• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam335
Toplam Ziyaret5103801
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Mevlid Gecesi-DİA

MEVLİD

 

İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamberin doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.

Sözlükte "doğum yeri ve zamanı" an­lamına gelen mevlid kelimesi, Hz. Pey-gamber'le ilgili asıl kullanımı yanında za­manla tasavvuf çevrelerinde Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında velîlerin doğum yıl dönümlerini de kapsayacak şe­kilde geniş bir anlam kazanmıştır. Mev­sim kelimesi de Arap ülkelerinde hem mevlidi hem diğer bayram kutlamalarını ifade eden geniş bir mâna taşır.

Resûl-i Ekrem, İslâm tarihçilerinin ço­ğuna göre Habeşistan'ın Yemen valisi Eb-rehe'nin Kabe'yi yıkmak üzere Mekke'ye saldırdığı ve Fil Vak'ası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur. Bu hu­susta görüş ayrılığının bulunmadığı riva­yet edilir. Araplar'da "nesî" geleneğini göz önüne alanlara göre bu tarih milâdî 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 'dir. Yi­ne genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12'sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. O yıl ilkbahar mevsimine rast­layan bu ayın iki, sekiz, on veya on yedinci gününde doğduğuna dair rivayetlerle sa­baha karşı dünyaya geldiğine dair riva­yetler de vardır [1][444]Doğumun pa­zartesi günü olduğu ise daha sahih riva­yetlere dayanmaktadır. [2][445]Ayrıca doğum gününün milâdî takvime göre 20 Nisan'a denk geldiği söylendiği gibi bu­nun doğru olmadığını ileri sürenler de bulunmaktadır.[3][446]

Hz. Peygamber'in sağlığında onun do­ğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevîve Abbasî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygula­maya rastlanmamaktadır. Esasen ilk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğ­raşılması, son iki halife döneminde iç ka­rışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevî ile Abbasî yönetimlerinde de Resûlullah so­yuna destek anlamına gelecek olması se­bebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır'da Şiî Fatımî Devleti kuru­lunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmış­tır. Bunun yanında Hz. Ali, Fâttma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidleriy-le (mevâlid-i sitte) receb, şaban ve ramazan aylarındaki kandiller, ramazan ve kurban bayramlanyla diğer bazı kutlamalar bu dönemde zengin bir şölen geleneği oluş­turmuştur.[4][447]

Fâtımîler zamanındaki törenlerde ön­ceden gerekli hazırlıklar yapılır, rebîülev-vel ayının 12. gününde sabahtan başla­mak üzere öğleye kadar 300 tepsi helva kâdılkudât ve dâidduât başta olmak üze­re kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere da­ğıtılırdı. Halifenin öğle namazını kılması­nın ardından kâdılkudât ve diğer görevli­ler topluca Ezher Camii'ne gider, burada hatim okunduktan sonra "manzara" adı verilen tören yerine geçerlerdi. Kahire va­lisi düzeni sağlamak üzere önceden yerini alırdı. Halife de maiyetiyie birlikte gelir, önce kâdılkudâti, ardından sâhibülbâbı ve daha sonra diğerlerini selâmlardı. Tören Kur'an tilâvetiyle başlardı; ardından sıra­sıyla Enver (Hâkim), Ezher ve Akmer ca­mileri hatipleri birer hutbe okuyup halife için dua ederlerdi. Bu sırada kurrâ tilâve­tini sürdürürdü. Hutbelerden sonra hali­fe törendekileri tekrar selâmlayınca res­mî kutlama tamamlanmış olurdu. Diğer beş mevüd de bu şekilde kutlanırdı.[5][448] Bu kutlamaların üst düzey görevli­lerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesin­de yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır.[6][449] Özellikle Sünnî çoğunluğun kutlamalara iştirak etmediği bilinmektedir. [7][450]Fâtımîler zamanında Hz. Peygam­ber'in ve Ehl-i beyt'in doğum yıl dönüm­lerinin kutlanması dinî hassasiyet yanın­da siyasî meşruiyet açısından da önem ta­şıyordu. Halifeler üzerinde geniş nüfuzu bulunan ve yönetime hâkim olan Bedr ei-Cemâlî'den sonra onun yerine vezir olan oğlu Efdal, Halife Müsta'lî-Billâh zama­nında (1094-1101) Hz. Hasan ve Hüseyin'in mevlidleri dışındaki dört mevlidi yasak­lamış, ancak Efdal'in ölümüyle vezirliğe gelen Me'mûn el-Batâihî, Âmir-Biahkâ-millâh devrinde 517 (1123) yılında bu tö­renleri tekrar başlatmıştır.

Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhad-dîn-i Eyyûbî'nin kayınbiraderi Erbil Ata­beği Begteginli Muzafferüddin Kökböri (1190-1233) mevlidi büyük törenlerle ye­niden kutlamaya başlamıştır. Sıbt İbnü'!-Cevzî'nin bir kutlama sırasında 5000 koyun, 10.000 tavuk, 100 at kesilmiş, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtıldığını kaydetmesi törene ka­tılanların sayısı hakkında bir fikir vermek­tedir. Ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri ge­lenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kök­böri kendilerine hil'atler giydirir ve hedi­yeler verirdi. Sûfîler de öğle vaktinden fec­re kadar zikir ve semâ meclisleri düzen­lerdi. Hankahta 800-1000 kadar sûfî top­lanır, Kökböri de aralarında yer alırdı. Her yıl mevlid törenleri için harcanan pa­ranın 300.000 dinarı bulduğu kaydedilmektedir.[8][451] İbn Hallikân muharremden başlamak üzere rebîülevvel ayına kadar Bağdat, Musul, Cezîre, Sincar, Nusaybin gibi şehirlerle Acem memleketlerinden Erbil'e birçok fakih, süfî, vaiz, kurrâ ve şairin akın etti­ğini belirtir. Törenlerin yapılacağı yerde sultan, ümerâ ve devletin diğer ileri ge­lenleri için her biri dört veya beş bölüm­den meydana gelen yirmi kadar ahşap ba­rınak (kubbe) yapılarak safer ayı başların­da süslenir, hepsine ayrı ayrı çalgıcı ve şar­kıcılarla gölge oyunu oynatan gruplar yer­leştirilirdi. Kökböri her gün ikindi nama­zından sonra barınakları dolaşıp halkın da katıldığı eğlenceleri seyrederdi. Hz. Peygamber'in doğum günüyle ilgili farklı gö­rüşler sebebiyle bir yıl rebîülevvelin seki­zinde, bir yıl da on ikisinde kutlanan mev-lidden iki gün önce çok sayıda kurbanlık hayvan meydana getirilerek kesilir ve ka­zanlar kaynatılırdı. Mevlid gecesi Erbil Ka-lesi'nde akşam namazının ardından zikir ve semâ meclisi düzenlenir, sultan da mum alayı İle hankaha gelirdi. Hil'atler mevlid sabahı sûfîlerin elleri üzerinde ka­leden hankaha getirilir, ayan ve halkın hazır bulunduğu geniş bir meydanda or­du geçit resmi yapar, vaaz verilir, bu sıra­da hil'atler dağıtılır, yemekler yenirdi. Ak­şam yine hankahta zikir ve semâ meclisi düzenlenirdi. Sona eren kutlamaların ar­dından misafirler memleketlerine dön­meye başlardı [9][452] Endülüslü muhaddis ve tarihçi İbn Dihye el-Kelbî. 604 (1207) yılın­da Erbil'e uğradığında Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümünün büyük törenlerle kutlandığını görünce et-Tenvîr ti mevli-di's-sirâci'1-münîr adlı eserini yazarak Muzafferüddİn Kökböri'ye takdim etmiş, Kökböri de kendisine 1000 dinar ihsanda bulunmuştur.[10][453]

Kökböri zamanındaki kutlamaların Fâ-tımîler'den farklı olarak hazırlıklarıyla bir­likte uzun bir zaman dilimine yayıldığı, bir şenlik havası içinde halkın geniş katılı­mıyla gerçekleştiği ve merasimlerde özel­likle tarikat mensuplarının rolü dikkat çekmektedir. Ebû Şâme el-Makdisî, mev­lid kutlamasını ilk önce Musullu sûfî Ömer b. Muhammed el-Mellâ'ın kendi zaviye­sinde yaptığını. Kökböri'nin de bunu ör­nek alarak mevlid törenlerini başlattığını belirtir ki [11][454] bu husus söz konusu törenlerde tasavvuf er­babının rolünü de açıklar. Mevlid uygulamasını ilk defa Kökböri'nin başlattığına dair bazı kaynaklarda zikredilen görüş ise [12][455] bu kutlama­ların geniş katılımlı özelliğinden kaynak­lanmış olmalıdır.

Endülüslü seyyah İbn Cübeyr, 579'da (1183) Mekke'de gördüklerini anlatırken Resûl-i Ekrem'in doğum yıl dönümünde doğduğu evin ziyarete açıldığını belirtir. [13][456]Bu ev daha önce Hârûnürreşîd'in an­nesi Hayzürân tarafından tamir ettirilip mescide çevrilmişti.[14][457]

Memlükler döneminde Mısır'da mev­lid kutlamaları bütün ihtişamıyla devam etmiştir. Rebîülevvel ayının girişinden İti­baren başlatılan kutlamalar sırasında donanma mensupları tarafından Kahire Kalesi'nde kurulan tören çadırı en güzel ku­maşlardan yapılır. İçine değerli yaygılar serilir, koltuklar konurdu. Mevlid günü ikindi namazından sonra Mısır Abbasî ha­lifesi, dört mezhebin başkadılan, ilim ve tasavvuf ehli, emîrler ve kumandanlar, devlet adamları, halkın ileri gelenleri, komşu ülkelerden gelen temsilciler kale­ye gelerek tören çadırındaki yerlerini alır­lardı. Önce Kur'an tilâvet edilir, ardından vaazlar verilir, tarikat mensupları tarafın­dan zikir ve evrâdlar okunur, daha sonra yemek yenirdi. Bu sırada sultana tebrik­ler sunulur, o da devlet ricaline, ulemâ ve tasavvuf ehline hil'at ve hediyeler verir, muhtaçlara da sadaka dağıtılırdı. Bu dö­nemde en muhteşem törenlerin el-Me-likü'l-Eşref Kayıtbay zamanında (1468-1496) yapıldığı kaydedilmektedir.

Mernlükler'den itibaren başta Ahmed el-Bedevî ve İbrahim ed-Desûkî gibi böl­genin tanınmış velîleri olmak üzere diğer önde gelen şahsiyetlerin doğum yıl dö­nümleri için de mevlid terimi kullanılma­ya başlanmıştır.[15][458] Çoğu­nun ölüm tarihi bilinmediğinden bu mev­lid törenlerinin önemli bir kısmı velîlerin ölüm yıl dönümünde yapılırdı. Velînin şah­siyetine bağlı olarak törenler bir gece, bir gün, bir hafta veya sekiz gün devam ettiği gibi bir kısmı küçük bir semtte ya­hut yerleşim merkezinde, bazıları da bü­yük şehirlerde ve bölgesel çapta icra edi­lirdi. Meselâ Ahmed el-Bedevînin Tanta'-daki mevlidi, tarikat mensuplarının uzak memleketlerden gelerek katıldıkları en kalabalık merasimlerden biriydi.[16][459] Evliya Çelebi, başta Ahmed el-Bedevî, İbrahim ed-Desûki, İbrahim Gülşenîve İmam Şafiî'nin mevlidleri olmak üzere birçok mevlid hakkında bilgi ver­mektedir. [17][460]Mevlid sahibinin kişiliği, kutlamaların ma­hiyeti vb. sebeplerle törenlere katılanla­rın özellikleri de farklılık arzediyordu. İlmî kişiliği ağır basan şahsiyetlerin mevlidi­ne özellikle ulemâ katılırken meselâ sûfî şair İbnü'l-Fârız'ın mevlidinde daha çok fakir kesimler. İbrahim Gülşenî'nin mevli­dinde İse Türkler başta olmak üzere seç­kinler bulunmuştu.[18][461] Mı­sır'da Fransız hâkimiyeti döneminde Na-kîbüleşraf Halîl el-Bekrî'nin evinde mev­lid kutlamalarının yapıldığı ve Napolyon'un bunlara katıldığı belirtilmektedir.[19][462] Eski ihtişamını ve resmî desteğini kaybetmiş olsa da bu mevlid törenleri günümüzde de devam etmektedir.

Kuzey Af rika'da (Mağrib) önceleri mev­lid kutlama âdeti yokken bunlar ilk defa kadı ve muhaddis Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî (ö. 633/1236) tarafından halkın hıristiyan bayramlarını kutlamasını önlemek ama­cıyla icra edilmeye başlanmıştır. AzefTnin yazmaya başlayıp tamamlayamadiğı ed-Dürrü'l-munazzam fî mevlidi'n-nebiy-yi'l-mucazzam adlı eserini oğlu ve Sebte hâkimi Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Ah­med el-Azefî ikmal etmiştir. [20][463]Bu devirde özel bir ilgi gösterilen uy­gulama zamanla Kuzey Afrika ve Endü­lüs'te yaygınlık kazanmış, hükümdarlar ve yöneticiler mevlid kutlamalarına büyük önem vermiştir. Mevlidin ilk defa Fas Sa'-dîler Sultanı Ebü'l-Abbas Ahmed el-Man-sûr zamanında (1578-1603) resmî bayram olarak kutlanmaya başlandığına dair bilgi [21][464] yanlış olup bu hata Makkarî'ye atıf yapılmasından da anlaşı­lacağı üzere isim benzerliğinden kaynak­lanmıştır. Nitekim Makkarî daha önce Merînî Hükümdarı Ebû İnan (1348-1358) tarafından her yıl mevlid kutlamaları ya­pıldığını [22][465] Cezayir'­de Abdülvâdîler (Zeyyânîler) Hükümdarı II. Ebû Hammû Mûsâ b. Yûsuf'tan (1359-i 389) söz edilirken onun zamanında ve daha önce Mağrib ve Endülüs hükümdar­larının mevlid kutlamalarına özen göster­diklerini kaydetmektedir.[23][466] Ancak Ahmed el-Mansûr'un başşehir Me-rakeş'te mevlidi Eyyûbîler döneminde Er-bil'de yapıldığı gibi görkemli törenlerle kutladığı [24][467] bu konuda Os-manlılar'a özendiği ve hatta soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in mevlidine onlardan daha çok önem ver­diğini göstermeye çalıştığı [25][468] Ebû Hammû'nun da kutla­maları son derece gösterişli tören ve eğ­lencelerle yaptığı, kendisinin her yıl Re­sûl-i Ekrem'i Öven ve ilk defa bu törenler sırasında okunan bir kaside yazdığı bilin­mektedir.[26][469] Alevîler hanedanına mensup hükümdarlardan Mevlây Abdurrahman (1822-1859) ve Mevlây Hasan'ın da (1873-1894) göste­rişli kutlamalar düzenledikleri kaydedilir.[27][470] Fâtımîler'de olduğu gibi Fas'taki Sa'dîler ve Alevîler gibi şerif sülâlesinden gelen hükümdarlar için de mevlid kutlamaları aynı zamanda siyasî bir prestij unsuruydu. Mevlid kutlamala­rı, Mâlikî fukahasının sert muhalefeti se­bebiyle Tunus'ta Hafsîler sarayında Fas'takinden yaklaşık bir asır sonra Sultan Ebû Fâris Abdülazîz el-Mütevekkil devrin­de (1394-1434) yapılabilmiştir.[28][471] Özellikle Tunus'ta Osmanlı ha­kimiyetindeki son beylik olan Hüseynîler zamanında Osmanlılar örnek alınarak mevlid bir devlet törenine dönüştürül­müştür. Tunus'ta Fransız işgali dönemin­de bu kutlamalar devam etmiş, hatta sö­mürge valisi de törenlere katılmıştır.[29][472]

Osmanlı hükümdarı III. Murad, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutla­malarını başlatmakla birlikte resmî olma­sa da Osmanlı Devleti'nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı, bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii'nde-ki kutlamalarda padişah, sadrazam, şey­hülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli ka­zaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır bulunur­du. [30][473]Balkanlar'ın fethiyle birlikte bu coğrafyada da mevlid törenleri yapıl­maya başlanmış olmalıdır. Zira Saraybos-na'daki Gazi Hüsrev Bey Camii'nin 938 (1531) tarihli vakfiyesinde mevlid için yıl­da 300 dirhem tahsisat ayrıldığı görül­mekte, bölgedeki diğer camilere ait vak­fiyelerde veya şahsî vasiyetnamelerde de benzeri kayıtlara rastlanmaktadır.[31][474]

Eyüp Sabrı Paşa'nın kaydettiğine göre Rebîülevvelin 12'si Medine'de resmî tatil olup kaleden toplar atılır ve o gün dük­kânlar açılmazdı. İnsanlar güzel elbiseler giyerek dolaşır ve birbirini tebrik eder. bu gece Mescid-i Nebevî'de ihya edilirdi. Sa­baha karşı Bâb-ı Nisa önünde toplanılır, burada kurulan kürsü üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir hadis okuyup padişah için dua eder, di­ğerleri sırasıyla mevlidin vilâdet, radâ ve hicret bahirlerini okurlar, sonuncusu dua ederdi. Daha sonra halk ikram edilen şer­beti içip dağılırdı. [32][475]Mevlid kutlaması 19l0yılından itibaren Osmanlı Devleti'nde resmî bay­ramlara dahil edildiyse de Cumhuriyetin ilânından sonra kaldırılmıştır. Osmanlı-lar'dan günümüze uzanan mevlid gelene­ğinde törenler büyük bir ciddiyetle yerine getirilirken Mısır ve Kuzey Afrika gibi böl­gelerde görülen ve dinî ölçüleri zedeleyen uygulamalardan titizlikle kaçınılmıştır.

Günümüzde mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika'dan Endonezya'ya ka­dar İslâm ülkelerinde bazılarında resmî, bazılarında gayri resmî olarak- yaygın biçimde kutlanmaktadır. Türkiye'de yalnız ramazan ve kurban bayramları resmî bayram kabul edilmekte, gerek mevlid gerek diğer mübarek gün ve geceler mü­nasebetiyle camilerde, evlerde İbadet âdabı içinde Kur'ân-ı Kerîm, Süleyman Çelebi'nin mevlidi, kaside ve ilâhiler okunmaktadır. Son yıllarda Diyanet İşleri Baş­kanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı'nın ortak­laşa düzenlemesiyle Hz. Peygamber'in mevlidi "Kutlu Doğum Haftası" adıyla Türkiye'de, Türk dünyasında ve Balkan-lar'da çok yönlü etkinliklerle kutlanmak­tadır.

Mevlid kutlamaları sırasında Resûl-i Ek­rem'in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve genel olarak "mev­lid". Kuzey Af rika'da ise "mevlidiyye" ola­rak anılan şiirlerin okunması gelenek ha­lini almıştır. Bunların en meşhurları ara­sında Arap dünyasında Kâ'b b. Züheyr'in Kaşîdetü'l-bürde'si, Bûsîrî'nin aynı ad­la da anılan eî-Kevâkibü'd-dürrİYye îî medhi hayri'l-beriyye ve el-Kaşîde-tü'1-hemziyye'sı ile Şemseddin İbnü'l-Cezen'rim Mevlidü'n-nebî, Ca'fer b. Ha­san el-Berzencî'nin el-'İkdü'l-cevher"ı (Meulidü 'n-nebî); Türk dünyasında Süley­man Çelebi'nin Vesîletü'n-necât'ı anıla­bilir. Ayrıca mevlid kutlamalarında okun­mak üzere Arapça yazılmış yüzlerce şiirle Bûsîrî ve Berzencfnin eserlerinin çeşitli dillere yapılan tercümeleri yanında diğer müslüman milletlerin dillerinde de bir­çok mevlid kaleme alınmıştır.

Fıkhî Hükmü. Hz. Peygamber zamanın­da ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşru­iyeti ulemâ arasında tartışılmıştır. Mâliki fakihi İbnü'1-Hâc el-Abderî (ö. 737/1336) bid'at konularına geniş yer verdiği el-Medhal adlı eserinde mevlidin Resûlul-lah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiîn (Selef) zamanında kutlan­madığını, dolayısıyla bid'at olduğunu söy­leyerek mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkar. Ayrıca kutlamalar sırasında kı­raat, zikir ve ibadet yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesinin, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasının da dinin yasakla­dığı hususlar olduğunu anlatır ve mevli­din harama vesile kılındığını belirtir. İba­det yapılması, ziyafet verilmesi, hadis vb. okunması halinde bile bunların mevlid niyetiyle icrasının bid'at olduğunu kayde­den İbnü'1-Hâc buna karşılık kutlama ni­yeti taşımaksızın oruç tutulmasını ve Hz. Peygamber'in doğduğu bu ayın saygınlı­ğına uygun davranılmasını tavsiye eder.

İbnü'l-Hâcc'ın çağdaşı olan bir diğer bir Mâlikî âlimi Tâceddin Ömer b. Ali el-Lah-mî el-Fâkİhânî de mevlidi bid'at-ı seyyie kabul ederek ona karşı çıkmış ve eî-Mev-rid fi'1-kelâm calâ çameîi'l-mevlid adıyla bir risale kaleme almıştır. Venşerîsî, son­raki Mâlikî ulemâsından mevlide karşı çı­kanların görüşlerine yer verirken genellik­le olumsuz uygulama örneklerine atıfta bulunmuştur.[33][476] İbn Merzûk el-Hatîb, mevlid konusunda Mağrib ulemâ­sının olumlu ve olumsuz yönde iki yakla­şımda bulunduğunu, bu gecede iyi amel­lerde bulunup kötü davranışlardan sakın­manın en uygun tavır olduğunu belirtir.[34][477] Mevlid gecesinin mi Kadir gecesinin mi-daha üstün olduğu konusundaki tartış­mada İbn Merzûk'un ilkini tercih ettiği kaydedilir ki [35][478] kendisi bu görüşünü açıkladığı bir de risale yazmıştır [36][479]Bid'atlan hasene ve seyyie diye ikiye ayırmayan İbn Teymiyye [37][480] onu takip eden Vehhâbî ulemâsı ve Muham­med Abduh gibi çağdaş ıslahatçı âlimler de mevlid kutlamalarına karşı çıkmışlar­dır. M. Reşîd Rızâ, Mısır'da mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirir ve ulemâyı bu konuda sessiz kalmaları yü­zünden kınar. Bununla birlikte mevlid kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı olduğu­nu belirtir ve bu uygulamalardan kurtu­luş yollarını gösterir.[38][481] Vehhâbî geleneğine mensup çağdaş âlimlerden Suudi Arabistan müftüsü Muhammed b. İbrahim Âli Şeyh, Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz, Hammûd b. Abdullah et-Tüveycirî gibi şahsiyetler her çeşit mevlid kutla­masına karşı çıkarak bu konuda risaleler kaleme almışlardır.[39][482] Kuzey Afrika'da Cezayir gibi bazı ülkelerde ıslahatçı âlimler mevlidin gele­neksel şeklini eleştirmişlerse de yeni ne­sillerde inanç ve millî şuurun güçlenmesi için mevlidi yeni birtakım etkinliklerle kutlama yolunu benimsemişlerdir.[40][483]

Ebû Şâme el-Makdisî (ö. 665/1267), İbn Abbâd en-Nefzîer-Rundî, Şemseddin İb-nü'1-Cezerî, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkî, İbn Hacer el-Askalânî. İbn Hacer el-Hey-temî, Şemseddin es-Sehâvî, Celâleddin es-Süyûtî, Şehâbeddin Ahmed b. Mu­hammed el-Kastallânîve Muhammed b. Yûsuf eş-Şâmî gibi âlimler ise Hz. Peygamber'in dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, onun doğum günü müna­sebetiyle muhtaçlara yardımda bu­lunmanın, Resûi-i Ekrem'e dair şiirler okumanın, güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın birer güzel amel olduğunu, dolayısıyla mevlid kutiamala-rının bid'at-ı hasene sayılması, halk ara­sında görülen ve dinen hoş karşılanma­yan davranışların bundan ayrı düşünüle­rek Önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.[41][484] Süyûtî, Hüsnü'î-makşid iVomeîi'i-mev-lid adlı risalesinde İbnü'1-Hâc ile Fâkihâ-nî'nin eleştirilerine cevap verir ve yukarı­da adı geçen âlimlerden bazılarının gö­rüşleriyle kendi kanaatini destekler.

Bu âlimlere göre Hz. Peygamber ken­disine pazartesi günü oruç tutmanın fa­zileti sorulduğunda, "Bu benim doğdu­ğum ve bana vahiy indirilen gündür" di­yerek [42][485] bir ba­kıma bugüne önem atfetmiştir. Resûl-i Ekrem, Medine'de yahudilerin 10 muhar­remde oruç tuttuğunu görünce sebebini sormuş, onların bunun Firavun'un bo­ğulduğu ve Hz. Musa'nın kurtulduğu gün olduğunu söylemeleri üzerine kendisinin bunu yapmaya daha lâyık olduğunu belir­terek oruç tutmuş ve ashaba da oruç tut­malarını tavsiye etmiştir.[43][486] Bu husus, belli bir günde bir nimete nail oima veya belâdan kurtulma sebebiyle o günü an­ma ve şükür nişanesi olarak sâlih amel­lerde bulunmanın iyi bir davranış olduğu­nu gösterir.[44][487] Sehâvî de hı-ristiyanların kendi peygamberlerinin do­ğum gününü büyük bir bayram halinde kutladıklarını belirterek müslümanlann böyle bir kutlamaya daha lâyık olduklarını söyler.[45][488]

Mevlid kutlamalarına olumlu bakan âlimler, kendisine Hz. Peygamberin do­ğum haberini getiren Süveybe adlı köle­sini azat eden Ebû Leheb'in, ölümünden sonra ailesinden biri tarafından rüyada görülerek bu davranışı sebebiyle her pa­zartesi gecesi azabınsn hafifletildiğini ona söylediğine dair bir haberi [46][489] ayrıca İçinde Resûlullah'a vahiy indirildiğinden Kur'an'-da Kadir gecesine atfedilen önemin bü­tün insanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberin dünyaya geldiği gün için öncelikle geçerli olacağı hususunu da görüşlerine dayanak olarak gösterirler.[47][490]

Ancak iman etmeden ölenlerin bütün amellerinin âhirette boşa gideceğine dair âyetlerin [48][491] delil gösterilmesi yanında rü­ya üzerine hüküm dayandınlamayacağı ve Kadir gecesinin önemi hakkındaki ilâhî teyidin mevlid hakkında söz konusu olma­dığı ileri sürülerek bu gerekçelere karşı çıkılmıştır.

Mevlide karşı olan âlimlerin bu yakla­şımlarında kendi zamanlarındaki kutla­malarda görülen olumsuz davranışların büyük rolü vardır. İbnü'l-Hâcc'ın Mısır'­daki uygulamalara yaptığı atıflar yanın­da tarihçi Cebertî'nin (ö 1240/1825) kendi zamanındaki mevlid kutlamalarının evli­yanın kabirlerini ziyaret yanında ticaret, gezi ve eğlence gibi amaçlar taşıdığını [49][492] her meşrepten bid'at ve tarikat ehlinin katıldığı tören­lerde şiir, zikir ve çalgı seslerinin birbirine karıştığını, camilerin âdeta alışveriş, soh­bet, oyun ve eğlence mekânı haline geti­rildiğini, bu mekânların yenilip içilen şey­lerle kirletildiğini, erkeklerle kadınlar ara­sında hoş olmayan davranışlar görüldü­ğünü belirtmesi [50][493] ule­mânın Mısır'da mevlid kutlamaları konu­sundaki eleştirilerini haklı çıkaracak mahi­yettedir. Hatta Cebertî, Şeyh Abdülveh-hâb b. Abdüsselâm el-Afîfî'nin mevlidin­den söz ederken çevredeki şehirlerden gelen bazı kimselerin her türlü fuhşu irtikâp ettiklerini, ulemânın ve önde ge­len şahsiyetlerin bunlara karşı çıkmadan kutlamalara katılmasının onay aniamı taşıyacağını belirterek onları ağır şekilde eleştirir.[51][494]

Mevlidin dinî hükmünden ve mevlid kutlamalarından bahseden müstakil eser­lerden bazıları şunlardır: İbn Dihye el-Kelbî, et-Tenvîr fî mevlidi's-sirâci'1-mü-nh; Tâceddin Ömer b. Ali et-Fâkihânî, el-Mevrid fi'î-kelâm falâ 'ameli'l-mevlid; Ebü'l-Kâsım el-Azefî, ed-Dürrü'1-munaz-zam îî mevlidi'n-nebiyyi'1-mıfazzam; İbn Merzûkel-Hatîb, Cene'l-cenneteyn 11 şerefi (fazli)'l-leyîeteyn (mevlid ve Ka-dirgeceleri hakkındadır); İbn Nâsırüddin ed-Dimaşkî, el-Mevndü'ş-şâdî fî mev-Hdi'1-hâdî ve bunun muhtasarı el-Laî-zü'r-râ'ik îî mevlidi hayri'l-hala'ik; İbn Hacer el-Heytemî, Mevlidü'n-nebî; Sü­yûtî, Hüsnü1-makşid fî'ameli'l-mevlid; Muhammed b. Ahmed el-Kastallânî, İt­haf ü'r-ruvât bi-zikh'l-mevlid ve'1-veîât; Şemseddin es-Sehâvî, ei-Fahrü'l-'-alevî îi'1-mevîidi'n-nebevî; Ali el-Kârî, el-Mevridü'r-revî îi'1-mevlidi'n-nebevî;

Fethuüah b. Ebû Bekir el-Bennânî, Fef-hullâh îî mevlidi hayri halkillâh; J. W. McPherson, The Moulids of Egypt [52][495] Gustave EdmundvonGrunebaum. Muhammadan Festivals [53][496] Nico Kaptein. Muhammad's Birthday Festival[54][497]

 

Bibliyografya :

 

Müsned, V, 297, 299; Buhârî. "Şavm", 69, "Nikâh", 20; Müslim, "Şıyâm", 127-128, 197; Ebû Dâvûd, "Şavm", 54; İbn Cübeyr, er-Rihle, Kahire 1400/1980,5. 91-92; Ibnü't-Tuveyr, r/üz-hetü'l-mukletegn fi ahbâri'd-devleteyn{nş\. Eymen Fuâd Seyyicl), Stuttgart 1412/1992, s. 211-223; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mİr'âtü'z-zamân, VIII, 681, 683; Ebû Şâme el-Makdisî. el-Bâ'iş [a/â inkâri'l-bidae ve't-hauâdtş [nşı Meşhur Ha­san Selman), Riyad 1410/1990, s. 95-96; İbn Halükân. Vefeyât, III, 449-450; IV, 117-119; İbn Teymiyye, el-Fetâoa'l-kübrâ, Kahire 1384/1965, I, 372; İbnü'I-Hâc el-Abderî. el-Medhal, Kahire 1401/1981, II, 2-33; İbn Kesîr, es-Sıre, I, 198-203; İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâoa 'l-hadîşiy-ye, Beyrut, ts., s. 150;Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ (Şemseddin), lil, 576; Makrîzî. et-Hıtat, I, 432-433; M, 290, 291; Sehâvî, et-Tibrü'i-mesbûk, Kahire, ts., s. 13-14; Süyûtî. Hüsnü '(-makşidp 'ameli'l-meolid (nşr. Mustafa AbdülkâdirAtâ), Beyrut 1405/1985; Venşerîsî, el-Micyarü'l-mu'-rib{nşr Muhammed Haccî), Beyrut 1401/1981, ], 160-161; VII, 99-101; VIII, 255; IX, 252; XII, 48-49; Şâmî, Sübulü'l-hüdâ, 1,401-408, 439-454; Fiştâlî. Menâhitü'ş-şafâ (nşr. Abdülkerîm Kiireyyim), Rabat 1972, s. 235-252; Ahmed Bâ-bâ et-Tinbüktî. Neylü'l-ibtihâc, Trablus 1408/ 1989, s. 296-297; Makkarî. Ezhârû'r-riyâz{nşi Saîd Ahmed A'rab v.dgr.), Rabat 1398/1978, I, 39, 243-245; II, 374-376; Evliya Çelebi, Seya­hatname^, 463-476; İfrenî. Nüzhetü'1-hâdî bi-ahbârimülûki'l-karni'l-hâdî{r\şr.Q. Houdas), Paris 1888, s. 145-157; Cebertî, 'Acâ'ibü'l-âşâr (Bulak). I, 220; 111, 39-40; IV, 3; Teşrîfât-ı Kadîme, s. 2-10; Mir'âtü'l-Haremeyn, 11, 101-102; Mu-hammad Hadj-Sadok, "Le mavlid d'apres le mufti-poete d'AIger ibn Ammâr", Metanges Louİs Masslgnon, Damas 1957, II, 269-292; P. Sfıinar. "Traditional and Reformist Mawlid Ce-lebrations in the Maghrib", Studies in Memory ofGaston Wiet{ed. Myrian Rosen-Ayalon), Jeru-salem 1977, s. 371-413; Necla Pekolcay. Meülid, İstanbul 1980, s. 19-33; Abdurrahman er-Râfiî, Târîhu.'1-hareketi'l-kaumiyye ve tetauuüru ni-zâmVİ-hükm fî Mışr, Kahire 1401/1981, s. 254-255; Kamil Toygar, "Türkiye'de Mevlid Çevre­sinde Meydana Gelen folklorik Unsurlar", //. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirilen, Ankara 1982, IV, 517-534; Ali el-Cündî. Nefhu'l-ezhâr fi mevlidi'l-muhtâr, Kahire 1406/1985; Muhammed b. el-Hoca, Safahat min târihi Tûnis (nşr. Hammâdî es-Sâhi!î- el-Cîlânî b. Yahya). Beyrut 1986, s. 236-246; İbrahim Harekât, es-Siyâse oe'l-müctema' fı'l-

 

Osmanlılar'da Mevlid Törenleri.

 

Osmanlı teşrifatında, Hz. Peygamber'in do­ğum günü kabul edilen 12 Rebîülevvel'de düzenlenen törenlerin başlangıcı hakkın­da kesin bilgi yoktur. Bazı vakfiyelerdeki kayıtlardan hareketle bunu Osman Gazi'-ye kadar götürenler varsa da [55][498] genel görüş, bu törenlerin Ka­nunî Sultan Süleyman döneminden itiba­ren saray protokolünde yer almaya baş­ladığı ve III. Murad zamanında tamamen resmîleştiği şeklindedir. Selânikî'nin kay­dına göre, Sigetvar seferi sırasında (974/ 1566) Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı­nın saklanmaya çalışıldığı bir ortamda pa­dişahın otağında 12 Rebîülevvel gecesi mevlid okunmuş, ertesi gece de sadra­zamın çadırında tekrarlanmıştır. [56][499]Yine Selânikî'den, 12 Rebîülevve! 996'da [57][500] Resûl-i Ekrem'in doğum günü münasebetiyle padişahın [58][501] bütün minarelerde kandil ya­kılmasını ve camilerde, mescidlerde mev­lid okunmasını emrettiği öğrenilmektedirfa.. Bu emir mevlid ge­cesinin o tarihte resmen kutlandığının kanıtıdır.

Mevlid törenlerini saray, konak ve ev­lerde yapılanlarla padişahın katıldığı mev­lid alayı denilen merasim yürüyüşünün ardından bir selâtin camisinde yapılanlar olmak üzere iki grupta ele almak müm­kündür. Topkapı Sarayı'ndaki törenlerin bazan Ağalar Camii'nde, bazan da Çinili Köşk'te, sonraki yıllarda ise başta Sultan Ahmed Camii olmak üzere Eminönü Va­lide Sultan, Eyüp Sultan, Beyazıt, Nusre-tiye ve Yıldız camilerinde gerçekleştiril­diği bilinmektedir. Mevlid gününden ön­ce protokole dahil devlet adamlarına da­vetiyeler gönderilir, ne zaman hangi ca­mide hazır bulunacakları bildirilerek da­vetlilerin tören kıyafetleriyle belirtilen sa­atte yerlerini almaları sağlanırdı. Osmanlı teşrifatında padişahın, merasim erkânı ve muhafızlarının katılımıyla saraydan belli bir güzergâhı takiben başka bir ye­re gidiş gelişini ifade etmek için "alay" ke­limesi kullanıldığından mevlid okunacak camiye gidip gelmesine de "mevlid alayı" deniliyordu. Ancak bu tabir zamanla da­ha geniş anlamda kullanılıp rebîülevvelin on ikinci günü sarayda ve camide yapılan törenlerin tamamını kapsamına almıştır.

Mevlid alayı camiye yaklaştığında mü­ezzin mahfilinde Feth sûresi okunmaya başlar, sûre tamamlandığı sırada padi­şahın mahfil-i hümâyuna geldiğini belli etmek için kafesin küçük penceresi açılır ve cemaat ayağa kalkarak bulunduğu yer­de saygıyla eğilirdi. Müezzin mahfilinde "muarrif" denilen görevlinin Hz. Peygam­ber'in özelliklerini belirten "ta'rîf'i oku­masının ardından Ayasofya ve Sultan Ah­med camilerinin vâizieriyle o caminin vai­zi sırayla kürsüye çıkıp kısa birer vaaz ve­rirlerdi; kendilerine de kürsüden indikten sonra bazı armağanlarla birlikte birer sa­mur kürk veya ferace hediye edilirdi. Ay­rıca her vaizin kürsüye çıkışı sırasında ce­maate şerbet ve buhur sunulurdu. Ar­dından Süleyman Çelebi'nin Mevüd'inin okunmasına başlanır ve birinci mevlid-han ilk bahri bitirip kürsüden inince ken­disine hil'at giydiriürdi. İkinci mevlidhan, "Geldi bir ak kuş kanadıyla revan /Arka­mı sığadı kuvvetle heman" beytini okur­ken herkes hürmeten ayağa kalkardı. Bu esnada mahfil-i hümâyun tarafında per­de arkasında bekleyen müjdecibaşı Mek­ke emîrinin gönderdiği mektubu sadra­zamın önüne koyar, sadrazamın işaretiyle reîsülküttâb onu alarak müjdecibaşıyla birlikte padişahın huzuruna girerdi. Dâ-rüssaâde ağası da mektubu kesesinden çıkarıp kendisine geri verir, o da okurdu. Daha sonra aynı zamanda Haremeyn nâ­zın olan Dârüssaâde ağasına samur kürk, reîsülküttâb ile müjdecibaşıya hii'at giy-dirilirdi. Ardından padişah Medine'den gönderilen hurmanın bir miktarını peşkir ağası eliyle sadrazama yollar, o da birka­çını alıp bir ikisini şeyhülislâma verdikten sonra kalanını vezirlere ve orada bulunan diğer devlet erkânına dağıttırırdi; bu iş tamamlanınca peşkir ağasına bir miktar bahşiş verilirdi.

İkinci mevlidhan okumasını bitirip kür­süden inince hil'atini ve armağanlarını alır, yerine üçüncü mevlidhan çıkardı. Bu sırada Sultan Ahmed Camii'nin mütevel­lisi sadrazamın, Ayasofya Camii'nin müte­vellisi şeyhülislâmın, diğer vakıfların mü­tevellileri de vezirlerle defterdar, nişancı gibi devlet büyüklerinin ve ulemânın önü­ne şeker tablaları koyar, zamanı gelince de derecelerine göre zağarcıbaşı. saksoncu-başı, muhzır ağa ve diğer ocaklılar bun­ları kaldırırdı. Üçüncü mevlidhanın ve ar­kasından mevlid duası yapan duahanın kürsüden inip hil'at ve hediyelerini alma­larından sonra tören tamamlanırdı. Sad­razam ve yüksek rütbeli devlet ricali ca­miden çıkıp atlarına binerek abdest çeş­melerinin önündeki alanda padişahı se­lâmlamak üzere beklerlerdi. Padişah da yine at üstünde bekleyenlerin önünden geçerken selâmlanır ve alkış çavuşlarının alkışlarıyla uğurlanip yine geldiği yoidan mevlid alayı ile saraya dönerdi. Sadrazam ve şeyhülislâmla diğer devlet büyükleri de kendi maiyetleriyle ve daha küçük çaplı törenlerle konaklarına giderlerdi.

Sarayda veya padişahın katılımıyla ca­mide büyük törenlerle ve çok pahalı he­diyeler dağıtılarak okutulan mevlidlerden başka hemen her devlet adamının ve zen­ginin konağında, camilerle, mescidlerde ve halktan kimselerin evlerinde de mev­lidler okutulurdu. 1850-1918 yılları ara­sında yaşayan ve Umûr-ı Mülkiyye Nâzın Pertev Paşa'nın torunu olan Abdülaziz Bey, kendisinin de içinde büyüdüğü anlaşı­lan bir paşa konağındaki mevlidleri özetle şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber'in doğum hikâyesi daima geceleri okundu­ğu için o gece tezkereler yazılarak davet edilen misafirlere mükellef yemekler ha­zırlanır, sofralar kurulur ve üzerlerinde her çeşit meyve bulundurulurdu; ayrıca ev halkıyla misafirlere yetecek sayıda renkli kâğıt külahlar içinde elvan şeker­leri hazırlanırdı. Konağın üst kat sofasının iki yanına pamuk şilteler ve üzerlerine kenarları sırma saçaklı kırmızı Trablus ih­ramları serilirdi. Sofanın ortasında üze­rine şal geçirilmiş bir minderle önüne se­def işlemeli, üstü ağır bir şalla Örtülü bîr rahle, iki tarafına iki büyük gümüş şam­dan ve biraz uzağa da sırma işlemeli ör­tülerle kaplı iki küçük sehpa üzerine gü­müş buhurdanlar yerleştirilirdi. Sofanın karşısına hanımlar için boydan boya kafes çekilir, arkasına yine şilteler serilirdi.

Akşama doğru avizeler ve billur kandiller yakılır, davetliler geldikçe takım takım odalara alınarak önce kahve ve çubuk ik­ram edilir, ardından yemeğe kaldırılırlar­dı. Yatsı vakti gelince sofada cemaatle na­maz kılınır, sonra ev sahibi ve misafirler Önceden hazırlanan şilteler üzerine, mev-lidhan rahlenin önündeki mindere, tev-şîhhanlar dayarım daire halinde onun Önüne otururlardı. Bu arada ev halkı ve hanımlar da yerlerini alırlar, buhurdanlar yakılır ve mevlid-i şerif kıraatine başlanır­dı. Ara verilen yerlerde tevşîhhanlar na"t-ı şerif ve ilâhiler okurlardı. Meviid sonuna kadar diz çökmüş durumda sessizce din­lenir, sıra Hz. Peygamber'in doğum ânına gelince ayağa kalkılır ve salâtü selâm ge­tirilerek tekrar oturulurdu. Ardından ko­nağın hizmetinde bulunan ağalar gümüş gülabdanlardan dinleyenlerin ellerine sı­rayla gül suyu serper ve önlerine bağladık­ları elvan futalar içindeki şeker külahla­rını ikişer ikişer dağıtırlardı. Kapaklı el­mastıraş bardaklarla şerbet ikramının arkasından mevlidin okunması sona erin­ce kahve ve çubuklar içilir, ardından her­kes evine giderdi. Mevlidhana ve tevşîh-hanlara ayrı ayrı atryyeler verilir ve uzak­ta oturanlar o gece konakta misafir edi­lirdi. Mevlidhana atıyyeden başka sırma başlı beyaz bir çevre ile bir mintanlık ku­maş verilmesi de âdettendi.

 

Bibliyografya :

 

İbn Hallikân, Vefeyâtû'l-a'yân,Bulak 1299, 11, 550, 620; a.e., Beyrut 1397/1977, M, 499; Makrîzî, el-Hıtât, I, 490 vd; Selânikî, Târih (İp-şirlit.s. 36. 197-198; Râşid, Târih, 1,106; ]]], 115; Çelebizâde Âsim, Târih, İstanbul 1282, s. 310-311, 416-417; Taylesanizâde Hafız Abdullah Efendi Tarihi: İstanbul'un üzün Dört Yılı (haz. Feridun M. Emecen), istanbul 2003,;* 122, 182; Tayyarzâde Atâ Bey. Târih, İstanbul 1291-93, I-lll, tür.yer.; Teşrifat-1 Kadîme, tür.yer.; Hızır İl-yas. Tarih-i Enderun: Letaif-i Enderun (haz. Ca­hit Kayra), İstanbul 1987,tür.yer.; Ahmed Râsim, Menâktb-ı İslam, İstanbul 1325, I, 40-43; Corcî Zeydân, Medenİyyet-i İslâmiyye Târihi (trc. Zeki Mugâmiz), İstanbul 1330, V, 251; Ali Şeydi Bey. Teşrifat ue Teşkîlât-ı Kadîmemiz (haz. Niyazi Ahmet Banoglu). İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Te­mel Eser], s. 151-152; Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri. Toplum Hayatı (haz. Kâzım Ansan - Duygu A. Günay), İstanbul 1995, s. 247-248; Tarik Gazetesi.sy. 972, İstanbul 13 Rebîülevvel 1304; Mİdhat Sertoğlu, "Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Meviid Alayı", Hayat Tarih Mecmuası, X!l/4, İstanbul 1976, s. 45-49; Muhammed Nahlî. "Tunus'ta Meviid" (trc. Mehmet Şekeri, Diyanet İlmî Dergi, XXII/2, An­kara 1986, s. 59-64; Abdülkadir Özcan. "Os­manlılar1 da Kandil Geceleri", Tarih ue Medeni­yet, sy. 6, İstanbul 1994, s. 45-46; H. Fuchs -Necla Pekolcay. "Meviid", İA, VIII, 173-174; Pa-kalın, 11, 521-522.  Mehmet Şeker

 

Arap Edebiyatı.

 

Arap edebiya­tında meviid, Hz. Peygamber için yazılan medih türündeki şiirleri ifade ettiği gibi onun doğumu, hayatı, isimleri hasâis ve şemaili, faziletleri, mucizeleri ve gazveleri gibi konularını kapsayan sîret türü eser­ler için de kulanılmaktadır.

604 (1207) yılında Erbil Atabeği Mu-zafferüddin Kökböri tarafından düzenle­nen ihtişamlı meviid kutlamalarında okunmak üzere İbn Dihye el-Kelbî'nin mensur olarak kaleme aldığı ve sonunda bir methiyenin de bulunduğu et-Tenvîr fî mevlidi's-sirâci'l-münîr adlı eseri şöh­retinden dolayı ilk meviid kitabı olarak ka­bul edilmiştir. [59][502]Halbuki ondan çok önce de bu türde bazı eserler kaleme alınmıştır. Ali b. Hamzael-Kisâî'ye(ö. 189/805] nisbet edilen sîret formunda bir eserle Vâkıdî'ye (ö. 207/823) ait Mevlidü'l-Vâkıdîmcfa'ş-şerh 'ale't-temâm adlı manzumenin yaz­maları Berlin Kraliyet Kütüphanesi'n-de bulunmaktadır Mu­hammed b. İshak el-Müseyyebî'nin (ö. 236/850) bir meviid yazdığı,[60][503] Ebü'l-Kâsim Abdülvâhid b. Muhammed el-Mutarriz'in (ö. 439/1047) kaleme aldığı kasidenin Bağdat'taki mev­iid kutlamalarında okunduğu belirtil­mektedir.[61][504] Aynı şekilde Gaz-zâlî'ye bir meviid kitabı nisbet edildiği gibi Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'ninMeviidü'n-nebfsi de meşhurdur [62][505]Do­layısıyla Arap edebiyatında "meviid" teri­mi II. (VIII.) yüzyılın sonlarına doğru or­taya çıkmış, meviid literatürü İbn Dihye'-den çok önce başlayıp gelişmiştir. Bunun­la birlikte ilk zamanlarda meviid terimi­nin "tarih ve siyer" anlamına geldiği de iieri sürmüştür.[63][506]

İbn Dihye'nin çağdaşlarından Ebü'l-Ab-bas Ahmed el-Azefî'nin yazmaya başladı­ğı ed-Dürrü'l-munazzam İbn Abbasîler zamanında Mer-vân b. Ebû Hafsa. Ebû Dülâme, Mutr b. İyâs ve Selm el-Hâsİr gibi Şiî şairlerinin Ehl-i beyt ve Hz. Peygamber için yazdığı methiyeler bu tür mevlidler için ilham kaynağı teşkil etmiştir.

Genel olarak meviid müellifleri, başta Kâ'b b. Züheyr'in Kasîdetü'l-bürde's\ ol­mak üzere bu eserin çok sayıdaki nazîre-leriyle Hassan b. Sâbit'in Resûlullah için yazdığs şiirlerden, Abdullah b. Revâhave diğer bazı sahâbîlerin nazmettiği methi­yelerden ilham almıştır. Ali Fehmi Câbiç, sahabenin bu şiirlerini Hüsnü'ş-şıhâbe fî şerhi eşcâri'ş-şahâbe adlı eserinin I. cildinde toplamıştır.[64][507] An­cak mevlidlerin mevzu itibariyle asıl kaynağını siyer, megâzîve şemail kitapları oluşturur. Bunların başında İbn İshak'ın es-Sîre'siyle İbn Hişâm'in es-Sîretü'n-nebeviyye'si ve Ebû îsâ et-Tirmizî'nin Şemâ3ilü'n-nebıs gelir.

Hükümdarların doğum yıl dönümü mü­nasebetiyle mevüd telifi ve okunması âde­ti (mevlidü'l-imâmi'l-hâzır) Fâtimîler ve Ab-düivâdîier'le başlamıştır. Şîa geleneğinde Hz. Hüseyin için tutulan matemle Resûl-i Ekrem'in doğum yıl dönümünde yaşana­cak sevinç olgularının çelişmesinden ol­malıdır ki İran'da mevüd eserlerine nâdir rastlanır. Muhammed b. Mes'ûd el-Kâze-rûnî'nin Arapça el-Müntekâ min sîreti'l-mevlidi'n-nebiyyi'l-Muştafâ adlı ese­riyle bunun, oğlu Afîfüddin ei-Kâzerûnî tarafından yapılan Farsça çevirisi Terce-me-i Mevhd-i Mustafâ [65][508] Sûzenî ve Hasan b. Fethullah'ın Resûlul-lah için nazmettikleri medih manzume­leri kutlamalarda okunuyordu.[66][509]

Arap dünyasında Hz. Peygamber'İn do­ğumu münasebetiyle eski zamanlardan beri birer mevlid gibi okunmakta olan şi­irlerin başında Kâ'b b. Züheyr'in manzu-mesiyle bunun nazireleri gelir. Bûsîrî'nin Kaşîdetü'I-Bür'e ile Hemziyye ve Mu-dariyye kasideleri bunu takip eder. Ayrıca daha çok Mağrib'de tanınan Muhammed b. Ebû Bekir eş-Şukrâtîsî'nin Ldmiyye'-siyle [67][510] Bağdatlı Ya'küb es-Sarsari'nin met­hiyeleri de [68][511] meşhurdur.

Günümüzde Arap dünyasında, Hindis­tan'da ve Güneydoğu Asya İslâm ülkele­riyle bütün Afrika İslâm ülkelerinde Arap­ça'sı ve çeşitli dillerdeki tercümeleriyle en çok okunan mevlid, Medine Müftüsü Ca'fer b. Hasan el-Berzencî'nin adlı eseridir.[69][512]

Doğu Afrika sahillerinde ise Abdurrahman İbnü'd-Deyba' ez-Zebîdî'ninel-Mev-lidü'ş-şerîf ve Somali'de Ebü'l-Hasan Nû-reddin'in 'Unvânü'ş-şerif adlı mevlidleri meşhurdur. Afrika Sevâhilî dilinde de çok sayıda mevlid kitabı bulunmaktadır. Şe­rif ei-Mansabî'nin bu dilde yazılmış Kitâ-bü'l-Mevlid"\ Almanca'ya tercüme edil­miştir[70][513]

Arapça mevlidler şekil ve muhteva ba­kımından birbirine benzer. Sadece men­sur veya sadece manzum olanlar yanında bu eserlerin çoğunda mensur ve manzum parçalar birbirini izler. Genellikle Hz. Pey­gamber için salavat getirilmesini ifade eden nakarat beyitleri manzum ve men­sur parçalan birbirine bağlar. Bunlar lafız ve mâna itibariyle kolay anlaşılır ve duy­gusal olduğundan halk üzerinde büyük tesir icra eder. Mevlidlerin sonunda zikirler ve dualar yer alır.

Mensur mevlidlerde veya mevlidlerin mensur kısımlarında seciler, hayal ve tas­virlerle bezenmiş, mübalağalarla dolu hissî ve edebî bir anlatım hâkimdir. An­cak İbn Hacer el-Heytemî, Ali el-Kârî ve M. Reşîd Rızâ'nın mevlidlerinde görüldü­ğü gibi kaynaklara dayanan, abartısız, gerçekçi, duygusallığa fazla yer verme­yen, didaktik metinler de bulunmaktadır.

Arapça mevlidlerin muhtevasını ana hatlarıyla Resûl-i Ekrem'in nurunun ya­ratılışı, diğer peygamberlerden intikal ederek ona ulaşması, annesinin hamile kalması, babasının vefatı, doğumu sıra­sında veya bundan önce ve sonra mey­dana gelen harikulade olaylar. Halîme'-nin yanına verilmesi, Haîîme'nin şahit ol­duğu olağan üstü hadiseler, vasıfları, şemaili, ahlâkı, nübüvveti ve bunun alâmet­leri, mucizeleri, isrâ ve mi'rac, tebliği ve gazveleri, evlenmesi, çocukları, vefatı teş­kil eder. Ancak bunlar, başta tasavvuf ve tarikat erbabının yazdıkları olmak üzere Arapça mevlidlerin çoğunda zayıf rivayet­ler ve hurafelerle yüklü abartılı bir anla­tımla dile getirilir.

V. (XI.) yüzyıldan itibaren Mağrib ve En­dülüs'te Hz. Peygamber'in doğum yıl dö­nümü münasebetiyle sultan saraylarında düzenlenen kutlamalarda saray şairleri tarafından nazmedilip okunan, içerik ba­kımından diğer mevlidlerde yer alan ko­nulara temas eden övgü şiirlerini de öze! bir mevlid türü olarak kabul etmek müm­kündür. Bu kasidelere "mevlidiyye, mîlâ-diyye, îdiyye" ve halk tabiriyle "mûlûdiyye" gibi adlar verilmiştir. Mevlidiyyeler pren­sip olarak saray şairleri tarafından naz-medilmekle birlikte zaman zaman sara­yın ileri gelen ricali, vezir, kadı, müftü, kâ­tip ve edipler tarafından da yazılmıştır. Lisânüddin İbnü'l-Hatîb, İbn Merzûk, İbn Zümrek ve Abdurrahman İbn Haldun gi­bi, şahsiyetler mevlidiyye nazmedenlerin başında yer almaktadır. Ancak bu eser­lerden çok azı zamanımıza intikal etmiş­tir. Makkarî ve İfrenî tarafından tesbit edilmiş mevlidiyyeler 761-768 (1360-1367) yılları arasındaki kısa bir dönemle Fas Merîni Sultanı Ebû Salim İbrahim ve Gırnata Nasrî Sultanı V. Muhammed Ganî-Biliâh devirlerini (1354-1359, 1362-1391) kapsamaktadır. Abdülazîz el-Fiştâ-lî ile İfrenî, Sa'dîler döneminde ve özellik­le Ahmed el-Mansûr zamanında (1578-1603) kadı Ebü'l-Kâsım eş-Şâtıbî, müftü Abdülvâhid b. Ahmed el-Hasenî, vezir Ali eş-Şeyzamî, kâtip Muhammed el-Fiştâlî, kadı Muhammed el-Hevzâlî, fakih ve edip Hasan el-Mesfîvî gibi İsimlerin mevlidiyye-lerini zikretmektedir.[71][514]

VIII. (XIV) yüzyılda Gırnata Nasrî melik­lerinin Elhamrâ Sarayı'nda düzenledikleri mevüd kutlamalarında nazmedilip okun­muş mevlidiyyeler konusunda V. Muham­med döneminin özel bir yeri vardır. Bu devirden kalan on bir mevlidiyyenin altısı İbn Zümrek'e aittir. Ahmed Selmî, İbn Zümrek'in mevlidiyyelerini derleyip yayımlamıştır.[72][515] Nasrî hanedanından Ebü'l-Velîd İb-nü'1-Ahmer de birçok mevlidiyye nazmet-miş, Neşîru ferû'idi'l-cümûn adlı eseri­nin sonunda iki mevlidiyyesine yer ver­miştir.[73][516] İbn Zeydân, el-Yümnü'l-veür isimli antolojisinde [74][517]Mevlây Yûsuf b. Hasan zamanında (1912-1927) okunmuş mevlidiyyeleri kaydetmiş­tir. Mağrib'de müveşşah tarzında mevli-diyye yazanlar arasında İbn Zâkûr, İbnü'l-Hâc Muhammed b. İdrîs el-Amrâvî, İb-nü'l-Hâc es-Sülemî, İbnü't-Tayyib el-Ale-mî ve İdrîs es-Sinânî gibi şairler görülür.

Mevlİdiyyeler şekil itibariyle genellikle planlı kasideye uyar. Ancak giriş fnesîb ve rahîi) kısmında peygamber aşkı, Medine'­ye hayalî yolculukla Mekke'de hac vazife­sinin ifası söz konusu edilir. Medih kıs­mında da diğer mevlid metinlerinde ol­duğu gibi Hz. Peygamber'in doğumu ve sîretiyle İlgili temalar işlenir. Sonuç kıs­mında İse sarayında mevlidiyyenin okun­duğu hükümdarla veliahdı ve ailesi övü­lür; kaside onlara hayır dua ile bitirilir. Halk şairlerinin mevlidiyyelerinde ise hü­kümdara övgü kısmı yer almaz.

 

Bibliyografya :

 

Kamus Tercümesi, "Mevlid", II, 62; Süleyman Çelebi, Meulid{nşı Faruk Kadri Timurtaş), İstan­bul 1970, neşredenin önsözü, s. lll-IV; İbn Dİhye el-Kelbî, eI-Mutrib{r\şr. İbrâhimel-Ebyârîv.dğr), Kahire 1954, neşredenin girişi, s. 16; İbnü'1-Ah-mer. Neşîrü ferâ'İdİ'l-cümân (nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Beyrut 1967, neşredenin girişi, s. 47-48, 175-176, 186-188; İbn Haldun. et-Tacrîf bİ'bn Haldun, Beyrut 1979, s. 72-76, 89-92; Makkarî, fiefhu't-tîb, Vi, 449-451, 510-515; İfrenî. Nüz-hetü'l-hâdl bi-ahbâri mü.iü.ki'1-k.arnl'l-hâdî {nşr. O.Houdasi.Paris 1888,s. 145-157; Ali Paşa Mü­barek, el-Hıtatü't-Leufîkıyye, Kahire 1980, 1, 226-231 ;Ahlwardt, Verzeichnis,lX, 115, 117, 118, 120, 128; Zekî Mübarek, ei-Medâ'ihu'n-ne-beuiyye fi'l-edebi'l-cArabİ, Sayda- Beyrut, ts. (el-Mektebetü'l-asriyye), s. 244-253; Brockel-mann, GAL, I, 250, 268; SuppL, I, 443, 473, 616; Hediyyetü'i-Câriftn,\, 787; Ahmed Emîn. Kamusu'/-'âdâ t ue't-tekâlîd. Kahire 1953, s. 387-398; Muhammed Hadj Sadok, "Le mawlid d'apres le mufti-poete d'Alger ibn Ammâr", Melanges Louis Massİgnon, Damascus 1957, [|, 269-292; Abbas el-Cerrârî, ez-Zece! fi't-Mağrib, Rabat 1970, s. 466-472; a.mlf.. el-Edebü'l-Mağ~ ribî, Rabat 1986,1,141-167; Abdülazîzel-Fiştâlî. Menâhİtü'ş-şafâ(nşr. Abdülkerîm Küreyyim],Ra­bat 1972, s. 235-252; Hikmet Ali eİ-Evsî, el-Ede-bü'l-Endelüsî, Kahire 1976, s. 235-237; Şevki Dayf. Târtbu'l-edeb.V, 409. 414-416; VI, 351-352, 363-365, 760-766; IX, 297-301; Abdülkâ-dir Zimâme, Ebü'l-Velîd İbnü'l-Ahmer, Dârül-beyzâ 1399/1979, s. 172-177; Cevdet er-Rikâbî. el-Edebü'i-'Arabi mine'l-inhidâr Ue'l-izdirâr, Dımaşk 1403/1983, s. 178-184; M. Mecîd es-Saîd. eş-Ş'frfî Cahdi'l-Murâbttîn, Beyrut 1985, s. 269-277; Ahmed Fevzi el-Hîb. el-Hareketü'ş-şi'riyye, Beyrut 1406/1986, s. 100-125; Fevzî Sa'd îsâ, eş-ŞFrü'l-Endetüsî, İskenderiye 1991, s. 21-23; I. Goldzİher, "Le culte des saints chez lestnusulmans", RH/?, M (1891), s. 257-351; M. Ben Cheneb. "Poeme en l'honneur du prophete", RAfr., LİV (1910). s. 182-190; E. Sidavvay, "Les manifestations religieuses de l'Egypte moder­ne", Anthropos, XV11[-XIX, Boenos Aires 1923-24, s. 278-296; Abu Chama, "Origine du maw-lid", Buüetin d'etudesarabes,V, Paris 1945, s. 147 vd.; A. Salmİ, "Le genre des poemes de

nativite (mawludiyya-s) dans le royaume de Grenade et au Maroc du XIIIe au XVir siecle: Les mawlidiyyât d"Ibn Zamrak", Hesperis, sy. XLIII, Paris 1956. s. 335-435; a.mlf.. "Mawli-diyya", EI2(?r.). VI, 889-890; M. Tayyib Okiç, "Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemelerİ", İİFD, sy. 1 (1976), s. 22; Ahmet Kavas, "Afrika'da Mevlid Uygulamaları", Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muham­med (SAV) özel sayısı, Ankara 2000, s. 559-574; H. Fuchs - Necla Pekolcay, "Mevlid", İA, VIII, 172-174; H. Fuchs - [F. de Jong], "Mawlid". £/2(Fr.). VI, 886-888; J. Knappert, "Mawlid", a.e., VI, 888-889; İsmet Parmakstzoğlu, "Mevlid", 7A, XXIV, 87; İsmail Durmuş, "İbn Züm-rek", DİA, XX, 472-473.  İsmail Durmuş

 

Türk Edebiyatı.

 

Diğer İslâm ede­biyatlarına nisbetle mevlidlerin Türk ede­biyatında ayrı bir yeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkının peygamber sevgisinin bir gös­tergesi olarak sayı itibariyle de dinî tür­lerin hiç birinde görülmeyecek zengin­liktedir. Süleyman Çelebi'nin nazmetti-ği mevlidin herkes tarafından beğenilip okunmasından dolayı bu konu sonraki yıllarda da çokça işlenmiştir.

İlk Türkçe mevlid metni hakkında kay­naklarda açık bilgi yer almamakta ve Sü­leyman Çelebi'nin 812"de (1409) kaleme aldığı Vesîletü'n-necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekil­de kabul görmektedir. Ancak bundan ön­ce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserle­rin varlığı da bilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih'e (ö. 650/1252) ait Çarhnö-me olup Vesîletü'n-necâfın hatime kıs­mında Carim dm e'dekine benzer İfadeler yer alır. Süleyman Çelebİ'den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr'in yazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebide (yazılışı: 790/1388) yer yer mevlidi hatırlatmaktadır. Şiirlerin yanı sıra mensur kısımdaki bazı ilâvelerle Da­rîr'in yaptığı bu tercüme bir telif mahiye­tindedir. Eserdeki manzum kısımlar bir mevlid metninden çok farklı olmadığı gi­bi Vesüetü'n-necât'm bazı yerleri de Da­rîr'in eseriyle ciddi benzerlikler göster­mektedir. Bu sebeple Darîr'in siyerindeki manzum kısımların Türk edebiyatındaki ilk mevlid metni olması gerektiği ileri sü­rülmüştür.

Türkçe'de kaleme alınan mevlidlerin sayısı 200 civarındadır. Bunlar üzerinde yapılan çalışmalar bir kısmının Süleyman Çelebi'nin eserine aynen benzediğini, bir kısmının bazı motifler yönünden ayrılık gösterdiğini, geri kalanların ise tamamen farklı olduğunu ortaya koymuştur.[75][518]

Türkçe mevlid metinlerinin çoğu aru­zun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla ve mesnevi tarzında yazılmıştır. Ortalama 600-1400 beyitten oluşan mevlidlerde ge­nellikle Hz. Peygamber'in doğumu üzerin­de durulmakta, ardından mi'racı ele alın­makta, çeşitli mucizeleri anlatılmakta, daha sonra vefatından bahsedilmektedir. Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden iktibaslarla, tel­mihlerle desteklenmiş, birtakım iddiala­rın aksine çoğunda bid'at denebilecek fi­kirlere yer verilmemiştir. Vesîletü'n-ne-cât'm ve diğer bazı mevlidlerin sonundaki "Hikâye-i Deve, Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Güvercin" gibi Hz. Peygamber'e nisbet edilen bazı mucizevî olaylara dair hikâyeler eserlere sonradan ilâve edilen destanî man­zumelerdir ve bunların asıl mevlid me­tinleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na't ile (bazılarında ashâb-ı kirama, çehâr-yâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muham­medi'den bahsedilerek Hz. Peygamber'in doğumuna geçilmekte, onun mi'racı ve diğer mucizelerinin anlatılmasının ardın­dan vefatı konusuna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve din­leyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen her faslın bitiminde içinde Hz. Peygamber'e salâtın da bulunduğu tek­rar beyitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü'n-necöt"ta, "Haşre dek ger de­nilirse bu kelâm / Nice haşroia bu oimaya tamâm  Ger dilersiz bulasız oddan ne­cat/Aşk ile derd ile eydin es-salât"; Şem-seddin Sivâsî'nin mevlidinde, "Olmak istersen habîbe âşinâ / Ver salâtı bul onun­la rûşenâ" şeklindedir.

Araştırmalar sonunda mevlid metinle­rinden yetmişinin şairi tesbit edilmiştir: XV. yüzyıl: Süleyman Çelebi [76][519]Arif [77][520]Kerimî [78][521] Ahmed [79][522] Hafi [80][523] Hocaoğlu [81][524] Si-nanoğlu [82][525] Gülşenî-i Saruhânî (ö. 888/1483'ten sonra), Cefâyî [83][526] Mustafaoğlu [84][527] Ebülhayrîpsalalı [85][528] Yahya [86][529] Emîrî.[87][530]

XVI. yüzyıl: Halil [88][531] Hamdullah Hamdi [89][532] Zatî (ö. 953/1 546), Mu-hibbî [90][533] Şemsî [91][534] Hasan Bahrî [92][535] Abdî  Bihiştî [93][536] Mehmed Hevâî  [94][537]Şâhidünnâyî [95][538] Şehîdî [96][539] Vısâlî Ali Çelebi.[97][540]

XVII. yüzyıl: Abdurrahman Ankaravî (ö. 1107/1695-96), Kuloğlu. Murâdî.[98][541]

XVIII. yüzyıl: Dede Mehmed Efendi,[99][542]

Hafız Ali'nin Arnavutça Meolid-i Şerîf adlı mevlid tercümesinin 2. baskısının kapağı.[100][543] basılmış olup baskı tarihi belli değildir), İbrahim Nazif Karamanı, Keşfî-i Samat-yevî, Mehmed Hasan, Muhammed Ham-di el-Hüseynî, Muhammed Hamza [101][544] Mustafa (Bursalı, kitapçı], Nesîmî, Nuri (Yâsinci-zâde), Osman Feyzi Efendi, Osman Sirâ-ceddin (Erzurumlu), Re'fet Efendi.[102][545]

Mevlidler içinde Süleyman Çelebi'nin eseri bir sehl-i mümteni olarak ayrı bir değer taşımaktadır. Hamdullah Hamdi'-nin sade Türkçe ile yazmaya özel gayret gösterdiğini belirttiği Ahmediyye'si bil­hassa edebî kıymeti bakımından Önemli bir eserdir. Süleyman Çelebi'nin mesne­visinden sonra en fazla tanınan mevlid, Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu olmasının da tesiriyle tasavvu-fî özellikler taşıyan Şemseddfn Sivâsî'nin eseridir.

 

Bibliyografya :

 

Süleyman Çelebi, Vesîletü'rt-necat: Mevlid [nşr Ahmed Ateşi, Ankara 1954; a.e. (nşr. Faruk Kadri Timurtaşl. İstanbul 1970; a.e. fnşr. Necla Pekolcay), İstanbul 1980; a.e. (nşr. Necla Pekol­cay), Ankara 1993, tür.yer.; Ahmed Fakiri, Çarh-nâme(nşr. Mecdut Mansuroğlu). İstanbul 1956; Osmanlı Müellifleri, II, 222,445; Keşfü'z-zunün, II, 1910; Necla Pekolcay, Türkçe Meulid Metin­leri (doktora tezi, 1950), İÜ Ed. Fak.; a.mlf., "Sü­leyman Çelebi Mevlidi Metni ve Menşei Mese­lesi", TDED, V] (1955), s. 39-64; a.mlf. - H. Fuchs, "Mevlid", İA, VIII, 174-176; Ahmed Ay-mutlu, Süleyman Çelebi ve Mevlid-i Şerif, İs­tanbul 1958; Hasan Aksoy. Şemseddin Slüâsî, Hayati, Eserleri ve Mevlidi: Tenkitli Neşir (dok­tora tezi, 1984), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., "Türk Edebiyatında Mevlidler", Türkler (nşr. H. Celal Güzel v.dğr.). Ankara 2002, XI, 758-761; a.mlf., "Mevlid", TDE-4.V1, 315-319; R. Bahar Akarpınar, Türk Kültüründe Dinî Tören­ler ue Mevlid Kutlamaları (doktora tezi, 1999),

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü­sü; Nihad Sami Banarlı, "Büyük Nazireler Mev­lid ve Meviid'de Millî Çizgiler", istanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1962 (ayrı ba­sım); Hasibe Mazıoğlu. "Türk Edebiyatında Mev­lid Yazan Şairler", TD, VI/1 (1974), s. 31-62; M. Tayyib Okiç, "Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Sü­leyman Çelebi Mevlidinin Tercemeleri", İİFD, sy. 1 (1975), s. 17-78; Mehmet Gökalp, "Keşfi'-nin Mevlid-i Nebevisi", TDA, sy. 94 (1995), s. 205-225; Mustafa Uzun, "Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü", DM, XII, 509.

Hasan Aksoy

 

Mûsikî.

 

Türk dinî mûsikisinde mev­lid, özellikle Osmanlı coğrafyasında yoğun bir ilgi gören Süleyman Çelebi'nin Vesîietü'n-necât adlı mesnevisinin besteli veya kendine has bir şekilde irticalen okunma­sını ve bu maksatla yapılan törenleri ifa­de eder. Eserin başta Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü (mevlid kandili), müba­rek gün ve geceler (kandiller) olmak üze­re din büyüklerini anma, ölüm, doğum, sünnet, evlenme, hac ibadetini yerine getirme vb. olayların ardından sevinç ve üzüntülerin beraberce paylaşılması için düzenlenen toplantılarda okunması yay­gın bir âdet haline gelmiştir. Sadettin Nüzhet Ergun gibi bazı araştırmacılar, Vesîletü'n-necât'm bizzat Süleyman Çelebi veya Sinâneddin Yûsuf tarafından bestelenmiş olabileceğini kaydetmektedir. [103][546]Ancak eserin bugün bilinen yegâne bestekârı Bursalı Sekbanadır (XVII. yüzyıl). Mevlidin bu bestesi XIX. yüzyılın sonlarına kadar okunmuş, zamanla unutulmaya yüz tu­tunca Mutafzâde Ahmed Efendi gibi mu­sikişinaslar bu besteyi öğretmek için uğ-raşmişsa da ilgisizlik sonucu unutulmuş­tur. Elyazması bazı mevlid nüshalarında mısraların yanına yazılan ve o mısrada ta­kip edilmesi gereken makam seyirlerini işaret eden makam isimleri eski besteli mevlidin izlerini taşıyan önemli kayıtlar olarak günümüze ulaşmıştır.

Mevlid manzumesinin her bölümü (ba­hir) mevlidhan denilen bir kişi tarafından, bahirler arasındaki tevşîhler de tevşîh-han grubunca okunur. Bahirler arasında belli bir makam sıralaması takip edilerek gerçekleştirilen mevlid icrasında genel­likle şöyie bir seyir takip edilir: Önce sabâ, çargâh, dügâh veya şevkutarab maka­mından tilâvet edilen Kur'ân-ı Kerîm veya bir tevşîhle mevlid töreni açılır. Daha son­ra yine aynı makamda bir kaside okunup, "Allah adın zikredelim evvelâ" mısraıyla başlayan Tevhid" veya "Münâcât" bahrine sabâ makamıyla girilir. Sabâ zemzeme, bestenigâr, dügâh, çargâh, şevkutarab. muhayyer, uşşak, İsfahan, tâhir-buselik, hüseynî veya acern-aşiran, acem-kürdî gibi makamlara geçkiler yapılarak. "Her ki diler bu duada buluna / Fatiha ihsan ede ben kuluna" mısraının ardından mev-lidhanın yüksek sesle söylediği, "Merhum ve mağfur Süleyman Çelebi'nin ve kâf~ fe-i ehl-i îmânın ruhu için el-Fâtiha" cüm­lesini takiben okunan Fâtiha'dan sonra bahir tamamlanır.

"Hak Teâlâ çün yarattı Âdem'i" mısraıy-la başlayan "Nur" bahrine hicaz maka­mıyla girilir. Eviç, ferahnak, segah, müs-tear, şehnaz, karcığar, tâhir-buselik ma­kamlarında geçkilerin yer aldığı bu bahir de hicazla sona erer; ardından topluca salavât getirilir. Mevlidin üçüncü bahri. "Âmine Hâtûn Muhammed ânesi" mısra­ıyla başlayan "Vilâdet" (Velâdet) bahridir. Rast makamıyla başlayan bu bahirde ni­şaburek, sûzidilârâ, segah, nihâvendveya suzinak, mahur, hüzzam, sabâ. uşşak ve­ya hicaz, kürdîlîhicazkâr. İsfahan makam­ları gösterildikten sonra yine rast ile ka­rar kılınır; okunan salâtü selâmı kısa bir dua takip eder. Bu bahirde, "İndiler gök­ten melekler saf saf" mısraında gerdani­ye perdesinden girip mahur nağmeleriyle meyan yapmak, "Bu gelen iim-i ledün sultânıdır" mısraını kürdîli-hicazkâr, "Âmine eydür çü vakt oldu tamam" mıs­raını da İsfahan makamında okumak âdettir. "Yaratılmış cümle oldu şâduman" mısraıyla başlayan "Merhaba" bahrine hüseynî ile girilip pencgâh. uşşak gibi ma­kamlara geçkiler yapıldıktan sonra segah veya hüzzamda karar kılınır; ardından sa­lâtü selâm getirilir. Mevlidin "Mi'rac" bah­rine, "Söyleşirken Cebrail ile kelâm" mıs­raıyla girilir. Hüzzam, segah, ırak, karcı­ğar, sabâ, eviç, hicaz, nihâvend, suzidil ve kürdîli-hicazkâr makamlarına geçkiler yapıldıktan sonra segah makamıyla karar kılınmasının ardından yine salâtü selâm getirilir. Uzun süredir pek okunmayan "Vefat" bahri de hicaz, neva, uşşak ve bayatî makamlarından okunmaktaydı. Mev­lidin son bölümü olan "Dua" bahrine uş­şak makamıyla girilir. "Yâ ilâhî ol Muham­med hakkıyçün" mısraıyla başlayan bu bölümde komşu makamlarda gezinildik­ten, bu arada sabâ ve bestenigâr makam­larına da geçkiler yapıldıktan sonra, "Rah-metullâhi aleyhim ecmaîn" mısraıyla hü­seynî makamında mevlid bitirilir. Ardın­dan okunan Kur'ân-ı Kerîm ve yapılan dua ile mevlid kıraati ve töreni tamamlanır.

Son zamanlara kadar mevlid bahirleri arasında mevlidhanların kaside okuduğu bilinmektedir. Bir bahrin bitiminin ardından okunacak bahrin makamında Kur-"ân-ı Kerîm veya tevşîh (bazan ikisi bir­den) okunur, meviidhan da önce bir kasi­de okuyup ardından bahre girerdi. Son yıllarda ise bazı mevlidhanlann bir mü­nasebet düşürerek bahir içerisinde kasi­de okudukları görülmektedir. Ancak bu durumda kaside ile bahrin konulan ve edebî seviyesi arasında bir uyumun bu­lunmasına dikkat etmek gerekir.

Kaynaklarda, Süleyman Çelebi mevlidi­nin sadece İstanbul'da Koca Mustafa Pa­şa Sünbül Efendi Dergâhi'nda okunduğu belirtilen bir başka bestesinden de söz edilmektedir. Yakın dönemlere kadar okunan bu eserin özelliği, her beytin ar­dından tevşîhhanlar tarafından Allah'ın "hay" isminin peş peşe iki defa fekrar edilmesiydi. Ancak bu kelimedeki "h" harfiyle Türkçe'de "evet" mânasına ge­len "hayhay" kelimesindeki "h"nin aynı şe­kilde telaffuz edilmesi mâna karışıklığına sebep olmaktaydı. Meselâ, "Gece gündüz işleri isyan kamu / Korkarım kim yerleri ola tamu" beytinden sonra söylenen "hay hay" nakaratı mânaya pek uygun düş­mediğinden bu zikirli mevlidin okunması terkedilmiştir.

Türk mûsikisinde öteden beri mevlidhanlıkla şöhret bulmuş pek çok musiki­şinas yetişmiştir. XVIII. yüzyıldaki meş­hur mevlidhanlar arasında Emîr Buhârî Camii hatibi hattat ve şair Hafız Şühûdî Mehmed Efendi, Beşiktaş'ta Sinan Paşa Tekkesi şeyhi Mustafa Rızâ Efendi, dinî eserler bestekârı Çâtâkzâde Şeyh Musta­fa Efendi, Zeyrek Camii müezzini Hüse­yin Dede en önemlilerindendir. XİX. yüzyılda İstanbul'da mevlidhanlıkla tanınmış hafızlardan Aksaraylı Âmâ Hafız Hasan Efendi, hünkâr mevlidhanı Fındıklılı Hacı Hakkı Efendi, hünkâr imamı Hafız Yûsuf Efendi, Enderunlu Hafız Hüsnü Efendi, Bedevî şeyhi Ali Baba, Hafız Âşir, Beyler­beyi Camii hatibi Rifat Bey, Selimiye ha­tibi Şeyh Ömer Efendi, Hopçuzâde Meh­med Şâkir Efendi, Balat Sünbülî Dergâhı şeyhi Kemal Efendi, Hüdâyî Tekkesi şeyhi Mehmed Ruşen Efendi, Mutafzâde Ah-med Efendi ve Mehmed Akif'in (Ersoy) bir şiiriyle kıraatini ölümsüzleştirdiği Said Paşa İmamı diye bilinen Hasan Rızâ Efen­di özellikle zikredilmesi gereken isimler­dir.

Son dönemin önemli mevlidhanları ara­sında başta Hafız Sami olmak üzere hün­kâr mevlidhanı Boyabatlı Mustafa Şevki Efendi, Süleymaniye Camii başmüezzini Hafız Kemal Efendi, Beyoğlu Ağa Camii imamı Hasan Rızâ Efendi, Muhyiddin Ta­nık, Hafız Burhan, Mecit Sesigür, Esat Ge­rede, Yeraltı Camii imamı Ali Üsküdarlı, Hüseyin Sebilci. Kâzım Büyükaksoy; gü­nümüz mevlidhanlan arasında ise Halil İbrahim Çanakkaleli, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Emin Işık. Zeki Altun (ö. 1999) ve Kani Karaca (ö. 2004) bilhassa belirtil­melidir.

Mevlİd manzumesi son devir hattat ve musikişinaslarından Kemal Batanay ta­rafından yeniden bestelenmiş. Kani Kara-ca'nın meşkettiği bu bestenin notası he­nüz neşredilmediğinden okunması yay­gınlaşmamıştır. Ayrıca bestekâr Sadettin Kaynak'ın bir mevlid bestesinden bahse-dilmekteyse de henüz ortaya çıkmamıştır.

XX. yüzyıl mevlidhanlarının mevlid met­nine kendi zevklerince eklemeler yaparak okumaları tahrifata sebep olduğundan tasvip edilecek bir uygulama değildir.

 

Bibliyografya :

 

Divan Edebiyatı Müzesi, Revnakoğlu Dosya­ları, nr. 230; Belîğ. Güldeste, s. 525-526; Meh­med Akif Ersoy. Safahat (nşr. M. Ertuğrul Düz-dağ), İstanbul 1987, s. 467-471; Sadettin Nüz-het Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942-43, 1, 12-13, 17, 25; II, 441, 471, 654-656; Ali Rıza Sağman. Mevlid Nasıl Okunur? oe Meolİdhanlar, İstanbul 1951; Kâzım Baykal, Süleyman Çelebi üe Meolid{nşr. Kadir Atlan-soy), Bursa 1999; Tâhirülmevlevî, "Rebîülevvel ve Mevlid-i Şerif", Mah/î/, sy. 5, İstanbul 1339, s. 79-81; Köprülüzâde Mehmed Fuad, "Mevlid Merasimi", Teuhîd-i Efkâr, 5 Receb 1340/4 Mart 1922; Necla Pekolcay, "Süleyman Çelebi Mevlidi, Metni ve Menşei Meselesi", TDED,M\ (1955), s. 39-64; Halil Can. "Dinî Musiki", MM, sy. 292(1974), s. 22-23; sy. 293(1974), s. 17-19; Ömer Tuğrul İnançer. "Dinî Musiki", DBİst.A, İN, 58 (maddenin yazımında Bekir Sıdkı Sez-gin'den alınan şifahî bilgilerden de faydalanıl-mıştırç Nuri Özcan

 

MEVLİD

 

Süleyman Çelebi'nin (ö. 825/1422) asıl adı Vesîletü'n-necât olan meşhur eseri.

Süleyman Çelebi Bursa'da doğdu. Hak­kındaki bilgiler kısa ve çelişkilidir. Bazı yazma nüshalarda yer alan, "Yiğitlik dahi geçti şöyle hoca / Erişti şastlık u oldu ko­ca" beyti, müellifin 812"de (1409) nazmettiği mevlidi altmış yaşında iken kale­me aldığını gösterdiğinden onun doğum tarihini 752(1351) olarak kabul etmek mümkündür. Süleyman Çelebi'nin, Ah-med Paşa'nın oğ!u ve Orhan Gazi'nin si­lâh arkadaşı olup Fuşûşü'l-hikem'e bir şerh yazan Şeyh Mahmud'un torunu ol­duğu. Orhan Gazi'nin bu zata İznik'te bir medrese yaptırmış bulunduğu şeklindeki kayıtlardan onun ilimle uğraşan kültürlü bir aileden geldiği anlaşılmakta, taşıdığı "Çelebi" unvanı da aynı zamanda arif ve kâmil bir kimse olduğunu ortaya koymak­tadır. Süleyman Çelebi'nin dinî ilimlere vukufunu eserinde işlediği konulan âyet ve hadislerle ustaca desteklemesi de gös­termektedir. Kaynaklar onun Yıldırım Ba-yezid devrinde bir süre Dîvân-ı Hümâyun imamlığı yaptığını, 802'de (1400) inşası tamamlanan Bursa Ulucamii imamlığına Emîr Buhârî'nİn tavsiyesiyle getirildiğini nakleder. Mevlevi veya Halveti olduğu  sürülen şairin "râhat-i ervah" terkibinin gösterdiği 825'te (1422) vefat ettiği ge­nellikle kabul edilmektedir. Kabri Bursa"-da Çekirge yolunda, Eski Kaplıca yakınla­rındaki Yoğurtlu Baba Zaviyesi önünde bulunan sırt üzerindedir. Türbesi harap bir durumdayken 1952 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu aracılığıyla ona­rılmış ve duvarına Vesile t ü 'n-necât'm ilk beytiyle âlem ve Âdem'in yaratılışıyla il­gili 128, Hz. Muhammed'ın doğum ânını bildiren 206 ve Allah Teâlâ'nın Hz. Mu-hammed'e hitabını nakleden 403. beyit­leri yazılmıştır.

Vesîletü'n-necât'm 812 (1409) yılında Bursa'da tamamlandığı eserdeki bir be­yitte açıkça belirtilmektedir. Başka bir eseri bilinmeyen Süieyman Çelebi'nin mevlidini kaleme almasıyla ilgili yaygın ri­vayet şöyledir: Onun Ulucami'de imam­lık yaptığı yıllarda bir vaiz Bakara sûresi­nin 285. âyetini açıklarken peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu se­beple Hz. Muhammed'in Hz. îsâ'dan ve diğer peygamberlerden üstün olmadığını söyleyince cemaatten bazıları vaize karşı çıkmış, tartışmalar büyümüş, bu arada Süleyman Çelebi. "Ölmeyip îsâ göğe bul­duğu yol / Ümmetinden olmak için idi ol" beytini söylemiş, halkın çok beğendiği bu beyti, daha sonra büyük bir aşkla Hz. Pey­gamberin sevgisini terennüm edecek ve onun hayatının bazı bölümlerini içine ala­cak şekiide geliştirerek eserini tamam­lamıştır.

Aruzun "fâjlâtün fâilâtün fâilün" kalı­bıyla yazılan eser, on bir nüshası karşılaş­tırılarak elde edilen metnine göre 768 be­yit olup on altı babdan meydana gelmek­tedir. Eser, asıl isminden ziyade yazma nüshaları genellikle "mevlid / mevlüd" başlığını taşıdığından, hatta bazan "mev-lûd" şeklinde yazıldığından "mevlid" veya "mevlüd" olarak tanınmaktadır.

Sehl-i mümtenî kabul edilen Vesjle-tü'n-necât sade bir Türkçe ile yazılmıştır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanat-kârane bir üslûpla anlatılmıştır. Müellifin ifadeleri dinî heyecanına bağlı olarak ge­lişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgi­sini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır. Bu sebeple Vesîletü'n-necât'ta motiflerin ve edebî sanatların kullanılışı yazarına mahsus olup tamamen orijinaldir. İfadeler halka yönelik konular­da çok sade, dinî kavramların anlatımın­da bazan girift, fakat anlamın derinine inilince gönlü fethedecek özelliktedir.

Eserde yer yer dinî mefhumların, farz ve vaciplerin beyan edildiği, İslâm tasavvufunun serî hükümlerle örtüşen yönle­rinin yerli yerince işlendiği. Türk edebi­yatına mal olmuş tasavvufî remizlerin başarıyla kullanıldığı görülmektedir. Bu­nun yanında Vesîîetü'n-necâfta tekrir, tenasüp, cinas, tevriye, teşbîh-i temsilî gibi edebî sanatlar kullanılmış, bahirler konuların gerektirdiği âyet ve hadislerle işlenmiştir.

Mensur bir münâcâtla başlayan eserin muhtevasını ortaya koyan bab başlıkları şöyledir: Allah'ın birliği hakkında, nâzım için dua talebi ve kitap için özür beyanı, âlemin yaratılma sebebinin beyanı, Hz. Muhammed'in ruhunun yaratılmasının beyanı (iki fasl), Hz. Muhammed'in vü­cudunun zuhura gelmesinin beyanı (üç fasl), Hz. Muhammed'in doğumu sırasın­da ortaya çıkan fevkalâdeliklerin beyanı (altı fasl), Hz. Peygamber'in methi, mucizelerinin, mi'racınin ve hicretinin beya­nı, onun bazı vasıflarının beyanı, nükte ve nasihat, kötü fiillerden nehyetme, ri-sâletin tebliği. Hz. Peygamber'in vefatı, hatime.

Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-ne-cât'ı hazırlarken bazı eserlerden istifade ettiği anlaşılmaktadır. Bunların başında Arapça siyer kitaplarından Ebü'l-Hasan el-Bekrî'nin eserinin geldiği söylenebilir. Ayrıca Erzurumlu Mustafa Darîr'in tesiri altında kaldığı İleri sürülmekle beraber aslında her ikisinin de çeşitli siyer kitap­larından faydalanmış olduğu ihtimali da­ha kuvvetlidir. Bunun yanında Âşık Paşa'nın Garibnâme'sindeki beyit ve motiflerin mevliddekilerle benzerlik göstermesi, Ebü'l-Hasan'ın siyerinin Garibnâme'ye de kaynaklık etmiş olduğunu söylemeye imkân vermektedir.

Vesîletü''n-necât halk arasında çok beğenilmiş ve sevilerek okunmuştur. Bu sebeple günümüze pek çok yazma nüs­hası ulaşmıştır.[104][547] Ancak esere Süleyman Çelebi'-ye ait olmayan birçok beyit ve parçanın dahil edilmiş olması esas metnin tesbitini zorlaştırmaktadır. Bu ilâvelerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi de kolay de­ğildir. Bunun yanında hemen her mevlid metninin kataloglara Süleyman Çelebi'­nin eseri olarak geçirilmesi işi güçleştiren diğer bir husustur.

Meviid'in Latin harfleriyle çeşitli ya­yımlan yapılmış olmakla birlikte bunların çoğu güvenilir değildir. Eserin ilmî neşir­leri Ahmet Ateş [105][548] Faruk K. Timurtaş [106][549] ve Necla Pekolcay [107][550] tarafından gerçekleştiril­miştir. Vesiletü'n-necât, bu konuda bir doktora çalışması yapan Necla Pekolcay tarafından dil ve edebiyat yönünden incelenip son yıllarda bulunan nüshalar da gözden geçirilerek karşılaştırmalı metin halinde yeniden yayımlanmıştır.[108][551]

Eser, yazıldığı dönemden itibaren Os­manlı coğrafyasının hemen her yerinde özellikle Hz. Peygamber'in doğum günle­rinde okunmuş, bestelenmiş, çeşitli dille­re çevrilmiş ve nazîreleri yazılmıştır. Ay­rıca başta Balkanlar olmak üzere çeşitli İslâm ülkelerinde bir ibadet anlayışı içinde mübarek gün ve geceler yanında doğum, ölüm, sünnet, evlenme, askere gönderme gibi pek çok vesile ile okutulmaktadır.

 

Bibliyografya :

 

Süleyman Çeiebi, Meulid{nşr. Necla Pekolcay), Ankara 1993; Gibb, HOP, I, 232-238; Hüseyin Vassâf, Meulid: Süleyman Çelebi ue Vesiletü'n-necat (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, İstan­bul 1329], Ankara 1999, s. 21-34; Necla Pekol­cay. Türkçe Meu/idMetin/er((doktora tezi, 1950), İÜ Ed. Fak.; a.mlf. - H. Fuchs, "Mevlid", İA, VIII, 175; Ahmed Aymutlu. Süleyman Çelebi ueMeo-iid-i Şerif, İstanbul 1958, tür.yer.; A. Schimmel. Mysücal Dİmensions of İslam, üorth Carolina 1975, s. 216 vd; I. Ye. Petrosyan. "The Mawlid-i Nabi by Süleyman Çelebi and Its Two Versions", Manuscripta Orientalia,W/3, Helsinki 1998, s. 16-23; Hasan Aksoy. "Süleyman Çelebi", TDEA, VIII, 64; K. R. F. Burrill. "Süleyman Celebi, De­de", El2 (İng.), IX, 843. A. Necla Pekolcay

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[105][444] İbn Kesîr, 1, 198-203; Şâ-mî, I, 401 -405; DİA, XIII. 71

[105][445] aş. bk.

[105][446] İbn Kesîr, 1, 201; Şâmî, 1, 405

[105][447] bk. Ibnü't-Tuveyr, s. 211-223

[105][448] a.g.e..s. 217-219; Kalkaşendî, ili, 576; Makrîzî, I, A33

[105][449] Shinar, s. 373

[105][450] ER, IX, 292

[105][451] Mi"r'â£ü'z-zamârt,VIli, 681,683; Süyûtî, s. 43-44; Şâmî, i, 439-440

[105][452] Vefeyât, IV, 117-119; Shi-nar, s. 374

[105][453] İbn Hallikân, III, 449-450; Süyûtî, s. 42-43

[105][454] el-BâHş, s. 96; Şâmî, I, 443

[105][455] Süyûtî, s. 42; Şâmî, I, 439

[105][456] er-Rihle, s. 92; Mekke'deki kutlamalar İçin ayrıca bk. Kaptein, LXlX/2 (1992], s. 193-203

[105][457] ibn Kesîr, I, 200

[105][458] Geoffroy, s. 106

[105][459] Winter, s. 179-180

[105][460] Seyahatname, X, 463-476

[105][461] Winter, s. 180

[105][462] Abdurrahmarı er-Râfiî, s. 254-255

[105][463] Makkarî, I, 39, 243; II, 374-376; El2 Suppl. [İng.], s. 111

[105][464] Ali el-Cündî, s. 141

[105][465] Ezhârû'r-riyâz, I, 39

[105][466] a.g.e., I, 243

[105][467] Fiştâlî, s. 235-252; İfrenî, s. 145-157; Shinar, s. 378-380

[105][468] İbrahim Ha­rekât, s. 259

[105][469] Makkarî, I, 243-245

[105][470] Shinar, s. 381-382

[105][471] Shinar, s. 394; bu ülkede çeşitli dönemlerdeki kutla­malar için bk. Muhammed b. el-Hoca, s. 236-246

[105][472] Ka­vas, s. 563

[105][473] aş. bk

[105][474] Okiç, sy. 1 (19761, s. 23, 36-37)

[105][475] Mir'âtü'l-Haremeyn, II, 101-102

[105][476] el-Mfyârü'l-rmi'rib, i, 160-161; VII, 99-101; IX, 252

[105][477] Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, s. 296-297

[105][478] Venşerisî, VIII, 255; bu konu­da ayrıca bk. Muhammad Hadj -Sadok, II, 279-280

[105][479] aş. bk.)

[105][480] et-Fetâoa'l-kübrâ, I, 372

[105][481] bk. bibi

[105][482] Resâ'il fi hükmi'l-ih-tifâlbi'l-meulidi'n-nebeot, l-il, Riyad 1419/ 1998

[105][483] Shi­nar, s. 400 vd.

[105][484] Şâmî, I, 439-454; Ali el-Cündî, s. 129-1 33

[105][485] Müsned, V, 297, 299; Müslim, "Şı-yâm", 197; Ebû Dâvûd/'Şavm", 54

[105][486] Buharı, "Şavm", 69; Müslim, "Şıyâm", 127-128

[105][487] Şâmî, I, 444

[105][488] et-Tibrii'l-mesbûk, s. 14

[105][489] Buhârî, "Ni­kâh", 20; Şâmî, 1, 444-445

[105][490] MuhammadHadj-Sadok, II, 278-279

[105][491] el-Mâide 5/5; el-En'âm 6/88; Hûd 11/16

[105][492] Acâ'ibü'l-âşâr, IV, 3

[105][493] a.g.e., III, 39-40

[105][494] a.g.e., I. 220

[105][495] Cairo 1941

[105][496] London 1976

[105][497] Leyâe 1993

[105][498] Ali Şeydi Bey, s. 151

[105][499] Târih, s. 36

[105][500] 10 Şubat 1588

[105][501] 111. Murad

[105][502] yazması için bk. Ahlwardt, IX, 128

[105][503] Okiç, sy. 1 (1976], s- 22

[105][504] TA, XXIV, 87

[105][505] Kahire 1300

[105][506] Zekî Mübarek, s. 244

[105][507] İstanbul 1324

[105][508] TA, XXIV, 87

[105][509] Abbas el-Cerrârî, ez-Zecel fi'l-Mağrib, s. 467-468

[105][510] Brockelmann, GAL, I, 268; SuppL, I, 473

[105][511] GAL, 1, 250; SuppL, I, 443

[105][512] Bombay 1273; Kahire 1290,1307

[105][513] Scharifİ Mansabu. KitabuMaua-lid, Berlin 1935

[105][514] Menâhilü'ş-şafa, s. 235-252; Nüzhetü'l-hâdî, S- 145-157

[105][515] Hesperis, XLIII [ 1956], s. 335-435

[105][516] bk. bibi

[105][517] Fas 1342/1924

[105][518] Süley­man Çelebi, Vesîletü'n-necât: Meulid I nşr. Pekolcay, Ankara 1993], s. 38

[105][519] yazılışı: 812/ 1409, bk-MEVLÎD

[105][520] yazılışı: 842/1438

[105][521] yazılışı: 863/1459; Beyazıt Devlet Ktp.,Veliyyüddin Efendi, nr. 1693;Süley-maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3723; DTCF Ktp., İsmail SaibSencer, nr. 4574

[105][522] yazılışı: 873/1468-69; Hacı Selim Ağa Ktp.. nr. 1642; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Pa­şa, nr. 883, 1956ı İÜ Ktp.,TY, nr. 2314; Bur­sa 11 Halk Ktp., nr. 502

[105][523] yazılışı: 883/ 1478; çok hacimli olan bu mevlid üzerin­de LaieTural ve Şecaattin Tura! bireryük-sek lisans tezi yapmışlardır (1991,-1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü

[105][524] yazılışı: 883/1478; İÜ Ed. Fak. Türkoloji Se­miner Kitaplığı, nr. 4018; Yüksel Ger eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1049

[105][525] yazılışı: 884/1479; Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde Süleyman Sırrı, nr. 418; DTCF Ktp-, nr. 9

[105][526] yazılışı: 889/ 1484, Cefâyî'ninDe/câyi/cu7'ha/c%i/cadlı mesnevisinin sonunda yer alan bir mevlid olup başlıkları Süleyman Çelebi'nin ese­rine çokbenzemektedir;bk. Azmi Bilgin, "Das Dafcâyık al-Hakâyik von Cefâyı", Meterialia Turcica, XXIII jGöttingen 2002], s. 11 M 18

[105][527] yazılışı: 896/ 1491

[105][528] yazılışı: 897/1492; Millet Ktp., nr 1365,1366; DTCF Ktp., İs­mail Saib Sencer, nr. 4791; bu mevlid üze­rinde Süleyman Bülbül bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1032

[105][529] ö. 901/1496; Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5308

[105][530] Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3827

[105][531] yazılışı: 907/1501; Sü­leymaniye Ktp., Yahya Efendi, nr. 4464; DTCF Ktp., nr. 698, İsmail Saib Sencer, nr. 5308/1

[105][532] Akşemsed-dinzâde,yazılışi:900/1494-95; Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş Emîr Hoca, nr. 18; İÜ Ktp., TY, nr. 1980; TDK Ktp., nr. 289; British Museum, Or, nr. 1163; Nurten Ersoy eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, DTCF Ktp, nr. 52

[105][533] ö. 965/1 558; Süleymaniye Ktp., Lâ­leli, nr. 3756

[105][534] yazılışı: 988/1580; eser üzerinde Hasan Aksoy bir doktora ça­lışması yapmıştır, bk. bibi

[105][535] Karesili, ö. 994/1586; Keşfü'z-zunûn, II, 1910

[105][536] İÜ Ktp., TY, nr. 7398; Aygül İpek bu mevlid üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır; İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1971

[105][537] Kanunî Sultan Süleyman devri sadrazamlarından İbrahim Paşa için To­kat'ta nazmediimiştir; Süleymaniye Ktp., Lala İsmail, nr. 376

[105][538] Millet Ktp., Manzum, nr. 1347, 1349. 1370; Süley­maniye Ktp..MihrişahSuİtan, nr. 3İ9; İÜ Ktp., TY, nr. 7339; TSMK, Hazine, nr. 1246

[105][539] İÜ Ed. Fak. Türkoloji Seminer Ki­taplığı, nr. 4018; DTCF Ktp., M. Çon, nr. 28, 698

[105][540] TDK Ktp., nr. 17/99; bu mevlid üzerinde Nezahat Papuççu bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, DTCF Ktp., nr. 325

[105][541] Bursa Müzesi Ktp., nr. 37

[105][542] ö. 1 147/1 734; Nuruosmaniye Ktp., nr. 3218, eser Dede Mevlidi diye tanınmaktadır

[105][543] İstanbul 1327

[105][544] Arap vaiz, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 440; Keşfü'z-zunûn, II. 1910

[105][545] Beya­zıt Devlet Ktp., nr. 5306),Şâhİdî(bumeV" lidlerin nüshaları ve şairleri için ayrıca bk. Osmanlı Müellifleri, II, 222;Keşfü'z-zunûn, li, 1910; Mazıoglu,V!/lU974|,s. 31-62; Sü­leyman Çelebi, Vesiletü'n-Necât: Meolid |nşr. Pekolcay, Ankara 1993], s. 40-43

[105][546] Türk Musikisi Antolojisi, 1, 13, 17

[105][547] Meulid, neşredenin girişi, s. 16-24

[105][548] Ankara 1954

[105][549] Ankara 1970

[105][550] İstanbul 1980

[105][551] Ankara 1993, 1997

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat