HAYAT BİR İMTİHANDIR
AYET : KIYAME SURESİ – 36. AYET
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى:
MEALİ :
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (KIYAME SURESİ – 36. AYET)
İnsan hayat sahibidir. İnsanın bir hayat sahibi oluşunu kavramasının temel şartı, sorumluluk duygusuna sahip olmasıdır. Sorumluluk duygusu bizi hem kendimizle, hem de başkası olanla yüz yüze getirir. Hayatımız işte bu ilişkiden doğar.
Sorumluluk duygusunun insanda oluşum şartı, insanın hayatının mahiyetine dair verdiği temel kararın niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Eğer bir can taşıdığımızı, hayatın bize verilen bir şey olduğunu kavrarsak, bu kavrayışımız doğrultusunda hem kendimize, hem de bir başkası olana dair geliştirdiğimiz sorumluluk bilincini iç içe geçirebiliriz. Çünkü herkes bizim gibidir. İşte ancak bu çakışmayı gerçekleştirebilmek suretiyle bizim insanlığımızdan, insaniyetimizden bahsedilebilir. Sorumluluğun bizde oluşmasının ilk şartı, taşıdığımız canın ve hayatın farkında olmaktır. Bu farkındalık, hayatımıza bir istikamet tayin eden bilincin, temel kararlarımızın başlangıcıdır.
Bu başlangıç bizi, sosyal ödev ve sorumluluklarla karşı karşıya getirir.
Allah’a iman etmek, kişiyi sorumluluk bilincine davet eden bir karardır. Bu karar kişiyi özgürleştirir. Özgürlük kişinin kendine ulaşmasıdır. Kişi, özgürlüğünü hissettiği düzeye, taşıdığı canın kıymeti, mahiyeti ve nerden ve neden gelip kendisini bulduğuna dair bir bilgiye ulaşarak varır. Kişinin özgürlüğünü hissettiği düzey, kişinin bütünüyle kendisi olduğu yerdir. Bu yer ona hayat bahşeden tarafından sunulmuştur. Kişinin bu yeri özenle koruması, özgürlüğüne, kendiliğine sahip çıkması demektir. Burada bütünüyle kendisi olan, bu kendiliğin, Allah tarafından kendisine bütünüyle bahsedildiği bilgisine ulaşan kişi, bu bilgisinin gereğini yerine getirmelidir. Bu gerek, kişinin başkaları nezdinde özgürlüğe açılan bir kapı olmasıdır. İşte bu kapının adı sorumluluk ve buna bağlı olarak, ahlâk ve adalettir. Kişiyi özgürlüğünden edecek her şey, var oluş gerekçesine bir müdahaledir. İşte biz, bir hayat sahibi olduğumuzu idrak ederek ve bu idrakimiz üzerine titreyerek kendi özgürlüğümüzü korumuş oluruz.
Hayatın kendisine verildiğini kavrayan insan, kendisine iyilik, şükür, takva doğrultusunda cereyan edecek bir hayatiyet, bir istikamet seçer. Bu istikametin temelinde iyiliğin, kişinin menfaatinin, insan olarak çıkarının, başkalarının iyiliğini, çıkarını gözetmekle mümkün olabileceği düşüncesi yatar. İyilik yapmak, iyiliği yaymak ve buna mukabil kötülüğü önlemek, dinimizin en çok önem verdiği hususlardandır.
Her insanın hayatı bir istikamet üzeredir. İnsanın istikameti hayatı kavrayışının bir sonucudur. Bu sonuç, aynı zamanda her birimizin karakteridir. Hayatta, sorumluluk bilincine sahip tek varlık insandır. İyi ve kötü değerlerine sahip tek varlık insandır. Biz bu değerlerin bütününden ahlâk dediğimiz bilgiyi çıkarırız. Ahlâk bir bilgidir. Biz bir bilgiyle davranırız ve davrandığımız bilgiye ahlâk deriz. Davranışlarımıza yön veren, kişiliğimizi oluşturan, ortaya çıkaran bir bilgidir ahlâk. Bu bilgi, haksızlık karşısında bizden hakkı tutmamızı, haktan yana davranmamızı isteyen bir bilgidir. Böyle davranmayanlar cahillerdir. Cahillik, insanı haktan koparan, insaniyetini ortadan kaldıran bir karanlıktır.
Ahlâk ve bununla bağıntılı olarak sorumluluk, bizi fıtratımıza yaklaştıran bir bilgidir. Biz ahlâklı olmayı isteyerek fıtratımıza dönmek isteriz. İnsanın fıtratına dönüş hamlesidir ahlâk sahibi olmaya gayret etmesi. Bunun, ahlâkın, dünyayla kirlenerek bizi fıtratımızdan uzaklaştıran ayrılığın ortadan kaldırılabilirle şartı, sorumluluk bilinci ve bu bilincin gereğini yerine getirmektir.
Peki, sorumluluk nedir?
Sorumluluk, en nihayetinde, kişinin, hakkı, hak sahibine teslim etmesidir. Bu dinimizin öngördüğü fazilet sahibi insan olmak demektir. Sorumluluk duygusu ve bilinci, insanı ahlâken yüceltir. Ahlâken yücelmek özgürleşmektir. İnsanın bütünüyle kendine kavuşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırabilmesinin şartı ve imkânı budur.
İnsanın en önemli güvenlik kaynağıdır ahlâk. Ahlâken yücelmeyi öngörmek ve bu öngörüyle bağıntılı bir hayat örgüsü kurmak, insanlığımızı güvence altına almak demektir. Bu güvencenin doğuracağı emniyet duygusu, hayatı güzelleştiren, yaşamaktan, insan olmaktan zevk almayı bir sonuç olarak bize ve milletimize verecek demektir. Böylesi bir bütünlük, insanlık idealidir.
İnsan insana güvenmek ister. Sadece güven temelindeki ilişki, iletişim sağlıklıdır. Bizim, yaratılışımızı kavrayarak ulaştığımız özgürlük düzeyimizin güvenliğine halel gelmemesinin şartı insanlarla, toplumla kurduğumuz sağlıklı iletişimdir. Sağlıklı iletişimin şartı güvenilirliktir. Güven, aldatmamak demektir. İnsanları aldatmamak, ehliyet ve liyakat demektir.
Peygamber Efendimiz (SAV), şöyle buyurmuştur:
“İş, ehlinden başkasına verildiği zaman, kıyameti bekle.”
Bizim, yaptığımız işin ehli olmak gibi bir yükümlülüğümüz vardır. Bu yükümlülüğün şartı, birbiriyle eşzamanlı olarak hem kendimizi, hem de başkalarını aldatmamaktır. Yaptığımız işi hakkıyla yapmaktır. Adaletle yapmaktır. Bir insan olmamız, bir aile sahibi olmamız, toplumsal durumumuz sebebiyle yaptığımız hiçbir şey, sadece bizi ilgilendirmez; kendimizden, eşimizden, çoluk çocuğumuzdan başlayarak herkesi ilgilendiren, içine alan, bizden başlayarak sürekli genişleyen bir daire özelliğine sahiptir yaptığımız iş. Bir doktora güvenmek isteriz, elinden geleni yaptığına inanmak isteriz; bir öğretmene güvenmek isteriz... Her meslek için böyledir bu. Atalarımızın:
“Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder.”
Demelerinde bir hakikat vardır. Kişinin işinin ehli olması, liyakat ve ehliyet sahibi olması, kendisi ve toplumsal hayat açısından hayati önemi haizdir.
Sorumluluk, doğrudan manevî yapımızdan doğan bir bilinçtir. Sorumluluğun kökenlendiği yer olan manevî yapımızla, sahip olduğumuz sorumluluk bilinci arasında bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Maneviyat, insanı insan yapan, milleti millet yapan temeldir.
Sorumluluk bilinci gelişmiş bir insan, emaneti zayi etmeyen insandır. Emaneti zayi eden, güven duygusunu zedeleyendir. Güven duygusunun zedelenmesi, bir yerde hayatın ortadan kalkması demektir.
Hayatta, çoğu zaman bir şeyi hak etmemizin ölçüsü, bir sınavdan geçmektir. Hayatımızın her aşamasında çeşitli sınavlardan geçeriz. Bu sınavların en çetini, hayatımızın bütününe ilişkin olanıdır. Bize verilen hayatı, veriliş gayesine uygun olarak yaşayanlara ne mutlu!
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ