SÜNNET (Hitan) MERASİMİ
Muhterem davetliler.
Sünnet olan çocuklarımızın anne-babalarının bu mutlu günlerini, kendileriyle paylaşmak için burada toplanmış bulunuyoruz. Mevlâ böyle mutlu günlerde ve diğer mürüvvetlerinde buluşmayı nasip eylesin.
Sünnet, takip edilen yol, davranış manalarına gelir.
Fıkıh’ta;
Peygamber Efendimizin farz ve vacip olmayarak, yapmış olduğu işleri,
hal ve hareketlerini ifade eder. Sünneti yerine getirenler, sevaba nail
olurlar. Peygamber efendimiz (sav); “dört şey peygamberlerin
sünnet-lerindendir. Sünnet olmak, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek
ve evlenmektir” buyurmuşlardır. Sünnet olmak, milletinden olmakla
öğündüğümüz Hz. İbrahim’den bize bir yadigardır. Tevrat ve İncil’e göre
sünnet, Hz. İbrahim (as) ile başlamıştır. Hz. İbrahim’in imtihan
edildiği ilâhi emirlerin başında sünnet de vardı. İlk defa sünnet olan
Hz. İbrahim (AS) 80 yaşında, bazı rivayetler de ise 99 yaşında iken,
kendi kendini sünnet etmiştir. Oğulları İsmail 13 yaşında, İshak 8
günlük iken sünnet edilmiş-lerdir. Hz. Musa (as)’ın şeriatında 8. günü sünnet olun-ması vardır. Yahudilerde hâlâ sünnet geleneği devam etmektedir. İslâm
öncesi araplar sünneti Hz. İbrahim’in geleneği olarak bildiklerinden
devam ettirmekteydiler. İslâmdan sonra da buna devam edilmiş,
Hz.Peygamberi-miz; “Sünnet fıtrattandır, hitan erkeklere sünnettir”
buyurmuştur.
Bu olaya, dini literatürümüzde “Hitan” denilmek-tedir. Bizim
dilimizde sünnet denilmekle, Hz. Peygamber efendimize olan bağlılık
vurgulanmıştır. Museviler ve Hristiyanlarda da belli zamana kadar
sünnet geleneği devam etmiş, daha sonra Hristiyanlar sünneti terk etmişler, onu vaftizle
değiştirmişlerdir. İslâm dünyasında çok çeşitli törenlerle yapılan
sünnet, memleketimizde de çoğu zaman mevlitler okunarak, yemekler ikram
edilerek yapılmaktadır. Çocuklar prensler gibi
giydirilerek, arabalarla, at sırtında veya çeşitli şekillerde
gezdirilerek, onların delikanlılığa adım attıkları vurgulanır. Son yıllarda Vakıf, Dernek ve Belediyeler tarafından yapılan toplu sünnetler, güzel bir hizmet olarak telakki edilmektedir.
Sünnet; Hz. Muhammed (sav) ümmetinin önemli
bir şiarıdır. Çocuk buluğ çağına gelmeden sünnet ettirilmelidir. Hz.
Peygamberimizin torunları Hasan ile Hüseyini sünnet ettiğini hadis
kaynaklarından öğreniyo-ruz. Sünnet olmak, İmam-ı Şafi’ye göre vaciptir. Sünnet olmanın asgari yaş yoktur. Sadece; Yahudiler, doğumu-nun yedinci gününde erkek çocukları sünnet ederler. Bizde böyle bir mecburiyet yoktur.
Öte yandan sünnet olmak, daha çok tıbbi bir ihtiyaçtır. İnsan
sağlığı ile yakından ilgilidir. O, hijyenik bir tedbir ve sağlıklı
olmanın temel gereğidir. İngiliz kraliyet ailesi dahi 200 yıldan beri
erkeklerini sünnet ettirmektedir. Sünnet mademki dini bir olaydır. Bu
cemiyetlerde dininin emirleri çiğnenmemelidir. Yani sünnetin yanında, cinnetin işi olmamalıdır. Yavruya, sünnet deyince, Hz.Peygamberi hatırlayacağı güzel umdeler sunulmalıdır.
1996
yılında Tataristan’ın Nurlat şehrindeki toplu sünnete davet edilen din
adamlarımızdan biri şu olayı naklediyor; İhtiyar bir hanım, kucağına
aldığı torununu sünnet ettirmek için 350 km.lik bir yoldan gelmişti.
Niçin bu kadar uzun yoldan geldiniz, buna ne gerek var dedik. O hanım
şöyle cevap verir. Ben genç yaşta dul kaldım iki
kız
evlat büyüttüm, fakat onlar Rus gençleriyle evlendiler.
Müslümanlıklarından hiç eser kalmadı. Bu torunumu kapıp geldim. Onu
sünnet ettireyim de, o da müslümanlığını unutacak olsa, sünnetli oluşu
ona müslümanlığını hatırlatsın. Demiştir. Sünnet İslami bir gelenektir.
O bizlere Hz. İbrahim (as)’den ve sevgili Peygamberimizden bir
yadigardır.
Peygamber
Efendimize bir gün “Müslüman kimdir? diye sordular. O’da; “Müslüman,
seven ve sevilen insandır” cevabını verdiler. Hem sevmeli, hem de
sevilmeliyiz. Şairin mısralarında belirttiği sevgiyi her zaman kucaklamak gerekir.
Küçük bir tebessüm, içten bir selâm,
Dosta hatır soran, bir iki kelâm,
Kısaca diyor ki, insana İslâm;
İhlâsla yaptığın, her şey ibadet...
Gönül buzlarını, sevgiyle delmek,
Melekle insanın, farkını bilmek,
Kulda kusur varsa, afedip silmek,
Kırılmış bir kalbe, girmek ibadet...
Ölümün açtığı, derin yarayı,
Kapatmaz.. Versen de, köşkü sarayı.
Bir evlât kaybeden, bahtı karayı,
Dilin merhemiyle, sarmak ibadet...
Rahman, kullarını ayırdetmeden;
Her birine vermiş, ayrı bir beden.
Ne din, ne ırk, fark gözetmeden;
İnsandır diyerek, sevmek ibadet.
Sevgi,
kâinatı en mükemmel varlığı insanda ufuklaşır. Menfi tesirlerden,
sıkıntı, üzüntü ve korku gibi duygulardan hırpalanan insan vucudu,
ancak sevgi ile biyolojik düzeni sağlayabilir. Bütün güzelliklerin ve
iyiliklerin anahtarı, insanı sevmekten geçer. İşte Hz. Peygamber, bütün
bu sevgileri bize takdim ediyor.
Her sohbette o, her iklimde o, her meclisde o var. Onu andığımızda kucak
dolusu, gönül dolusu selâmları yolluyoruz. Ümmeti onu o kadar çok
seviyor ki, o nu hatırladığında, elini kalbinin üzerine koyarak, “Seni
en kalbî sevgi ve selâmlar ile anıyorum” der.
Sultan
I. Ahmet, Peygamber sevgisiyle dopdolu olan bir Osmanlı padişahı idi.
Hacca gidip, mübarek beldeye kavuşmak ve sevgili Peygamberimizi ziyaret
edebilmek en büyük arzusuydu. Fakat, o günün şartlarında yapılacak,
aylar süren uzun hac yolculuğu, devletin hizmetlerini aksatır ve
devletin başında bulunması gereken padişahın uzun müddet görevinden
ayrılmasının bazı sakıncalar doğuracağı düşüncesiyle, bu arzusunu diğer
Osmanlı padişahları gibi gerçekleştire-memişti. Nihayet bir gün Hz.
Peygamberin ayak izini çizdirip, başında taşıdığı tâcın altına
yerleştirdi. Ömrü boyunca onu hep taşıdı. Halen türbesinin baş ucunda
yazılı duran dörtlükte şöyle diyordu;
Nola tâcım gibi başımda götürsem daim,
Kadem-i nakşını ol hazreti Şâhı Resulün,
Gül-i gülzarı nübüvvet o kadem sahibinindi.
Ahmed’â durma yüzün sür kademine o gülizarın.
(Hazreti
Peygamberin ayağının izini daima başımın üstünde taç gibi taşısam ne
olur. Peygamber, gül bahçesinde güllerin üzerinde gezinen o yüce
kişidir. Ey Ahmed! Gecikmeden gül bahçesindeki ayak izlerine yüzünü
sür.) diyerek, Hz. Peygambere olan sevgi ve hasretini adeta
bayraklaştırmıştır. Ecdadımızda böylesi örneklere pek çok
rastlamaktayız.
Sözlerimizi şairin şu dizeleriyle bitirelim;
Gönül gözü görmeyen can gözünü neylesin..
Dünyada dönmeyen dil mahşerde ne söylesin,
Allah, bütün beşeri ümmetinden eylesin,
Sancağının altında yâ Hz. Muhammed.
Bu
vesile ile sünnet merasimini icra ettiğimiz küçük yavrumuzun ömür boyu,
Allah resulünün sünnetine bağlı kalmasını ve sünnet üzere yaşamasını
Cenab-ı Hak’dan niyaz ediyor, anne - babasına daha nice mürüvvetlerini
görmelerini diliyorum.
Mehmet KANTARCI