?” Arkadaşı cevap verdi: “Afiyetteyim.” Bunun üzerine Allah dostu dedi ki: “Günah işlemedinse hakikat afiyettesin, ama günah işledinse, günah işleyen hiçbir zaman afiyette olamaz.”

     Yine Allah dostlarından Hatem Hazretleri, Hamid El-Lefaf’ın yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Hamid, nasılsın?” Hamid El-Lefaf cevap verdi: “Afiyetteyim ve selametteyim.” Hatem Hazretleri bu sözden hoşlanmadı, sesinin tonunu yükselterek şöyle dedi: “Ey Hamid! Selamet sırat köprüsünü geçtikten sonra, afiyet te cennete girdikten sonradır. Sen henüz tehlikelerle dolusun, afiyet ne gezer!”

     Bu büyük insanlar bizim halimizi görselerdi, kim bilir ne derlerdi? Gerçekten günah bataklığına batan kimse afiyette olamaz. Günah, imanı kemiren, kalpte nuru söndüren, insanın manevi yüzünü lekedar eden bir illettir. Onun dermanı ise tövbedir.

     “Ben masumum, ben günah işlemem” demek doğru değildir. Çünkü insanız, bir noksanlığımız, bir eksiğimiz her zaman bulunur. İnsanı koruyacak olan Allah’tır. Günahtan kaçmada ve her şeyde O’nun yardımını dilemeliyiz. O’na iltica eden kurtulur. Allah şöyle buyuruyor:

     “O halde hemen Allah’a kaçın.” 

     Kuluna Allah’tan daha merhametli kim var? Allah’ın azabından Allah’ın rahmetine, O’ndan yine O’na iltica etmek var…

     Allah şöyle buyuruyor:

     “Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır ve o, kendisine Allah’tan başka ne bir yar, ne de bir medetkar bulamaz.”

     Evet, dost O, medetkar O, yar O… Peki böyleyken, ömür boyu O’na isyan reva mı? Dost sözü değil de düşman sözü dinleyerek günah müsabakası açanlar, tevbe etmeyi akıllarına getirmeyenler yakında başlarına neler geleceğini göreceklerdir.

     Allah, Hz Musa (AS)’a şöyle dedi:“Ya Musa! Yaratıklarımdan ilk ölen, yani helak olan İblis’tir. Çünkü bana ilk isyan eden odur.” Ve isyan edenleri yaşasalar dahi onları ölü saydı.

     İslam büyükleri: “İsyan, küfrün elçisidir.” demişlerdir. Fudayl b. İyad (RA) şöyle der:

     “Sana göre günah ne kadar küçülürse, Allah katında o nispette büyür; sana göre günah ne kadar büyürse, Allah katında o nispette küçülür.”

     Evet: Günaha aldırış etmemek, onu küçük görmek, günahı unutmak büyük bir gafletin eseridir. Sen unutursun ama Allah unutmaz. Sen henüz bir günahının bile bağışlanıp bağışlanmadığını bilmediğin halde yine de bir gayret göstermiyorsan, bu ne ile izah edilebilir? Günah karanlığından korkunç bir geceye dönen gönülleri tevbe suyuyla temizlemek ve arıtmak lazımdır. Çünkü mağfiretin pak suyu her derde devadır. Günahın devası da tevbedir.

     Hz Ebu Bekir (RA) şöyle diyor: “Karanlık beş türlüdür. Onun beş türlü çırası vardır:

     1-) Dünyayı aşırı sevmek, karanlıktır. Takva onun çırasıdır.

     2-) Günah işlemek karanlıktır. Tevbe onun çırasıdır.

     3-) Kabir karanlıktır. La ilahe illallah zikri onun çırasıdır.

     4-) Ahiret karanlıktır. İyi amel onun çırasıdır. (Çünkü insan ameline göre muamele görecektir.)

     5-) Sırat köprüsü karanlıktır. Yakin onun çırasıdır.

     İnsanı günah seline kapılmaktan koruyacak en kuvvetli silah, Allah korkusudur. Allah, Rahman olduğu gibi, zalimlerden de intikam alıcıdır. Hiç bir zalim O’nun kahrından kendini kurtaramaz. İnsan, günaha, isyana hüsrana dalmakla kendi nefsine zulmeder. Şeytanın adımlarına uyarak günah işlemek nefsin hoşuna gider. Nefsinin bu iyidir dediği şeyde hayır bekleme. Hayır ve saadet, Allah ve Rasülü (SAV)’in emirlerindedir. İnsanın her şeyini yazan, tespit eden, kayda geçiren kâtipler vardır. Hiç bir günah, hiçbir kötülük unutulmaz. Varlığın sebebi olan Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Doğrusu mümin günahlarını, tepesine dikilmiş ve üzerine yıkılacak bir dağ gibi görür. Kötü insan da günahlarını, burnunun ucuna konmuş ve bir şöyle demekle uçup gidecek sinek gibi görür.”

     Derim ki: Nedamet taşı başımıza dokunmadan günahlarımız için tevbe edelim. Derim ki: Ayağımız mezar kumlarına batmadan çare düşünelim. Derim ki: Dilimiz dönerken Allah’ın zikrine devam edelim. Gönül parlatan, günahı mahveden, Allah’ı razı eden zikirdir. Gönüller marifet nuruyla dolup parlayınca artık insan günaha ve isyana dalamaz. Günaha, isyana, hüsrana dalan zaten marifet nuruna, hikmete, takvaya ve veraya eremez. Günah karanlığı gönüllerden hikmet nurunu giderir.

     Ukbe b.Amir (RA) rivayet ediyor: Hz Peygamber (SAV)’e soruldu: “Ey Allah’ın Rasülü! Kurtuluş çaresi nedir?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Diline sahip ol, evinde otur ve günahlarına ağla.”

     Bugün günahına ağlayan, yarın ağlamaz. Bugün gülerek günah işleyen, yarın ağlayarak cehenneme girer.

     Büyük velilerden Feth-i Musli’nin huzuruna bir gün arkadaşlarından biri geldi ve onu gözyaşı akıtırken buldu. Hem öyle bir yaş ki, al renkte akıyordu. Sordu: “Sen kan mı ağlıyorsun?” O: “Evet, kan ağlıyorum.” dedi. Arkadaşı tekrar sordu: “Hayrola, niye kan ağlıyorsun?” O cevap verdi: “Allah’ın bana borç ettiği bir vazifeyi yerine getiremediğim için ağlıyorum.” Nihayet o büyük insan bu âlemden ötelere kanat açtı. Ölümünden sonra onu rüyada gördüler ve dediler ki: “Ey Feth! Allah sana ne gibi bir muamelede bulundu?” O, cevap verdi: “Rabbim beni mağfiretine mazhar buyurdu.” Tekrar sordular: “Vaktiyle akıttığın gözyaşlarının neticesi ne oldu?” Feth-i Musli (RA) dedi ki: “Rabbim kendine yaklaştırdı ve: “Niçin bu kadar ağladın?” diye sordu. Ben:“Allah’ım, Senin bende olan bir hakkını yerine getiremediğimden dolayı ağladım.” dedim. Allah, benden sordu: “Yaş yerine niye kan akıttın?” Ben: “Ey Rabbim! Bana rahmet kapılarını açmayacağından korktuğum için öyle yaptım.” dedim. Allah buyurdu ki: “Senin bütün bu düşüncelerinin sonucudur ki, seni koruyan melekler kırk yıl bana arz ettikleri amel defterinde bir günah bulunamamıştır.”

     İşte erlik bu, işte sultanlık bu… Fakat bunu elde etmek, cihanlara malik olmaktan daha zordur. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Ben sizden daha iyi Allah’ı bilir ve sizden daha çok O’ndan korkarım.” Bu ilahi korku, emniyetin ta kendisidir. Bunun arkasında saadet ve rıza tecellileri vardır.

     Bir bayram günüydü. İnsanlar sokaklara dökülmüş gülüp eğleniyorlardı. Öyle bir sevinç içindeydiler ki, sanki cennet müjdesi almışlardı. Hâlbuki önlerinde daha nice tehlikeler bulunuyordu. Fakat düşünen nerede? Bu gafil insanların sümbül gibi kıvrım kıvrım olduklarını ve çığlık attıklarını gören Hz Ali (RA) sordu: “Bu insanlara ne olmuş ki, böyle çılgınca eğlenip gülüyorlar?” Dediler ki: “Bugün onların bayramıdır, ey müminlerin emiri!” Hz Ali (RA) acı bir tebessümle buyurdu ki: “Bizim bayramımız da günah işlemediğimiz ve Allah’a isyan etmediğimiz gündür.”

     Günahlarla, isyanlarla geçen günlerin ateş şimşeklerinden ve hicran damlalarından ne farkı vardır ki? Fakat gafil insanın bunu bilmeye imkânı yoktur. O hep bu hal üzere kalacağını zanneder. Bilmez ki ecel başına asker gönderecektir ve önünde çok uzun bir yol, çok tehlikeli bir geçit bulunmaktadır.

     Allah dostlarından Ahmet b. Harb (RA) şöyle demiştir:

     “Yeryüzü iki kimseye hayret eder: Biri, yatacağı yeri güzelce döşeyip yumuşak yatağını seren kimsedir. Yeryüzü ona kendi hal lisanıyla der ki: “Ey Âdemoğlu! Bu nazik bedenin bende yataksız olarak uzun müddet kalacak ve sonunda çürüyecektir. Neden bunu hiç düşünmezsin?” Diğeri ise, ufak bir yer parçası yüzünden kardeşiyle hasımlık ve düşmanlık güden kimsedir. Yeryüzü yine kendi hal lisanıyla ona seslenir: “Ey insan! Bu yerlerin önceki sahipleri nerede? Bir düşün!”

     Evet: İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç düşünmez. Öyleleri de vardır ki, az düşünür. Yine insanlardan öyle zatlar vardır ki, tamamen candan el yumuştur ve kendisini Allah’a asker etmiştir. Cihanda Allah askeri olmadıkça, insan başka şeylerin askeri olur. Kimi azdırıcı şeytanın, kimi nefis ve hevanın, kimi putların, kimi paranın, kimi kadınların, kimi şen ve şöhretin, kimi rütbe ve makamın kulu olmaktan kurtulamaz. Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

 

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَسَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيراً:

 

     “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra peygamberlere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette kendisini cehenneme koyarız. O cehennem ne kötü bir yerdir.”  (NİSA SURESİ -  115. AYET)

     Peygamberleri, müminleri, Sırat-ı müstakimi bırakıp kendi kuru kafalarının doğrultusunda giden, isyanın ve hüsranın yaylasında çadır kuran kimseler hayati yorgunluklarını cehennemin ateşten duvarlarına yaslanarak gidermeye çalışacaklardır. Fakat onlara artık bir acıyan olmayacaktır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Hiç şüphesiz Allah kıskanır. Muhakkak mümin de kıskanır. Allah’ın kıskanması, Allah’ın mümine haram kıldığı şeyi müminin işlemesidir.”

     Müslüman olduğu halde bir kimsenin içki içmesi, zina etmesi, kumar oynaması, faiz yemesi, rüşvet alması veya vermesi, Allah’ı gazaplandırır. Mümin günah ormanına daldığında artık onu kurtların kapmasından korkulur. Çünkü her günah, cehenneme açılan bir kapıdır. İnsan cahillik veya gaflet sebebiyle bir günah işlediğinde peşinden hemen bir iyilik yapmalı ki, o günahı mahvetsin. Hemen tevbe etmeli ki, kendisine saadet yolları açılsın.

     Abdullah b. Zeyd anlatır: “Aydınlık bir gecede mezarlığa uğramıştım. Tam o anda bir adamın zincirini sürükleyerek mezardan çıkmakta olduğunu, bir değerinin de zincirinden çekerek döve döve adamı gerisin geri mezara çekmekte direndiğini gördüm. Dövülen adam feryat ediyordu: “Beni niye dövüyorsun? Ben namaz mı kılmadım, oruç mu tutmadım?” Döven ise şöyle diyordu: “Evet, namaz kıldın, oruç tuttun. Fakat yalnız kaldığın zaman Allah’ın görüp bildiğine aldırış etmeden, kimse görmüyor diye isyana daldın. Bilmez misin ki başında gözcüler vardır.”

     Namaz kılan, oruç tutan fakat isyan eden birinin bu türlü bir azaba düçar olması bize ibret olmalıdır. Ya bir de ömründe bir vakit namaz kılmayan, bir gün oruç tutmayan kişilerin hali ne olur acaba?

     Said b. Cübeyr (RA)’a bir gün sordular: “Ey ulu kişi! Haşyet nedir?” O, şöyle buyurdu: “Haşyet, Allah’tan öyle korkmaktır ki, o korku seninle günah arasında perde olup sana günah yaptırmamasıdır.”

     Evet: Rabbini bilen, Rabbinin makamından korkan, Rabbinin huzurunda hesaba çekileceğini düşünen kimse, günaha ve isyana dalıp kalmaz. Günah karanlığıyla lekedar olan kalplere hikmet nuru inmez. Kalbe cila verecek şey; ölümü çok hatırlamak, Kur’an okumak ve zikre devam etmektir.

     Salihlerden bir zat, bir gece evinde lambasını yakmış oturuyordu. Nefsi fena bir şeyi arzu etti ve onu günaha daldırmak istedi. O zat hemen nefsine şöyle dedi: “Ey belalı nefis! Bu lambanın ateşi cehennem ateşinden yetmiş derece daha ehvendir. Şayet buna dayanabilirsen dediğini yaparım, sen de muradına erersin.” Hemen elini lambanın ateşine yaklaştırdı ve feryadı bastı. Ateş dayanılacak gibi değildi. Ateşle şaka da olmazdı, onun dostluğuna da güvenilmezdi. O, yakıcı ve yok edici bir maddeydi. Elini geri çekip yine nefsine döndü ve dedi ki: “Yetmiş derece daha ehven olan bu ateşe dayanamadığın halde cehennem ateşine dayanman mümkün olur mu? Ben sana uyarak kendimi ateşe atamam.” Ve o günahı işlemekten vazgeçti.

     Zaman zaman nefsin kötü arzuları kabarır, ona malik olmak iman kuvvetiyledir. Onu takva urganıyla düğüm düğüm bağlamadıkça insan rahat yüzü göstermez. Çünkü onun bir de ortağı vardır. Şeytan her işte onun yardımcısıdır. İnsanı günahın seline kapılmaktan ahiret inancı kurtarır. İnsan her işinden hesaba çekileceğine yakinen inanırsa, artık rahat rahat günah işleyemez. Ne zaman ki ahiret inancı zayıflar, o zaman insanda günaha meyil başlar. Her yaptığının yanına kar kalacağını zanneder. Bilmez ki, arkasında bir gözcü vardır. Evet:

“Burada icat etsen de nice bin harikalar,

Ecel kuşu bir yerde gelir seni yakalar.”

     Hz Peygamber (SAV), bir gün ölüm döşeğinde yatan bir genci ziyarete gider ve ona sorar: “Ey genç, kendini nasıl buluyorsun?” O kutlu genç dedi ki: “Günahlarımdan korkuyor, fakat Rabbimden ümidimi kesmiyorum.” Hz Peygamber (SAV) buyurdular ki: “Ölüm anında korku ile ümit kimin kalbinde toplanırsa, Allah onu korktuğundan emin kılar, umduğunu kendisine verir.”

     Korku ile ümit, müminin iki kanadıdır. Bütün insanlar içinden cehenneme bir kişi atılacak denilse, o ben olurum diye korkacak ve yine bütün insanlar içinden cennete bir kişi konulacak olsa, o bir kişi ben olurum diye ümit edeceksin. Ama hiçbir amel etmeden de Allah’a karşı boş ümide kapılmak ahmaklık eseridir. Ver sen biz zevkimize bakalım, Allah kerimdir. Dünyaya bir daha gelmeyeceğiz ya, şimdi yaşamanın tadını çıkaralım diyerek günah müsabakası açmak, ahmaklıktan daha da öte bir ahmaklıktır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Benim işittiğimi siz işitebiliyor musunuz? Gökyüzü meleklerin sıkletinden gıcırdadı ve gıcırdamakta haklıydı. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, orada bir meleğin alnını secdeye koymadığı, kıyamda bulunmadığı veya rüku etmediği dört parmak kadar boş bir yer bile yoktur. Eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler çok ağlardınız. Allah’ın azabından ve şiddetli intikamından korkarak Allah’a feryat edip yollara, sahralara dökülürdünüz.”

     Evet: Kim, hangi insan, ben hiç hesaba çekilmeden kurtulur, cennete girerim diyebilir?

“Düşünmezsen hesabı, düşünmezsen mizanı,

Ey adam, sen o zaman, bekle artık cezanı!”

     Hz Ömer (RA), hançerlenip ölüm yatağına uzandığı zaman, oğlu Abdullah’a şöyle dedi: “Yavrucuğum, ben ölürüm. Sen de başımı, üzüntü içinde toprağa, mezara koyarsın, fakat asıl üzüntü ve sıkıntı benimledir. Çünkü mezarda amelimle yalnız kalacağım. Eğer Rabbim bana merhamet etmezse halim nice olur?” İbni Abbas (RA) bu sözleri duyunca şöyle dedi: “Ey Müminleri Emiri! Neden bu kadar korkuyorsun? Allah seninle İslam’a bu kadar yardım yaptırdı, memleketler fethettirdi ve şehirler kurdurttu ve nice kimseler senin sayende küfürden imana geldi. Senin için üzülecek ne var ki?” Son anlarını yaşamakta olan Hz Ömer (RA), gözlerini yükseklere dikti ve tane tane konuştu: “Hesaptan kolaylıkla kurtulabilsem benim için yeter, fazla bir şey istemem.”

     Hz Ömer (RA), hayatında cennetle müjdelenmişti. O ki, adalet ve hakkaniyette cihanı hayran bırakmıştı. O ki, zarı zarı ağlayarak çok kere şöyle derdi:

                                           “Yol üstünde bir karınca ezilse,

                                             Yine Ömer mes’ul değil hiç kimse!”

     Ey İnsanlar! İnsafla düşünelim, ya bizim halimiz ne olacak? Biz günaha ve isyana tamamıyla dalmış kimseleriz. Öyleyken yarınımızdan o kadar eminiz ki, tevbe etmeyi aklımıza bile getirmiyoruz. Nedamet taşı başımıza dokunmadan kendimize gelelim. İşin şakası yok. Her gün binlerce insan kabristana taşınmaktadır. Eğer elinde olsaydı hiçbir zalim ölmezdi. Eğer bizi keyfimize bıraksalardı, mezarların kapılarına kilit vurur, ölümü bu memlekete uğratmazdık. Fakat her canlı ölümü tadacak, herkes hesap diyarına gidecektir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Kıyamet günü bütün gözler yaşlıdır, ancak Allah’ın bakılmasını haram kıldığı şeylerden çekinen, Allah rızası yolunda uykusuz kalan ve Allah korkusundan sebep sineğin başı kadar bile olsa bir damla gözyaşı döken gözler ağlamaz.”

     O gün şiddet günüdür. O gün gam ve gussa katmerleşir. Ancak Allah’ın kendilerine rahmet ettiği kimseler kurtulabilir. Ancak Hz Peygamber (SAV)’in sancağının altındakiler selamete erer. Ancak dünyada iken Rabbinin makamından korkarak gözyaşı dökenler ve Hz Peygamber (SAV)’in sünnetine tabi olanlar devlet topunu çeler. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Allah korkusundan kişinin vücudu ürperip tüyleri diken diken olduğu vakit günahları, kuruyan yaprakların dalından döküldüğü gibi dökülür.”

     İnsan bir şeyden korktukça ondan uzaklaşır. Hâlbuki Allah’tan korktukça aradaki mesafe kısalır ve yakınlık meydana gelir. Kul, O’nu hep kendi ile bilir ve artık O’nsuz bir zamanı yoktur. Hakk ile olmanın Hakk’ı bulmanın yolu işte bu ürperişlerdir.

     Malik b. Dinar (RA), Basra’dan yaya olarak hacca gidiyordu. Kendisine şöyle dediler: “Niçin bir binekle yola çıkmadın?” Cevap verdi: “Günahkâr bir kul, Mevlası ile sulh olmaya giderken nasıl bineğe binebilir? Vallahi ben, Mekke’ye ateşlere basa basa gitmeyi bile çok görmem.”

     İslam büyüklerinden Avam b. Huşeb şöyle demiştir: “Günahı takip eden dört şey vardır ki, işlenen günahtan daha şerlidir.” Sordular: “Onlar nelerdir?” Cevap verdi:

     1-) Kulun nefsindeki günah arzularını söküp atmadığı halde diliyle istiğfar etmesi,

     2-) Cezasının Allah tarafından hemen verilmemiş olmasına aldanması,

     3-) Günahında ısrar etmesi,

     4-) Günahını müteakip bir taat işlediği zaman, bu taat sebebiyle günahı bağışlanmamış olduğu halde günahtan sora bir tatta bulundum, artık günahım bağışlanmıştır diye sevinmesi.”

     Gerçekten de öyle… Az bir ibadet insanı sevindiriyor, fakat çok günah nedense üzmüyor. Günahın bağışlandığına dair kendisine bir müjde veren de olmamıştır. Günaha sıdk ile tevbe edilmedikçe bağış ve af beklemek beyhudedir.

     Allah dostlarından birisi şöyle diyor: “Şeytan şu beş hasletinden dolayı bedbaht olmuştur:

     1-) Günahını ikrar ve itiraf etmedi,

     2-) İsyanından dolayı pişman olmadı,

     3-) Kendisini hiç kınamadı,

     4-) Tevbe etmedi,

     5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesti.

     İlk insan ve ilk peygamber Hz Âdem (AS) da bunların aksine beş hasleti yüzünden mutluluğa ve saadete kavuştu:

     1-) Cennette işlediği o küçük hatayı itiraf etti,

     2-) Nadim oldu,

     3-) Kendi nefsini kınadı,

     4-) Hemen tevbe etti,

     5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesmedi.”

     Hasan-ı Basri (RA) anlatıyor: “Babamız Hz Âdem (AS) güzel cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirildiği zaman hiç durmadan üç yüz yıl ağlamıştır.”

     İşte bu ağlamanın, bu gözyaşının karşılığı olarak ta ilahi ihsanlara, nice nimetlere, nice atıfetlere mazhar olmuştur. Kur’an, bu konuda şöyle buyurur:

 

قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ:

 

     “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz elbette hüsrana düşenlerden oluruz.”  (A’RAF SURESİ – 23. AYET)

     Peygamberler, veliler, sıddıklar, arifler, âlimler yana yakıla ağlar, gözyaşı incilerini eteklerine dökerlerken, bugünün insanının göz pınarları kuruyup kaldı. Günah karanlığı kalplere çökünce, artık gözyaşı ne gezer?

     Muğire b. Habib anlatıyor:  “Bir gece Malik b.Dinar ile beraberdim. Baktım ki, Malik ilahi huzura dikildi. Eliyle sakalından tuttu ve gözyaşı akıtarak inlemeye başladı. Şöyle diyordu: “Ya Rabbi, Malik’in ihtiyarlığına acı.” Ta sehere kadar bu böyle devam etti.”

     Yine aynı zat anlatıyor: “Bir defasında Abdülvahid b. Zeyd’i ziyarete gitmiştim. Bir ay yanında kaldım. Gördüm ki, o kutlu kişi hiç uyumuyor. Her saat başında aile fertlerine şöyle nida ediyordu: “Uyanınız ey ev halkı! Bu dünya uyku evi değildir. Yakında o güzelim bedenler toprağa verilip kurtlara yem olacaktır. Nasıl da böyle kendinizden geçip uyuyorsunuz?”

     Hz Allah, bir hadis-i kutsi’de şöyle buyuruyor: “İzzet ve celalim hakkı için iki emniyet ve iki korkuyu bir kulumda toplamam: Dünyada kendisini emniyette görür, benden korkmazsa onu ahirette korkuturum. Dünyada korku üzere olursa onu ahirette korkulardan emin kılarım.”

     İnsanı ebediyetin çiçek bayramına erdirecek, ilahi marifet ve ilahi korkudur. Rabbinin makamından korkanlara iki cennet vaat edilmiştir. Korkmayan, yarınını düşünmeyen, hesaba çekileceğini unutan kimselerdir ki, kendilerini günahların zehirli dişlerine parçalatırlar.

     Güzide sahabelerden Abdullah b. Mes’ud (RA), gece teheccüd namazına kalkar, herkes uykuya dalıp sükûna kavuşunca, arı avazı gibi inlemeye başlar, ta şafak sökünceye kadar inlemesi devam ederdi. Bütün bunlar ibret almaya kâfidir. Ama ibret alanlar nerede?

     Vehb b.Münebbih demiştir ki: “Hz Davud (AS) o kadar çok ağlardı ki, gözyaşlarından oturduğu yer sulanır ve orada bitkiler biterdi; sesi kısılıncaya kadar da ağlaması bir nefes kesilmezdi.”

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Sağılan süt memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan kimse de cehenneme girmez. Allah yolunda çarpışırken meydana gelen tozla, cehennemin dumanı birleşmez.”

     Ne mutlu o kimseye ki, günahına nedamet getirerek ağlar ve ömür nefeslerini Rabbinin taatında geçirerek isyana dalmaz.

     Abdullah b. Amr b. As (RA) çok kere şöyle derdi: “Allah korkusundan ağlayan gözden gelen bir damla yaş, benim için altın sadaka etmekten daha değerlidir.”

     Ya Rabbi! Bizi nefsin insafına bırakma! Ey affetmeyi seven Allah’ım! Bizi affet!

     İnsanın yüzünü ve kalbini karartan nice günahlar vardır. Günah, cennetle insanın arasında sanki bir kaya gibidir. O kaya aradan kalkmadıkça sevinç yurdu cennete ulaşma ihtimali yoktur. Allah’ın kendilerine merhamet edip mağfiret buyurdukları müstesna… Kimse sırtında günah küfesiyle cennete giremez. Hz Peygamber (SAV), günahların felaketinden, insanı helake sürükleyişinden sık sık bahsederek ümmetini uyarmıştır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Size en büyük günahları haber vereyim mi?” Hz Peygamber (SAV) bu sözü üç defa tekrar ettikten sonra sözlerine şöyle devam ettiler: “Allah’a şirk koşmak, anne-babaya asi olmak, yalan şahitliği yapmak ve yalan konuşmaktır.”

     Hadisi rivayet eden sahabe diyor ki: “Allah’ın Rasülü (SAV) yalan şahitliği sözüne kadar diğerlerini yaslanmış vaziyette anlatıyordu. Buraya gelince burada doğrularak oturdu ve durmadan tekrar etmeye başladı. O derece tekrarladı ki, “Keşke sükût etseydi.” dedik.”

     Gerçek o ki, yalan şahitliği bir hakkın yok edilmesidir. Haksızı haklı göstermek kadar tehlikeli ne vardır? Bu yüzden nice ocaklar sönmekte, nice mamureler harap olmaktadır. Gördüğü bir şeyi ben görmedim diye inkâr etmek te bir hakkın zayi edilmesidir. Bu sebeple Hz Peygamber (SAV) yalan şahitliği üzerinde tekrar tekrar durmuşlardır. Bugün yalanın girmediği ağızlar yok gibidir. Yalan sanki katiller çeşmesi haline gelivermiştir. Yalanla iman bir kalpte nasıl durur?

     Buhari ve Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir: Bir adam Hz Peygamber (SAV)’e geldi ve sordu: “Ey Allah’ın Rasülü! En büyük günah hangisidir?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Allah seni yarattığı halde O’na ortak koşmandır.” Adam tekrar sordu: “Evet ey Allah’ın Rasülü! Bu büyük, bundan sonra hangisi daha büyüktür?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Seninle yiyecek korkusuyla çocuğunu öldürmendir.” Adam tekrar sordu: “Sonra hangisidir ey Allah’ın Rasülü?” Hz Peygamber (SAV) cevap verdi: “Komşunun hanımıyla zina etmendir.”

     Günahlardan korunmak, günahları bilmekle Hz Peygamber (SAV)’in sünnetine sarılmakla, imanın mihverinde, Kur’an’ın gölgesinde olmakla mümkündür. Zina en büyük günah, fakat komşunun hanımıyla olursa büsbütün katmerleşiyor. Çünkü bir de komşuluk hakkı vardır.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Üç sınıf insan vardır ki, Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için acıklı azap vardır.” Bu sözünü üç defa tekrarladı. Ebu Zerr (RA) hemen atıldı ve dedi: “Bunlar mahvoldu, helak oldular. Bunlar kimlerdir ey Allah’ın Rasülü?” Hz Peygamber (SAV) buyurdular ki:“Böbürlenerek cübbe ve paltolarını sarkıtanlar, başa kakmak suretiyle ikramda bulunanlar ve yalan yeminle mal satanlardır.”

     Ey güzel dinin mensupları! Uzun bir sefere çıkacağız. Yol uzak azık az. Yakinimiz zayıf, deniz derin, tekne çürük. O halde niye sefer için tedarikte bulunmuyoruz? Ecel başımıza asker gönderince bana bir saat müsaade et te tevbe edeyim desek izin verilir mi? Elbette hayır. Dünyadan göçerken günahların karanlığına gömülmek kadar acı bir şey olamaz.

     Hz Musa (AS) Rabbine iltica edip sordu: “Ya Rabbi! Amel bakımından senin kullarının en hayırlısı kimdir?” Allah şöyle buyurdu: “Dili yalan konuşmayan, kalbi kötülük düşünmeyen ve edep yerleri zina etmeyen kimsedir.”

     Ene b. Malik (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Benim için altı şeye kefalet edip söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefalet edeyim: Sizden biriniz konuştuğu zaman yalan söylemesin, söz verdiği zaman sözünde dursun, itimat edildiği zaman emanete hıyanet etmesin, gözünüzü haramdan çekin, edep yerinizi koruyun. Elinizi harama uzatmayın.”

     İslam, sadece ahireti değil, dünyayı da insanlara bir cennet yapmak için gönderilmiştir. Kim İslam’ı noksansız yaşarsa, dünyayı kendisine saadet cihanı yapar, onun ahireti mamur olur. Kim de Allah ve Rasülü (SAV)’in emirlerine muhalefet eder, günaha, isyana ve hüsrana dalarsa, hem dünyasını hem de ahiretini azap diyarı haline getirir. İslam’ı yaşamamanın ve Müslümanlıktan kopmanın cezasını insanlığın nasıl çektiğini hep görüyoruz. İnsana elinin ekip biçtiğinden başkası mı var sanki?

     Ya Rabbi! Günahkârlar da senin rahmetine ümit bağlarlar. Bizi rahmetinden ümitsiz etme. Suçluyuz, günahkârız; fakat başka gidecek bir kapımız yok… Sana iyiler iltica edecekse, ya günahkârlar kime sığınıp iltica etsinler? Bizi bağışla,bize merhamet buyur…Bizi o şiddetli ve gussalı günde Hz Peygamber (SAV)’in şefaatine nail kıl…AMİN!...

 

KAYNAK : SOHBETLER   MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU

    
   

         

        

 

     


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat