285"Peygamber Rabbinden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Mü'minlerin de hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisinin arasını ayırmayız. Ve (yine) dediler ki: (Ey Rabbimiz!) İşittik ve itaat ettik! Bize mağfiret et ey Rabbimiz! Şüphesiz ki dönüş sanadır.
Peygamber Rabbinden kendisine indirilenlerin tümüne iman etti. Çünkü peygamber kitabın ilk muhatabı, vahyin ilk münzili ve ilk muhbir-i sadığıdır. Onun için peygamber Rabbinden kendisine indirilenlerin tamamına iman etti.
Acaba Rabbimizin bundan söz etmesinin mânâsı nedir? Biz zaten biliyoruz ki Peygamber hakkında bu kesin bir realitedir. Yâni peygamber peygamberliği gereği üslendiği misyonu gereği zaten inandığını, inanması gerektiğini biliyoruz. Acaba bunun sebebi nedir? Bunu şöyle anlamaya çalışıyoruz: Anlıyoruz ki peygamberin dâveti kendisine herhangi bir yükümlülük getirmeyen, kendisine herhangi bir sorumluluk yüklemeyen sırf başkalarına sorumluluk yükleyen bir çağrıdan tamamen uzak bir dâvettir. Nitekim pek çok dâvetçi çağırdığı dâvâsını bir ustalık ve görev bilirler. Kendileri çağırdıkları dâvâya inanmamışlardır. İnsanları düşünceler ve sloganlarla harekete geçirdikleri halde, kendi çağırdıklarına inanmayan ve kendi dâvâlarını yaşamayan insanlardır onlar. Başkalarına yol budur diye yol gösterirlerken kendileri karanlıkta bocalayan insanlardır onlar. Böylece insanları sömürmeyi hedeflemişlerdir. Ve insanlar bu tür dâvetçilere hiçbir zaman inanmayacak, onların arkasından gitmeyecektir.
Ama peygamberler böyle değildir. Rabbimiz seçtiği peygam-berlerin kendi peygamberlik misyonuna çağırdığı dâvâsına herkesten önce inanan kişi olduğunu haber veriyor. Böylece Rabbimiz bu ayetiyle bize de diyor ki: Dâvetçi başkalarını kendi mesajına çağırmadan önce kendisi kendi mesajına köklü bir biçimde iman etmesi lâzımdır. Değilse o mesaj muallakta kalacak, o dâvâ icâbet görmeyecektir. Zü-mer sûresindeki bir âyet-i kerîmesinde Rabbimiz peygamberinin bu konudaki tavrını bakın şöyle anlatıyor:
"O ki gerçeği getirdi ve onu bizzat kendisi tasdik etti. İşte onlar muttakilerin tâ kendileridir"
(Zümer: 33)
Çünkü peygamber insanlık için seçilmiş bir örnektir. Kur’an-ı Kerim peygamberin kişiliği, sıfatları ve pratik uygulamalarıyla insanlara örnek olarak takdim edildiğini haber verir. İşte burada da buyuruluyor ki peygamber Allah’tan kendisine gelenlerin tümüne iman etti.
Hem de O’nun ümmeti olan mü'minlerin tamamı Allah’a, Allah’ın meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Allah’a iman Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman Allah’ın hayata karışacağına iman demektir. Allah’a iman onun Rab, Melik ve İlah oluşuna iman demektir. Allah’a iman Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşamaya iman demektir. Allah’a iman Allah’ın belirlediği hayat programına iman demektir. Allah’a iman kişinin boynundaki kulluk ipini yalnız Allah’ın eline vermesi demektir.
Meleklere iman, Allah’ın melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle diyalog halinde olduğuna iman demektir. Allah’ın dünyayı yaratmış, sonra da ne haliniz varsa görün! Ben sizinle ilgilenmiyorum. Hukukunuz, ticaretiniz, kılık kıyafetiniz, kazanmanız harcamanız, eğitiminiz nasıl olursa olsun, nasıl bilirseniz, keyfinize nasıl uygun gelirse öylece yaşayın! diyerek kendi köşesine çekilmiş bir Allah değil her ân melekleri vasıtasıyla bizi kontrol altında tuttuğuna iman demektir.
Meleklere iman onlar tarafından sürekli amellerimizin tespit edildiğine iman demektir. Meleklere iman hesap ve kitaba iman demektir. Meleklere iman âhiret hesabına göre bir hayat yaşamak gerektiğine iman demektir.
Sonra bu melekler vasıtasıyla Allah’ın gönderdiği kitaplara da iman etmişlerdir o mü'minler. Kitaplara iman Allah’ın vahiy gönderdiğine iman demektir.Allah’ın bizi kanunsuz, yolsuz, yordamsız, plansız, programsız bırakmadığına iman demektir. Onlarla sorumlu olduğumuza , Onların içindekilere göre bir hayat yaşamaya ve onlardan hesaba çekilmeye imandır.
Bir de o mü'minler Allah’ın kendileri için örnek olarak seçip görevlendirdiği peygamberlerine de inanmışlardır. Peki peygamberlere iman ne demektir? Peygamberlere iman onları takip etmeye imandır. Onların hayatta en büyük örnek olduklarına ve onların adım, adım takip edilmesi gerektiğine imandır.
Dediler ki:
"Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisinin arasını ayırmayız."
Bunu sûrenin önceki âyetlerinde ifade etmiştik
1-) Peygamberlerden kimilerini kimilerine tercih ederek birbirlerinin arasını ayırmayız.
2-) Peygamberlerden birini veya birkaçını kabul edip diğerlerini reddederek onlar arasında böyle bir ayırım yapmayız. Onların tümünün Allah tarafından görevlendirildiğini, tümünün salih, sâdık olduklarını, kendilerinin Rabbimiz tarafından hidâyete erdirildiklerini ve bizi de doğru yola ilettiklerini ikrar ve kabul ederiz dediler mü'minler.
"Ve (yine) dediler ki: (Ey Rabbimiz!) İşittik ve itaat ettik! Bize mağfiret et ey Rabbimiz! Şüphesiz ki dönüş sanadır."
Ey Rabbimiz! Senin mesajın Peygamberlerin tarafından bize gelince biz onları işittik ve itaat ettik. Senden gelene iyice kulak verdik, dikkatlice dinledik, anlamaya çalıştık, kafa yorup anladık ve itaat ettik. Kerhen değil tav'an itaat ettik. İstemeyerek değil isteyerek ve seve seve itaat ettik. İşittik ve hemen uyduk. İşittik ve hemen gereğini yerine getirdik.
Burada dikkat etmemiz gereken husus şudur: İşitmek indirileni bilmeyi, tanımayı gerektirir. Bilmek ve tanımak da okumayı ve ondan haberdar olmayı gerektirir. Şimdi söyleyin bakalım: Kitaplarını tanıma-yan, kitaplarından habersiz bir hayat yaşayan müslümanlar nasıl diyecekler bunu? Ya Rabbi! Biz kitabını işittik ve onunla amel ettik, biz bize düşeni yaptık onun sen de ya Rabbi bize mağfiret et! Bizim elimizde olmayarak işlediklerimiz konusunda bize mağfiret buyur! Onları görmeyiver ya Rabbi! O kusurlarımızı hesaba katmayıver ya Rabbi! Siliver Allah’ım! Yok farz ediver, kaale almayıver, hesaba katmayıver Allah’ım! Nasıl diyeceğiz bunu? Bunu demeye hakkımız olacak mı?
Önce bir işiteceğiz, okuyacağız, tanıyacağız Allah’ın kitabını ve sonra itaat edeceğiz onlara. Samimiyetle onları uygulamaya çalışacağız, bunu yaparken de ufak tefek kusurlarımız olmuşsa o zaman da aman ya Rabbi sen bilirsin diyeceğiz.
Bakara sûresinde bu haklarını kaybedenleri anlattı Rabbimiz. Kitaplarını bozanları, tahrif edenleri, kitaplarının âyetlerini az bir paha karşılığında satanları kitaplarının âyetlerini insanlara anlatmayanları, kitaplarıyla diyaloglarını kesenleri, kitaplarını arkalarına atanları ve böylece Allah’ın mağfiretini kaybedenleri, Allah’ın affını kaybetmek bir tarafa Allah’ın gazabına ve lânetine maruz kalanları anlattı Rabbimiz.
Biz de kendimizi bu konuda hesaba çekmek zorundayız. Acaba biz de bizden öncekiler gibi: "İşittik ve isyan ettik" diyenler-den miyiz. Dilimizle inandığımızı söylüyor, ama hayatımızla yalanla-yanlardan mıyız? Yoksa kimileri gibi işitmeden inandığımızı mı iddia ediyoruz? Yada işittik ama unuttuk diyenlerden miyiz? Yoksa işittik ama hayatımız değişmedi mi diyoruz?
Allah korusun bakın buraya kadar bakaradan iki yüz seksen altı âyet tanıdık. Peki bütün bu âyetler ne değiştirdi bizim hayatımız-da? Bakara’yı bilmeyen dünkü bizle Bakara’yı bilen bugünkü biz arasında bir değişiklik olmamışsa, bu kadar âyet bizi değiştirmemişse, Bakara’yı bilmeyen şu insanlarla bizim aramızda belirgin bir fark görülmüyorsa, bu nasıl müslümanlık diyeceğiz Allah korusun. Veya bu Allah’ın kullarına aman siz de Bakara’yı tanıyın. Aman siz de bu sûreyi öğrenin. Bunu nasıl ve hangi yüzle diyeceğiz? Okuyup da ne olacak? İşte siz işte biz. İşte sizin hayatınız, işte sizin bizim hayatımız demeyecekler mi?
Okuyacağız, dinleyeceğiz, işiteceğiz ve hemen arkasından itaat edeceğiz. Hemen arkasından duyduklarımızı amele dönüştürme savaşı vereceğiz ve sonra da şu duayı demeye hakkımız olacak:
Gufranını, görmezden gelmeni, silivermeni, hesaba katma-manı, yok farz etmeni umarız ya Rabbi! Dönüşümüz sanadır.
Ya Rabbi bizler her ne kadar da kitabını okumuş, kitabını anlamaya çalışmış, işitmiş ve işittiklerimizle amel etmeye itaat etmeye çalışmışsak da, kusurumuz çoktur, hatamız çoktur. Eğer sen bizi yarlı-ğamazsan biz helâk oluruz. Çünkü bizler her ne kadar da sana kulluk etmeye çalışsak da yine de istemeyerek, nefislerimize uyarak veya unutarak, bilgisizce sana karşı gelebiliriz, senin emirlerini çiğneyebi-liriz. Hele, hele içimize doğan, kalbimizden gelip geçen duygu ve düşüncelere hiç gücümüz yetmiyor. Bunların tamamı senin için malumdur. Yarın bunların tümünden hesaba çekilmek üzere senin huzuruna geleceğiz. Dönüşümüz sanadır. Biz buna da inanıyoruz. Hayatımız, varlığımız nasıl sendense, ölümümüz de sendendir ve nihâyet öldükten sonra tekrar hesap kitap adına dirilip senin huzurunda toplanmamız da sendendir. Biz bunun bilincinde olarak bunun için hazırlık yapmaktayız. O gün yüzü kara ve utananlardan olmamak için elimizden gelenleri yapmaya çalışıyoruz. Bizi o günde perişan etme ya Rabbi! Kusurlarımıza bakma ya Rabbi! Diyebilelim, demeye yüzümüz olsun .
Ayet-i kerîmeden anlıyoruz ki mü'minler hem işitiyorlar, hem tasdik ediyorlar, hem itaat ediyorlar, hem kulluk yapıyorlar hem de bununla beraber kusurlu olduklarını itiraf ediyorlar. Yaptıklarının Allah’a lâyık olmadığını daha fazlasını yapmaları gerektiğini itiraf ediyorlar.
Mü'minler böylece Rablerine teslimiyette bulununca, böylece Rablerine arzı ubûdiyet ve özür beyanında bulununca bakın Rablerinden, İlâhî rahmetten de kendilerine şu müjde geliyor:
286:"Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez. Kişinin kazandığı iyilik lehine (kendisine) kötülük ise aleyhinedir. Rabbimiz! Unutmuş yahut hata yapmışsak bu yüzden bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma! Bizi affet! Bağışla bizi! Sen bizim Mevlâ’mızsın! Kâfirler güruhuna karşı sen bize yardım et!"
Üzülmeyin kullarım! Rabbiniz hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez. Sizin Rabbiniz doyumsuz değildir. Sizin Rabbiniz zâlim değildir. Allah’ın kullarına yükleyeceği yük ancak kulların güç yetireceği kadardır. Hattâ onun çok çok altındadır. Sizi yaratan Allah sizin ne kadar yük çekebileceğinizi sizin nelere katlanabileceğinizi çok iyi bilmektedir. Allah merhametlidir. Allah kullarını asla zorlamaz. Sıkıntıya sokmak istemez .
İşte bu âyet daha önce geçen ve müslümanların, sahabenin belini büken:
"Kalplerinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah onlarla sizi hesaba çekecektir."
(Bakara: 284)
Âyetini bir görüşe göre beyan eden, açıklayan, başka bir görüşe göre de nesih eden âyettir. Buna göre diyoruz ki Allah kalpten geçenlerden bizi hesaba çekse bile ancak bizim elimizde olarak düşündüklerimizden hesaba çekecek, elimizde olmadan, gücümüz yetmeyerek içimizden geçenlerden hesaba çekmeyecektir Yâni insanın kendisinden kurtulma imkânı olmadığı, nefsin, şeytanın vesveselerin-den hesaba çekilmeyeceğiz. Ancak bu düşünceler bizi sardığı zaman bunlardan kurtulmaya çalışacağız, unutmaya çalışacağız, reddedece-ğiz, gereğini yapmamaya, amele dönüştürmemeye çalışacağız.
Allah kulları için kolaylık diler, onlara güçlerinin yetmeyeceği zor yükler yüklemez. Hani sûrenin önceki bölümlerinde geçti:
"Allah sizin için kolaylık diler zorluk dilemez."
(Bakara: 185)
Sonra sakın yanlış anlamayın! Bu kulluk adına yaptıklarınız Allah için değil kendiniz içindir. Allah’ın bunların hiçbirisine ihtiyacı yoktur. Hem dünyanızın mutlu, hem de âhiretinizin mamur olması için Allah size bunları emrediyor.
"Kişinin kazandığı iyilik lehine (kendisine) kötülük ise aleyhinedir."
Herkesin kendi kazancı kendisinedir. Kim bir iyilik yaparsa o kendine, kendi lehine, kim de bir kötülük yaparsa o da kendi aleyhinedir. İyiliğin sevabı da kötülüğün vebali de kendisine ait olacaktır. Yaptıklarınızın yararları da zararları da menfaatleri de mazarratları da Allah’a değil kendinizedir.
Öyleyse kendisini seven , kendisi için iyilik bekleyen kişi, yaptıklarıyla kendi kendisine zulmetmesin. Kendini can yakan dayanılmaz ateşten korumasını bilsin. Bunun için de hayırların en güzelini kendisi için işlesin. Kendisini ateşe götürecek amellerde bulunmasın. Kendi kendini kendi elleriyle cehenneme atmasın diyor Rabbimiz. Sonra da mü'minlerin çok hoş bir duasını hatırlatıyor, ya da mü'minlerin böylece dua etmelerini istiyor. mü'minlere dua yolunu gösteriyor ve böylece onu kabul edeceğini de işaret ediyor, teminat veriyor. Bakın şu duayı yapmalarını istiyor:
"Rabbimiz! Unutmuş yahut hata yapmışsak bu yüzden bizi sorumlu tutma!"
Ya Rabbi bize teklif ettiklerini imkânımız nispetince en iyi şekilde ifa etmeye çalışıyoruz, çalışacağız. Hattâ farzların da ötesinde nafilelerle hayır kazanmak üzere senin rızanı kazanmaya azmettik. Ama insan oluşumuzdan, beşer oluşumuzdan ötürü senin emirlerinden, senin farzlarından birini unutur veya iyi bir şey yapıyoruz zannıyla yasaklarına, haramlarına düşersek, hata edersek bunlardan dolayı da bizi hesaba çekme ya Rabbi. Bu iki şekilde olur:
1-) Ya hayrı, hayır bilgisinden mahrum olunduğu için terk etmek şeklinde olabilir. Yâni emrin, farzın farkında olunmadığından emir terk edilmiş olur. Hayrı unutmak hayırdan habersiz yaşamaktır.
2- )Ya da şerri, haramı yanlışlıkla emir zannederek işlemekle olur. İşte bunlara unutma ve hata denir. Bunların kimilerinde kişi mazur sayılırken kimilerinde mazur sayılmaz. Bunu şöyle ifade edeyim inşallah: Unutma ve hata iki türlüdür:
a:) Birincisi sahibinin mazur görülebileceği unutma ve hatalar.
b:) İkincisi de sahibinin mazur görülemeyeceği unutma ve hatalar.
Meselâ bir adam üzerinde bir necaset görse de bunu temizlemeyi geciktirse, hemen temizlemeyi geciktirdiği için, hemen temizlemeye gayret etmediği için sonra da unutup o elbiseyle namaz kılmışsa bu adam mazur sayılmaz.
Veya bir adam dinin emirlerini öğrenmeye çalışmaz veya öğrendikten sonra onu unutmamak için amele dönüştürme ya da onu başkalarına duyurma gibi bir çabanın içine girmez ve böylece unutursa o kişi de mazur sayılmaz. Bunun için yukarıda borçlarla ilgili bir örnek vermişti Rabbimiz. Unutmamak için yazılmasını öğütlemişti. Allah’ın emirlerinin tamamı böyledir. Hani unutarak yanlışlıkla içilen bir zehirin zararı yoktur denilemez değil mi? Onun içindir ki âyet-i kerîmede, ya Rabbi! Bizi unuttuklarımızla mükellef tutma! denmemiş de, bizi bu unuttuklarımızla muaheze etme! Bizi bunlardan sorumlu tutma ya Rabbi! denilmiştir. Bunlarla mükellefiz ama bunlardan hesaba çekilmemek üzere bizden dua etmemiz isteniyor .
Allah’ın Rasûlü bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
"Hata ve unutmadan doğan sorumluluklar ümmetimden kaldırılmıştır."
(İbni Mâce, Talâk 16)
Yine başka bir hadislerinde bakın şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki Allahu Teâlâ ümmetimden hatayı, nisyanı (unutmayı) ve ikrah olundukları şeyleri bana bağışladı."
(İbni Mâce)
İslâm müsamaha dinidir. Allah bizim hayatımız için en güzel en uygun kanun koyucudur. Bir yer bir vida için hazırlanmışsa elbette oraya ancak vida girer. Altından gümüşten vidalar bulsanız bile oraya uygun değilse bir mânâ ifade etmeyecektir. Bizi yaratan bizi bizden, bizi herkesten daha iyi bilir. Hakkımızda en güzel prensipleri de ancak o vazedebilir başkası değil.
İnsan iki yönlü bir varlıktır. Bir yönüyle Allah’tan gelen ruh sahibi, diğer bir yönüyle de dünya şartlarıyla ilgili beden vücut sahibidir. Birinci yönüyle insan Allah’a bağlanmaya, sığınmaya, kulluk etmeye ihtiyaç içinde içindeyken diğer yönüyle de yemeye, içmeye, cinsel ilişkiye, yatmaya, uyumaya ihtiyacı vardır. Allah yaratan, düzenleyen, kanun koyan öyle bir Rab ki yarattığı bu varlığın bütün ihtiyaçlarını, bütün arzularını, bütün gereksinimlerini, bütün zaaflarını, bütün özelliklerini bilerek onun için sistem vazeder.
Rabbimiz Kur’an’ın pek çok yerinde yarattığı insanın özelliklerinden, yoğurduğu mayasından bahseder. Zâlimdir, cahildir, nankördür, cimridir, acelecidir, itirazcıdır, meşakkat içindedir, mala karşı, dünyaya karşı, kadına erkeğe karşı meyillidir, unutkandır gibi onun pek çok özelliklerinden söz eder. Yaratan hiç yarattığını bilmez mi? Yaratan yarattığının mayasını tanımaz mı? Bilir elbette. Hattâ hiç kimsenin bilemeyeceği kadar.
İşte bu hadiste ve âyet-i kerîmede anlatıldığına göre kullarının unutkanlığını, unutacağını, hata edeceğini çok iyi bilen Rabbimiz bu iki şeyin günahından müminleri bağışlamıştır. Hata ve nisyan. Bir de ikrah, yâni zorlama.
Hata; meşru bir şey yapmak isterken kastı olmayarak kişinin gayri meşruya düşmesidir. Meselâ bir hayvanı, yahut bir kâfiri öldüreceğim derken hataen bir müslümanı öldürmesi veya kendi malı zannederek hataen bir başkasının malını telef etmesi ya da ihramlı iken hataen bir hayvanı öldürmesi, hataen birisine zarar vermesi, birinin gözünü çıkarması gibi. Kulun böyle hataen yaptığı şeylerde kasıt ve niyet olmadığı için Allah bunların günahını kaldırmıştır. Ama şurasını unutmayalım ki bunlara tereddüp eden cezalar bâkîdir.
Meselâ hataen bir mü'mini öldüren kişi diyet cezası ödemek zorundadır. Veya hataen bir başkasının malını telef eden kişi onu tazmin etmek zorundadır. Hataen bir hayvan öldüren ihramlının, ha-taen göz çıkaran kişinin belli cezaları vardır. Bunlar hatadır.
Nisyana, yâni unutmaya gelince: Nisyan; kişinin bir şeyi bilip de onu yaparken unutmasıdır. Meselâ kişi abdestsiz olduğunu unutarak namaz kılarsa bu fiilinden ötürü ona günah yoktur. Ama abdestsiz olduğunu hatırlar hatırlamaz namazını iade etmesi gerekir. Bir kişi besmeleyi unutarak hayvan keserse İmam Ahmed’e göre bu hayvan yenir, zira bundan geri dönüşü yoktur. Kişi unutarak bir namazı terk etse bunda bir günah yoktur. Hatırlatınca o namazı kaza eder. Uyku da böyledir. Ama kişi bunun ortamını kendisi hazırlarsa, meselâ gece geç saatlere kadar televizyon seyrederken sabah namazına kalkamıyorsa bundan sorumlu olacaktır Allahu âlem. Allah’ın Rasûlü:
"Kim uyur ya da unutarak namazı terk ederse, uyanınca veya hatırlayınca onu iade etsin. Bundan dolayı o kişiye kefaret yoktur."
Buyurur.
Kişi,unutarak namazda konuşsa bu fiilinden ötürü kendisine günah yoktur ama sahih olan kavle göre namazı bozulmuştur. İadesi gerekir. Öyleyse bir şeyi unutmadan evvel ne yapmamız gerekiyorsa onu hatırlar hatırlamaz aynı şeyi yapmak zorundayız.
Allah, âyetleriyle alay edilen, İslâm’la, Kur’an’la alay edilen bir mecliste oturmayı, bulunmayı yasak etmiştir. Ama diyelim ki şeytan bunu bize unutturdu ve biz orada oturduk. Şeytan bizi orada oturtuverdi. Bunu hatırladığımız anda unutmadan evvel ne yapacaksak onu yapmak zorundayız. Unutmasaydık, şeytan bunu bize unutturmasaydı ne yapacaktık? Oturmayacaktık değil mi? İşte hatırlayınca da hemen onu icra edecek , derhal kalkacağız o meclisten. Değilse aynen onlar gibi oluruz Allah korusun.
Meselâ çocuğumuz seccadeye işemiş, bizde bilmeden onda namaz kılmışız. Sonra da görmüşüz, ya da bunu hatırlamışız. Bu fiil, nisyanımız sebebiyle affolmuştur, fakat hatırlar hatırlamaz hemen namazımızı iade etmek zorundayız. Fakat tamamen unutmuş ve hiç hatırlamamışsak o zaman bu namazımız olmuştur.
Oruç da öyledir, ama oruç için özel bir nass var. Unutarak yiyip içeni şeriat affetmiştir ve o kişi, tekrar orucuna devam ediyor. Allah’ın Rasûlü bir hadislerinde:
"Kim unutarak orucunu yemiş içmişse orucunu ikmal etsin. Zira onu ona yediren içiren Allah’tır."
Buyurur.
Ama nikâh konusunda durum böyle değildir. Meselâ bir kadın ve erkeğin evlenmesinden önce, unutup da ses çıkarmayan bir kadın sonradan durumu hatırlayıp da: "Eyvah! Ben ikinizi de birlikte emzirmiştim!" derse bu yapılan nikâh hatadır ve başkasının nisyanından kaynaklanarak meydana gelmiş olan bu hatadan taraflar ayrılarak, boşanarak dönülür. Burada geriye dönüş emredilmiştir. Ama kimi nisyanlardan geriye dönüş mümkün değildir. Meselâ üç bardaktan ikisinde su, birisinde de içki var. Unutarak su zannıyla içkiyi içmişse bir kişi, bunun geriye dönüşü yoktur. Bunun geriye dönüşü ancak intibadır, bu kişinin, dikkatli olması ve tevbe etmesi istenir.
Eğer kişi bunları kendi ihmalinden ötürü meydana getirirse, meselâ dini vazifelerini öğrenme yoluna girmez, veya belledikten sonra onu unutmamak için tekrar tekrar mütalaada bulunmaz, onu amel haline getirmez ve onu başkalarına duyurarak kendi malı haline getir-mezse ve böylece onu unutursa bu unutma da mazur sayılmayacaktır diyoruz.
İkinci bir dua, veya duanın devamı :
"Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme."
Yâni ey Rabbimiz bizden önceki ümmetlere yaptığın gibi altından kalkılmaz, üstesinden gelinmez, zor dayanılır, bel büken boyunduruklar, meşakkatli buyruklar altında bulundurma bizi! Sonunda mükelleflerini çileden çıkaracak, kimilerini maymunlaştırıp kimilerini yerin dibine batıran, kimilerini birbirlerini öldürmeye, kimilerini zillet ve meskenet damgası yemeye götüren ağır sıkıntılara sokma bizi.
"isr" lügatte hapis, esaret anlamına gelir. Altında kalanı ezen, kahreden, nefes aldırmayan ağır yük demektir. Anlaşılıyor ki tarihte bizden önceki ümmetlere yahudi ve hıristiyanlara çok ağır yükler yüklenmiş. Meselâ kendi şirretliklerinden ötürü yahudilere elli vakit namaz kılmaları, mallarının dörtte birini zekât olarak vermeleri, necaset bulaşmış elbiselerini kesmeleri, vatanlarından sürüp çıkarılmaları, toptan kılıçtan geçirilmeleri, tevbelerinin kabulü için intihar etmeleri ya da birbirlerini öldürmeleri, işledikleri bir isyan üzerine hemen cezalarının anında verilmesi, ramazan gecelerinde de hanımlarına yaklaşma-maları gibi.
İşte Rabbimiz merhametinden dolayı müslümanlara böylece dua etmelerini öğütledi. Onlarda böylece dua ettiler de Rableri onların dualarını kabul edip onların omuzlarında bu yükleri kaldırıverdi. Kul Allah’a kul olursa Allah da ona lütuflarda bulunacaktır elbette. Sonra:
"Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıt-ma!"
Yâni ey Rabbimiz hem bize kolay kulluklar yükle, hem de yüklediğin vazifeleri ifa etme konusunda bize güç ve kuvvet ver, sabır ver, dayanıklılık ver, bizleri buna muvaffak kıl. Bizi altından kalkamayacağımız belâlar, imtihanlar ve iptilâlarla imtihan etme. Hiç çekilmez, dayanılmaz, takat getirilmez, yerine getirilmez imtihanlar altında bizi inletme ya Rabbi. Hastalık gibi, yokluk gibi, felâketler gibi, zillet ve meskenet gibi. Çünkü biliyoruz ki, istediklerini yapsak bile sana lâyık, senin istediğin biçimde yapamayınca kaldıramayacağımız, dayanamayacağımız azapları hakketmiş olacağız. Bu konuda bize merhamet buyur ve yükümüzü hafiflet ya Rabbi.
İslâm’ın kolay hükümlerinden bizi ayırma ya Rabbi. İslâm sisteminin gölgesinden ayrılmaya, başka sitemlerin pisliğine, ağır, ezici ve kahredici yüklerinin altına girmeye, böylece senin rahmetinden, se-nin siteminin rahmet ve bereketinden cüda düşmeye bizler dayanamayız. Bizleri senin sisteminin kolaylıklarından mahrum etme ya Rab-bi. Zira başkaları asla senin kadar merhametli, senin kadar cömert değildir. Başkaları doyumsuzdur, zâlimdir, cimridir, bizi başkalarının eline düşürme ya Rabbi.
"Bizi affet! Bağışla bizi! Sen bizim Mevlâ’mızsın! Kâfirler güruhuna karşı sen bize yardım et!"
Bizi affet! Sana karşı bilerek veya bilmeyerek, bizim bildiğimiz senin de bildiğin, bizim bilmediğimiz senin bildiğin tüm günahlarımızı affet. Hatalarımızı siliver, kusurlarımızı görmeyiver, bu sana lâyık olmayarak yaptıklarımızı hesaba katmayıver, bizi onlardan sorumlu tut-mayıver. Bizim geçmiş günahlarımızı affettiğin gibi gelecekte de bize muvaffakiyet vererek yeni yeni günahlara düşürme. İyiliklerimiz, hayırlarımız çok az olmakla beraber sen bizim mizanlarımızı ağırlaştırarak bize merhamet eyle. Bize şu üç konuda acı ya Rabbi. Sana karşı işle-diklerimiz günahlarımızı bağışlayarak, diğer kullarından bizim bu günahlarımızı setrederek, bizi el âleme karşı rezil rüsva etmeyerek ve de bizi bundan sonraki hayatımızda da muhafaza ederek yeni günahlara düşmeme konusunda koruyarak bize merhamet buyur ya Rabbi.
Çünkü sen bizim Mevlâ’mızsın. Bizim velimiz sensin. Bizler senin velâyetini kabullendik. Senin aldığın kararları kendimiz için bağlayıcı kabul ettik. Kendi iradelerimizden, kendi zevklerimizden vazgeçip senin seçimini seçim kabul ettik. Boyunlarımızdaki iplerin ucunu sana verdik.
Sana dayandık, sana güvendik, sana tevekkül ettik, kulluğu-muz, köleliğimiz sanadır, övgümüz sanadır, minnetimiz sanadır, senin huzurunda eğilen başlarımız asla başkalarının önünde eğilmedi. Ey bizim Rabbimiz! Ey bizim kendisine güvendiğimiz, safında yer aldığımız Rabbimiz! Sen bizim Mevlâ’mızsın o halde kâfirler güruhuna karşı, sana inanmayan, senin dinini reddeden, sana karşı savaş açan, kitabına karşı savaş açıp onu gündemimizden düşürmeye çalışan, pey-gamberine karşı gelip onu reddeden, sana karşı bir kısım fânileri tanrılaştırıp sana inat onlara kulluk yapmaya kalkışan, senin kullarını bir kaşık suda boğmaya çalışan, senin mülkünde, senin arzında sana ve senin sistemine hayat hakkı tanımayan bu kâfirlere karşı bize yardım et ya Rabbi... Amin..
Muaz Bin Cebel Bakara sûresini bitirince "Amin Allah’ım! Amin Allah’ım! Amin" dermiş. Biz de amin diyerek sûreyi bitirmiş olalım inşallah.
Rabbimize sonsuz hamdü senâlar olsun ki Bakara sûresini birlikte okumaya, tanımaya ve onu itmama bizi muvaffak kıldı. Allah anladıklarımızla iman etmeyi, bu imanlarımızla hem kendimizi, hem de sorumlu olduklarımızı diriltmeyi nasip kılsın inşallah. Bakara’dan habersiz yaşayan bu toplumu sizler vasıtasıyla bu sûreyle tanıştırsın. Onların da dirilişlerini sizin elinizle mukadder kılsın inşallah. Vel-hamdü lillahi Rabbil âlemin.