MEVLİD
İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamberin doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.
Sözlükte "doğum yeri ve zamanı" anlamına gelen mevlid kelimesi, Hz. Pey-gamber'le ilgili asıl kullanımı yanında zamanla tasavvuf çevrelerinde Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında velîlerin doğum yıl dönümlerini de kapsayacak şekilde geniş bir anlam kazanmıştır. Mevsim kelimesi de Arap ülkelerinde hem mevlidi hem diğer bayram kutlamalarını ifade eden geniş bir mâna taşır.
Resûl-i Ekrem, İslâm tarihçilerinin çoğuna göre Habeşistan'ın Yemen valisi Eb-rehe'nin Kabe'yi yıkmak üzere Mekke'ye saldırdığı ve Fil Vak'ası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur. Bu hususta görüş ayrılığının bulunmadığı rivayet edilir. Araplar'da "nesî" geleneğini göz önüne alanlara göre bu tarih milâdî 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 'dir. Yine genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12'sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. O yıl ilkbahar mevsimine rastlayan bu ayın iki, sekiz, on veya on yedinci gününde doğduğuna dair rivayetlerle sabaha karşı dünyaya geldiğine dair rivayetler de vardır [1][444]Doğumun pazartesi günü olduğu ise daha sahih rivayetlere dayanmaktadır. [2][445]Ayrıca doğum gününün milâdî takvime göre 20 Nisan'a denk geldiği söylendiği gibi bunun doğru olmadığını ileri sürenler de bulunmaktadır.[3][446]
Hz. Peygamber'in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevîve Abbasî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Esasen ilk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevî ile Abbasî yönetimlerinde de Resûlullah soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır'da Şiî Fatımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bunun yanında Hz. Ali, Fâttma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidleriy-le (mevâlid-i sitte) receb, şaban ve ramazan aylarındaki kandiller, ramazan ve kurban bayramlanyla diğer bazı kutlamalar bu dönemde zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur.[4][447]
Fâtımîler zamanındaki törenlerde önceden gerekli hazırlıklar yapılır, rebîülev-vel ayının 12. gününde sabahtan başlamak üzere öğleye kadar 300 tepsi helva kâdılkudât ve dâidduât başta olmak üzere kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere dağıtılırdı. Halifenin öğle namazını kılmasının ardından kâdılkudât ve diğer görevliler topluca Ezher Camii'ne gider, burada hatim okunduktan sonra "manzara" adı verilen tören yerine geçerlerdi. Kahire valisi düzeni sağlamak üzere önceden yerini alırdı. Halife de maiyetiyie birlikte gelir, önce kâdılkudâti, ardından sâhibülbâbı ve daha sonra diğerlerini selâmlardı. Tören Kur'an tilâvetiyle başlardı; ardından sırasıyla Enver (Hâkim), Ezher ve Akmer camileri hatipleri birer hutbe okuyup halife için dua ederlerdi. Bu sırada kurrâ tilâvetini sürdürürdü. Hutbelerden sonra halife törendekileri tekrar selâmlayınca resmî kutlama tamamlanmış olurdu. Diğer beş mevüd de bu şekilde kutlanırdı.[5][448] Bu kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır.[6][449] Özellikle Sünnî çoğunluğun kutlamalara iştirak etmediği bilinmektedir. [7][450]Fâtımîler zamanında Hz. Peygamber'in ve Ehl-i beyt'in doğum yıl dönümlerinin kutlanması dinî hassasiyet yanında siyasî meşruiyet açısından da önem taşıyordu. Halifeler üzerinde geniş nüfuzu bulunan ve yönetime hâkim olan Bedr ei-Cemâlî'den sonra onun yerine vezir olan oğlu Efdal, Halife Müsta'lî-Billâh zamanında (1094-1101) Hz. Hasan ve Hüseyin'in mevlidleri dışındaki dört mevlidi yasaklamış, ancak Efdal'in ölümüyle vezirliğe gelen Me'mûn el-Batâihî, Âmir-Biahkâ-millâh devrinde 517 (1123) yılında bu törenleri tekrar başlatmıştır.
Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhad-dîn-i Eyyûbî'nin kayınbiraderi Erbil Atabeği Begteginli Muzafferüddin Kökböri (1190-1233) mevlidi büyük törenlerle yeniden kutlamaya başlamıştır. Sıbt İbnü'!-Cevzî'nin bir kutlama sırasında 5000 koyun, 10.000 tavuk, 100 at kesilmiş, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtıldığını kaydetmesi törene katılanların sayısı hakkında bir fikir vermektedir. Ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri gelenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kökböri kendilerine hil'atler giydirir ve hediyeler verirdi. Sûfîler de öğle vaktinden fecre kadar zikir ve semâ meclisleri düzenlerdi. Hankahta 800-1000 kadar sûfî toplanır, Kökböri de aralarında yer alırdı. Her yıl mevlid törenleri için harcanan paranın 300.000 dinarı bulduğu kaydedilmektedir.[8][451] İbn Hallikân muharremden başlamak üzere rebîülevvel ayına kadar Bağdat, Musul, Cezîre, Sincar, Nusaybin gibi şehirlerle Acem memleketlerinden Erbil'e birçok fakih, süfî, vaiz, kurrâ ve şairin akın ettiğini belirtir. Törenlerin yapılacağı yerde sultan, ümerâ ve devletin diğer ileri gelenleri için her biri dört veya beş bölümden meydana gelen yirmi kadar ahşap barınak (kubbe) yapılarak safer ayı başlarında süslenir, hepsine ayrı ayrı çalgıcı ve şarkıcılarla gölge oyunu oynatan gruplar yerleştirilirdi. Kökböri her gün ikindi namazından sonra barınakları dolaşıp halkın da katıldığı eğlenceleri seyrederdi. Hz. Peygamber'in doğum günüyle ilgili farklı görüşler sebebiyle bir yıl rebîülevvelin sekizinde, bir yıl da on ikisinde kutlanan mev-lidden iki gün önce çok sayıda kurbanlık hayvan meydana getirilerek kesilir ve kazanlar kaynatılırdı. Mevlid gecesi Erbil Ka-lesi'nde akşam namazının ardından zikir ve semâ meclisi düzenlenir, sultan da mum alayı İle hankaha gelirdi. Hil'atler mevlid sabahı sûfîlerin elleri üzerinde kaleden hankaha getirilir, ayan ve halkın hazır bulunduğu geniş bir meydanda ordu geçit resmi yapar, vaaz verilir, bu sırada hil'atler dağıtılır, yemekler yenirdi. Akşam yine hankahta zikir ve semâ meclisi düzenlenirdi. Sona eren kutlamaların ardından misafirler memleketlerine dönmeye başlardı [9][452] Endülüslü muhaddis ve tarihçi İbn Dihye el-Kelbî. 604 (1207) yılında Erbil'e uğradığında Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümünün büyük törenlerle kutlandığını görünce et-Tenvîr ti mevli-di's-sirâci'1-münîr adlı eserini yazarak Muzafferüddİn Kökböri'ye takdim etmiş, Kökböri de kendisine 1000 dinar ihsanda bulunmuştur.[10][453]
Kökböri zamanındaki kutlamaların Fâ-tımîler'den farklı olarak hazırlıklarıyla birlikte uzun bir zaman dilimine yayıldığı, bir şenlik havası içinde halkın geniş katılımıyla gerçekleştiği ve merasimlerde özellikle tarikat mensuplarının rolü dikkat çekmektedir. Ebû Şâme el-Makdisî, mevlid kutlamasını ilk önce Musullu sûfî Ömer b. Muhammed el-Mellâ'ın kendi zaviyesinde yaptığını. Kökböri'nin de bunu örnek alarak mevlid törenlerini başlattığını belirtir ki [11][454] bu husus söz konusu törenlerde tasavvuf erbabının rolünü de açıklar. Mevlid uygulamasını ilk defa Kökböri'nin başlattığına dair bazı kaynaklarda zikredilen görüş ise [12][455] bu kutlamaların geniş katılımlı özelliğinden kaynaklanmış olmalıdır.
Endülüslü seyyah İbn Cübeyr, 579'da (1183) Mekke'de gördüklerini anlatırken Resûl-i Ekrem'in doğum yıl dönümünde doğduğu evin ziyarete açıldığını belirtir. [13][456]Bu ev daha önce Hârûnürreşîd'in annesi Hayzürân tarafından tamir ettirilip mescide çevrilmişti.[14][457]
Memlükler döneminde Mısır'da mevlid kutlamaları bütün ihtişamıyla devam etmiştir. Rebîülevvel ayının girişinden İtibaren başlatılan kutlamalar sırasında donanma mensupları tarafından Kahire Kalesi'nde kurulan tören çadırı en güzel kumaşlardan yapılır. İçine değerli yaygılar serilir, koltuklar konurdu. Mevlid günü ikindi namazından sonra Mısır Abbasî halifesi, dört mezhebin başkadılan, ilim ve tasavvuf ehli, emîrler ve kumandanlar, devlet adamları, halkın ileri gelenleri, komşu ülkelerden gelen temsilciler kaleye gelerek tören çadırındaki yerlerini alırlardı. Önce Kur'an tilâvet edilir, ardından vaazlar verilir, tarikat mensupları tarafından zikir ve evrâdlar okunur, daha sonra yemek yenirdi. Bu sırada sultana tebrikler sunulur, o da devlet ricaline, ulemâ ve tasavvuf ehline hil'at ve hediyeler verir, muhtaçlara da sadaka dağıtılırdı. Bu dönemde en muhteşem törenlerin el-Me-likü'l-Eşref Kayıtbay zamanında (1468-1496) yapıldığı kaydedilmektedir.
Mernlükler'den itibaren başta Ahmed el-Bedevî ve İbrahim ed-Desûkî gibi bölgenin tanınmış velîleri olmak üzere diğer önde gelen şahsiyetlerin doğum yıl dönümleri için de mevlid terimi kullanılmaya başlanmıştır.[15][458] Çoğunun ölüm tarihi bilinmediğinden bu mevlid törenlerinin önemli bir kısmı velîlerin ölüm yıl dönümünde yapılırdı. Velînin şahsiyetine bağlı olarak törenler bir gece, bir gün, bir hafta veya sekiz gün devam ettiği gibi bir kısmı küçük bir semtte yahut yerleşim merkezinde, bazıları da büyük şehirlerde ve bölgesel çapta icra edilirdi. Meselâ Ahmed el-Bedevînin Tanta'-daki mevlidi, tarikat mensuplarının uzak memleketlerden gelerek katıldıkları en kalabalık merasimlerden biriydi.[16][459] Evliya Çelebi, başta Ahmed el-Bedevî, İbrahim ed-Desûki, İbrahim Gülşenîve İmam Şafiî'nin mevlidleri olmak üzere birçok mevlid hakkında bilgi vermektedir. [17][460]Mevlid sahibinin kişiliği, kutlamaların mahiyeti vb. sebeplerle törenlere katılanların özellikleri de farklılık arzediyordu. İlmî kişiliği ağır basan şahsiyetlerin mevlidine özellikle ulemâ katılırken meselâ sûfî şair İbnü'l-Fârız'ın mevlidinde daha çok fakir kesimler. İbrahim Gülşenî'nin mevlidinde İse Türkler başta olmak üzere seçkinler bulunmuştu.[18][461] Mısır'da Fransız hâkimiyeti döneminde Na-kîbüleşraf Halîl el-Bekrî'nin evinde mevlid kutlamalarının yapıldığı ve Napolyon'un bunlara katıldığı belirtilmektedir.[19][462] Eski ihtişamını ve resmî desteğini kaybetmiş olsa da bu mevlid törenleri günümüzde de devam etmektedir.
Kuzey Af rika'da (Mağrib) önceleri mevlid kutlama âdeti yokken bunlar ilk defa kadı ve muhaddis Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî (ö. 633/1236) tarafından halkın hıristiyan bayramlarını kutlamasını önlemek amacıyla icra edilmeye başlanmıştır. AzefTnin yazmaya başlayıp tamamlayamadiğı ed-Dürrü'l-munazzam fî mevlidi'n-nebiy-yi'l-mucazzam adlı eserini oğlu ve Sebte hâkimi Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Ahmed el-Azefî ikmal etmiştir. [20][463]Bu devirde özel bir ilgi gösterilen uygulama zamanla Kuzey Afrika ve Endülüs'te yaygınlık kazanmış, hükümdarlar ve yöneticiler mevlid kutlamalarına büyük önem vermiştir. Mevlidin ilk defa Fas Sa'-dîler Sultanı Ebü'l-Abbas Ahmed el-Man-sûr zamanında (1578-1603) resmî bayram olarak kutlanmaya başlandığına dair bilgi [21][464] yanlış olup bu hata Makkarî'ye atıf yapılmasından da anlaşılacağı üzere isim benzerliğinden kaynaklanmıştır. Nitekim Makkarî daha önce Merînî Hükümdarı Ebû İnan (1348-1358) tarafından her yıl mevlid kutlamaları yapıldığını [22][465] Cezayir'de Abdülvâdîler (Zeyyânîler) Hükümdarı II. Ebû Hammû Mûsâ b. Yûsuf'tan (1359-i 389) söz edilirken onun zamanında ve daha önce Mağrib ve Endülüs hükümdarlarının mevlid kutlamalarına özen gösterdiklerini kaydetmektedir.[23][466] Ancak Ahmed el-Mansûr'un başşehir Me-rakeş'te mevlidi Eyyûbîler döneminde Er-bil'de yapıldığı gibi görkemli törenlerle kutladığı [24][467] bu konuda Os-manlılar'a özendiği ve hatta soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in mevlidine onlardan daha çok önem verdiğini göstermeye çalıştığı [25][468] Ebû Hammû'nun da kutlamaları son derece gösterişli tören ve eğlencelerle yaptığı, kendisinin her yıl Resûl-i Ekrem'i Öven ve ilk defa bu törenler sırasında okunan bir kaside yazdığı bilinmektedir.[26][469] Alevîler hanedanına mensup hükümdarlardan Mevlây Abdurrahman (1822-1859) ve Mevlây Hasan'ın da (1873-1894) gösterişli kutlamalar düzenledikleri kaydedilir.[27][470] Fâtımîler'de olduğu gibi Fas'taki Sa'dîler ve Alevîler gibi şerif sülâlesinden gelen hükümdarlar için de mevlid kutlamaları aynı zamanda siyasî bir prestij unsuruydu. Mevlid kutlamaları, Mâlikî fukahasının sert muhalefeti sebebiyle Tunus'ta Hafsîler sarayında Fas'takinden yaklaşık bir asır sonra Sultan Ebû Fâris Abdülazîz el-Mütevekkil devrinde (1394-1434) yapılabilmiştir.[28][471] Özellikle Tunus'ta Osmanlı hakimiyetindeki son beylik olan Hüseynîler zamanında Osmanlılar örnek alınarak mevlid bir devlet törenine dönüştürülmüştür. Tunus'ta Fransız işgali döneminde bu kutlamalar devam etmiş, hatta sömürge valisi de törenlere katılmıştır.[29][472]
Osmanlı hükümdarı III. Murad, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî olmasa da Osmanlı Devleti'nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı, bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii'nde-ki kutlamalarda padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır bulunurdu. [30][473]Balkanlar'ın fethiyle birlikte bu coğrafyada da mevlid törenleri yapılmaya başlanmış olmalıdır. Zira Saraybos-na'daki Gazi Hüsrev Bey Camii'nin 938 (1531) tarihli vakfiyesinde mevlid için yılda 300 dirhem tahsisat ayrıldığı görülmekte, bölgedeki diğer camilere ait vakfiyelerde veya şahsî vasiyetnamelerde de benzeri kayıtlara rastlanmaktadır.[31][474]
Eyüp Sabrı Paşa'nın kaydettiğine göre Rebîülevvelin 12'si Medine'de resmî tatil olup kaleden toplar atılır ve o gün dükkânlar açılmazdı. İnsanlar güzel elbiseler giyerek dolaşır ve birbirini tebrik eder. bu gece Mescid-i Nebevî'de ihya edilirdi. Sabaha karşı Bâb-ı Nisa önünde toplanılır, burada kurulan kürsü üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir hadis okuyup padişah için dua eder, diğerleri sırasıyla mevlidin vilâdet, radâ ve hicret bahirlerini okurlar, sonuncusu dua ederdi. Daha sonra halk ikram edilen şerbeti içip dağılırdı. [32][475]Mevlid kutlaması 19l0yılından itibaren Osmanlı Devleti'nde resmî bayramlara dahil edildiyse de Cumhuriyetin ilânından sonra kaldırılmıştır. Osmanlı-lar'dan günümüze uzanan mevlid geleneğinde törenler büyük bir ciddiyetle yerine getirilirken Mısır ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde görülen ve dinî ölçüleri zedeleyen uygulamalardan titizlikle kaçınılmıştır.
Günümüzde mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika'dan Endonezya'ya kadar İslâm ülkelerinde bazılarında resmî, bazılarında gayri resmî olarak- yaygın biçimde kutlanmaktadır. Türkiye'de yalnız ramazan ve kurban bayramları resmî bayram kabul edilmekte, gerek mevlid gerek diğer mübarek gün ve geceler münasebetiyle camilerde, evlerde İbadet âdabı içinde Kur'ân-ı Kerîm, Süleyman Çelebi'nin mevlidi, kaside ve ilâhiler okunmaktadır. Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı'nın ortaklaşa düzenlemesiyle Hz. Peygamber'in mevlidi "Kutlu Doğum Haftası" adıyla Türkiye'de, Türk dünyasında ve Balkan-lar'da çok yönlü etkinliklerle kutlanmaktadır.
Mevlid kutlamaları sırasında Resûl-i Ekrem'in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve genel olarak "mevlid". Kuzey Af rika'da ise "mevlidiyye" olarak anılan şiirlerin okunması gelenek halini almıştır. Bunların en meşhurları arasında Arap dünyasında Kâ'b b. Züheyr'in Kaşîdetü'l-bürde'si, Bûsîrî'nin aynı adla da anılan eî-Kevâkibü'd-dürrİYye îî medhi hayri'l-beriyye ve el-Kaşîde-tü'1-hemziyye'sı ile Şemseddin İbnü'l-Cezen'rim Mevlidü'n-nebî, Ca'fer b. Hasan el-Berzencî'nin el-'İkdü'l-cevher"ı (Meulidü 'n-nebî); Türk dünyasında Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necât'ı anılabilir. Ayrıca mevlid kutlamalarında okunmak üzere Arapça yazılmış yüzlerce şiirle Bûsîrî ve Berzencfnin eserlerinin çeşitli dillere yapılan tercümeleri yanında diğer müslüman milletlerin dillerinde de birçok mevlid kaleme alınmıştır.
Fıkhî Hükmü. Hz. Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşruiyeti ulemâ arasında tartışılmıştır. Mâliki fakihi İbnü'1-Hâc el-Abderî (ö. 737/1336) bid'at konularına geniş yer verdiği el-Medhal adlı eserinde mevlidin Resûlul-lah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tabiîn (Selef) zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bid'at olduğunu söyleyerek mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkar. Ayrıca kutlamalar sırasında kıraat, zikir ve ibadet yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesinin, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasının da dinin yasakladığı hususlar olduğunu anlatır ve mevlidin harama vesile kılındığını belirtir. İbadet yapılması, ziyafet verilmesi, hadis vb. okunması halinde bile bunların mevlid niyetiyle icrasının bid'at olduğunu kaydeden İbnü'1-Hâc buna karşılık kutlama niyeti taşımaksızın oruç tutulmasını ve Hz. Peygamber'in doğduğu bu ayın saygınlığına uygun davranılmasını tavsiye eder.
İbnü'l-Hâcc'ın çağdaşı olan bir diğer bir Mâlikî âlimi Tâceddin Ömer b. Ali el-Lah-mî el-Fâkİhânî de mevlidi bid'at-ı seyyie kabul ederek ona karşı çıkmış ve eî-Mev-rid fi'1-kelâm calâ çameîi'l-mevlid adıyla bir risale kaleme almıştır. Venşerîsî, sonraki Mâlikî ulemâsından mevlide karşı çıkanların görüşlerine yer verirken genellikle olumsuz uygulama örneklerine atıfta bulunmuştur.[33][476] İbn Merzûk el-Hatîb, mevlid konusunda Mağrib ulemâsının olumlu ve olumsuz yönde iki yaklaşımda bulunduğunu, bu gecede iyi amellerde bulunup kötü davranışlardan sakınmanın en uygun tavır olduğunu belirtir.[34][477] Mevlid gecesinin mi Kadir gecesinin mi-daha üstün olduğu konusundaki tartışmada İbn Merzûk'un ilkini tercih ettiği kaydedilir ki [35][478] kendisi bu görüşünü açıkladığı bir de risale yazmıştır [36][479]Bid'atlan hasene ve seyyie diye ikiye ayırmayan İbn Teymiyye [37][480] onu takip eden Vehhâbî ulemâsı ve Muhammed Abduh gibi çağdaş ıslahatçı âlimler de mevlid kutlamalarına karşı çıkmışlardır. M. Reşîd Rızâ, Mısır'da mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirir ve ulemâyı bu konuda sessiz kalmaları yüzünden kınar. Bununla birlikte mevlid kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı olduğunu belirtir ve bu uygulamalardan kurtuluş yollarını gösterir.[38][481] Vehhâbî geleneğine mensup çağdaş âlimlerden Suudi Arabistan müftüsü Muhammed b. İbrahim Âli Şeyh, Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz, Hammûd b. Abdullah et-Tüveycirî gibi şahsiyetler her çeşit mevlid kutlamasına karşı çıkarak bu konuda risaleler kaleme almışlardır.[39][482] Kuzey Afrika'da Cezayir gibi bazı ülkelerde ıslahatçı âlimler mevlidin geleneksel şeklini eleştirmişlerse de yeni nesillerde inanç ve millî şuurun güçlenmesi için mevlidi yeni birtakım etkinliklerle kutlama yolunu benimsemişlerdir.[40][483]
Ebû Şâme el-Makdisî (ö. 665/1267), İbn Abbâd en-Nefzîer-Rundî, Şemseddin İb-nü'1-Cezerî, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkî, İbn Hacer el-Askalânî. İbn Hacer el-Hey-temî, Şemseddin es-Sehâvî, Celâleddin es-Süyûtî, Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed el-Kastallânîve Muhammed b. Yûsuf eş-Şâmî gibi âlimler ise Hz. Peygamber'in dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, onun doğum günü münasebetiyle muhtaçlara yardımda bulunmanın, Resûi-i Ekrem'e dair şiirler okumanın, güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın birer güzel amel olduğunu, dolayısıyla mevlid kutiamala-rının bid'at-ı hasene sayılması, halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışların bundan ayrı düşünülerek Önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.[41][484] Süyûtî, Hüsnü'î-makşid iVomeîi'i-mev-lid adlı risalesinde İbnü'1-Hâc ile Fâkihâ-nî'nin eleştirilerine cevap verir ve yukarıda adı geçen âlimlerden bazılarının görüşleriyle kendi kanaatini destekler.
Bu âlimlere göre Hz. Peygamber kendisine pazartesi günü oruç tutmanın fazileti sorulduğunda, "Bu benim doğduğum ve bana vahiy indirilen gündür" diyerek [42][485] bir bakıma bugüne önem atfetmiştir. Resûl-i Ekrem, Medine'de yahudilerin 10 muharremde oruç tuttuğunu görünce sebebini sormuş, onların bunun Firavun'un boğulduğu ve Hz. Musa'nın kurtulduğu gün olduğunu söylemeleri üzerine kendisinin bunu yapmaya daha lâyık olduğunu belirterek oruç tutmuş ve ashaba da oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.[43][486] Bu husus, belli bir günde bir nimete nail oima veya belâdan kurtulma sebebiyle o günü anma ve şükür nişanesi olarak sâlih amellerde bulunmanın iyi bir davranış olduğunu gösterir.[44][487] Sehâvî de hı-ristiyanların kendi peygamberlerinin doğum gününü büyük bir bayram halinde kutladıklarını belirterek müslümanlann böyle bir kutlamaya daha lâyık olduklarını söyler.[45][488]
Mevlid kutlamalarına olumlu bakan âlimler, kendisine Hz. Peygamberin doğum haberini getiren Süveybe adlı kölesini azat eden Ebû Leheb'in, ölümünden sonra ailesinden biri tarafından rüyada görülerek bu davranışı sebebiyle her pazartesi gecesi azabınsn hafifletildiğini ona söylediğine dair bir haberi [46][489] ayrıca İçinde Resûlullah'a vahiy indirildiğinden Kur'an'-da Kadir gecesine atfedilen önemin bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberin dünyaya geldiği gün için öncelikle geçerli olacağı hususunu da görüşlerine dayanak olarak gösterirler.[47][490]
Ancak iman etmeden ölenlerin bütün amellerinin âhirette boşa gideceğine dair âyetlerin [48][491] delil gösterilmesi yanında rüya üzerine hüküm dayandınlamayacağı ve Kadir gecesinin önemi hakkındaki ilâhî teyidin mevlid hakkında söz konusu olmadığı ileri sürülerek bu gerekçelere karşı çıkılmıştır.
Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların büyük rolü vardır. İbnü'l-Hâcc'ın Mısır'daki uygulamalara yaptığı atıflar yanında tarihçi Cebertî'nin (ö 1240/1825) kendi zamanındaki mevlid kutlamalarının evliyanın kabirlerini ziyaret yanında ticaret, gezi ve eğlence gibi amaçlar taşıdığını [49][492] her meşrepten bid'at ve tarikat ehlinin katıldığı törenlerde şiir, zikir ve çalgı seslerinin birbirine karıştığını, camilerin âdeta alışveriş, sohbet, oyun ve eğlence mekânı haline getirildiğini, bu mekânların yenilip içilen şeylerle kirletildiğini, erkeklerle kadınlar arasında hoş olmayan davranışlar görüldüğünü belirtmesi [50][493] ulemânın Mısır'da mevlid kutlamaları konusundaki eleştirilerini haklı çıkaracak mahiyettedir. Hatta Cebertî, Şeyh Abdülveh-hâb b. Abdüsselâm el-Afîfî'nin mevlidinden söz ederken çevredeki şehirlerden gelen bazı kimselerin her türlü fuhşu irtikâp ettiklerini, ulemânın ve önde gelen şahsiyetlerin bunlara karşı çıkmadan kutlamalara katılmasının onay aniamı taşıyacağını belirterek onları ağır şekilde eleştirir.[51][494]
Mevlidin dinî hükmünden ve mevlid kutlamalarından bahseden müstakil eserlerden bazıları şunlardır: İbn Dihye el-Kelbî, et-Tenvîr fî mevlidi's-sirâci'1-mü-nh; Tâceddin Ömer b. Ali et-Fâkihânî, el-Mevrid fi'î-kelâm falâ 'ameli'l-mevlid; Ebü'l-Kâsım el-Azefî, ed-Dürrü'1-munaz-zam îî mevlidi'n-nebiyyi'1-mıfazzam; İbn Merzûkel-Hatîb, Cene'l-cenneteyn 11 şerefi (fazli)'l-leyîeteyn (mevlid ve Ka-dirgeceleri hakkındadır); İbn Nâsırüddin ed-Dimaşkî, el-Mevndü'ş-şâdî fî mev-Hdi'1-hâdî ve bunun muhtasarı el-Laî-zü'r-râ'ik îî mevlidi hayri'l-hala'ik; İbn Hacer el-Heytemî, Mevlidü'n-nebî; Süyûtî, Hüsnü1-makşid fî'ameli'l-mevlid; Muhammed b. Ahmed el-Kastallânî, İthaf ü'r-ruvât bi-zikh'l-mevlid ve'1-veîât; Şemseddin es-Sehâvî, ei-Fahrü'l-'-alevî îi'1-mevîidi'n-nebevî; Ali el-Kârî, el-Mevridü'r-revî îi'1-mevlidi'n-nebevî;
Fethuüah b. Ebû Bekir el-Bennânî, Fef-hullâh îî mevlidi hayri halkillâh; J. W. McPherson, The Moulids of Egypt [52][495] Gustave EdmundvonGrunebaum. Muhammadan Festivals [53][496] Nico Kaptein. Muhammad's Birthday Festival[54][497]
Bibliyografya :
Müsned, V, 297, 299; Buhârî. "Şavm", 69, "Nikâh", 20; Müslim, "Şıyâm", 127-128, 197; Ebû Dâvûd, "Şavm", 54; İbn Cübeyr, er-Rihle, Kahire 1400/1980,5. 91-92; Ibnü't-Tuveyr, r/üz-hetü'l-mukletegn fi ahbâri'd-devleteyn{nş\. Eymen Fuâd Seyyicl), Stuttgart 1412/1992, s. 211-223; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mİr'âtü'z-zamân, VIII, 681, 683; Ebû Şâme el-Makdisî. el-Bâ'iş [a/â inkâri'l-bidae ve't-hauâdtş [nşı Meşhur Hasan Selman), Riyad 1410/1990, s. 95-96; İbn Halükân. Vefeyât, III, 449-450; IV, 117-119; İbn Teymiyye, el-Fetâoa'l-kübrâ, Kahire 1384/1965, I, 372; İbnü'I-Hâc el-Abderî. el-Medhal, Kahire 1401/1981, II, 2-33; İbn Kesîr, es-Sıre, I, 198-203; İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâoa 'l-hadîşiy-ye, Beyrut, ts., s. 150;Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ (Şemseddin), lil, 576; Makrîzî. et-Hıtat, I, 432-433; M, 290, 291; Sehâvî, et-Tibrü'i-mesbûk, Kahire, ts., s. 13-14; Süyûtî. Hüsnü '(-makşidp 'ameli'l-meolid (nşr. Mustafa AbdülkâdirAtâ), Beyrut 1405/1985; Venşerîsî, el-Micyarü'l-mu'-rib{nşr Muhammed Haccî), Beyrut 1401/1981, ], 160-161; VII, 99-101; VIII, 255; IX, 252; XII, 48-49; Şâmî, Sübulü'l-hüdâ, 1,401-408, 439-454; Fiştâlî. Menâhitü'ş-şafâ (nşr. Abdülkerîm Kiireyyim), Rabat 1972, s. 235-252; Ahmed Bâ-bâ et-Tinbüktî. Neylü'l-ibtihâc, Trablus 1408/ 1989, s. 296-297; Makkarî. Ezhârû'r-riyâz{nşi Saîd Ahmed A'rab v.dgr.), Rabat 1398/1978, I, 39, 243-245; II, 374-376; Evliya Çelebi, Seyahatname^, 463-476; İfrenî. Nüzhetü'1-hâdî bi-ahbârimülûki'l-karni'l-hâdî{r\şr.Q. Houdas), Paris 1888, s. 145-157; Cebertî, 'Acâ'ibü'l-âşâr (Bulak). I, 220; 111, 39-40; IV, 3; Teşrîfât-ı Kadîme, s. 2-10; Mir'âtü'l-Haremeyn, 11, 101-102; Mu-hammad Hadj-Sadok, "Le mavlid d'apres le mufti-poete d'AIger ibn Ammâr", Metanges Louİs Masslgnon, Damas 1957, II, 269-292; P. Sfıinar. "Traditional and Reformist Mawlid Ce-lebrations in the Maghrib", Studies in Memory ofGaston Wiet{ed. Myrian Rosen-Ayalon), Jeru-salem 1977, s. 371-413; Necla Pekolcay. Meülid, İstanbul 1980, s. 19-33; Abdurrahman er-Râfiî, Târîhu.'1-hareketi'l-kaumiyye ve tetauuüru ni-zâmVİ-hükm fî Mışr, Kahire 1401/1981, s. 254-255; Kamil Toygar, "Türkiye'de Mevlid Çevresinde Meydana Gelen folklorik Unsurlar", //. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirilen, Ankara 1982, IV, 517-534; Ali el-Cündî. Nefhu'l-ezhâr fi mevlidi'l-muhtâr, Kahire 1406/1985; Muhammed b. el-Hoca, Safahat min târihi Tûnis (nşr. Hammâdî es-Sâhi!î- el-Cîlânî b. Yahya). Beyrut 1986, s. 236-246; İbrahim Harekât, es-Siyâse oe'l-müctema' fı'l- Osmanlılar'da Mevlid Törenleri. Osmanlı teşrifatında, Hz. Peygamber'in doğum günü kabul edilen 12 Rebîülevvel'de düzenlenen törenlerin başlangıcı hakkında kesin bilgi yoktur. Bazı vakfiyelerdeki kayıtlardan hareketle bunu Osman Gazi'-ye kadar götürenler varsa da [55][498] genel görüş, bu törenlerin Kanunî Sultan Süleyman döneminden itibaren saray protokolünde yer almaya başladığı ve III. Murad zamanında tamamen resmîleştiği şeklindedir. Selânikî'nin kaydına göre, Sigetvar seferi sırasında (974/ 1566) Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatının saklanmaya çalışıldığı bir ortamda padişahın otağında 12 Rebîülevvel gecesi mevlid okunmuş, ertesi gece de sadrazamın çadırında tekrarlanmıştır. [56][499]Yine Selânikî'den, 12 Rebîülevve! 996'da [57][500] Resûl-i Ekrem'in doğum günü münasebetiyle padişahın [58][501] bütün minarelerde kandil yakılmasını ve camilerde, mescidlerde mevlid okunmasını emrettiği öğrenilmektedirfa.. Bu emir mevlid gecesinin o tarihte resmen kutlandığının kanıtıdır. Mevlid törenlerini saray, konak ve evlerde yapılanlarla padişahın katıldığı mevlid alayı denilen merasim yürüyüşünün ardından bir selâtin camisinde yapılanlar olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. Topkapı Sarayı'ndaki törenlerin bazan Ağalar Camii'nde, bazan da Çinili Köşk'te, sonraki yıllarda ise başta Sultan Ahmed Camii olmak üzere Eminönü Valide Sultan, Eyüp Sultan, Beyazıt, Nusre-tiye ve Yıldız camilerinde gerçekleştirildiği bilinmektedir. Mevlid gününden önce protokole dahil devlet adamlarına davetiyeler gönderilir, ne zaman hangi camide hazır bulunacakları bildirilerek davetlilerin tören kıyafetleriyle belirtilen saatte yerlerini almaları sağlanırdı. Osmanlı teşrifatında padişahın, merasim erkânı ve muhafızlarının katılımıyla saraydan belli bir güzergâhı takiben başka bir yere gidiş gelişini ifade etmek için "alay" kelimesi kullanıldığından mevlid okunacak camiye gidip gelmesine de "mevlid alayı" deniliyordu. Ancak bu tabir zamanla daha geniş anlamda kullanılıp rebîülevvelin on ikinci günü sarayda ve camide yapılan törenlerin tamamını kapsamına almıştır. Mevlid alayı camiye yaklaştığında müezzin mahfilinde Feth sûresi okunmaya başlar, sûre tamamlandığı sırada padişahın mahfil-i hümâyuna geldiğini belli etmek için kafesin küçük penceresi açılır ve cemaat ayağa kalkarak bulunduğu yerde saygıyla eğilirdi. Müezzin mahfilinde "muarrif" denilen görevlinin Hz. Peygamber'in özelliklerini belirten "ta'rîf'i okumasının ardından Ayasofya ve Sultan Ahmed camilerinin vâizieriyle o caminin vaizi sırayla kürsüye çıkıp kısa birer vaaz verirlerdi; kendilerine de kürsüden indikten sonra bazı armağanlarla birlikte birer samur kürk veya ferace hediye edilirdi. Ayrıca her vaizin kürsüye çıkışı sırasında cemaate şerbet ve buhur sunulurdu. Ardından Süleyman Çelebi'nin Mevüd'inin okunmasına başlanır ve birinci mevlid-han ilk bahri bitirip kürsüden inince kendisine hil'at giydiriürdi. İkinci mevlidhan, "Geldi bir ak kuş kanadıyla revan /Arkamı sığadı kuvvetle heman" beytini okurken herkes hürmeten ayağa kalkardı. Bu esnada mahfil-i hümâyun tarafında perde arkasında bekleyen müjdecibaşı Mekke emîrinin gönderdiği mektubu sadrazamın önüne koyar, sadrazamın işaretiyle reîsülküttâb onu alarak müjdecibaşıyla birlikte padişahın huzuruna girerdi. Dâ-rüssaâde ağası da mektubu kesesinden çıkarıp kendisine geri verir, o da okurdu. Daha sonra aynı zamanda Haremeyn nâzın olan Dârüssaâde ağasına samur kürk, reîsülküttâb ile müjdecibaşıya hii'at giy-dirilirdi. Ardından padişah Medine'den gönderilen hurmanın bir miktarını peşkir ağası eliyle sadrazama yollar, o da birkaçını alıp bir ikisini şeyhülislâma verdikten sonra kalanını vezirlere ve orada bulunan diğer devlet erkânına dağıttırırdi; bu iş tamamlanınca peşkir ağasına bir miktar bahşiş verilirdi. İkinci mevlidhan okumasını bitirip kürsüden inince hil'atini ve armağanlarını alır, yerine üçüncü mevlidhan çıkardı. Bu sırada Sultan Ahmed Camii'nin mütevellisi sadrazamın, Ayasofya Camii'nin mütevellisi şeyhülislâmın, diğer vakıfların mütevellileri de vezirlerle defterdar, nişancı gibi devlet büyüklerinin ve ulemânın önüne şeker tablaları koyar, zamanı gelince de derecelerine göre zağarcıbaşı. saksoncu-başı, muhzır ağa ve diğer ocaklılar bunları kaldırırdı. Üçüncü mevlidhanın ve arkasından mevlid duası yapan duahanın kürsüden inip hil'at ve hediyelerini almalarından sonra tören tamamlanırdı. Sadrazam ve yüksek rütbeli devlet ricali camiden çıkıp atlarına binerek abdest çeşmelerinin önündeki alanda padişahı selâmlamak üzere beklerlerdi. Padişah da yine at üstünde bekleyenlerin önünden geçerken selâmlanır ve alkış çavuşlarının alkışlarıyla uğurlanip yine geldiği yoidan mevlid alayı ile saraya dönerdi. Sadrazam ve şeyhülislâmla diğer devlet büyükleri de kendi maiyetleriyle ve daha küçük çaplı törenlerle konaklarına giderlerdi. Sarayda veya padişahın katılımıyla camide büyük törenlerle ve çok pahalı hediyeler dağıtılarak okutulan mevlidlerden başka hemen her devlet adamının ve zenginin konağında, camilerle, mescidlerde ve halktan kimselerin evlerinde de mevlidler okutulurdu. 1850-1918 yılları arasında yaşayan ve Umûr-ı Mülkiyye Nâzın Pertev Paşa'nın torunu olan Abdülaziz Bey, kendisinin de içinde büyüdüğü anlaşılan bir paşa konağındaki mevlidleri özetle şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber'in doğum hikâyesi daima geceleri okunduğu için o gece tezkereler yazılarak davet edilen misafirlere mükellef yemekler hazırlanır, sofralar kurulur ve üzerlerinde her çeşit meyve bulundurulurdu; ayrıca ev halkıyla misafirlere yetecek sayıda renkli kâğıt külahlar içinde elvan şekerleri hazırlanırdı. Konağın üst kat sofasının iki yanına pamuk şilteler ve üzerlerine kenarları sırma saçaklı kırmızı Trablus ihramları serilirdi. Sofanın ortasında üzerine şal geçirilmiş bir minderle önüne sedef işlemeli, üstü ağır bir şalla Örtülü bîr rahle, iki tarafına iki büyük gümüş şamdan ve biraz uzağa da sırma işlemeli örtülerle kaplı iki küçük sehpa üzerine gümüş buhurdanlar yerleştirilirdi. Sofanın karşısına hanımlar için boydan boya kafes çekilir, arkasına yine şilteler serilirdi. Akşama doğru avizeler ve billur kandiller yakılır, davetliler geldikçe takım takım odalara alınarak önce kahve ve çubuk ikram edilir, ardından yemeğe kaldırılırlardı. Yatsı vakti gelince sofada cemaatle namaz kılınır, sonra ev sahibi ve misafirler Önceden hazırlanan şilteler üzerine, mev-lidhan rahlenin önündeki mindere, tev-şîhhanlar dayarım daire halinde onun Önüne otururlardı. Bu arada ev halkı ve hanımlar da yerlerini alırlar, buhurdanlar yakılır ve mevlid-i şerif kıraatine başlanırdı. Ara verilen yerlerde tevşîhhanlar na"t-ı şerif ve ilâhiler okurlardı. Meviid sonuna kadar diz çökmüş durumda sessizce dinlenir, sıra Hz. Peygamber'in doğum ânına gelince ayağa kalkılır ve salâtü selâm getirilerek tekrar oturulurdu. Ardından konağın hizmetinde bulunan ağalar gümüş gülabdanlardan dinleyenlerin ellerine sırayla gül suyu serper ve önlerine bağladıkları elvan futalar içindeki şeker külahlarını ikişer ikişer dağıtırlardı. Kapaklı elmastıraş bardaklarla şerbet ikramının arkasından mevlidin okunması sona erince kahve ve çubuklar içilir, ardından herkes evine giderdi. Mevlidhana ve tevşîh-hanlara ayrı ayrı atryyeler verilir ve uzakta oturanlar o gece konakta misafir edilirdi. Mevlidhana atıyyeden başka sırma başlı beyaz bir çevre ile bir mintanlık kumaş verilmesi de âdettendi. Bibliyografya : İbn Hallikân, Vefeyâtû'l-a'yân,Bulak 1299, 11, 550, 620; a.e., Beyrut 1397/1977, M, 499; Makrîzî, el-Hıtât, I, 490 vd; Selânikî, Târih (İp-şirlit.s. 36. 197-198; Râşid, Târih, 1,106; ]]], 115; Çelebizâde Âsim, Târih, İstanbul 1282, s. 310-311, 416-417; Taylesanizâde Hafız Abdullah Efendi Tarihi: İstanbul'un üzün Dört Yılı (haz. Feridun M. Emecen), istanbul 2003,;* 122, 182; Tayyarzâde Atâ Bey. Târih, İstanbul 1291-93, I-lll, tür.yer.; Teşrifat-1 Kadîme, tür.yer.; Hızır İl-yas. Tarih-i Enderun: Letaif-i Enderun (haz. Cahit Kayra), İstanbul 1987,tür.yer.; Ahmed Râsim, Menâktb-ı İslam, İstanbul 1325, I, 40-43; Corcî Zeydân, Medenİyyet-i İslâmiyye Târihi (trc. Zeki Mugâmiz), İstanbul 1330, V, 251; Ali Şeydi Bey. Teşrifat ue Teşkîlât-ı Kadîmemiz (haz. Niyazi Ahmet Banoglu). İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser], s. 151-152; Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri. Toplum Hayatı (haz. Kâzım Ansan - Duygu A. Günay), İstanbul 1995, s. 247-248; Tarik Gazetesi.sy. 972, İstanbul 13 Rebîülevvel 1304; Mİdhat Sertoğlu, "Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Meviid Alayı", Hayat Tarih Mecmuası, X!l/4, İstanbul 1976, s. 45-49; Muhammed Nahlî. "Tunus'ta Meviid" (trc. Mehmet Şekeri, Diyanet İlmî Dergi, XXII/2, Ankara 1986, s. 59-64; Abdülkadir Özcan. "Osmanlılar1 da Kandil Geceleri", Tarih ue Medeniyet, sy. 6, İstanbul 1994, s. 45-46; H. Fuchs -Necla Pekolcay. "Meviid", İA, VIII, 173-174; Pa-kalın, 11, 521-522. Mehmet Şeker Arap Edebiyatı. Arap edebiyatında meviid, Hz. Peygamber için yazılan medih türündeki şiirleri ifade ettiği gibi onun doğumu, hayatı, isimleri hasâis ve şemaili, faziletleri, mucizeleri ve gazveleri gibi konularını kapsayan sîret türü eserler için de kulanılmaktadır. 604 (1207) yılında Erbil Atabeği Mu-zafferüddin Kökböri tarafından düzenlenen ihtişamlı meviid kutlamalarında okunmak üzere İbn Dihye el-Kelbî'nin mensur olarak kaleme aldığı ve sonunda bir methiyenin de bulunduğu et-Tenvîr fî mevlidi's-sirâci'l-münîr adlı eseri şöhretinden dolayı ilk meviid kitabı olarak kabul edilmiştir. [59][502]Halbuki ondan çok önce de bu türde bazı eserler kaleme alınmıştır. Ali b. Hamzael-Kisâî'ye(ö. 189/805] nisbet edilen sîret formunda bir eserle Vâkıdî'ye (ö. 207/823) ait Mevlidü'l-Vâkıdîmcfa'ş-şerh 'ale't-temâm adlı manzumenin yazmaları Berlin Kraliyet Kütüphanesi'n-de bulunmaktadır Muhammed b. İshak el-Müseyyebî'nin (ö. 236/850) bir meviid yazdığı,[60][503] Ebü'l-Kâsim Abdülvâhid b. Muhammed el-Mutarriz'in (ö. 439/1047) kaleme aldığı kasidenin Bağdat'taki meviid kutlamalarında okunduğu belirtilmektedir.[61][504] Aynı şekilde Gaz-zâlî'ye bir meviid kitabı nisbet edildiği gibi Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'ninMeviidü'n-nebfsi de meşhurdur [62][505]Dolayısıyla Arap edebiyatında "meviid" terimi II. (VIII.) yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmış, meviid literatürü İbn Dihye'-den çok önce başlayıp gelişmiştir. Bununla birlikte ilk zamanlarda meviid teriminin "tarih ve siyer" anlamına geldiği de iieri sürmüştür.[63][506] İbn Dihye'nin çağdaşlarından Ebü'l-Ab-bas Ahmed el-Azefî'nin yazmaya başladığı ed-Dürrü'l-munazzam İbn Abbasîler zamanında Mer-vân b. Ebû Hafsa. Ebû Dülâme, Mutr b. İyâs ve Selm el-Hâsİr gibi Şiî şairlerinin Ehl-i beyt ve Hz. Peygamber için yazdığı methiyeler bu tür mevlidler için ilham kaynağı teşkil etmiştir. Genel olarak meviid müellifleri, başta Kâ'b b. Züheyr'in Kasîdetü'l-bürde's\ olmak üzere bu eserin çok sayıdaki nazîre-leriyle Hassan b. Sâbit'in Resûlullah için yazdığs şiirlerden, Abdullah b. Revâhave diğer bazı sahâbîlerin nazmettiği methiyelerden ilham almıştır. Ali Fehmi Câbiç, sahabenin bu şiirlerini Hüsnü'ş-şıhâbe fî şerhi eşcâri'ş-şahâbe adlı eserinin I. cildinde toplamıştır.[64][507] Ancak mevlidlerin mevzu itibariyle asıl kaynağını siyer, megâzîve şemail kitapları oluşturur. Bunların başında İbn İshak'ın es-Sîre'siyle İbn Hişâm'in es-Sîretü'n-nebeviyye'si ve Ebû îsâ et-Tirmizî'nin Şemâ3ilü'n-nebıs gelir. Hükümdarların doğum yıl dönümü münasebetiyle mevüd telifi ve okunması âdeti (mevlidü'l-imâmi'l-hâzır) Fâtimîler ve Ab-düivâdîier'le başlamıştır. Şîa geleneğinde Hz. Hüseyin için tutulan matemle Resûl-i Ekrem'in doğum yıl dönümünde yaşanacak sevinç olgularının çelişmesinden olmalıdır ki İran'da mevüd eserlerine nâdir rastlanır. Muhammed b. Mes'ûd el-Kâze-rûnî'nin Arapça el-Müntekâ min sîreti'l-mevlidi'n-nebiyyi'l-Muştafâ adlı eseriyle bunun, oğlu Afîfüddin ei-Kâzerûnî tarafından yapılan Farsça çevirisi Terce-me-i Mevhd-i Mustafâ [65][508] Sûzenî ve Hasan b. Fethullah'ın Resûlul-lah için nazmettikleri medih manzumeleri kutlamalarda okunuyordu.[66][509] Arap dünyasında Hz. Peygamber'İn doğumu münasebetiyle eski zamanlardan beri birer mevlid gibi okunmakta olan şiirlerin başında Kâ'b b. Züheyr'in manzu-mesiyle bunun nazireleri gelir. Bûsîrî'nin Kaşîdetü'I-Bür'e ile Hemziyye ve Mu-dariyye kasideleri bunu takip eder. Ayrıca daha çok Mağrib'de tanınan Muhammed b. Ebû Bekir eş-Şukrâtîsî'nin Ldmiyye'-siyle [67][510] Bağdatlı Ya'küb es-Sarsari'nin methiyeleri de [68][511] meşhurdur. Günümüzde Arap dünyasında, Hindistan'da ve Güneydoğu Asya İslâm ülkeleriyle bütün Afrika İslâm ülkelerinde Arapça'sı ve çeşitli dillerdeki tercümeleriyle en çok okunan mevlid, Medine Müftüsü Ca'fer b. Hasan el-Berzencî'nin adlı eseridir.[69][512] Doğu Afrika sahillerinde ise Abdurrahman İbnü'd-Deyba' ez-Zebîdî'ninel-Mev-lidü'ş-şerîf ve Somali'de Ebü'l-Hasan Nû-reddin'in 'Unvânü'ş-şerif adlı mevlidleri meşhurdur. Afrika Sevâhilî dilinde de çok sayıda mevlid kitabı bulunmaktadır. Şerif ei-Mansabî'nin bu dilde yazılmış Kitâ-bü'l-Mevlid"\ Almanca'ya tercüme edilmiştir[70][513] Arapça mevlidler şekil ve muhteva bakımından birbirine benzer. Sadece mensur veya sadece manzum olanlar yanında bu eserlerin çoğunda mensur ve manzum parçalar birbirini izler. Genellikle Hz. Peygamber için salavat getirilmesini ifade eden nakarat beyitleri manzum ve mensur parçalan birbirine bağlar. Bunlar lafız ve mâna itibariyle kolay anlaşılır ve duygusal olduğundan halk üzerinde büyük tesir icra eder. Mevlidlerin sonunda zikirler ve dualar yer alır. Mensur mevlidlerde veya mevlidlerin mensur kısımlarında seciler, hayal ve tasvirlerle bezenmiş, mübalağalarla dolu hissî ve edebî bir anlatım hâkimdir. Ancak İbn Hacer el-Heytemî, Ali el-Kârî ve M. Reşîd Rızâ'nın mevlidlerinde görüldüğü gibi kaynaklara dayanan, abartısız, gerçekçi, duygusallığa fazla yer vermeyen, didaktik metinler de bulunmaktadır. Arapça mevlidlerin muhtevasını ana hatlarıyla Resûl-i Ekrem'in nurunun yaratılışı, diğer peygamberlerden intikal ederek ona ulaşması, annesinin hamile kalması, babasının vefatı, doğumu sırasında veya bundan önce ve sonra meydana gelen harikulade olaylar. Halîme'-nin yanına verilmesi, Haîîme'nin şahit olduğu olağan üstü hadiseler, vasıfları, şemaili, ahlâkı, nübüvveti ve bunun alâmetleri, mucizeleri, isrâ ve mi'rac, tebliği ve gazveleri, evlenmesi, çocukları, vefatı teşkil eder. Ancak bunlar, başta tasavvuf ve tarikat erbabının yazdıkları olmak üzere Arapça mevlidlerin çoğunda zayıf rivayetler ve hurafelerle yüklü abartılı bir anlatımla dile getirilir. V. (XI.) yüzyıldan itibaren Mağrib ve Endülüs'te Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü münasebetiyle sultan saraylarında düzenlenen kutlamalarda saray şairleri tarafından nazmedilip okunan, içerik bakımından diğer mevlidlerde yer alan konulara temas eden övgü şiirlerini de öze! bir mevlid türü olarak kabul etmek mümkündür. Bu kasidelere "mevlidiyye, mîlâ-diyye, îdiyye" ve halk tabiriyle "mûlûdiyye" gibi adlar verilmiştir. Mevlidiyyeler prensip olarak saray şairleri tarafından naz-medilmekle birlikte zaman zaman sarayın ileri gelen ricali, vezir, kadı, müftü, kâtip ve edipler tarafından da yazılmıştır. Lisânüddin İbnü'l-Hatîb, İbn Merzûk, İbn Zümrek ve Abdurrahman İbn Haldun gibi, şahsiyetler mevlidiyye nazmedenlerin başında yer almaktadır. Ancak bu eserlerden çok azı zamanımıza intikal etmiştir. Makkarî ve İfrenî tarafından tesbit edilmiş mevlidiyyeler 761-768 (1360-1367) yılları arasındaki kısa bir dönemle Fas Merîni Sultanı Ebû Salim İbrahim ve Gırnata Nasrî Sultanı V. Muhammed Ganî-Biliâh devirlerini (1354-1359, 1362-1391) kapsamaktadır. Abdülazîz el-Fiştâ-lî ile İfrenî, Sa'dîler döneminde ve özellikle Ahmed el-Mansûr zamanında (1578-1603) kadı Ebü'l-Kâsım eş-Şâtıbî, müftü Abdülvâhid b. Ahmed el-Hasenî, vezir Ali eş-Şeyzamî, kâtip Muhammed el-Fiştâlî, kadı Muhammed el-Hevzâlî, fakih ve edip Hasan el-Mesfîvî gibi İsimlerin mevlidiyye-lerini zikretmektedir.[71][514] VIII. (XIV) yüzyılda Gırnata Nasrî meliklerinin Elhamrâ Sarayı'nda düzenledikleri mevüd kutlamalarında nazmedilip okunmuş mevlidiyyeler konusunda V. Muhammed döneminin özel bir yeri vardır. Bu devirden kalan on bir mevlidiyyenin altısı İbn Zümrek'e aittir. Ahmed Selmî, İbn Zümrek'in mevlidiyyelerini derleyip yayımlamıştır.[72][515] Nasrî hanedanından Ebü'l-Velîd İb-nü'1-Ahmer de birçok mevlidiyye nazmet-miş, Neşîru ferû'idi'l-cümûn adlı eserinin sonunda iki mevlidiyyesine yer vermiştir.[73][516] İbn Zeydân, el-Yümnü'l-veür isimli antolojisinde [74][517]Mevlây Yûsuf b. Hasan zamanında (1912-1927) okunmuş mevlidiyyeleri kaydetmiştir. Mağrib'de müveşşah tarzında mevli-diyye yazanlar arasında İbn Zâkûr, İbnü'l-Hâc Muhammed b. İdrîs el-Amrâvî, İb-nü'l-Hâc es-Sülemî, İbnü't-Tayyib el-Ale-mî ve İdrîs es-Sinânî gibi şairler görülür. Mevlİdiyyeler şekil itibariyle genellikle planlı kasideye uyar. Ancak giriş fnesîb ve rahîi) kısmında peygamber aşkı, Medine'ye hayalî yolculukla Mekke'de hac vazifesinin ifası söz konusu edilir. Medih kısmında da diğer mevlid metinlerinde olduğu gibi Hz. Peygamber'in doğumu ve sîretiyle İlgili temalar işlenir. Sonuç kısmında İse sarayında mevlidiyyenin okunduğu hükümdarla veliahdı ve ailesi övülür; kaside onlara hayır dua ile bitirilir. Halk şairlerinin mevlidiyyelerinde ise hükümdara övgü kısmı yer almaz. Bibliyografya : Kamus Tercümesi, "Mevlid", II, 62; Süleyman Çelebi, Meulid{nşı Faruk Kadri Timurtaş), İstanbul 1970, neşredenin önsözü, s. lll-IV; İbn Dİhye el-Kelbî, eI-Mutrib{r\şr. İbrâhimel-Ebyârîv.dğr), Kahire 1954, neşredenin girişi, s. 16; İbnü'1-Ah-mer. Neşîrü ferâ'İdİ'l-cümân (nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Beyrut 1967, neşredenin girişi, s. 47-48, 175-176, 186-188; İbn Haldun. et-Tacrîf bİ'bn Haldun, Beyrut 1979, s. 72-76, 89-92; Makkarî, fiefhu't-tîb, Vi, 449-451, 510-515; İfrenî. Nüz-hetü'l-hâdl bi-ahbâri mü.iü.ki'1-k.arnl'l-hâdî {nşr. O.Houdasi.Paris 1888,s. 145-157; Ali Paşa Mübarek, el-Hıtatü't-Leufîkıyye, Kahire 1980, 1, 226-231 ;Ahlwardt, Verzeichnis,lX, 115, 117, 118, 120, 128; Zekî Mübarek, ei-Medâ'ihu'n-ne-beuiyye fi'l-edebi'l-cArabİ, Sayda- Beyrut, ts. (el-Mektebetü'l-asriyye), s. 244-253; Brockel-mann, GAL, I, 250, 268; SuppL, I, 443, 473, 616; Hediyyetü'i-Câriftn,\, 787; Ahmed Emîn. Kamusu'/-'âdâ t ue't-tekâlîd. Kahire 1953, s. 387-398; Muhammed Hadj Sadok, "Le mawlid d'apres le mufti-poete d'Alger ibn Ammâr", Melanges Louis Massİgnon, Damascus 1957, [|, 269-292; Abbas el-Cerrârî, ez-Zece! fi't-Mağrib, Rabat 1970, s. 466-472; a.mlf.. el-Edebü'l-Mağ~ ribî, Rabat 1986,1,141-167; Abdülazîzel-Fiştâlî. Menâhİtü'ş-şafâ(nşr. Abdülkerîm Küreyyim],Rabat 1972, s. 235-252; Hikmet Ali eİ-Evsî, el-Ede-bü'l-Endelüsî, Kahire 1976, s. 235-237; Şevki Dayf. Târtbu'l-edeb.V, 409. 414-416; VI, 351-352, 363-365, 760-766; IX, 297-301; Abdülkâ-dir Zimâme, Ebü'l-Velîd İbnü'l-Ahmer, Dârül-beyzâ 1399/1979, s. 172-177; Cevdet er-Rikâbî. el-Edebü'i-'Arabi mine'l-inhidâr Ue'l-izdirâr, Dımaşk 1403/1983, s. 178-184; M. Mecîd es-Saîd. eş-Ş'frfî Cahdi'l-Murâbttîn, Beyrut 1985, s. 269-277; Ahmed Fevzi el-Hîb. el-Hareketü'ş-şi'riyye, Beyrut 1406/1986, s. 100-125; Fevzî Sa'd îsâ, eş-ŞFrü'l-Endetüsî, İskenderiye 1991, s. 21-23; I. Goldzİher, "Le culte des saints chez lestnusulmans", RH/?, M (1891), s. 257-351; M. Ben Cheneb. "Poeme en l'honneur du prophete", RAfr., LİV (1910). s. 182-190; E. Sidavvay, "Les manifestations religieuses de l'Egypte moderne", Anthropos, XV11[-XIX, Boenos Aires 1923-24, s. 278-296; Abu Chama, "Origine du maw-lid", Buüetin d'etudesarabes,V, Paris 1945, s. 147 vd.; A. Salmİ, "Le genre des poemes de nativite (mawludiyya-s) dans le royaume de Grenade et au Maroc du XIIIe au XVir siecle: Les mawlidiyyât d"Ibn Zamrak", Hesperis, sy. XLIII, Paris 1956. s. 335-435; a.mlf.. "Mawli-diyya", EI2(?r.). VI, 889-890; M. Tayyib Okiç, "Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemelerİ", İİFD, sy. 1 (1976), s. 22; Ahmet Kavas, "Afrika'da Mevlid Uygulamaları", Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) özel sayısı, Ankara 2000, s. 559-574; H. Fuchs - Necla Pekolcay, "Mevlid", İA, VIII, 172-174; H. Fuchs - [F. de Jong], "Mawlid". £/2(Fr.). VI, 886-888; J. Knappert, "Mawlid", a.e., VI, 888-889; İsmet Parmakstzoğlu, "Mevlid", 7A, XXIV, 87; İsmail Durmuş, "İbn Züm-rek", DİA, XX, 472-473. İsmail Durmuş Türk Edebiyatı. Diğer İslâm edebiyatlarına nisbetle mevlidlerin Türk edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkının peygamber sevgisinin bir göstergesi olarak sayı itibariyle de dinî türlerin hiç birinde görülmeyecek zenginliktedir. Süleyman Çelebi'nin nazmetti-ği mevlidin herkes tarafından beğenilip okunmasından dolayı bu konu sonraki yıllarda da çokça işlenmiştir. İlk Türkçe mevlid metni hakkında kaynaklarda açık bilgi yer almamakta ve Süleyman Çelebi'nin 812"de (1409) kaleme aldığı Vesîletü'n-necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Ancak bundan önce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserlerin varlığı da bilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih'e (ö. 650/1252) ait Çarhnö-me olup Vesîletü'n-necâfın hatime kısmında Carim dm e'dekine benzer İfadeler yer alır. Süleyman Çelebİ'den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr'in yazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebide (yazılışı: 790/1388) yer yer mevlidi hatırlatmaktadır. Şiirlerin yanı sıra mensur kısımdaki bazı ilâvelerle Darîr'in yaptığı bu tercüme bir telif mahiyetindedir. Eserdeki manzum kısımlar bir mevlid metninden çok farklı olmadığı gibi Vesüetü'n-necât'm bazı yerleri de Darîr'in eseriyle ciddi benzerlikler göstermektedir. Bu sebeple Darîr'in siyerindeki manzum kısımların Türk edebiyatındaki ilk mevlid metni olması gerektiği ileri sürülmüştür. Türkçe'de kaleme alınan mevlidlerin sayısı 200 civarındadır. Bunlar üzerinde yapılan çalışmalar bir kısmının Süleyman Çelebi'nin eserine aynen benzediğini, bir kısmının bazı motifler yönünden ayrılık gösterdiğini, geri kalanların ise tamamen farklı olduğunu ortaya koymuştur.[75][518] Türkçe mevlid metinlerinin çoğu aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla ve mesnevi tarzında yazılmıştır. Ortalama 600-1400 beyitten oluşan mevlidlerde genellikle Hz. Peygamber'in doğumu üzerinde durulmakta, ardından mi'racı ele alınmakta, çeşitli mucizeleri anlatılmakta, daha sonra vefatından bahsedilmektedir. Bu eserlerin hemen hepsi Ehl-i sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmış, yer yer âyet ve hadislerden iktibaslarla, telmihlerle desteklenmiş, birtakım iddiaların aksine çoğunda bid'at denebilecek fikirlere yer verilmemiştir. Vesîletü'n-ne-cât'm ve diğer bazı mevlidlerin sonundaki "Hikâye-i Deve, Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Güvercin" gibi Hz. Peygamber'e nisbet edilen bazı mucizevî olaylara dair hikâyeler eserlere sonradan ilâve edilen destanî manzumelerdir ve bunların asıl mevlid metinleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na't ile (bazılarında ashâb-ı kirama, çehâr-yâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muhammedi'den bahsedilerek Hz. Peygamber'in doğumuna geçilmekte, onun mi'racı ve diğer mucizelerinin anlatılmasının ardından vefatı konusuna yer verilmekte, en sonunda Resûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir. Hemen her faslın bitiminde içinde Hz. Peygamber'e salâtın da bulunduğu tekrar beyitleri yer almaktadır. Bu beyitler Vesîletü'n-necöt"ta, "Haşre dek ger denilirse bu kelâm / Nice haşroia bu oimaya tamâm Ger dilersiz bulasız oddan necat/Aşk ile derd ile eydin es-salât"; Şem-seddin Sivâsî'nin mevlidinde, "Olmak istersen habîbe âşinâ / Ver salâtı bul onunla rûşenâ" şeklindedir. Araştırmalar sonunda mevlid metinlerinden yetmişinin şairi tesbit edilmiştir: XV. yüzyıl: Süleyman Çelebi [76][519]Arif [77][520]Kerimî [78][521] Ahmed [79][522] Hafi [80][523] Hocaoğlu [81][524] Si-nanoğlu [82][525] Gülşenî-i Saruhânî (ö. 888/1483'ten sonra), Cefâyî [83][526] Mustafaoğlu [84][527] Ebülhayrîpsalalı [85][528] Yahya [86][529] Emîrî.[87][530] XVI. yüzyıl: Halil [88][531] Hamdullah Hamdi [89][532] Zatî (ö. 953/1 546), Mu-hibbî [90][533] Şemsî [91][534] Hasan Bahrî [92][535] Abdî Bihiştî [93][536] Mehmed Hevâî [94][537]Şâhidünnâyî [95][538] Şehîdî [96][539] Vısâlî Ali Çelebi.[97][540] XVII. yüzyıl: Abdurrahman Ankaravî (ö. 1107/1695-96), Kuloğlu. Murâdî.[98][541] XVIII. yüzyıl: Dede Mehmed Efendi,[99][542] Hafız Ali'nin Arnavutça Meolid-i Şerîf adlı mevlid tercümesinin 2. baskısının kapağı.[100][543] basılmış olup baskı tarihi belli değildir), İbrahim Nazif Karamanı, Keşfî-i Samat-yevî, Mehmed Hasan, Muhammed Ham-di el-Hüseynî, Muhammed Hamza [101][544] Mustafa (Bursalı, kitapçı], Nesîmî, Nuri (Yâsinci-zâde), Osman Feyzi Efendi, Osman Sirâ-ceddin (Erzurumlu), Re'fet Efendi.[102][545] Mevlidler içinde Süleyman Çelebi'nin eseri bir sehl-i mümteni olarak ayrı bir değer taşımaktadır. Hamdullah Hamdi'-nin sade Türkçe ile yazmaya özel gayret gösterdiğini belirttiği Ahmediyye'si bilhassa edebî kıymeti bakımından Önemli bir eserdir. Süleyman Çelebi'nin mesnevisinden sonra en fazla tanınan mevlid, Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu olmasının da tesiriyle tasavvu-fî özellikler taşıyan Şemseddfn Sivâsî'nin eseridir. Bibliyografya : Süleyman Çelebi, Vesîletü'rt-necat: Mevlid [nşr Ahmed Ateşi, Ankara 1954; a.e. (nşr. Faruk Kadri Timurtaşl. İstanbul 1970; a.e. fnşr. Necla Pekolcay), İstanbul 1980; a.e. (nşr. Necla Pekolcay), Ankara 1993, tür.yer.; Ahmed Fakiri, Çarh-nâme(nşr. Mecdut Mansuroğlu). İstanbul 1956; Osmanlı Müellifleri, II, 222,445; Keşfü'z-zunün, II, 1910; Necla Pekolcay, Türkçe Meulid Metinleri (doktora tezi, 1950), İÜ Ed. Fak.; a.mlf., "Süleyman Çelebi Mevlidi Metni ve Menşei Meselesi", TDED, V] (1955), s. 39-64; a.mlf. - H. Fuchs, "Mevlid", İA, VIII, 174-176; Ahmed Ay-mutlu, Süleyman Çelebi ve Mevlid-i Şerif, İstanbul 1958; Hasan Aksoy. Şemseddin Slüâsî, Hayati, Eserleri ve Mevlidi: Tenkitli Neşir (doktora tezi, 1984), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., "Türk Edebiyatında Mevlidler", Türkler (nşr. H. Celal Güzel v.dğr.). Ankara 2002, XI, 758-761; a.mlf., "Mevlid", TDE-4.V1, 315-319; R. Bahar Akarpınar, Türk Kültüründe Dinî Törenler ue Mevlid Kutlamaları (doktora tezi, 1999), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Nihad Sami Banarlı, "Büyük Nazireler Mevlid ve Meviid'de Millî Çizgiler", istanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1962 (ayrı basım); Hasibe Mazıoğlu. "Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler", TD, VI/1 (1974), s. 31-62; M. Tayyib Okiç, "Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemeleri", İİFD, sy. 1 (1975), s. 17-78; Mehmet Gökalp, "Keşfi'-nin Mevlid-i Nebevisi", TDA, sy. 94 (1995), s. 205-225; Mustafa Uzun, "Fevzi Efendi, Edirne Müftüsü", DM, XII, 509. Hasan Aksoy Mûsikî. Türk dinî mûsikisinde mevlid, özellikle Osmanlı coğrafyasında yoğun bir ilgi gören Süleyman Çelebi'nin Vesîietü'n-necât adlı mesnevisinin besteli veya kendine has bir şekilde irticalen okunmasını ve bu maksatla yapılan törenleri ifade eder. Eserin başta Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü (mevlid kandili), mübarek gün ve geceler (kandiller) olmak üzere din büyüklerini anma, ölüm, doğum, sünnet, evlenme, hac ibadetini yerine getirme vb. olayların ardından sevinç ve üzüntülerin beraberce paylaşılması için düzenlenen toplantılarda okunması yaygın bir âdet haline gelmiştir. Sadettin Nüzhet Ergun gibi bazı araştırmacılar, Vesîletü'n-necât'm bizzat Süleyman Çelebi veya Sinâneddin Yûsuf tarafından bestelenmiş olabileceğini kaydetmektedir. [103][546]Ancak eserin bugün bilinen yegâne bestekârı Bursalı Sekbanadır (XVII. yüzyıl). Mevlidin bu bestesi XIX. yüzyılın sonlarına kadar okunmuş, zamanla unutulmaya yüz tutunca Mutafzâde Ahmed Efendi gibi musikişinaslar bu besteyi öğretmek için uğ-raşmişsa da ilgisizlik sonucu unutulmuştur. Elyazması bazı mevlid nüshalarında mısraların yanına yazılan ve o mısrada takip edilmesi gereken makam seyirlerini işaret eden makam isimleri eski besteli mevlidin izlerini taşıyan önemli kayıtlar olarak günümüze ulaşmıştır. Mevlid manzumesinin her bölümü (bahir) mevlidhan denilen bir kişi tarafından, bahirler arasındaki tevşîhler de tevşîh-han grubunca okunur. Bahirler arasında belli bir makam sıralaması takip edilerek gerçekleştirilen mevlid icrasında genellikle şöyie bir seyir takip edilir: Önce sabâ, çargâh, dügâh veya şevkutarab makamından tilâvet edilen Kur'ân-ı Kerîm veya bir tevşîhle mevlid töreni açılır. Daha sonra yine aynı makamda bir kaside okunup, "Allah adın zikredelim evvelâ" mısraıyla başlayan Tevhid" veya "Münâcât" bahrine sabâ makamıyla girilir. Sabâ zemzeme, bestenigâr, dügâh, çargâh, şevkutarab. muhayyer, uşşak, İsfahan, tâhir-buselik, hüseynî veya acern-aşiran, acem-kürdî gibi makamlara geçkiler yapılarak. "Her ki diler bu duada buluna / Fatiha ihsan ede ben kuluna" mısraının ardından mev-lidhanın yüksek sesle söylediği, "Merhum ve mağfur Süleyman Çelebi'nin ve kâf~ fe-i ehl-i îmânın ruhu için el-Fâtiha" cümlesini takiben okunan Fâtiha'dan sonra bahir tamamlanır. "Hak Teâlâ çün yarattı Âdem'i" mısraıy-la başlayan "Nur" bahrine hicaz makamıyla girilir. Eviç, ferahnak, segah, müs-tear, şehnaz, karcığar, tâhir-buselik makamlarında geçkilerin yer aldığı bu bahir de hicazla sona erer; ardından topluca salavât getirilir. Mevlidin üçüncü bahri. "Âmine Hâtûn Muhammed ânesi" mısraıyla başlayan "Vilâdet" (Velâdet) bahridir. Rast makamıyla başlayan bu bahirde nişaburek, sûzidilârâ, segah, nihâvendveya suzinak, mahur, hüzzam, sabâ. uşşak veya hicaz, kürdîlîhicazkâr. İsfahan makamları gösterildikten sonra yine rast ile karar kılınır; okunan salâtü selâmı kısa bir dua takip eder. Bu bahirde, "İndiler gökten melekler saf saf" mısraında gerdaniye perdesinden girip mahur nağmeleriyle meyan yapmak, "Bu gelen iim-i ledün sultânıdır" mısraını kürdîli-hicazkâr, "Âmine eydür çü vakt oldu tamam" mısraını da İsfahan makamında okumak âdettir. "Yaratılmış cümle oldu şâduman" mısraıyla başlayan "Merhaba" bahrine hüseynî ile girilip pencgâh. uşşak gibi makamlara geçkiler yapıldıktan sonra segah veya hüzzamda karar kılınır; ardından salâtü selâm getirilir. Mevlidin "Mi'rac" bahrine, "Söyleşirken Cebrail ile kelâm" mısraıyla girilir. Hüzzam, segah, ırak, karcığar, sabâ, eviç, hicaz, nihâvend, suzidil ve kürdîli-hicazkâr makamlarına geçkiler yapıldıktan sonra segah makamıyla karar kılınmasının ardından yine salâtü selâm getirilir. Uzun süredir pek okunmayan "Vefat" bahri de hicaz, neva, uşşak ve bayatî makamlarından okunmaktaydı. Mevlidin son bölümü olan "Dua" bahrine uşşak makamıyla girilir. "Yâ ilâhî ol Muhammed hakkıyçün" mısraıyla başlayan bu bölümde komşu makamlarda gezinildikten, bu arada sabâ ve bestenigâr makamlarına da geçkiler yapıldıktan sonra, "Rah-metullâhi aleyhim ecmaîn" mısraıyla hüseynî makamında mevlid bitirilir. Ardından okunan Kur'ân-ı Kerîm ve yapılan dua ile mevlid kıraati ve töreni tamamlanır. Son zamanlara kadar mevlid bahirleri arasında mevlidhanların kaside okuduğu bilinmektedir. Bir bahrin bitiminin ardından okunacak bahrin makamında Kur-"ân-ı Kerîm veya tevşîh (bazan ikisi birden) okunur, meviidhan da önce bir kaside okuyup ardından bahre girerdi. Son yıllarda ise bazı mevlidhanlann bir münasebet düşürerek bahir içerisinde kaside okudukları görülmektedir. Ancak bu durumda kaside ile bahrin konulan ve edebî seviyesi arasında bir uyumun bulunmasına dikkat etmek gerekir. Kaynaklarda, Süleyman Çelebi mevlidinin sadece İstanbul'da Koca Mustafa Paşa Sünbül Efendi Dergâhi'nda okunduğu belirtilen bir başka bestesinden de söz edilmektedir. Yakın dönemlere kadar okunan bu eserin özelliği, her beytin ardından tevşîhhanlar tarafından Allah'ın "hay" isminin peş peşe iki defa fekrar edilmesiydi. Ancak bu kelimedeki "h" harfiyle Türkçe'de "evet" mânasına gelen "hayhay" kelimesindeki "h"nin aynı şekilde telaffuz edilmesi mâna karışıklığına sebep olmaktaydı. Meselâ, "Gece gündüz işleri isyan kamu / Korkarım kim yerleri ola tamu" beytinden sonra söylenen "hay hay" nakaratı mânaya pek uygun düşmediğinden bu zikirli mevlidin okunması terkedilmiştir. Türk mûsikisinde öteden beri mevlidhanlıkla şöhret bulmuş pek çok musikişinas yetişmiştir. XVIII. yüzyıldaki meşhur mevlidhanlar arasında Emîr Buhârî Camii hatibi hattat ve şair Hafız Şühûdî Mehmed Efendi, Beşiktaş'ta Sinan Paşa Tekkesi şeyhi Mustafa Rızâ Efendi, dinî eserler bestekârı Çâtâkzâde Şeyh Mustafa Efendi, Zeyrek Camii müezzini Hüseyin Dede en önemlilerindendir. XİX. yüzyılda İstanbul'da mevlidhanlıkla tanınmış hafızlardan Aksaraylı Âmâ Hafız Hasan Efendi, hünkâr mevlidhanı Fındıklılı Hacı Hakkı Efendi, hünkâr imamı Hafız Yûsuf Efendi, Enderunlu Hafız Hüsnü Efendi, Bedevî şeyhi Ali Baba, Hafız Âşir, Beylerbeyi Camii hatibi Rifat Bey, Selimiye hatibi Şeyh Ömer Efendi, Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi, Balat Sünbülî Dergâhı şeyhi Kemal Efendi, Hüdâyî Tekkesi şeyhi Mehmed Ruşen Efendi, Mutafzâde Ah-med Efendi ve Mehmed Akif'in (Ersoy) bir şiiriyle kıraatini ölümsüzleştirdiği Said Paşa İmamı diye bilinen Hasan Rızâ Efendi özellikle zikredilmesi gereken isimlerdir. Son dönemin önemli mevlidhanları arasında başta Hafız Sami olmak üzere hünkâr mevlidhanı Boyabatlı Mustafa Şevki Efendi, Süleymaniye Camii başmüezzini Hafız Kemal Efendi, Beyoğlu Ağa Camii imamı Hasan Rızâ Efendi, Muhyiddin Tanık, Hafız Burhan, Mecit Sesigür, Esat Gerede, Yeraltı Camii imamı Ali Üsküdarlı, Hüseyin Sebilci. Kâzım Büyükaksoy; günümüz mevlidhanlan arasında ise Halil İbrahim Çanakkaleli, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Emin Işık. Zeki Altun (ö. 1999) ve Kani Karaca (ö. 2004) bilhassa belirtilmelidir. Mevlİd manzumesi son devir hattat ve musikişinaslarından Kemal Batanay tarafından yeniden bestelenmiş. Kani Kara-ca'nın meşkettiği bu bestenin notası henüz neşredilmediğinden okunması yaygınlaşmamıştır. Ayrıca bestekâr Sadettin Kaynak'ın bir mevlid bestesinden bahse-dilmekteyse de henüz ortaya çıkmamıştır. XX. yüzyıl mevlidhanlarının mevlid metnine kendi zevklerince eklemeler yaparak okumaları tahrifata sebep olduğundan tasvip edilecek bir uygulama değildir. Bibliyografya : Divan Edebiyatı Müzesi, Revnakoğlu Dosyaları, nr. 230; Belîğ. Güldeste, s. 525-526; Mehmed Akif Ersoy. Safahat (nşr. M. Ertuğrul Düz-dağ), İstanbul 1987, s. 467-471; Sadettin Nüz-het Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942-43, 1, 12-13, 17, 25; II, 441, 471, 654-656; Ali Rıza Sağman. Mevlid Nasıl Okunur? oe Meolİdhanlar, İstanbul 1951; Kâzım Baykal, Süleyman Çelebi üe Meolid{nşr. Kadir Atlan-soy), Bursa 1999; Tâhirülmevlevî, "Rebîülevvel ve Mevlid-i Şerif", Mah/î/, sy. 5, İstanbul 1339, s. 79-81; Köprülüzâde Mehmed Fuad, "Mevlid Merasimi", Teuhîd-i Efkâr, 5 Receb 1340/4 Mart 1922; Necla Pekolcay, "Süleyman Çelebi Mevlidi, Metni ve Menşei Meselesi", TDED,M\ (1955), s. 39-64; Halil Can. "Dinî Musiki", MM, sy. 292(1974), s. 22-23; sy. 293(1974), s. 17-19; Ömer Tuğrul İnançer. "Dinî Musiki", DBİst.A, İN, 58 (maddenin yazımında Bekir Sıdkı Sez-gin'den alınan şifahî bilgilerden de faydalanıl-mıştırç Nuri Özcan MEVLİD Süleyman Çelebi'nin (ö. 825/1422) asıl adı Vesîletü'n-necât olan meşhur eseri. Süleyman Çelebi Bursa'da doğdu. Hakkındaki bilgiler kısa ve çelişkilidir. Bazı yazma nüshalarda yer alan, "Yiğitlik dahi geçti şöyle hoca / Erişti şastlık u oldu koca" beyti, müellifin 812"de (1409) nazmettiği mevlidi altmış yaşında iken kaleme aldığını gösterdiğinden onun doğum tarihini 752(1351) olarak kabul etmek mümkündür. Süleyman Çelebi'nin, Ah-med Paşa'nın oğ!u ve Orhan Gazi'nin silâh arkadaşı olup Fuşûşü'l-hikem'e bir şerh yazan Şeyh Mahmud'un torunu olduğu. Orhan Gazi'nin bu zata İznik'te bir medrese yaptırmış bulunduğu şeklindeki kayıtlardan onun ilimle uğraşan kültürlü bir aileden geldiği anlaşılmakta, taşıdığı "Çelebi" unvanı da aynı zamanda arif ve kâmil bir kimse olduğunu ortaya koymaktadır. Süleyman Çelebi'nin dinî ilimlere vukufunu eserinde işlediği konulan âyet ve hadislerle ustaca desteklemesi de göstermektedir. Kaynaklar onun Yıldırım Ba-yezid devrinde bir süre Dîvân-ı Hümâyun imamlığı yaptığını, 802'de (1400) inşası tamamlanan Bursa Ulucamii imamlığına Emîr Buhârî'nİn tavsiyesiyle getirildiğini nakleder. Mevlevi veya Halveti olduğu sürülen şairin "râhat-i ervah" terkibinin gösterdiği 825'te (1422) vefat ettiği genellikle kabul edilmektedir. Kabri Bursa"-da Çekirge yolunda, Eski Kaplıca yakınlarındaki Yoğurtlu Baba Zaviyesi önünde bulunan sırt üzerindedir. Türbesi harap bir durumdayken 1952 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu aracılığıyla onarılmış ve duvarına Vesile t ü 'n-necât'm ilk beytiyle âlem ve Âdem'in yaratılışıyla ilgili 128, Hz. Muhammed'ın doğum ânını bildiren 206 ve Allah Teâlâ'nın Hz. Mu-hammed'e hitabını nakleden 403. beyitleri yazılmıştır. Vesîletü'n-necât'm 812 (1409) yılında Bursa'da tamamlandığı eserdeki bir beyitte açıkça belirtilmektedir. Başka bir eseri bilinmeyen Süieyman Çelebi'nin mevlidini kaleme almasıyla ilgili yaygın rivayet şöyledir: Onun Ulucami'de imamlık yaptığı yıllarda bir vaiz Bakara sûresinin 285. âyetini açıklarken peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu sebeple Hz. Muhammed'in Hz. îsâ'dan ve diğer peygamberlerden üstün olmadığını söyleyince cemaatten bazıları vaize karşı çıkmış, tartışmalar büyümüş, bu arada Süleyman Çelebi. "Ölmeyip îsâ göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmak için idi ol" beytini söylemiş, halkın çok beğendiği bu beyti, daha sonra büyük bir aşkla Hz. Peygamberin sevgisini terennüm edecek ve onun hayatının bazı bölümlerini içine alacak şekiide geliştirerek eserini tamamlamıştır. Aruzun "fâjlâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan eser, on bir nüshası karşılaştırılarak elde edilen metnine göre 768 beyit olup on altı babdan meydana gelmektedir. Eser, asıl isminden ziyade yazma nüshaları genellikle "mevlid / mevlüd" başlığını taşıdığından, hatta bazan "mev-lûd" şeklinde yazıldığından "mevlid" veya "mevlüd" olarak tanınmaktadır. Sehl-i mümtenî kabul edilen Vesjle-tü'n-necât sade bir Türkçe ile yazılmıştır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanat-kârane bir üslûpla anlatılmıştır. Müellifin ifadeleri dinî heyecanına bağlı olarak gelişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgisini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır. Bu sebeple Vesîletü'n-necât'ta motiflerin ve edebî sanatların kullanılışı yazarına mahsus olup tamamen orijinaldir. İfadeler halka yönelik konularda çok sade, dinî kavramların anlatımında bazan girift, fakat anlamın derinine inilince gönlü fethedecek özelliktedir. Eserde yer yer dinî mefhumların, farz ve vaciplerin beyan edildiği, İslâm tasavvufunun serî hükümlerle örtüşen yönlerinin yerli yerince işlendiği. Türk edebiyatına mal olmuş tasavvufî remizlerin başarıyla kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanında Vesîîetü'n-necâfta tekrir, tenasüp, cinas, tevriye, teşbîh-i temsilî gibi edebî sanatlar kullanılmış, bahirler konuların gerektirdiği âyet ve hadislerle işlenmiştir. Mensur bir münâcâtla başlayan eserin muhtevasını ortaya koyan bab başlıkları şöyledir: Allah'ın birliği hakkında, nâzım için dua talebi ve kitap için özür beyanı, âlemin yaratılma sebebinin beyanı, Hz. Muhammed'in ruhunun yaratılmasının beyanı (iki fasl), Hz. Muhammed'in vücudunun zuhura gelmesinin beyanı (üç fasl), Hz. Muhammed'in doğumu sırasında ortaya çıkan fevkalâdeliklerin beyanı (altı fasl), Hz. Peygamber'in methi, mucizelerinin, mi'racınin ve hicretinin beyanı, onun bazı vasıflarının beyanı, nükte ve nasihat, kötü fiillerden nehyetme, ri-sâletin tebliği. Hz. Peygamber'in vefatı, hatime. Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-ne-cât'ı hazırlarken bazı eserlerden istifade ettiği anlaşılmaktadır. Bunların başında Arapça siyer kitaplarından Ebü'l-Hasan el-Bekrî'nin eserinin geldiği söylenebilir. Ayrıca Erzurumlu Mustafa Darîr'in tesiri altında kaldığı İleri sürülmekle beraber aslında her ikisinin de çeşitli siyer kitaplarından faydalanmış olduğu ihtimali daha kuvvetlidir. Bunun yanında Âşık Paşa'nın Garibnâme'sindeki beyit ve motiflerin mevliddekilerle benzerlik göstermesi, Ebü'l-Hasan'ın siyerinin Garibnâme'ye de kaynaklık etmiş olduğunu söylemeye imkân vermektedir. Vesîletü''n-necât halk arasında çok beğenilmiş ve sevilerek okunmuştur. Bu sebeple günümüze pek çok yazma nüshası ulaşmıştır.[104][547] Ancak esere Süleyman Çelebi'-ye ait olmayan birçok beyit ve parçanın dahil edilmiş olması esas metnin tesbitini zorlaştırmaktadır. Bu ilâvelerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi de kolay değildir. Bunun yanında hemen her mevlid metninin kataloglara Süleyman Çelebi'nin eseri olarak geçirilmesi işi güçleştiren diğer bir husustur. Meviid'in Latin harfleriyle çeşitli yayımlan yapılmış olmakla birlikte bunların çoğu güvenilir değildir. Eserin ilmî neşirleri Ahmet Ateş [105][548] Faruk K. Timurtaş [106][549] ve Necla Pekolcay [107][550] tarafından gerçekleştirilmiştir. Vesiletü'n-necât, bu konuda bir doktora çalışması yapan Necla Pekolcay tarafından dil ve edebiyat yönünden incelenip son yıllarda bulunan nüshalar da gözden geçirilerek karşılaştırmalı metin halinde yeniden yayımlanmıştır.[108][551] Eser, yazıldığı dönemden itibaren Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde özellikle Hz. Peygamber'in doğum günlerinde okunmuş, bestelenmiş, çeşitli dillere çevrilmiş ve nazîreleri yazılmıştır. Ayrıca başta Balkanlar olmak üzere çeşitli İslâm ülkelerinde bir ibadet anlayışı içinde mübarek gün ve geceler yanında doğum, ölüm, sünnet, evlenme, askere gönderme gibi pek çok vesile ile okutulmaktadır. Bibliyografya : Süleyman Çeiebi, Meulid{nşr. Necla Pekolcay), Ankara 1993; Gibb, HOP, I, 232-238; Hüseyin Vassâf, Meulid: Süleyman Çelebi ue Vesiletü'n-necat (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, İstanbul 1329], Ankara 1999, s. 21-34; Necla Pekolcay. Türkçe Meu/idMetin/er((doktora tezi, 1950), İÜ Ed. Fak.; a.mlf. - H. Fuchs, "Mevlid", İA, VIII, 175; Ahmed Aymutlu. Süleyman Çelebi ueMeo-iid-i Şerif, İstanbul 1958, tür.yer.; A. Schimmel. Mysücal Dİmensions of İslam, üorth Carolina 1975, s. 216 vd; I. Ye. Petrosyan. "The Mawlid-i Nabi by Süleyman Çelebi and Its Two Versions", Manuscripta Orientalia,W/3, Helsinki 1998, s. 16-23; Hasan Aksoy. "Süleyman Çelebi", TDEA, VIII, 64; K. R. F. Burrill. "Süleyman Celebi, Dede", El2 (İng.), IX, 843. A. Necla Pekolcay [105][444] İbn Kesîr, 1, 198-203; Şâ-mî, I, 401 -405; DİA, XIII. 71 [105][445] aş. bk. [105][446] İbn Kesîr, 1, 201; Şâmî, 1, 405 [105][447] bk. Ibnü't-Tuveyr, s. 211-223 [105][448] a.g.e..s. 217-219; Kalkaşendî, ili, 576; Makrîzî, I, A33 [105][449] Shinar, s. 373 [105][450] ER, IX, 292 [105][451] Mi"r'â£ü'z-zamârt,VIli, 681,683; Süyûtî, s. 43-44; Şâmî, i, 439-440 [105][452] Vefeyât, IV, 117-119; Shi-nar, s. 374 [105][453] İbn Hallikân, III, 449-450; Süyûtî, s. 42-43 [105][454] el-BâHş, s. 96; Şâmî, I, 443 [105][455] Süyûtî, s. 42; Şâmî, I, 439 [105][456] er-Rihle, s. 92; Mekke'deki kutlamalar İçin ayrıca bk. Kaptein, LXlX/2 (1992], s. 193-203 [105][457] ibn Kesîr, I, 200 [105][458] Geoffroy, s. 106 [105][459] Winter, s. 179-180 [105][460] Seyahatname, X, 463-476 [105][461] Winter, s. 180 [105][462] Abdurrahmarı er-Râfiî, s. 254-255 [105][463] Makkarî, I, 39, 243; II, 374-376; El2 Suppl. [İng.], s. 111 [105][464] Ali el-Cündî, s. 141 [105][465] Ezhârû'r-riyâz, I, 39 [105][466] a.g.e., I, 243 [105][467] Fiştâlî, s. 235-252; İfrenî, s. 145-157; Shinar, s. 378-380 [105][468] İbrahim Harekât, s. 259 [105][469] Makkarî, I, 243-245 [105][470] Shinar, s. 381-382 [105][471] Shinar, s. 394; bu ülkede çeşitli dönemlerdeki kutlamalar için bk. Muhammed b. el-Hoca, s. 236-246 [105][472] Kavas, s. 563 [105][473] aş. bk [105][474] Okiç, sy. 1 (19761, s. 23, 36-37) [105][475] Mir'âtü'l-Haremeyn, II, 101-102 [105][476] el-Mfyârü'l-rmi'rib, i, 160-161; VII, 99-101; IX, 252 [105][477] Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, s. 296-297 [105][478] Venşerisî, VIII, 255; bu konuda ayrıca bk. Muhammad Hadj -Sadok, II, 279-280 [105][479] aş. bk.) [105][480] et-Fetâoa'l-kübrâ, I, 372 [105][481] bk. bibi [105][482] Resâ'il fi hükmi'l-ih-tifâlbi'l-meulidi'n-nebeot, l-il, Riyad 1419/ 1998 [105][483] Shinar, s. 400 vd. [105][484] Şâmî, I, 439-454; Ali el-Cündî, s. 129-1 33 [105][485] Müsned, V, 297, 299; Müslim, "Şı-yâm", 197; Ebû Dâvûd/'Şavm", 54 [105][486] Buharı, "Şavm", 69; Müslim, "Şıyâm", 127-128 [105][487] Şâmî, I, 444 [105][488] et-Tibrii'l-mesbûk, s. 14 [105][489] Buhârî, "Nikâh", 20; Şâmî, 1, 444-445 [105][490] MuhammadHadj-Sadok, II, 278-279 [105][491] el-Mâide 5/5; el-En'âm 6/88; Hûd 11/16 [105][492] Acâ'ibü'l-âşâr, IV, 3 [105][493] a.g.e., III, 39-40 [105][494] a.g.e., I. 220 [105][495] Cairo 1941 [105][496] London 1976 [105][497] Leyâe 1993 [105][498] Ali Şeydi Bey, s. 151 [105][499] Târih, s. 36 [105][500] 10 Şubat 1588 [105][501] 111. Murad [105][502] yazması için bk. Ahlwardt, IX, 128 [105][503] Okiç, sy. 1 (1976], s- 22 [105][504] TA, XXIV, 87 [105][505] Kahire 1300 [105][506] Zekî Mübarek, s. 244 [105][507] İstanbul 1324 [105][508] TA, XXIV, 87 [105][509] Abbas el-Cerrârî, ez-Zecel fi'l-Mağrib, s. 467-468 [105][510] Brockelmann, GAL, I, 268; SuppL, I, 473 [105][511] GAL, 1, 250; SuppL, I, 443 [105][512] Bombay 1273; Kahire 1290,1307 [105][513] Scharifİ Mansabu. KitabuMaua-lid, Berlin 1935 [105][514] Menâhilü'ş-şafa, s. 235-252; Nüzhetü'l-hâdî, S- 145-157 [105][515] Hesperis, XLIII [ 1956], s. 335-435 [105][516] bk. bibi [105][517] Fas 1342/1924 [105][518] Süleyman Çelebi, Vesîletü'n-necât: Meulid I nşr. Pekolcay, Ankara 1993], s. 38 [105][519] yazılışı: 812/ 1409, bk-MEVLÎD [105][520] yazılışı: 842/1438 [105][521] yazılışı: 863/1459; Beyazıt Devlet Ktp.,Veliyyüddin Efendi, nr. 1693;Süley-maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3723; DTCF Ktp., İsmail SaibSencer, nr. 4574 [105][522] yazılışı: 873/1468-69; Hacı Selim Ağa Ktp.. nr. 1642; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 883, 1956ı İÜ Ktp.,TY, nr. 2314; Bursa 11 Halk Ktp., nr. 502 [105][523] yazılışı: 883/ 1478; çok hacimli olan bu mevlid üzerinde LaieTural ve Şecaattin Tura! bireryük-sek lisans tezi yapmışlardır (1991,-1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü [105][524] yazılışı: 883/1478; İÜ Ed. Fak. Türkoloji Seminer Kitaplığı, nr. 4018; Yüksel Ger eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1049 [105][525] yazılışı: 884/1479; Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde Süleyman Sırrı, nr. 418; DTCF Ktp-, nr. 9 [105][526] yazılışı: 889/ 1484, Cefâyî'ninDe/câyi/cu7'ha/c%i/cadlı mesnevisinin sonunda yer alan bir mevlid olup başlıkları Süleyman Çelebi'nin eserine çokbenzemektedir;bk. Azmi Bilgin, "Das Dafcâyık al-Hakâyik von Cefâyı", Meterialia Turcica, XXIII jGöttingen 2002], s. 11 M 18 [105][527] yazılışı: 896/ 1491 [105][528] yazılışı: 897/1492; Millet Ktp., nr 1365,1366; DTCF Ktp., İsmail Saib Sencer, nr. 4791; bu mevlid üzerinde Süleyman Bülbül bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1032 [105][529] ö. 901/1496; Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5308 [105][530] Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3827 [105][531] yazılışı: 907/1501; Süleymaniye Ktp., Yahya Efendi, nr. 4464; DTCF Ktp., nr. 698, İsmail Saib Sencer, nr. 5308/1 [105][532] Akşemsed-dinzâde,yazılışi:900/1494-95; Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş Emîr Hoca, nr. 18; İÜ Ktp., TY, nr. 1980; TDK Ktp., nr. 289; British Museum, Or, nr. 1163; Nurten Ersoy eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, DTCF Ktp, nr. 52 [105][533] ö. 965/1 558; Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3756 [105][534] yazılışı: 988/1580; eser üzerinde Hasan Aksoy bir doktora çalışması yapmıştır, bk. bibi [105][535] Karesili, ö. 994/1586; Keşfü'z-zunûn, II, 1910 [105][536] İÜ Ktp., TY, nr. 7398; Aygül İpek bu mevlid üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır; İÜ Türkiyat Enstitüsü, tez nr. 1971 [105][537] Kanunî Sultan Süleyman devri sadrazamlarından İbrahim Paşa için Tokat'ta nazmediimiştir; Süleymaniye Ktp., Lala İsmail, nr. 376 [105][538] Millet Ktp., Manzum, nr. 1347, 1349. 1370; Süleymaniye Ktp..MihrişahSuİtan, nr. 3İ9; İÜ Ktp., TY, nr. 7339; TSMK, Hazine, nr. 1246 [105][539] İÜ Ed. Fak. Türkoloji Seminer Kitaplığı, nr. 4018; DTCF Ktp., M. Çon, nr. 28, 698 [105][540] TDK Ktp., nr. 17/99; bu mevlid üzerinde Nezahat Papuççu bir mezuniyet tezi hazırlamıştır, DTCF Ktp., nr. 325 [105][541] Bursa Müzesi Ktp., nr. 37 [105][542] ö. 1 147/1 734; Nuruosmaniye Ktp., nr. 3218, eser Dede Mevlidi diye tanınmaktadır [105][543] İstanbul 1327 [105][544] Arap vaiz, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 440; Keşfü'z-zunûn, II. 1910 [105][545] Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5306),Şâhİdî(bumeV" lidlerin nüshaları ve şairleri için ayrıca bk. Osmanlı Müellifleri, II, 222;Keşfü'z-zunûn, li, 1910; Mazıoglu,V!/lU974|,s. 31-62; Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-Necât: Meolid |nşr. Pekolcay, Ankara 1993], s. 40-43 [105][546] Türk Musikisi Antolojisi, 1, 13, 17 [105][547] Meulid, neşredenin girişi, s. 16-24 [105][548] Ankara 1954 [105][549] Ankara 1970 [105][550] İstanbul 1980 [105][551] Ankara 1993, 1997
Yorumlar - Yorum Yaz