• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam295
Toplam Ziyaret5103761
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Kur'an'la Yaşamak

KUR’AN’LA YAŞAMAK

 

AYET : İSRA SURESİ – 82. AYET

 

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَاراً:

 

     MEALİ :

 

     “Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”   (İSRA SURESİ – 82. AYET)

 

     Kur’an, yaklaşık on beş asırdır dünyada; ha­yatın içinde, zamanda ve mekânda. İnsanda ve toplumda; zihinde ve kâğıtta; nakışta ve duvarda. Kur’an diller­de ve ellerde. Watt’ın deyişiyle:

     “İnsan ruhu üzerinde çok az kitap, Kur’an’dan daha geniş ve daha derin bir etki bı­rakmıştır.”

     Burada temel soru şu; insan ruhu üzerinde en geniş ve en derin etkiyi bırakan bu kitap, dünyaya merhaba de­diği ilk andan itibaren, inananlar için ne ifade, in­san hayatının neresinde durmaktadır?

     Dilin ve dillendirmenin eşliğinde bunu anlama­ya çalışalım:

     1-) Kur’an’ın baştan sona okunmasının ardın­dan yapılan duada şu ifadeler yer alır:

     “Ey Rabbimiz! Bizleri Kur’an’la zinetlendir. O’nun keremiyle keremlendir. O’nun şerefiyle şe­reflendir. O'nun şefaatiyle cennetine ulaştır. Kur’an’ın hürmetine bizi, bu dünyanın kötülükle­rinden ve ahiretin azabından koru. Bütün Müslü­manlara merhamet eyle.

     Ey Rabbimiz! Kur’an’ı bize dünyada arkadaş, kabirde yoldaş, kıyamette şe­faatçi, sırat üzerinde nur eyle. Senin kereminle Kur’an bizi bü­tün iyiliklere ulaştıran ve cennete götüren bir delil, ateşten koruyan bir perde olsun.”

     Bu ifadeler, Kur’an’a yönelen Müslüman hissiyatının gerisindeki Kur’an algısını açığa çıkarmaktadır. Kur’an; zinet, kerem ve şeref devşirilen bir menbadır. Este­tik, saygınlık ve itibar kayna­ğıdır.

     Kur’an arkadaş, yoldaş, şefaatçi ve nur’dur. İyiliğe ve cennete götüren kılavuz; ateşe karşı engeldir. Burada Kur’an’ın kişileştirilerek özne kılındı­ğı görülür. Ondan aktif, canlı ve diri bir varlık gi­bi söz edilir.

     2-) Ebu Hüreyre (RA)’tan nakledilen bir hadiste Hz Peygamber (SAV) şöyle der:

     “Allah Teâlâ buyuruyor ki: Namazı ben, kendimle kulum arasında ikiye ayır­dım. Yarısı benim, diğer yarısı da kulumundur. Kulumun dilediği kendisi için tahakkuk edecektir. Kul, Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun dedi­ği zaman, Cenab-ı Hak, “Kulum bana hamdetti” der. “Rahman ve rahimdir” dediği zaman, Allah Teâlâ: “Kulum bana sena etti.” der. “Din gününün sahibi.” dediğinde, “Kulum beni tazim etti.” der. “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yar­dım dileriz.” dediğinde, “İşte bu ancak benimle kulum arasında bir husustur, kulu­mun dilediği kendisine verilecek­tir.” der. “Bizleri doğru yola hida­yet et, kendilerine nimet verdikle­rinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” dedi­ğinde ise Allah Teâlâ: “Bu da an­cak kuluma ait bir husustur, dile­diği kendisine verilir.” buyurur.”

     Burada, bir diyalog, bir karşı­lıklı söyleşi söz konusudur. Günde en az 17 defa namazlarda tekrar­lanılan Fatiha suresi, inanmış insa­nın yaratıcısıyla kurduğu sözsel temasın bir kodudur.

     Kur’an’da geçen dua kiplerinin her Müslüman tarafından kendi istemlerinin orijinal sözcükleri olarak/gibi tekrarlanması Kur’an’ın inanmış insa­nın benliğinde nereye yerleştiğinin en yalın ifade­sidir. Bu durumda Kur’an dışarıda bir fenomen de­ğil, içte ve inanmış insanın kendinde bir şey, daha doğrusu kendinden bir parça olmaktadır.

     3-)  Hz. Peygamber (SAV) buyuruyor:

     “Kur’an okuyan müminin tadı ve kokusu hoş olan meyve gibidir. Kur’an okumayan mümin ise tadı hoş fakat hiç kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’an oku­yan günahkâr, kokusu güzel fa­kat tadı acı reyhan otuna ben­zer. Kur’an okumayan günahkâr ise kokusu olmadığı gibi tadı da acı olan Hanzala bitkisi­ne benzer.”

     Buradaki benzetme, Kur’an okumanın, okuyan üzerinde na­sıl bir etki yaptığına dikkat çek­mektedir. Dolayısıyla okumanın anlamı konusunda da farklı imalar taşımaktadır. Kur’an’ın insanı hissen ve şeklen kuşatıp, etkilediğine telmihte bulunulmaktadır. Kur’an’ın kıraat edil­mesi, tilâvet olunması ve tertil üzere okunması konusuna muhtelif ayetlerde dik­kat çekilir:

 

وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ:

 

     “Ve Kur’an’ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.”

(NEML SURESİ - 92. AYET)

 

أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً:

 

     “Ya da bunu çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku.” (MÜZZEMMİL SURESİ – 4. AYET)

     Kur’an’ın mü­minler için “ŞİFA” ve “RAHMET” olduğu da yine Kur’an tarafından hatırlatılır:

 

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءوَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَاراً:

 

     “Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”   (İSRA SURESİ – 82. AYET)

     4-) Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Bir topluluk Al­lah’ın mescitlerinden birinde toplanır Allah’ın ki­tabını okur, aralarında tedris ederlerse, mutlaka üzerlerine “SEKİNET” iner, rahmet onları sarar, melekler kuşatır ve Allah kendi katındakilere onlardan söz eder. İşiyle geri kalanı soyu ileri götürmez.”

     Birlikte Kur’an okuma bir hâl doğurmaktadır. Bu rivayete göre okuyanlar üzerine “SEKİNET” iner. Sekinet, bir güven ve itminan hali, Elmalılı’nın de­yişiyle:

     “Nefisteki telâş ve helecanın kesilmesiyle kalbin oturması, yüreğin ısınması, gönül rahatı, huzur ve sükûn hâlidir.”

     Rahmetle kuşatılmak, melekler tarafından sarılmak ve Allah katında anılmak Kur’an okumanın neden olduğu hallerdir.

 

 

     5-) Hattab oğlu Ömer (RA) bir kariyi Tur suresinin ilk ayetlerini okurken işitir:

 

وَالطُّورِ:وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ:فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ:وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ:وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ:وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ:إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ:مَا لَهُ مِن دَافِعٍ:يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاءمَوْراً:وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْراً:فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ:الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ:

 

  1-) “Tur’a, and olsun ki,”

  2-) “Satır satır yazılmış Kitab’a,”

  3-) “Yayılmış ince deri üzerine,”

  4-) “Beyt-i Ma’mûr’a,”

  5-) “Yükseltilmiş tavana(göğe),”

  6-) “Kaynatılmış denize (bunlara and olsun ki),”

  7-) “Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.”

  8-) “Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.”

  9-) “O gün gök sallanıp çalkalanır.”

10-) “Dağlar yürüdükçe yürür.”

11-) “Yalanlayanların vay haline o gün!”

12-) “Ki onlar daldıkları batıl içinde oyalanıp duranlardır. ”

(TUR SURESİ – 1/12. AYETLER)

     Hz Ömer (RA), ayeti dinler dinlemez kendini tutamayıp, duvarın dibi­ne yığılıverir... Bir müddet sonra evine götürülür. Bir ay süreyle rahatsızlığı geçmediği için yok­lamaya gelirler.

     Beşer kalbinin, Kur’an-ı Kerim’in hakikat ummanından katrecikler almaya açık olduğu anlarda insan derunî bir sarsıntı geçirmekte, yüreği çarp­maktadır. Ve insanın içinde, tıpkı madde âlemin­de mıknatıs ve elektriğin cisimler üzerindeki tesiri gibi veya daha çok değişiklikler husule gelmektedir.

     Allah buyuruyor:

 

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَاالْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعاً مُّتَصَدِّعاً مِّنْ خَشْيَةِاللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:

 

     “Eğer biz bu Kur’an’ı bir da­ğın üzerine indirmiş olsaydık, Allah korkusundan baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.”   (HAŞR SURESİ – 21. AYET)

     6-) Tirmizi’nin Haris el-A’ver’den meçhul isnatla Hz. Ali (RA)’a atfen naklettiği bir rivayette Kur’an Peygamber (SAV) tarafından şöyle nitelenir:

     “Kur’an’da sizden önce yaşayanların ve sizden sonra gelecek olanların haberleri vardır. Onda aranızda doğabilecek ihtilâşarın hüküm­leri vardır. O, şaka değil, nihaî sözdür. Onu terk eden her zorbayı Allah perişan eder. Onun dışında bir yerde hidayet arayanı Allah sapkınlığa terk eder. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, zikr-i hakimdir, O, sırat-ı müstakimdir. Onunla oluşan istekler şaşmaz. Onunla konuşan diller dolaşmaz. Onunla uğraşan âlimler ona doymaz. Onu sürekli okuyup, tekrar edenler bıkmaz. Onun harikalıkları tükenmez. Onunla konuşan doğru konuşur. Ona göre davranan karşılığına nail olur. Onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış olur.”

     Bu rivayet, ilk nesillerin Kur’an’a nasıl baktıkla­rını ve ondan neler beklediklerini özlü biçimde for­müle etmektedir. Rivayetin hadis tekniği bakımın­dan sorunlu olması, Kur’an’la ilgili olarak dile geti­rilen tasavvuru olumsuzlamaz. Bu metin Müslü­manların karşılaştıkları yaşam gerçeği karşısında Kur’an’ı nasıl konumlandırdıklarının da güzel bir ifadesidir. Formülasyonunda Kur’an’dan esinlenildiği açık olan bu metin, erken dönemin kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel tezahürlerine gön­dermelerde bulunmaktadır.

     Buna göre Kur’an bilgi kaynağıdır. Geçmiş top­lumlara ilişkin doğru haberleri içerdiği gibi, gele­cek nesillerin durumlarıyla ilgili ipuçlarını da içer­mektedir. O, hüküm merciidir; insani sorunların ve anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında baş­vuru kaynağıdır. Kur’an mizah kabilinden, boş ve değersiz beyanları değil, doğru, kesin ve mutlak ifadeleri içerir. O eğlence değildir. Kur’an’ı istiğna sebebiyle, kibri yahut gücü yüzünden terk eden perişan olmaktan kurtulamaz.

     Başka yerlerde hidayet aramak beyhude bir uğ­raşıdır; hatta yolunu şaşırmanın ta kendisidir. Kur’an Allah’la kurulan iletişimin en somut aracıdır. O bir öğüt, hem hikmetli bir öğüttür. Ahlâklı yaşamın adıdır. İnsan, isteklerinde Kur’an’ı ölçü yapmalı; konuşmasında onu rehber kılmalıdır.

     Özetle Kur’an bilginin, söylemin, eylemin, ilgi­nin ve hükmün ilahî, doğru, mutlak ve nihayetsiz membaı kabul edilmektedir.

     7-) Kur’an, 15 asır önce yirmi seneden fazla bir süre zarfında Hz. Peygamber (SAV)’in aracılığı ve örnekliğiyle Allah’tan insanlara iletilen bir hitap ve bir metindir. Kur’an’ın tarih boyunca Müslüman ta­savvur ve düşüncesini, inanç, hukuk ve ahlâkını, sanat ve bedii zevkini nasıl ve ne oranda inşa etti­ği fark edilmeden Kur’an’la yaşamak yahut Kur’an’ı yaşamak üzerine konuşulamaz. Bir hitap ve bir metin olan Kur’an’ın lâfız ve içerik özellikleri, onu bir hitap ve metin olmaktan alıp, bir hayat ve pra­tik olmaya taşıyan özellikleridir. Bu konuyu ele alan bir metni birlikte düşünelim:

     “Kur’an, Arapların bildiği bütün edebî mü­kemmellik kaidelerini yıkmıştır. Her ayeti bilinen edebî kaidelere uyduğu ve onları tamamladığı gi­bi, kat kat ta aşmıştır.

     —Kur’an ne “ŞİİR” ne de “SECİ” dir (kafiyeli ne­sir). Kur’an “EN-NESRU’L-MUTLAK” yani “TAMAMEN SERBEST NESİR” dir.

     —Kur’an ayetleri, manalara tam olarak uyan ke­lime ve terimlerden oluşur. Kelimeler tam yerinde ve mükemmel olarak kullanılmıştır.

     —Kur’an’ın tertibinde “TEVAZÜN” vardır; yani, bir ayet veya cümle, Kur’anî kelime ve kavramların gerek yapı gerek mana olarak, bir önceki ya da ta­kip eden ifade veya ayetle karşılaştırabilir. Böyle­ce kelimenin akışı mümkün olan en yüksek gerili­mi ve beklentiyi, en yüksek sükûnet hissini ve icra­yı sağlar.

     —Kur’anî kelime ve ifadeler, en zengin ve en sağlam manaları, en basit şekilde verirler. Hiçbir zaman gereksiz sözlere yer yoktur ve hiçbir kelime lüzumsuz değildir.

     —Kur’anî kompozisyon tam bir mükemmelliğe sahip bir sanat çalışması gibi, her zaman kesin, iyi yapılmış, vurgulu ve iddiacıdır. Bu HUSNÜ’L-İKA (şu­ur üzerine düşürme güzelliği) olarak adlandırılır. İster bir berrak ırmak gibi mırıldansın, ister bir sel gibi hızla aksın, ya da süvari akını gibi hızla atılsın Kur’anî ika her zaman mükemmeldir.

     —Kur’anî kompozisyon terimin alışılmış manasında bir zaman yapısına sahip değildir. Kur’an şimdiki, geçmiş, gelecek zamanları ve emir kipini aynı pasajda bir araya getirir. Üçüncü şahsın ağ­zından bir haber verirken, ikinci şahsa hitap etme­ye başlar; tanım yaparken normatif cümleye ge­çer; soru cümlesinden ünlem ve nasihate dönüşür. Tekrarlı bir yapı olmakla beraber her tekrarda başka bir mesaj ve­rilmiştir.

     —Kur’an metni, gayesi sistema­tik tahlil, malumat vermek ya da tarihçilik olmadığı için, ne başlık­lara göre ne de kronolojik olarak düzenlenmiştir. Her ifadenin, ayetin, ayetler grubunun veya kendi içinde bütünlüğü olan su­renin müstakil bölümler oluşturduğu ve bu parçaların bir dizi gi­bi birbirini takip ettiği ilk ve son, her şeyin fevkinde olan edebî bir şaheserdir.”

     Burada Kur’an’ın biçim özellikleri ile ilgili olarak yapılan de­ğerlendirme, Cahız’dan Cürcani’ye; Rummani'den Hattabi ve Bakıllani’ye; Abdülkahir’den Rafii ve Halefullah’a kadar Kur’an’ın edebî yönü üzerine düşünüp eser veren hemen herkesin ortak olarak kabul ettikleri değerlendirmedir.

     Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur’an Müslüman hayatına dil­sel özellikleriyle ve edebî niteliğiyle girmekte; ön­ce bir bediî his meydana getirmekte, oradan hare­ketle inanç, bilgi, edep yani bir var oluş şuuru ya­ratmaktadır. Hz. Peygamber (SAV)’in yakın arkadaşı İbni Mes’ud (RA)’ın:

     “El-Kur’anü me’dübetullahi fi’l-arz”

     “Kur’an Allah’ın yeryüzündeki ziyafet sofrasıdır.”

     Benzetmesi, Kur’an’ın Müslüman yaşamı için taşıdığı mânâyı dillendiren en beliğ metafor olmalıdır. Buradaki sofra teşbihi, bir yandan Kur’an’ın Müslüman var­lığı için her bakımdan besin kaynağı olduğuna işa­ret ederken, diğer taraftan Müslüman toplumun değer ve norm düzeneğine imalarda bulunmakta­dır.

     Kur’an sadece biçim özellikleri ile değil, içerik özellikleri ile de özgündür.

     “-Kur’an, akl-ı selimi ve akla uygunluğu insan zekâsının ideal yaklaşımı olarak ele alır. Çelişki, tu­tarsızlık, belirsizlik, paradoks, efsane ve her türlü bilgisizliğe karşı serbest düşünceyi öğretir.

     —Kur’an insanı olduğu gibi kabul eder.

     —Kur’an hayat süreçlerini bereketli kılar ve yü­celtir; onlarla ters düşmeyi ahlâkî bir bozukluktan öte, bir sağlık bozukluğu olarak görür. Yemek, iç­mek, cinsi münasebette bulunmak, çocuk sahibi olmak, rahat ve itibar, refah ve güç, eğlence ve güzellik, eş, aile ve toplum, akıl, varlık ve baki ka­labilmek için duyulan istek, Allah'ın insana karşı koymak için değil, yerine geti­rilsin diye verdiği asli temayül­lerdir. Allah’ın tabiattaki cö­mertliği reddedilmemeli, aksi­ne alınmalı ve kullanılmalıdır.

     —Kur’an’ın mesajı hem be­lirli bir gayeye matuf hem de hareketlidir... Ahlakî arayışın harekete, yani zaman/mekâ­nın gerçek şekillenmesine yol açması gerektiğini savunur.

     —Kur’an’ın mesajı aile için­dir.

     —Kur’an’ın mesajı evrensel­dir.

     —Kur’an’ın mesajı birleştiri­cidir.

     —Kur’an’ın mesajı ve onun üzerine kurulan hukuk sistemi (yani şeriat) geniş kapsamlıdır. Dünya gerçeğini kutsal ve kutsal olmayan, insan hayatını dinî ve dünyevî, sosyal faaliyeti de ahlâkî ve ahlâk dışı gibi bölümlere ayırmaz. Bütün haki­kat ve olayların kriterleri ve belirleyicileri vardır.

     —Kur’anî mesaj, güzellik ve estetikten zevk al­mayı mutlak terimlerle belirler.”

     Bu metin, Kur’an’ın tabir yerindeyse mantık yapısını açımlamaktadır. Ona egemen olan dü­şünce sistematiği ve kurgusunu çözümlemektedir. Kur’an, biçim ve içerik özellikleriyle kendisine ina­nanlar için mikyas ve ölçü olmuş; Müslümanlara özgü bir yaşam çerçevesi sunmuştur. Kur’an’ın gelişi Arap dilinin mantık, anlayış ve güzellik kate­gorilerini sabitlemiştir. Bundan böyle Kur’an’ın Arapçası, dilin kelime hazinesi, sentaksı, grameri ve belagatı (ya da fesahati) açılarından Arap dili­nin standardı haline gelmiştir. Herkes ona edebi kompozisyon ve mükemmelliğin en üstün kriteri gözüyle bakmıştır. Her yazar ve hatibin yol göste­ricisi olmuştur. İfade tarzı, hitabı, teşbihleri, tasvir­leri, mecazları, tabirleri ve estetik yapıları günlük konuşmanın parçaları haline gelmiş; herhangi bir edebî kompozisyonu süslemek için tezyin ve süs­leme olarak kullanılmıştır. Böylece Kur’an bütün Müslümanların kültürünü, özellikle dilini ve edebi­yatını etkilemiştir. Arapça konuşmayan ülkelerin insanları Müslüman olduklarında Kur’an’ın ve da­ha sonra ortaya çıkan dinî ilimlerin dillerini kendi dillerine uyarlamışlardır. Böylelikle Pehlevî dili Firdevsî Farsçasına, Türkçe Osmanlı Türkçesine, Sanskritçe Urducaya, Bantu batıda Havsaya ve doğuda Svahili diline dönüşmüştür. Bu dillerin kültürleri de aynı şekilde Müslüman kültürüne dö­nüşmüştür. Bu Müslüman dillerinden her biri ba­zen kelime hazinelerinin yarısına kadar ulaşan çok sayıda yeni kelime ve kavramlar kazanmıştır. Her­kes Arapça Kur’an’ın içine yerleştirilmiş düşünce ve anlayış kategorilerini, değerleri ve kaideleri, tak­va ve faziletin, iyilik ve güzelliğin kriterleri ve pren­siplerini adapte etti. Tabiî olarak bu dillerin edebi­yatları da bütün bu değişiklikleri yansıttılar ve İslâmî edebiyata dönüştüler. Müslümanlar tarafından üretilen hemen tüm edebi eserler Kur’an’ın gele­neksel özelliklerini yansıtırlar. İslâm edebiyatının edebî tarzı evrenseldi. Hutbe, risale, makamât, kıs­sa, kaside, makale ve şiirin daha özel çeşitleri mey­dana getirilmiş ve bütün Müslümanlar tarafından zevkle dinlenmiş ve okunmuştu. Nesrin temel özellikleri olan siyak, mukabele, tevazün, teressül, icaz, ika, intikal, temsilu’l-maani, beyan ve mutabakatu’l-ibare li muktazayı hal gibi kuralların ideal örnekleri Kur’an’dan alınmış ve bütün Müslüman­lar tarafından standart olarak benimsenmiştir.

     Kur’an böylelikle bütün Müslüman milletler için yeni ve ortak bir dil, tasavvur, edebiyat ve mu­hakeme tarzı inşa etmiştir. İşte Kur’an’ın yaşamla birleştiği, daha doğrusu yaşanan Kur’an’ın belir­ginleştiği yer burasıdır. Eğer bugün Kur’an bir dil, ona bağlı bir tasavvura, edebî türlere, ahlâk ve dü­şünüşe ilham/vücud veriyorsa yahut bunların ta­rihte oluşmuş formatlarıyla varlığını sürdürüyorsa yaşıyor ve yaşanıyor demektir. Müslümanlar için Kur’an 15 asır önceye ait Âsar-ı Atika’dan çok çok daha fazla bir şeydir. O, inananları için sadece in­san belleğinin inceleme nesnesi olan bir meta de­ğildir. Onunla yaşamak veya onu yaşamak, onu anlamanın evidir.

     8-) Müslümanlar tarihleri boyunca farklı düzey­lerde de olsa, Kur’an’ı yaşamışlar ve dolayısıyla onu anlamışlardır. Hz. Peygamber (SAV), ilk muhatap olarak onu benliğinde fark ettiği andan itibaren onun somut timsali olmuştur. Sahabe kuşağı onu hayat pratikleriyle anlamışlardır. Allah o neslin ta­rihini Kur’an’ın insan düzleminde belirmesine vesi­lesi kılmıştır. Onlar Kur’an’ı kendi hayatlarını bil­dikleri gibi bilmişlerdir. Sonraki Müslüman kuşak­lar da Kur’an’ı öncekilerden devralırken hep bir ya­şam eşliğinde devralmışlardır. Kur’an’ın insan bel­leğine inceleme konusu yapılması bu yaşantı eşli­ğinde olmuştur. Benlikleri Kur’an’la inşa edildiği, varlıkları Kur’an’a doğduğu için onu anlamaya ça­lışmak, yaşamı sürdürmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Müslüman nesiller tarafından Kur’an, Kur’an’ın indiği “DİL” in, o dili yaşatıp, onun içinde düşünen nesillere ait “HABERLERİN” ve önceki kuşaklardan devralınan “GELENEĞİN” eşliğinde anla­şılmıştır. Bu yüzden Kur’an’a ilişkin her türlü değerlendirme, açıklama ve yorum zayi edilmeden korunmaya çalışılmıştır. Böylelikle ortaya çıkan Kur’an şerhleri, tevil ve tefsirleri Müslüman nesille­rin vicdan ve belleklerinin birer arşivi niteliğini ka­zanmıştır. Kur’an’ı tek, sabit, değişmeyen bir okuma, açıklama ve yorumlama sistemine/metoduna mahkûm etmemenin ardında, onun farklı düzey ve düzlemlerde yaşantıya dönüştürülmeye açık ol­ması yatmaktadır. Bireysel, toplumsal, ahlâkî, hu­kukî vb. hangi düzlemde olursa olsun Kur’an’dan “DİL”, “Güvenilir haber” ve “TEVARÜS EDİLEN” gele­nek eşliğinde yaşam pratiği çıkarmanın ve yaşam için anlamanın önü açıktır. Tefsir ilminin mahiye­tiyle ilgili olarak serdedilen görüşlerden Kur’an’ı anlama ve yorumlamanın yöntemsel önemli ipuç­ları yakalanabilir. Burada yalnızca Osmanlı’nın seç­kin simalarından Molla Fenari’nin konuya ilişkin de­ğerlendirmesine yer vermek istiyoruz. Fenarî Fati­ha tefsirine tahsis ettiği “AYNÜ’L-A’YÂN” adlı eserin­de tefsir ilminin tanımıyla ilgili olarak üç tanıma yer verir. İlki Kutbüddin Er-Razi’nin tanımıdır ve şöyle der:

     “Tefsir ilmi, Allah’ın Yüce Kur’an’daki muradının araştırıldığı bir ilimdir.”

     Fenarî bunu pek çok bakımdan eksik bularak Taftazani’nin tarifine yer verir:

     “Allah’ın sözlerindeki lafızları, maksada delaletleri açısından inceleyen bilimdir.”

     Fenarî bu tanıma da iki açıdan itiraz eder. Ona göre tanım, tefsir ilminde dilin biçimsel yönüyle il­gili konuları dışarıda bırakmış; Allah’ın kastını bil­me konusunda ise tefsir ilminin asla ulaşamayacağı bir durumu dillendirmiştir. Çünkü tefsir ilminde ya ahad haberlere dayanan rivayete dayalı yorum­lama yapılır veyahut Arap dilinden hareketle dira­yete dayalı yorumlama yapılır; bunların her ikisi de mutlak değil zannî bilgi ifade eder. Üstelik her in­san da kendi istidadı oranında anlar.

     Fenarî’nin tanımı şöyledir:

     “Tefsir, beşerin gücü nispetinde Allah’ın kelamını, Kur’an olması ve bil­gi veya zan yoluyla Allah’ın kastına delalet etmesi bakımından inceleyen bilimdir.”

     Fenarî de dâhil bütün Kur’an yorumcuları Kur’an’ı bütün zamanlara ve insanlığa seslenen bir hitap olarak kabul etmişler ve onun insandan ya­şam talebeden bir kitap olduğunun altını çizmiş­lerdir. Eğer insan böyle bir amaçla ona yönelirse, onu anlama potansiyeli daha da gelişecek ve açıla­caktır. Onu anladıkça da hayatı Kur’an’la bütünleşen bir hayat olacaktır.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

 

 

 

 

 

 

 

 

­

 

­

 

 

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat