• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam334
Toplam Ziyaret5103800
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Organ Nakli

Organ Nakli

3/3/1980


Kıymeti Bilinmeyen Nimet: Sağlık

Yüce Rabbimiz yaşadığımız şu dünyada sayısız birçok nimet vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmektedir.

وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

“Allahın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız” (Nahl,18)

Bizlere sunulan nimetlerin en başında ise sağlığımız gelmektedir. Rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmenin en temel yolu sağlıktan geçmektedir. Yüce Rabbimizin bizlerden istemiş olduğu emir ve yasakların yerine getirilmesi, sosyal hayatta bizlerde beklenilen görevleri layıkıyla yapabilmenin yolu çokça ihmal ettiğimiz sağlık ve sıhhatten geçmektedir.

Sevgili Peygamberimiz bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır.

نِعْمتانِ مغبونٌ فيهما كثير من الناس: الصحة والفراغ

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Bunlar sıhhat ve boş vakittir.” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No:98)

Sağlıklı bir hayat sürdürebilmenin iki temel yolu vardır. İlki hastalanmadan önce sağlığı koruma, ikincisi ise, hasta olduğumuz zaman eski sağlığımıza dönebilmemiz için tedavi olmaktır. En önemli olanını ise sağlıklı olmayı devam ettirebilme olduğunu da Sevgili Peygamberimizin şu hadisinden öğreniyoruz. “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin. Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş zamanın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin”  

Yukarıda yapmış olduğumuz izahatın ışığında vaazımızı iki başlık altında sürdüreceğiz. Birincisi, sağlığı korumanın yollarından olan temizlik, dengeli beslenme, sağlığa zararlı şeylerden kaçınma ve bulaşıcı hastalıklardan uzak durma. İkincisi ise, hastalıklara tedavi olma, beden ve ruh sağlığımızı koruma hekimliğin ve duanın önemi.

 

SAĞLIĞI KORUMA

Sağlık Allah’ın nimetlerindendir. Sağlık, ibadeti tam olarak yapabilmenin de temel şartıdır. Sağlığı bozulmuş bir mü’min, hastalık durumuna göre İslam’ın beş temel şartından üçünü( namaz-oruç-hac) tam olarak yerine getiremez. Bu sebeple ilahi bir lütuf olan sağlığımızı korumalı, sağlığı bozan her türlü tesirden sakınmalıyız.

Tedbir kuldan, takdir ise Allah’tandır.

            Hastalık;

a)      Yanlış alışkanlıkların yol açtığı bir hasar ve buna karşı Allah’ın yaptığı bir uyarı olabilir.

b)     Hayatın ve sağlığın kadrini anlamaya ve şükretmeye vesile olur.

c)       Allah’tan bir imtihan olabilir sabredilmesi sevapla ödüllendirilir. “Müslümanın geçtiği her sıkıntı günahlarına kefarettir” anlayışına göre günahlara kefaret olur.  Peygamberimiz (s.a.s); “Şaşılır şu mü’minin işine ki her halükarda kardadır. Başına bir iyilik gelse şükreder sevap kazanır, musibet gelse sabreder yine kazananlardan olur.” buyuruyor.    Demek oluyor ki, sıkıntı ve musibetlerden de, sabırla mücadele edilmesi halinde hayırlı sonuçlar alınabilir.

Hastalığı yaratan Allah şifasını da yaratmıştır.  İlaçlar çoğunlukla bitkilerden elde edilir. Doktor ve ilaç şifa vesilesidir. Şifayı veren Allah’tır. Allah’ın 99 esma-i hünsasından biri de “Eş-Şafi”dir.

Peygamberimiz “İnsanların kıymetini bilemediği iki nimet vardır. Sıhhat ve boş zaman.” buyurur.  Bir hadis-i şerifte de: “Şu beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin:  Ölüm gelmeden önce hayatın, meşguliyet  gelmeden önce boş vaktin, hastalık gelmeden önce sağlığın,yaşlılık gelmeden önce gençliğin,fakirlik gelmeden önce zenginliğin”   buyurulmuştur.

Hastalandıktan sonra mecburen çareler ararız. Peygamberimiz de tedavi olmayı tavsiye etmiş, kendisi de rahatsız olduğu zaman doktora başvurmuş, dua ile işi geçiştirmemiştir.  Peygamberimizin tıbba dair tavsiyeleri de olmuştur ve bu tavsiyeleri hadis kitaplarında “tıbb-ı nebevi” başlığı altında yer almıştır.

 

Kişi kendi ve ailesinin sağlığını korumakla görevli olduğu gibi, toplumun ruh ve beden sağlığını koruyacak uzmanları yetiştirmekle de vazifeli tutulmuştur. İslâm alimlerinin büyüklerinden İmam Gazâlî, tıp tahsilinin farz-ı kifaye olduğunu belirtiyor. Yani bir cemiyette onları bedenen ve ruhen ayakta tutacak yeteri kadar tabib yetiştirmek o toplumun üzerine farz olur diyor. Bu da konunun önemini belirtmeye yeter bir delildir.

Sağlığı korumak ve ruhen dinç bulunmak, yalnız ilaç veya aşı işi değildir. Yemenin, içmenin, giyinmenin, uyku ve dinlenmenin, temizliğin ve yeter derecede bilgi sahibi olmanın da bu mevzuda ayrıca rolleri vardır.

Bu hususlarda pek çok uyarıcı hadislerden biri de bizlere ayrı bir ışık tutmaktadır. Resül-i Ekrem buyururlar ki: "Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman, o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba hastalığı olursa oradan da çıkmayınız"[6] Burada bulaşıcı hastalıkları için karantina uygulanmasının lüzumu açıkça belirtilmiştir.
Unutmamak gerekir ki bedenin bütün uzuvlarının sağlığı gibi, ruh sağlığı da tıp ilminin dalları arasındadır. Böylece tıp, ilmin yarısı sayılmıştır. Bundan dolayıdır ki, dinimizde, tıp tahsili ve herkesin yeterli sağlık bilgisi edinmesi önemli bir yer tutmaktadır.

Hastahaneler açmak, onları yaşatmak, hastalıkları önleyici tedbirler almak, yeni yeni ilaçları bulmaya çaba sarfetmek, dinimizin bizlerden istediği vazifelerdendir. Çünkü bütün bunlar sağlığı korumanın vasıta ve sebepleridir. İmam Şafii Hazretleri der ki: "Helal ve haramı bildiren ilimden sonra tıp ilminden daha faydalısını bilmiyorum."

Sağlık, 'ın kullarına verdiği bir nimettir. Onun değeri bilinmelidir. Sağlığımızı hiçbir zaman boşa harcamamalıyız. Onu koruyup, ondan faydalanmalıyız. Çünkü Hz. Peygamber buyuruyor ki: "İki nimet vardır ki, insanlardan çoğu bunlar hakkında aldanmışlardır. O nimetler, sağlık ve boş vakittir."[7] Peygamberimizin öğütlerine uyarak her ikisini de değerlendirmek üzerimize düşen ödevlerdendir.

Hacettepe Üniversitesi Tıp. Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Haberal'ın ölmüş kimselerden alınacak organ ve dokuların, tedavileri ancak bu yoldan yapılabilecek hastalara nakli konusunda, Başkanlık Makamından havale olunan dilekçesi Kurulumuzca incelendi.

Yapılan müzakere sonunda :

Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, organ ve doku nakli konusunda sarih bir hüküm bulunmamaktadır. İlk müçtehit ve fakihler de, kendi devirlerinde böyle bir mesele söz konusu olmadığı için, bu ameliyyenin hükmünü geniş şekilde açıklamamışlardır. Ancak dinimizde, Kitap ve Sünnet'in delaletlerinden çıkarılmış umumî hükümler ve kaideler de vardır. Kitap ve Sünnet'te açık hükmü bulunmayan ve her devirde karşılaşılan yeni yeni meselelerin hükümleri, İslâm fakihleri tarafından bu umumî kaideler ile hükmü bilinen benzer meselelere kıyas edilerek çıkarılmış, hiçbir mesele cevapsız bırakılmamıştır. Organ ve doku nakli konusunda hükmünü tayinde de aynı yola baş vurulması uygun olacaktır.

Bilindiği üzere, insan mükerrem bir varlıktır. Mahlukatı içinde Allah onu mümtaz kılmıştır. Bu itibarla normal durumlarda ölü ve diri kimselerden alınan parça ve organlardan faydalanılması, insanın hürmet ve kerametine aykırı görüldüğünden, İslam fakihlerince caiz görülmemiştir. Ancak, zaruret durumunda, zaruretin mahiyet ve miktarına göre bu hüküm değişmektedir.

Nitekim dinimiz, bir kısım fiil ve davranışları yasak kılmış, Kitap ve Sünnet bunları tespit etmiştir. Sözgelimi murdar hayvan (meyte), kan, domuz eti, şarap... vb. şeylerin yenilip içilmesi, alınıp satılması, ilaç olarak kullanılması haram kılınmıştır. Ancak zaruret halinde bunlardan zaruret miktarında (ölmeyecek kadar) yenilip içilmesinin (el-Bakara, 173; el-Maide, 3; el-En'am, 119) meşru olduğu beyan buyrulmuştur.

Söz konusu ayet-i celilelerden, İslâm fakihleri, zaruretlerin bir ölçüde dinen yasaklanmış şeyleri mübah kıldığı ve zaruret halinde sadece ayet-i kerimelerde beyan edilen yasakların değil, zaruret halinin giderilmesi için yapılması zorunlu ve başka bir çare olmayan bütün yasakların zaruret miktarınca işlenmesinin caiz ve mübah olduğu sonucuna varmışlardır.

O halde, ölmüş kimselerden tedavi maksadıyla organ ve doku alma ve bunları hasta veya yaralı kimselere nakletme konusunda bir hükme ulaşabilmek için;

Zarurete binaen, cesedin kesilmesi, organ ve dokularından bir kısmının alınmasının caiz olup olmadığı,

Hastalığın tedavisinin zaruret sayılıp sayılmayacağı (Haram ile tedavinin hükmü)

Organ ve doku nakli caiz ise hangi şartlarla caiz olduğunun bilinmesi gerekmektedir.

İslam fakihleri, karnında canlı halde bulunan çocuğun kurtarılması için ölü annenin karnının yarılmasına,

Başka yoldan tedavileri mümkün olmayan kimselerin kırılmış kemiklerinin yerine, başka kemiklerin nakline,

Bilinmeyen hastalıkların öğrenilmesi ve hayatta bulunmaları sebebiyle ölülere nisbetle daha çok şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanabilmesi için, yakınlarının rızası alınmak suretiyle, ölüler üzerinde otopsi yapılmasının caiz olacağına,

Fetva vermişler, canlı bir kimseyi kurtarmak için, ölünün bir parçasını itlaf etmeyi caiz görmüşlerdir. Nitekim, Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu'nun 16.4.1952 tarih ve 211 sayılı kararında, özetle;

"...âmmenin menfaat ve maslahatı göz önünde tutularak, bilinmeyen bir hastalığın bilinir hale gelmesi, hastalığın bilinmemesinden doğacak âmme zararının önlenmesi, hayatta bulunmaları sebebiyle daha şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanması gibi maslahat ve şer'î hikmetlerin husule gelmesini temin için, yakınlarının rızası alınarak, ölüler üzerinde otopsi yapmanın caiz olacağı ve bu gibi sebepler dolayısıyle ölüye gösterilmesi gereken hürmet ve tekrimin zevaline katlanmanın, İslamî hükümlerin bir gereği olduğu..." ifade olunmuştur.

İslam fakihleri, açlık ve susuzluk gibi, hastalığı da haramı mübah kılan bir zaruret saymışlar, başka yoldan tedavileri mümkün olmayan hastaların haram ilaç ve maddelerle tedavilerini caiz görmüşlerdir. Günümüzde kan, doku ve organ nakli ve tedavi yolları arasına girmiş bulunmaktadır. O halde, hayatı veya hayatî bir uzvu kurtarmak için başka çare olmadığında, kan, doku ve organ nakli yolu ile de bazı şartlara uyularak, tedavinin caiz olması gerekir. Nitekim, Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulunun 25.10.1960 tarih ve 492 sayılı kararında, "tedavileri için kan nakline zaruret bulunan hasta ve yaralılara başka kimselerden kan naklinin; başka kimselerden alınacak parçaların takılmasıyla görmeleri mümkün olduğu takdirde; hayatında buna izin vermiş olan kimselerin, ölümlerinden sonra gözlerinden alınacak parçaların bu durumdaki kimselere takılmalarının caiz olacağı..." beyan edilmiştir.

Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 19.01.1968 gün ve 3 sayılı gerekçeli kararında ise "yalnız hayatı kurtarmak için değil, bir organı tedavi etmek, hastalığın tedavisini çabuklaştırmak için de kan naklinin caiz olduğu, tıbbi ve hukuki kaidelere riayet edilmek şartıyla kalp naklinin de caiz olacağı..." ifade olunmuştur.

Yurdumuz dışında, çeşitli İslâm Ülkelerinin yetkili kişilerince de aynı yolda fetvalar verildiği bilinmektedir.

Kurulumuzca da aşağıdaki şartlara uyularak yapılacak organ ve doku naklinin caiz olacağı sonucuna varılmıştır.

Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayatî bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının, meslekî ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir tabip tarafından tespit edilmesi,

Hastalığın bu yoldan tedavi edilebileceğine tabibin zann-ı galibinin bulunması,

Organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlemin yapıldığı esnada ölmüş olması,

Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında (ölmeden önce) buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının sağlanması,

Alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması,

Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı olması gerekir.

el-İsra Suresi , 70; et-Tin Suresi, 4

el-Hidaye, el-İnaye ve Feth'ül-Kadir 1/65; Fethu babi'l-İnaye, 1/126; Fetevay-ı Hindiye, 2/390

Cessas, Ahkamü'l-Kur'an, 1/156; İbnü'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an, 1/55; Kurtubi, 2/232 ve 7/73; İbn Hazm, el-Muhalla, 7/426

Fetevay-ı Hindiye, 2/296; el-Va'yü'l-İslami, Sayı 137, Yıl 1396, Kuveyt; Istılahat-ı Fıkhiye, 3/157

Fetevay-ı Hindiye 2/390

 

 

 

İSLAM’DA ORGAN NAKLİ

             İnsan hayatına ve sağlığına çok büyük önem veren Yüce Dinimiz; bu nimetlerin korunmasını temin etmek amacıyla içki, kumar, fuhuş ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkları yasaklayarak düzenli bir hayat yaşamayı  tavsiye etmekte ve kendi ellerimizle kendimiz tehlikeye atmamak gerektiğine işaret etmektedir.

              Bununla birlikte trafik kazaları, tabi afetler, iş kazaları, dengesiz beslenme, bulaşıcı hastalık ve kalıtımsal bozukluk gibi sebeplerle pek çok vatandaşımız sakat kalmakta çoğu zaman da hayatını kaybetmektedir.

              Bu vatandaşlarımızın önemli bir kısmının organ nakli ile sağlıklarına kavuşmaları mümkün olduğu halde; arzu edilen miktarda organ  bağışı yapılmadığından onları göz göre  göre  kaybettiğimiz acı bir gerçektir.

            Şifa bekleyen insanlara yardımcı olmak, hepimiz için İslami ve insani bir görevdir.Değeri madde ile ölçülemiyecek kadar kıymetli olan kalp, böbrek, akciğer, karaciğer gibi organlarımızın, öldükten sonra bir hastayı tedavi maksadıyla alınarak başka bir insana nakledilmesi, ölen kişi ve ailesi için büyük bir saygınlık ve şeref vesilesi kabul edilmelidir.

           Esasen, belli şartlara uyulmak kaydıyla organ ve doku naklinin Dinimizce caiz olduğu Din İşleri Yüksek Kurulunun  06/03/2004 tarih ve 396/13 sayılı kararıyla da açıklanmış bulunmaktadır.   

         Saygıdeğer bir varlık olan insanı Yüce Allah, varlıklar içinde seçkin ve şerefli bir durumda yaratmıştır. Bu itibarla ister sağ olsun, ister ölü olsun insan vücudundan parça alınıp satılarak menfaat elde edilmesi ve ölünün parçalanarak yakınlarına üzüntü verilmesi doğru bir davranış olmadığı gibi insanın saygınlığı ile de bağdaşmaz. Ancak zaruri hallerde hüküm değişmektedir. Tedâvî maksadıyla, ölmüş bir kimsenin cesedinden alınan organ veya dokunun, bir hastanın sağlığa kavuşturulması suretiyle değerlendirilmesi, ölüye saygısızlık değil aksine bu davranış organı alınan ölüye karşı saygı duyulmasına vesiledir.
           Nitekim İslâm bilginleri, karnında canlı halde bulunan çocuğun kurtarılması için, ölen annenin karnının yarılmasını, gerekli görmüşlerdir.

           Kur'an-ı Kerim'de, ölmüş hayvan, domuz, kan ve şarap gibi şeylerin yenilip içilmesi yasaklanmış, ancak zaruret halinde bunlardan (ihtiyaç kadar) yenilip içilebileceğine izin verilmiştir.

           Bakara süresinin 173. ayetinde şöyle buyuruluyor:  

           "Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen i haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa hiç kimseye saldırmadan ve sınırı aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah, çokça bağışlayan, çokça esirgeyendir."

           Doku ve organ naklinin caiz olabilmesi için uyulması gereken şartlar şunlardır.

1- Zaruret halinin bulunması. Yani hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için bundan başka çare olmadığının, mesleğinde ehil, dürüstlüğüne güvenilen uzman bir doktor tarafından tespit edilmesi.
2- Hastalığın doku ve organ nakli ile tedâvi edileceğine dair, doktorun kuvvetli kanaate sahip olması.
3- Organ ve dokusu alınan kişinin bu işlem yapıldığı esnada ölmüş olması.
4- Alınacak doku ve organ karşılığında hiç bir ücret alınmaması. 
5- Organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında (ölmeden önce) buna izin vermiş olması veya hayatta aksine bir beyanı olmamışsa yakınlarının rızasının alınması. 
6- Tedavi edilecek hastanın yapılacak organ nakline razı olması.

  

 

Organ Nakli Caiz Değildir (3)

Ömer Nasuhi Bilmen:
"Büyük İslam İlmihali" isimli eserinde "İslam'da İnsanların Hayat ve Organ Dokunulmazlığı" başlığı altında "İnsanların bedenleri ve organları hayatta olduğu gibi öldükten sonra da hürmet edilmeye layıktır ve dokunulmazlığı vardır..." hükmünü ortaya koymaktadır. (Sf:467)

Ali Rıza Demircan:
10 Aralık 2004 tarihinde Flash Tv'de yayınlanan "Cumadan Cumaya" programında "Organ Nakli" konusunu işlemiş ve şu hükmü dile getirmiştir.
"İnsanlığın yararına aykırı bulduğum için, insanlığın zararına olduğuna hükmettiğim için ve dini ölçülerimizle çatıştığına bütün kalbimle kanaat getirdiğim için Organ Nakli'ni onaylamam ve organlarımı asla ve kat'a bağışlamam. Çünkü organ nakli haramdır, insana katkı da değildir.
Korkunç olan "organ nakline caiz değildir" demek değildir. Korkunç olan inançları ve bilgileri çizgisinde görüşlerini sözlü ve yazılı olarak kamuya duyuran insanların duyarlılıklarını "korkunç" olarak vasıflandırmaktır. Asıl korkunç olan budur. Toplumu yanıltıcı ilkellikler sergilemektir.
İnsan Allah'ın eseridir. Onun üzerinde mutlak egemenlik hakkı Allah'ındır. Can da beden de Allah'ındır. İnsan yalnızca kendisine verilen ölçüler içinde tasarruf edebilir.
Kur'an vasiyeti önemser. Yerine getirilmesini ister. Ama vücut üzerinde herhangi bir vasiyet yapılmasını onaylamaz. Bu konuda Kur'an'da bir ölçünün olmaması bu vadide bir vasiyet yapılır olmasının değil olamayacağının delilidir. Çünkü Allah vasiyet konusunu unutmamış. Malda vasiyeti bildirmiş ama vücutta tasarruf caiz olmadığı için orada yok.
Anlatmıyorlar, bildirmiyorlar. Bir propagandadır gidiyor. Organ nakledilen kişinin daha fazla yaşayacağının hiçbir kanıtı yok. Bin kere söyledim organlar orjinaldir. Hiç bir organ başka bir insanla tam anlamıyla örtüşmez...
O hastalık onların günahını eritiyor. Cennet ve şehitlik rütbesi onları bekliyor. Evet yani organ naklini bekleyen kardeşlerimi müjdeliyorum ahiret saadetiyle.. Yaradana olan imanlarını ahirete olan imanlarını korusunlar, hükmen şehittirler hükmen.. Peygamberimiz söylüyor, ben söylemiyorum, hükmen şehittirler...
"
(Programda kendisine ısrarla sorular sorulması üzerine programını şu cümlelerle bitirmiştir)
"Medya dün siyaseti yönetiyordu, bugün dini mi yönetsin. Yani buna mı açık çek verelim?"

Muhammed Önder:
Yüksek tahsilini Medine İslam Üniversitesin'de yapan Muhammed Önder "İslam Fıkhında Organ Naklinin Hükmü" adlı eserinin 31 ile 59. sayfaları arasındaki 2. bölümünde "Organ Naklinin Haram Oluşunun Delilleri"ni anlatmış ve delillerin değerlendirildiği 3. bölümde:
"Bütün bu değerlendirmelere göre; organ nakli haramdır diyenler bu görüşlerinde tutarlı olup şer-i esas ve ölçülere uygun bir delillendirme yapmışlardır." demiştir (Sf:65)
79. sayfada da "RACİH OLAN GÖRÜŞ" başlığı altında:
"Araştırmamızın her iki bölümünde ifade ettiğimiz veriler çerçevesinde günümüzde yapılan organ nakli;
1- Henüz ölmemiş bir insanın organlarının alınması demek olacağından..
2- Ölmemiş bir insanın organları alınmak suretiyle (önceki iznine yada yakınlarının iznine dayanarak bile olsa) öldürülmesi demek olacağından..
3- Allah'ın haklarına (izinsiz yada emirsiz) tecavüz olacağından..
4- Cevaz verenlerin delillerinin ispat edildiği üzere (yani kitabın 2. bölümünde uzunca açıklanmış) Şer-i geçerlilikleri olmadığından haramdır
."

Fetevây-ı Hindiyye:
Hanefi fıkhının temel eserlerinden olan "Fetevây-ı Hindiyye" de konuyla ilgili verilen hükümler:
"Bir kimse açlıktan çok daralır, yiyecek leş bile bulamaz ve bir adam elini kes ve ye, veya benden bir parça kes ve ye dese işte buna ruhsat yoktur. Ayrıca o adamın öyle demesi de doğru değildir. Bir adamın kendi vücudundan kesip yemesi de böyledir. Buna da ruhsat yoktur." (C.12, Sh.67)
"İnsan uzuvlarından bir parça ile menfaatlenmek caiz değildir." (C.2,Sh:119)


Diğer Görüşler:
"Allah (c.c) insana, vücudunu sadece istifa edip onun içinde yaşaması için yaratmıştır. Onda insanın ne satma ne de hibe şekliyle hiçbir tasarruf hakkı yoktur. İnsan kendi tırnağına bile sahip değildir. Ve şayet tasarruf hakkı insanların düşüncelerine bırakılırsa anarşi olur. Hürriyet, Allah'ın emirleriyle sınırlıdır. Bu nedenle hasta birisi için sağlam olan bir şahıstan organ almak caiz değildir." (Et-Temimi, Receb Büyüd, Münakaşa, Mecelletü Mecmai'l-Fıkh'l-İslami, c.1 Sayı:4)
"Organ naklinin caiz olamayacağı fikrinin temelinde yatan ana fikir insanın mükerrem oluşudur. Bu sebeple onun organları başkalarına aktarılarak onlar tarafından kullanılamayacaktır." (Sükkeri, Nakl)
"Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insani gibi görülen bir uygulamanın daha insanı olana engel olması anlamına gelebilir." (Faruk Beşer, Organ Nakli ve İslam, İslam Mecmuası sayı:76)

Menzil.net'deki yazıyı bütün olarak okuyabilirsiniz ama ben çok hoşuma giden bir paragrafı buraya aktaracağım:
"İnsanın tek hedefi nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır. Halbuki insanları bir makine gibi parçalarına ayırıp diğerine monte etmek isteyen mantalite bunu insana olan saygısından değil, her türlü gücün üstünde olan bilme merakını tatmin ve dünyayı ölümsüzleştirmek için yapmaktadır."
------------------------------------------------------
İnsanın Yaradılışı ve Organ Nakli (Ömer Öngüt) kitabından özettir.
------------------------------------------------------
Ayrıca benim haberlerde şahit olduğum bir olay:
Emekli başkomiser Uğur Gür'ün -yanılmıyorsam trafik kazası geçirip- beyin ölümü gerçekleşen yeğeninin organlarını bağışlanacakken; hastanede karşılaştıkları Cevat Akşit hocanın buna engel olması çok yankı yapmıştır.
Hepinizin dikkatini çekmek istediğim bir nokta var..
"Cevat Akşit hoca, Ali Rıza Demircan hoca ve biraz üstte adı geçen Faruk Beşer" her üçü de bir zamanlar televizyonlara en çok çıkarılan, kendilerine çok danışılan ilahiyatçılardı. Şimdi onları ne sıklıkta görüyorsunuz?
Görüyor musunuz "Medya Mafyası"nın gücünü?
----------------------------------
EDİT:Esma bt. Ebu Bekr'in (r.ah.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber'e (a.s.) bir kadın gelmiş ve: "Ey Allah'ın Resulü! Benim yeni gelin olmuş bir kızım var. Ancak o, çiçek hastalığına yakalandığı için saçları döküldü. Bu yüzden onun saçlarına (takma saç kullanarak) saç ekleyebilir miyim?" diye sormuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.): "Saçına başkasının saçından ekleyene ve ekletene Allah lânet etsin" buyurdu.
(Sahih-i Müslim:3961)

Ölü olan saça izin verilmiyor,canlı dokuya izin verilmeyeceği buradan da anlaşılıyor.(bu zaruret gibi görünmeyebilir.ama genç bir kimse için saçın önemini sanırım herkes tahmin eder. Bu Hadis'in devamında Peygamberimiz(sav) o anneye kıznı kurdelelerle süslemesini tavsiye etmiştir)
Ve yapay takma organa izin yolunu açan Hadis-i Şerif:
"Peygamber Efendimiz (sas) kesilmiş burnun tamiri mülahazasıyla altından burun yapılmasına müsaade etmiştir." {Tirmizi, Libas 31).
Başka Hadisler:
"Mü’min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur."(Buhari,Müslim)
"Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: izzetim ve Celâlim hakkı için, affetmek istediğim kulumun, gerek bedeninde bir hastalık, gerekse rızkında bir eksiklik vererek tüm hatalarını bağışlamadan dünyadan çıkartmam "Enes (r.a)

Gönderen yagmur damlasi... zaman: 7/18/2007

Etiketler: Organ nakli

 

 

 

İslam`da organ naklinin hükmü nedir?

Organ nakli canlıdan ve kadavradan (ölüden) yapılıyor.

Canlı bir insan kendi rızasıyla, sağlığı için tehlikeli olmayan bir organını verirse bu alınır ve muhtaç olana nakledilir. Bu operasyonda şer`i bakımdan bir sakınca yoktur.

Ölüden nakle gelince, burada en önemli konu ölümün kesin olarak gerçekleşmiş olduğunun tespitidir.

Bu konuda şüpheli olanlar, her gün yüzlerce ölünün kesin olarak öldüğünün tespiti konusundaki gevşek uygulamaya itiraz etmiyorlar da şüphe etmek için makul bir sebep bulunmayan `organ nakli maksadıya ölüm tespiti` meselesinde kafaları karıştırıcı ifadelerde bulunuyorlar.

Organ nakli ile ilgili kanunun 11. maddesine göre ölüm, `... biri kardiyolog, biri nörolog, biri nöroşürirjiyen ve biri de anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanından oluşan dört kişilik hekimler kurulunca oybirliği ile saptanır.`

12. maddeye göre de nakilde görev yapacak hekimlerin ölüm tespiti heyetine giremeyecekleri hükme bağlanmıştır.

Bu hekimlerin öldüğünü tespit ettikleri bir insan ölüdür ve ölüden alınacak bazı organların, yaşayan ve bu organa muhtaç olan bir insana nakledilmesinde şer`an hiçbir sakınca yoktur.

İnsanın vücudu kendi malı değildir; insan her şeyi ile Allah`a aittir. Ölüm vukubulunca ceset derhal çürümeye başlar, bir süre sonra toprağa karışır. Allah`a ait olan bir organ, önceki emanetçisi öldüğü ve artık ona ihtiyacı kalmadığı için alınıp Allah`ın bir başka kuluna emanet ediliyor; bu kul acıdan, ıztıraptan, huzursuzluktan kurtuluyor, kulluk vazifelerini yerine getirecek hale geliyor; bu ne kadar güzel, hayırlı, sevaplı bir olay!

Efendim organın yeni sahibi bu organla bir günah işlerse ilk sahibi veya organ ondan sorumlu olmaz mı?

Elbette olmaz; kimsenin suçu ve günahı başkasına yüklenemez. Burada `kimse` dediğimiz organ değil, onu kullanan ve bedenin ölümünden sonra da yaşamaya devam edecek olan nefistir (ruhtur). Sorumlu olan budur ve her nefis kendi ettiklerinden sorumlu olur.
2008-08-07 Yeni Şafak-HAYRETTİN KARAMAN

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat