• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam335
Toplam Ziyaret5103801
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Amenerrasülü-Bayraklı Tefsiri

İman Esasları:

 

285. Peygamber ve onunla birlikte olan müminler, Rabbi tarafından ona indirilene inanırlar. Hepsi Allah'a, melek­lerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar. O'nun peygam­berlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmazlar, ve "İşittik ve itaat ettik. Bize mağfiret et ey Rabbimiz, zira bütün yol­culukların varış yeri sensin" derler.

Bu ayetten şu esasları çıkarabiliriz:

1. (Peygamber ve onunla birlikte olan mü'minler Rabbi tarafından ona indirilene inanırlar).

Ayetin bu kısmından şunu anlıyoruz: Peygamberler iman esası koyamaz­lar. Onlar da Allah'ın indirdiğine ve O'nun koyduğu iman esaslarına inanmak zorundadırlar. Ayet, Hz. Muhammed'in iman esası koymadığını, iman alanına beşerin müdahale edemeyeceğini vurgulamaktadır. Mü'minler de Peygamber'le beraber Allah'ın indirdiğine inanırlar. Başka bir deyişle, iman esas­larında peygamber ile mü'minler buluşur ve iman esasları onların asgarî müşterekini oluşturur. Demek ki, iman esaslarında ittifak vardır; peygamber­le mü'minler aynı inancı paylaşırlar.

Böylece, iman esaslarının bütünleştirici özelliği ortaya çıkmaktadır. Psi­kolojik bir olgu olan imanın sosyal yapıya yansıması, onun bütünleştirici özelliği ile insanlar arasında yayılmasıdır.

Peygamber, insanların din adına nelere inanması ve nelere inanmaması gerektiğini tayin edemediği için din koyamaz.

2. (Onların hepsi Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler).

Ayetin bu kısmında, iman esaslarından dördü zikredilmekte; ahirete iman ile kadere iman zikredilmemektedir. Burada sayılan iman esasları, önem sı­rasına göre dizilmiştir.

Bu, Allah'a inanmadan, diğer üçüne imanın işe yaramayacağı anlamına gelir. Bir önceki, bir sonrakilerin olmazsa olmazını teşkil etmekte; bu iman esaslarına Hz. Muhammed de inanmaktadır. Bir peygamberin, kendinden ön­ceki kitaplara ve peygamberlere inanma zorunluluğuna işaret eden bu ayet, peygamberlerin -filozoflarda olduğu gibi- ihtilaf değil, ittifak içinde olduk­larına dikkat çekmektedir.

Kendinden önceki peygamberlere inanmayan, onları tasdik etmeyen kişi peygamber olamaz. Peygamberlik makamı ihtilaf, reddetme ve münakaşa makamı değildir. Peygamberlik yolu bir süreçtir ve bu nedenle devamlılık ar-zeder ve bu yolda hiç değişmeyen iman esasları, ahlâkî değerler ve ibadet şe­killeri vardır.

3. (Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız).

Bu ifade, peygamberlerin tümüne iman etmenin şart olduğuna delildir. Peygamberlere olan imanın doğruluğu, onlar arasında aynım yapmamaya bağlıdır. Peygamberler arasında ayrım yapan kimseler, aslında kendi pey­gamberlerine de inanmamaktadırlar.

Peygamberlerin bazılarının bazılarından üstün olduğunu ifade eden Bakara/253 ayetiyle bu ayet arasında bir çelişki sözkonusu değildir. Zira burada­ki ayrım, iman açısındandır.

Nisa suresinde peygamberlerden bir kısmına inanıp bir kısmını inkar et­menin küfür olduğu belirtilmektedir:

Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler ve Allah ile peygamberlerini birbi­rinden ayırıp, "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve arada bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçek kafirler bunlardır. [Ni-sa/150-151]

Peygamberler arasında fark gözetmemenin imanın işareti olduğu da şu ayette belirtilmektedir:

Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince); işte Allah onlara bir gün mükafatlarını verecektir. Al­lah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. [Nisa/152]

Bu üç ayette, inkar edenlerle iman edenlerin özellikleri zikredilmiştir. Bunlardan biri de peygamberler arasında ayırım yapmamaktır. İman, tüm peygamberlere imanla bütünlenir. Peygamberlerin bazılarına iman edip bazı­larını inkar eden kimse, bu bütünlüğü parçalamış olmaktadır ve Allah böyle olana kafir damgasını vurmaktadır. Bakara/l 36'da açıkladığımız gibi, müslü-man olmanın yolu, ayrım yapmadan bütün peygamberlere imandan geçmek­tedir.

Hz. Peygamber, bir filozof tavrı ile din koymuş olsaydı, Kur'an'da pey­gamberler arasında ayrım yapmanın küfür olduğu söylenmezdi. Ona indiri­len Kur'an'ın, aralarında ayrım yapmadan bütün peygamberlere imanı şart koşması, o kitabın hak olduğuna ve kitabın gönderildiği kimsenin de filozof değil peygamber olduğuna delildir. Aralarında ayrım yapmadan bütün pey­gamberlere imanın şart koşulmasının şahsiyet psikolojisi açısından etkinliği ne olabilir?

Bütüncül iman, bütüncül şahsiyete götürür. Bu noktadan hareket edersek, inkar psikolojisine sahip olanlarda şahsiyet bütünlüğünün olmadığını söyle­yebiliriz. Böylece imanın, şahsiyet psikolojisindeki işlevi ortaya çıkmakta­dır. İmanda bütünlük olmadan şahsiyette bütünlük tesis edilemez. Başka bir deyişle şahsiyette bütünlüğün tesisi, ancak imandaki bütünlük ile mümkün­dür. [86]

 

Dinleme-İtaat Etme:

 

4. (Dinledik ve itaat ettik).

Ayetin bu kısmından şu neticeleri çıkarabiliriz:

a. Eğitimin en önemli faaliyetlerinden biri dinlemek; duyu organlarının en önemlisi ise kulaktır. Verilen mesajı dinlemek o mesaja karşı olan ilgiyi ifa­de eder. Dinlemek, anlamanın yansıdır.

Ayetteki "dinledik" ifadesi, talebenin yapması gerekeni vurgulamaktadır. İnsanlığın ilk çağlarında öğretim faaliyeti talebe için, daha çok dinleme, öğ­retmen için ise aktif olma şeklindeydi. Bu uygulama, dinin kutsal kitabı ta­mamlanmadan önce de uygulanmaktadır. Çünkü okuma safhası henüz başla­mıştır. Dinlemenin öğretimde ağırlıklı olduğu dönemlerde, yazı ve kitap ba­sımı yaygın değildi. Yazının icad edilmesi ve kitap yazımının yaygınlaşması ile, okuma organı göz öne geçti. Okumanın, dinlemenin önüne geçmesi öğ­retim faaliyetinin araştırmacılığa yönelmesine sebep olmuştur. Dinlemeden ziyade okuyan, araştıran ve sorgulayan nesiller yetişmiş ve yetişmektedir. Diyebiliriz ki, ilkel eğitimle modern eğitimi ayıran çizgilerden biri ve hatta en önemlisi okumanın çok az olması, dinlemenin ağırlıkta bulunmasıdır. Okuma ve araştırmanın ağırlıkta bulunduğu dönem modern eğitim-öğretim; dinlemenin ağırlıkta bulunduğu dönem ise ilkel eğitim dönemidir.

Bu ilkeyi günümüz eğitim sistemlerine uygulayıp değerlendirmemizi ya­pabiliriz. Okuma oranının arttığı, yazılan kitapların kapışıldığı toplumda, öğ­retim kulaktan/dinlemekten ziyade göze/okumaya dayanmakta demektir. Kur'an'ın ilk emrinin "oku" olmasına dayanarak, modern eğitimin Kur'an ile başladığını söyleyebiliriz. Kur'an'ın öğretim faaliyeti okumakla başlamış, dinlemekle devam etmiştir.

Öyleyse, bu ayette niçin "Okuduk itaat ettik" denmiyor da, "Dinledik ita­at ettik" deniyor?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: Mesajın, ilahî eğitimle öğretildiği es­nada elde teşekkül etmiş bir kitap olmadığından, dinleme daha ağırlıklıdır. Diğer taraftan okumakla itaat arasındaki ilişki ile dinlemekle itaat arasında ilişki aynı değildir. Dinleme eyleminde zaten itaatin tohumu bulunmaktadır. Dinlemekten itaate daha kolay bir şekilde geçilebilir. Okumakta ilgi kitaba olduğu halde, dinlemekte ilgi hem mesaja hem de peygamberedir. Dinin başlangıcında dinleme, az da olsa okumadan önde olduğundan, "Dinledik ve ita­at ettik" denilmektedir.

b. "Dinledik ve itaat ettik" ibaresindeki "dinlemek" eyleminde bir bilinç ve hür irade söz konusudur. İtaat etmelerini dinlemelerine bağlamakla, zorla itaat etmediklerini, dinleyip anladıktan sonra bilinçli olarak hür iradeleriyle itaat ettiklerini söylemiş olmaktadırlar. Dinleme eyleminin öznesi müslüman-lardır, daha doğrusu insanlardır. Bu dinlemenin arkasında insanın hür iradesi vardır. Zor ile dinleme değildir. Dinleme kavramının içinde, dinlenilen şeyin anlaşılması da bulunmaktadır. Dinlenen şey anlaşılıyorsa, o konuda insanda bir bilinç meydana gelmiş demektir. İşte bu bilinç neticesinde "itaat ettik" di­yorlar. Bu ifadenin özünde, itaatin zora değil, hür iradeyi besleyen bilince da­yandığı yer almaktadır. Müslümanın itaati, dinleyip anlamanın neticesinde hür iradeyle gerçekleşir. Allah'a, zorla değil, bilinçle ve hür iradeyle itaat edil­melidir. Teğabün/16'da dinlemekten itaate geçiş sözkonusudur.

Dinleyip anlamanın, hür irade ve bilincin rol oynamadığı itaatte kölelik vardır. Kime, neye, nasıl ve niçin itaat edeceğini bilmeden itaat etmek köle­liktir. İtaatin körü körüne yapılması, kalıcı olmasmı önler ve onu gönülde kökleri olmayan bir eyleme dönüştürür. Dinleyip anlayarak bilinçli bir şekil­de itaat etmek, hem devamlı, hem de köklü olur.

5. (Ey Rabbimiz! Affına sığındık, dönüş sanadır).

Yüce Allah, affa giden yolu da öğretmektedir: Dinlemek, itaat etmek ve af dilemek. Önce af dilenecek varlıktan gelen mesaj dinlenilmeli, ardından itaat gelmeli ki af dileme hakkı elde edilebilsin. Bu durumda, "Dinledik ve itaat ettik" ifadesine farklı bir yorum getirme zorunluluğu doğmaktadır. "Dinledik ve itaat ettik" sözü, bir nevi dönüş anlamına gelen tevbeye işaret etmektedir. Tahrim/8'de tevbe eylemi Allah'a dönüşü ifade etmektedir. Al­lah'a dönen insan, O'nu dinliyor ve itaat ediyor demektir. Allah'a yönelen in­san, artık O'ndan af dileme fırsatını yakalamış olmaktadır.

Dinleme ve itaat eylemlerini gerçekleştiren insan, özür dileme erdemine ulaşmış demektir. Yaptığı hatadan dolayı özür dilemesini bilen insanın, olgun­laşma yoluna adım attığını söyleyebiliriz. Allah'tan af, insanlardan özür dile­mek olgunluğun başlangıcıdır. "Dönüş sanadır" ifadesinden, anlıyoruz ki dinleme, itaat ve af dilemenin altında büyük bir iman bilinci yatmakta ve o bilinç, gidilecek yerin sadece Allah olduğunu söylemekle tezahür etmektedir.

Allah'ın indirdiğine, Allah'a, meleklere, kitaplara, -aralarında ayrım yap­madan- peygamberlere inanmak, Allah'ı dinlemek, itaat etmek, af dilemek ve dönüşün sadece O'na olacağının bilincinde olmak gibi, gönülden beyine, beyinden davranışlara giden bir dizi değer ve eylemi içine sindiren mü'min, gerekli ilahî eğitimi almış, şahsiyet bütünlüğüne ulaşmış, manevî yapısının bütün unsurlarını harekete geçirip olgunlaştırmış, o unsurların beraberce ha­reket etmesini ve şahsiyet parçalanmasını önlemiş, içindeki eğitim sorununu halletmiş demektir. Böylece Bakara/285 ayeti, mü'minin gönül, beyin ve davranışlarında meydana gelen oluşumların nerelerden nasıl geçtiğine ve hangi temellere dayandığına ışık tutmaktadır. Bu ayetin tümünü ele alıp ge­nelleme yapacak olursak diyebiliriz ki: İman yani nazarî bilgi önce, amel sonra gelmektedir. Allah'ın indirdiğine, Allah'a, meleklere, kitaplara, -arala­rında ayrım yapmadan- peygamberlere inanmak, iman safhasını teşkil eder. Dinleme ve itaat etme eylemleri de amel safhasını teşkil etmektedir.

Yüce Allah Kur'an'ın pek çok ayetinde, bir işin yapılmasını emreder ve­ya yasaklarken söze, "Ey iman edenler" ifadesiyle başlamaktadır. Çünkü iman etmeyen kimsenin amelinin hiçbir değeri yoktur. Önce bilgi, sonra amel formülüyle, eylemin bilince dayanarak yapılmasının önemi vurgulanmakta­dır. Bilerek, inanarak yapılan bir eylemde taklit bulunmaz. Bilgi ve iman, amelin istek ve iradeyle bilinçli bir şekilde tahkiken yapılamasını sağlar. Bil­gi olmadan hiçbir eylem, insanı mükemmel yapamaz. Dayatma ve taklit ne­ticesi körü körüne yapılan bir eylem insanı kemal seviyesine ulaştıramaz.

Şuara suresinde Hz. İbrahim'in duasında bu durumu görmek mümkündür:

Ey Rabbim! Bana (doğru ile eğrinin ne olduğuna) hükmedebilme bilgi ve ye­teneğini bağışla ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat! [Şuara/83]

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim önce doğru ile yanlışı ayırabilicek bilgi ve anlayış, sonra da erdem istiyor. Böylece, ancak bilgiye dayalı eylemle er­demli olunabileceğine işaret ediliyor. Büyük öneminden ötürü Allah Teala bu yalvarışı bize nakletmektedir. Yine Fatır/10'da da önce bilgi, sonra amel zik­redilmektedir.

Diğer taraftan bu ayette, zamanın üç boyutunu kapsayan bilgiye şahit olu­yoruz. Geçmiş bütün peygamberlere ve onlara gönderilen kitaplara inanmak, geçmişten gelen bilgiye sahip olmayı ifade eder. Biz buna başlangıç bilgisi diyebiliriz. Dinî bilginin ve peygamberlik müessesesinin başlangıcına kadar inen geçmişe ait bilgiye, dinleyip itaat etmek; günümüzün bilgi ve eylemine Allah'tan af dilemek; dönüşün Allah'a olacağı bilgi ve inancına ise "dönüş sa­nadır" ifadesiyle işaret edilmektedir. Böylece, geçmiş, hal ve gelecek dediği­miz üç boyutlu zamanı kapsayan bir bilgi ve eylem ilişkisini yakalamaktayız. Razi'nin ifadesiyle bu, mebde, vasat ve mead bilgilerini ifade etmektedir. Mebde başlangıç bilgisi, vasat hal bilgisi, mead da geleceğin bilgisidir. [87]

 

Güce Göre Yük:

 

286. Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez: kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kö­tülük de kendi aleyhine. Ey Rabbimiz! Unutur veya bilme­den hata yaparsak bizi sorgulama. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma. Günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yağdır üstü­müze. Sen yüce mevlamızsın, hakikati inkar eden topluma karşı bize yardım et.

Ayeti kısımlara ayırarak açıklayabiliriz.

1. (Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez).

Ayetin bu bölümünde bulunan (lâ-yukellifullah) ibaresindeki kel-lifu kavramının kökü kelife olup kahverengimsi olmak, yüzü kızarmak, çil-lenmek, istemek, niyet etmek, temayül etmek, heves etmek, yönelmek, düş­kün olmak, çok bağlanmak, aşık olmak, vazife vermek, tayin etmek, uhdesi­ne vermek, yüklemek, tevdi etmek, emanet etmek, bir görevi tahsis etmek manalarına gelmektedir. [88]

 

Kellefe Ve Mütekelüf Kalıpları:

 

Kur'an'da kellefe ve mütekellif kalıplarıyla yer almaktadır. Kellefe kalıbı Kur'an'da, çeşitli görevlerden sonra zikredilmiştir:

a. Haklarla ilgili konularda

En'am/191 ile 152 ayetlerinde çeşitli konularda bazı yasaklar konmuştur. Bunlara "haklar" da diyebiliriz: Allah hakkı (şirk koşmamak ve Allah'a kar­şı taahhütlerini yerine getirmek); ana-baba hakkı (iyilik yapmak); çocuk hak­kı (fakirlik korkusu ile öldürmemek); toplum hakkı (açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlememek); hayat hakkı (hiçbir cana kıymamak); yetim hak­kı (yetimin malına yaklaşmamak); tüketici hakkı (ölçü ve tartıda adil olmak); hukuk hakkı (şahitlikte doğruyu söylemek). Bütün bu yasak veya hakların in­sana yüklenmesi ifade edilirken kellefe fiili kullanılmakta ve bunların insana ağır gelmeyeceği ifade edilmektedir.

b. İman ve iyi amelle ilgili meselelerde

A'raf/42'de aynı anlamda, fakat başka bir muhteva içinde kullanmaktadır:

Ama iman eden, doğru ve yararlı işler yapan kimseler -(ki) şüphesiz, biz kim­seye taşıyabileceği yükten fazlasını yüklemeyiz— işte ebediyyen kalmak üze­re cennete girecek olan bunlardır.

İman ve iyi davranışın insanın doğasına ağır gelmeyeceğine işaret edil­mektedir.

c. Hayırda yarışmakta

Bu kavramın kullanıldığı Mü'minun/62'de erdemli davranışlar sergileme ele alınmaktadır:

• Ama, Rablerinden korkarak, kendilerini saygı ve duyarlılık içinde tutan­lar...

• Rablerinin mesajlarına inananlar...

• Rablerinden başka hiçbir varlığa tanrısal nitelikler yakıştırmayanlar...

• Kalpleri titreyerek vermesi gereken şeyleri verenler...

• Hayırda yarışanlar... [Mü'minun/57-61]

Yüce Allah, bu eylemleri yapma hususunda insanın zorluk çekmeyeceği­ni veya bu eylemlerin mahşerde sayılıp döküleceğini, çünkü kendi katmda gerçeği konuşan bir kitabın bulunduğunu, insanların zulme uğramayacakla­rını vurgularken kellefe fiiline yer vermektedir.

d. Aile ilişkilerinde (infakta)

(Bütün bu durumlarda), geniş imkanlara sahip olan kişi, genişliği ile uyumlu olarak harcasın; nzık imkanları dar olan kimse ise Allah'ın kendisine verdiği­ne uygun şekilde harcasın: Allah hiç kimseye kendi verdiğinden daha fazlası­nı yüklemez. Allah sıkıntıdan sonra rahatlık verecektir. [Talak/7]

Yüce Allah bu ayette, insanın infak konusunda, kendisine verilen maddî imkan ölçüsünde sorumlu tutulacağını söylemektedir.

e. Çocuğun büyütülmesinde

Allah Teala Bakara/233'te annenin çocuğunu iki tam yıl emzireceğini; ananın ve çocuğun geçim ihtiyaçlarını babanın temin edeceğini; bu konuda çocuğundan dolayı ne anneye, ne de babaya eziyet çektirilmeyeceğim söyler­ken, yine "Hiç kimse taşıyabileceğinden daha fazlasıyla yükümlü tutulmaz" ifadesine yer vermektedir.

f. Ferdi sorumlulukta

Savaş gibi önemli bir meselede, ferdî sorumluluğun yeri anlatırken Nisa suresinde kellefe kelimesi kullanılmıştır:

O halde sen Allah yolunda savaş. Çünkü sen, yalnızca kendi nefsinden sorum­lusun ve mü'minleri ölüm korkusunu yenmeleri için teşvik et. [Nisa/84]

Diğer ayetlerde "yük yüklemek" anlamı daha ağır basarken, bu ayette "sorumluluk" anlamı öne çıkmaktadır.

Kellefe kavramının mütekellif kalıbı, daha çok Peygamber'in bir özelliği­ni, dolayısıyla bir eğitimcinin davranış bilincini anlatmak için kullanılmakta­dır:

(Ey Peygamber) de ki: "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum ve ben olduğumdan başka türlü görünenlerden de değilim". [Sad/86]

Muhammed Esed'in dediği gibi, sahip olmadığı şeyleri iddia eden anlamı­na da gelen ibare, eylemde veya düşüncede üzerinde büyük sorumluluklar bulunan ve bundan dolayı olduğundan fazla görünmeye çalışan insanı ifade etmekte; kapasitesinin üstünde olduğu imajını yaratmaya çalışan insan için kullanılmaktadır. Allah Hz. Peygamber'den, kendisinde tabiat üstü bir özel­lik bulunmadığını insanlara ilan etmesini isterken bu kavrama yer vermekte­dir. Öyleyse layık olmadığı bir şeyi isteyen; olduğundan fazla görünmeye ça­lışan insan hem Allah'ın enirine, hem de Hz. Peygamber'in sünnetine ters düşmektedir.

Bu manalardan hareket ederek, yorumunu yapmakta olduğumuz Baka-ra/286'ya dönersek, sorumluluk ve yükün güce göre yüklendiği ilkesini gö­rürüz. Ayetin bu kısmında yer alan (vus') kavramı geniş olmak, birini müreffeh kılıp zeginleştirmek, gücü yetmek, takat ve kuvvete sahip olmak, ihata etmek, kuşatmak manasına gelir. Vâsi kalıbında Allah'ın isimlerinden biri olup her şeyi kaplayan ve yaratıklarına bol bol rızık veren anlamını ifa­de eder. Bu ayette güç, takat, kuvvet ve kapasite anlamına gelmektedir.

Sorumluluk ile güç arasında ilişki kuran Allah, sorumluluğun gelişi güzel verilemeyeceğini, insanın gücünün dikkate alınması gerektiğini bir kanun olarak insanlığa sunmaktadır. Yüce Allah insana bir sorumluluk yüklerken onun doğasındaki kapasiteyi dikkate aldığına göre bu kural, bütün idarî işler­de, öğretim ve aile ilişkilerinde uygulanmalıdır. İnsanın doğasına göre öğre­tim yapılması günümüzde evrensel bir eğitim kanunudur. İnsanın yaratılışın­da bu kanunu koyan Allah'tır. Resim yapma kabiliyeti olmayana zorla resim; güzel ses ve kulağa sahip olmayana zorla müzik yaptırılamaz. Kabiliyet ve yetenekleri hangi doğrultuyu ve alanı gösteriyorsa insan, o yönde yetiştiril­meli ve o yönde sorumluluk yüklenmelidir.

Her insana kabiliyetini, yetenek ve gücünü Allah vermekte ve verdiği ka­biliyet nisbetinde sorumluluk yüklemektedir. Demek ki Allah, koyduğu ka­nuna kendisi de uymaktadır. Öyleyse idareciler, öğretmenler, iş verenler, ana-babalar koydukları kurallara kendileri de uymalı ve eğitip yönettikleri insan­ların kapasitelerini iyi tetkik ederek sorumluluklar yüklenmelidirler.

2. (Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir; her kötü­lük de kendi aleyhinedir).

Ayette geçen (kesebe) kavramı, Bakara/81 'de açıklanmıştı. Kesb kelimesi ekonomik, kültürel ve amelî kazançlar için kullanılır. Ancak Baka-ra/286'da tamamen "amelî kazançlar" için kullanılmaktadır. Bu manada alı­nınca, Fussilet/46 ayetiyle örtüşmektedir. Yorumunu yapmakta olduğumuz ayetteki kesebe fiili, Fussilet/46'da amile kelimesiyle ifade edilmektedir. Ba-kara/286'daki (lehâ mâ-kesebet) ibaresi yerine, Fussilet/46'da (sâlihan fe-li-nefsihî) buyurulmaktadır. Bakara/286'daki kesb fiili, leha ile iyilik yapmak gibi olumlu bir eylemi ifade etmektedir.

"Kötülük kazanmak" da Bakara/286'da kesb kelimesiyle ifade edilmiştir, ancak bu defa leha yerine aleyha kullanılmıştır. Fussilet/46'da amile yerine esae fiili kullanılmaktadır. Demek ki, Bakara/286'daki birinci kesebe'nin kar­şılığı Fussilet/46'da amile; Bakara/286'daki ikinci kesebe'mn karşılığı da Fussilet/46'da esae olmuştur.

Her iki ayeti beraberce değerlendirdiğimizde diyebiliriz ki, kişinin iyi ve kötü eylemlerinin arkasında kendi kesbi, yani ameli vardır. Bir önceki bö­lümde Yüce Allah'ın, gücüne göre insana sorumluluk yüklediği ifade buyu-rulmuştu. Bu ifadenin, bu bölümle alakasını şöyle kurabiliriz: İnsan kazandı­ğı kötülükleri, Allah'ın kendisine ağır yük yüklediğini iddia ederek mazur gösteremez. Böyle bir rasyonalizyona, yani aklileştirmeye gidemez. Sorum­luluk; kapasite, yetenek ve güç oranında olduğuna göre, iyi veya kötülükle­rinin temelinde insanın kendi kesbi/ameli vardır; ki bundan daha tabii birşey olamaz.

286. ayetin bu kısmını 285. ayetin son bölümüne bağlarsak dinleme ve itaat etme eylemlerinin öznesinin, insan olduğunu anlarız. Dinleme ve onun gereği olan iyi eylemlerin getirişi, insanın ve insanlığın lehinedir.

3. (Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama!)

Ayetin bu kısmında insanın unutma ve hata yapma özellikleri ile davranış­ları arasındaki bağlantı gündeme getirilmektedir. "İnsan" kavramının bir an­lamı da "unutmak"tır. Bu manadan hareket edersek, insanın en önemli özel­liğinin unutmak olduğu anlaşılır.

Bu dua, unutma ve bilmeden yapılan hata için Allah'tan af dilemeyi hedef almaktadır. Unutmaktan kaynaklanan yanlış hareketten ötürü sorgulama olup olmayacağının cevabını Taha suresinde buluyoruz:

Ve gerçek şu ki, Biz Adem'e önceden buyruğumuzu ulaştırmıştık, ne var ki o bunu unuttu, onu gayretli bulmadık. [Taha/115]

Verilen emri unutup yanlış yapmakta, unutma mazeret olmamalıdır. Allah tarafından kendisine ilim öğretilen kişi, unutarak sual sorma hatasını işleyen Hz. Musa'yı iki kere affetti ama üçüncü de ondan ayrıldı. Eğer unutulan şey Allah'ın ayetleri ise af sözkonusu olamaz; Allah'ın ayetlerini unutmanın kar­şılığı ahirette Allah tarafından unutulmak olacaktır. Taha/126 ayeti, böyle bir unutmanın affedilmeyeceğini ve cezalandırılacağını ifade etmektedir. Zaten unutmaktan doğan yanlış hareketin affedileceği kesin olsaydı, Bakara/286'da bu dua yer almazdı. Başkasına iyiliği emredip, kendini unutan [Bakara/44] affedilir mi? Allah'ı unutanı Allah da unutacaktır [Tevbe/67]; ahireti, yani Al­lah'a kavuşmayı unutanı Allah da unutur [Casiye/34].

Demek ki, ceza verilip verilmeyeceğini belirleyen, unutulan konunun kendisidir. Bakara/286'daki dua, küçük hatalardaki unutmanın affolacağına delildir. Yüce Allah müslümanın, affedilmeyecek bir konuyla ilgili dua etme­sine müsade eder mi? Hatanın yapıldığı mesele, duruma göre suçu azaltmak­ta, duruma göre sorumluluğu ortadan kaldırmaktadır. Hata, insanla beraber var olan ve asla ondan ayrılmayan bir özelliktir. Bazen hatalar affedilmeye-bilir. Ahzab/5'te evlatlıklarla ilgili meselede hata yapanlara vebal olmadığı belirtilmektedir. Nisa/92-93'te hata ile adam öldürmenin cezasının, kasden öldürmeden hafif olduğu ifade edilmektedir. İnsanın insana karşı yaptığı ha­tadan dolayı özür dilemesi Yusuf/29'da gündeme getirilmektedir. Hz. İbra­him, ahirette hataların affedileceğini ümit etmektedir [Şuara/82]. Kendileri­ne Allah tarafından verilen emri yerine getiren ve af dileyen bir toplumun ha­talarının affedileceğine işaret edilmektedir [A'raf/161].

Sözün özü, unutma ve bilmeyerek işlenen hatanın affedilmesi için inanan­lar Allah'a yalvarmalıdır. Yalvarma, sorgulamanın kalkacağı ümidini özünde taşımaktadır.

4. (Ey Rabbimiz! Bizden öncekilerle yükledi­ğin gibi bize de ağır yükler yükleme!)

Bu dua, geçmişteki topluluklara yüklenen sorumluluk ve görevlerin ağır olması sebebiyle yapılmış olabileceği gibi, genel anlamda bir dua da olabilir. Geçmiş toplumlara ağır yükler yüklenmiş ise, bunlar nelerdir? Bu soruyu şu ayetlerle cevaplandırmamız mümkündür:

Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faiz almaları ve haksız yollarla insanların mallarını ye­meleri yüzünden kendilerine daha önce helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkara sapanlara acı bir azap hazır­ladık. [Nisa/160-161]

Helal olan şey haram kılınmak suretiyle yahudilere ağır bir yük yüklen­miştir.

Namaza çağırıldığı zaman onu alaya alan, aklını kullanmayan; Allah'a, O'nun indirdiği Kur'an'a ve önceki kutsal kitaplara inananlardan hoşlanma­yan insanlara Allah'ın lanet etmesi, onları maymun, domuz ve tağutun kulla­rı yapması da [Maide/58-60] ağır bir yüktür.

Şehre girin emrini yerine getirmeyen, orada zorba bir toplum bulunduğu gerekçesiyle mücadeleden geri duran yahudilere Yüce Allah'ın kutsal toprak­lan kırk yıl haram kılması ve yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmalarına hük­metmesi [Maide/21-26] de onlar için ağır bir yüktür.

Talut'un askerlerine nehir suyundan içmelerini yasaklaması ve onları su ile imtihana çekmesi [Bakara/249] de ağır bir yüktür.

Demek ki yükün ağırlaşması, toplumların yaptıkları yanlış davranışın ne­ticesidir. Ayetin bu kısmında yer alan tA. (ısr) kavramı sözlükte ahit, söz, mukavele, muahede, sıkıştırmak, yük, arkadaşlık bağı, zorunluluk, taahhüt manalarına gelmektedir.

Kur'an'da bu kavram üç ayette geçmekte; Bakara/286 ve A'raf/157'de yük; Âl-i İmran/8rde ahd manalarında kullanılmaktadır.

Râzî'ye göre bu kavram, "ağırlık, şiddet, temayül ve şefkat" manalarına da gelmektedir.

Duanın içeriğinden Kur'an'ın daha tamamlanmamış olduğunu anlıyoruz. Ayetteki 'yük' kelimesi, yapılan yanlış bir hareketten dolayı verilecek olan cezanın ağırlığını, şiddetini de ifade ediyor olabilir. Başka bir ifadeyle ayet­teki "yük" dinî bir görev olacağı gibi; yanlış hareketin cezası da olabilir. O zaman, bizden öncekilere verdiğin gibi ağır cezalan bize verme anlamına ge­lebilir. Bu durumda Râzî'nin verdiği ağırlık ve şiddet manalarını göz önünde tutarak mana vermemiz gerekir.

5. (Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize ta­şıtma!) [89]

 

Takat Kavramı:

 

Ayetin bu kısmında yer alan (takat) kavramı tâke fiilinden türemiş olup iktidar, kabiliyet, ehliyet, kudret, hüner, dirayet, zeka, meleke, istidat, meyil, kapasite, dayanıklılık, kuvvet, tesir, enerji manalarım ifade etmekte­dir. [90]

 

Takat Kavramının Kur'an'daki Manaları:

 

1. Dolamak

Tâke fiili tevveke kalıbından alınınca "asmak, dolamak, bağlamak" anlamı­na gelmektedir. Bu manada Âl-i İmran suresinde -infak edilmeyen malın mah­şerde insanın boynuna dolanacağı veya bağlanacağı manasında- geçmektedir:

Allah'ın kereminden kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettik­leri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. [Âl-i İmran/180]

Malından fedakarlık yaparak fakirin elinden tutmayanların malı, mahşer­de yılan gibi onların boynuna dolanacaktır.

2. İbadet etme gücü

Bakara/l 84'te yutigu kalıbından gelmekte ve orucu çok zor tutabilmeyi ifade etmektedir. Ayet ihtiyarların, hamile ve emzikli kadınların, hasta ve se­ferde olanların oruç tutmakta çektikleri zorlukla ilgilidir.

3. Savaşma gücü

Kelime, Bakara/249'da, düşman askerleriyle savaşma güçleri bulunmadı­ğını ifade için kullanılmaktadır:

Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur.

Kelime burada, enerjinin tükenmesi anlamında gelebileceği gibi, korku­nun meydana getirdiği güçsüzlük manasına da gelebilir. Ama yasak olan neh­rin suyundan içmeleri nedeniyle oluşan güç kaybı anlamına gelmesi daha kuvvetli ihtimaldir.

4. Verilen emri yerine getirme gücü

Yorumunu yapmakta olduğumuz Bakara/286'da bir işin üstesinden gelme gücünü ifade eden mastar anlamında isimdir.

Bu ayette sadece dinî emirlerin yerine getirilmesini değil, insanların kar­şılaşacakları olayların, olgu ve problemlerin çözülmesi ve üstesinden gelin-mesindeki enerji ve gücü de ifade etmektedir. Kas gücünden ziyade, beyin gücünü, takati, manevî dayanıklılığı, yani iman gücünü ifade etmektedir.

Bir toplumun karşılaştığı siyasî, ekonomik ve kültürel zorluklara, prob­lem ve olaylara çözüm üretecek beyin gücünü ifade etmektedir. Buradaki takat kelimesi, öncesindeki ısr ve af dileme ile beraber ele alınırsa bela ve cezaların altından kalkma gücünü de ifade edebilir. "Ey Rabbimiz! Güç ye-tiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma" duası ile, Allah'tan gelecek olan be­lalar kasdedilmiş olabilir. Eğer böyle belaların insanların basma gelme ih­timali olmasaydı, bu şekilde dua etmenin anlamı olmazdı. Duada yer alan lena kelimesi çoğul olduğuna göre toplumsal belalara karşı dua edildiği an­laşılır.

6. (Günahlarımızı affet!)

Bu bölüme kadar ayette, Allah'ın, gücünün yetmeyeceği bir yükü insana yüklemediği/yüklemeyeceği ve insanın yaptığı iyiliğin lehine, kötülüğün ise aleyhine olduğu meselesi ele alınmış, ardından da mü'minlerin Allah'tan, güç yetiremeyecekleri yüklerin kendilerine yüklenmemesi için yaptıkları dua zikredilmişti.

Bu bölümde ise af dileme ele alınmaktadır. Çoğul bir ifadeyle yapıldığı için bunun, toplumsal boyutlu bir yakarış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, kendini günahkar hissedip af dileme erdemini göstermenin önemine işaret edilmektedir.

7. (Bizi bağışla!)

"Bizi bağışla" ifadesi, ayıplarımızı ört, yabancıların huzurunda bizi rezil etme anlamına gelmektedir. "Bağışla" manasını verdiğimiz mağfiret kavra­mı, hem dünyevî, hem de uhrevî anlam taşımaktadır.

Toplumlar öyle yanlış hareketler yaparlar ki, Allah dünyada onları diğer toplumların huzurunda rezil eder. İşte mağfiret dilemek, bu rezilliğe düşme­meyi Allah'tan istemektir. Rezillik mahşerde de olabilir. Dünyada sosyal kontrolün dışında kalan suç ve günahlar mahşerde ortaya dökülecek, gizli hiçbir şey kalmayacak, mücrimler rezil-rüsva olacaktır. Dünyada gizlenebi-len zina, hırsızlık ve benzeri günahlar, ahiret günü ortaya dökülecektir; çün­kü onlar amel defterinde kayıtlıdır. Mücrimlerin, ana-babası, hanımı ve ço­cukları huzurunda rezil olması kaçınılmazdır. İşte mağfiret dilemek bu reza­letin örtülmesini istemektir.

8. (Bize rahmet et!) [91]

 

Allah'ın Merhametinin Tecellisi:

 

Allah'tan rahmet istemenin ne ifade ettiğine, Allah'ın merhametinin nasıl tecelli edeceğine dair soruların cevabını Kur'an ayetleriyle verirsek şu neti­ce ile karşılaşırız:

a. Karanlıklardan aydınlığa çıkarmakla merhamet etmektedir. Ahzab suresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O size melekleriyle nimetlerini bahşeder ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çı­karsın. Ve o, mü'minlere merhamet eder. [Ahzab/43]

Demek ki Yüce Allah mü'minlere, onları karanlıklardan aydınlığa çıkar­makla merhamet etmektedir. Cehaletin, şeytanın, nefsin ve günahların karan­lığında kalan insanı kurtarıp, bilginin, aklın ve gönlün aydınlığına çıkarmak merhametlerin en büyüğüdür.

b.  Şifa vermekle merhamet etmektedir.

Enbiya suresinde Hz. Eyyub'un şifa için halini Allah'a arzettiği belirtil­mektedir:

Eyyub'u da an, hani Rabbine, "Başıma bir dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. [Enbiya/83]

Hz. Eyyub hastalığını arzediyor ve Allah'tan merhamet, yani şifa diliyor. Ayetteki merhamet, şifaya denk düşmektedir.

c. Azaptan korumakla merhamet etmektedir.

Azaptan korumak, Allah'ın merhamet sıfatının gereği olduğu gibi, onun manası içinde de yer almaktadır:

Nuh, "Bugün Allah'ın emrinden (azabından) merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. [Hud/43]

Allah Teala, kullanın azaptan korurken rahim/merhamet sıfatını kullanmak­tadır. Azaptan korunma veya kurtulmanın arkasında O'nun merhameti vardır.

O gün kim azaptan kurtanlırsa, gerçekten Allah ona rahmetini bağışlamış olur. Bu da apaçık bir kurtuluştur. [En'am/16]

Allah'ın merhameti, kulunu azaptan kurtarma şeklinde tezahür edebilir. De­mek ki, merhamet sıfatı, affetme, bağışlama gibi sıfatlan da içine almaktadır.

d. Tefrikadan korumakla merhamet eder

Hud/118'de, insanların ihtilafa, yani tefrikaya düşecekleri beyan edildik­ten sonra, 119. ayette tefrikadan sadece Allah'ın merhamet ettiği kimselerin korunacaklan ifade buyurulmaktadır. İnsanlann tefrikadan kurtulmalan için bilginin, imanın, akıl ve sevginin yanısıra ilahî merhamete de ihtiyaçlan var­dır. İşte Hud/119 ayeti buna işaret etmektedir. Bir toplumda birlik ve beraber­lik varsa orada Allah'ın merhameti devrede demektir.

e. Nefsin kötü etkisinden korumakla merhamet eder

Hz. Yusuf, nefsin kötü etkisine şöyle dikkat çekmektedir:

Yine de ben kendimi temize çıkarmaya çalışmıyorum. Çünkü Rabbimin mer­hamet ettiği (acıyıp esirgediği) kimseler hariç, insanın kendi nefsi (de onu) kötülüğe sürükleyebilir. [Yusuf/53]

Allah'ın merhametini dilemek, nefsin kötü etkisinden korunmayı isteme­yi de kapsamaktadır. Ancak, Allah'ın rahim sıfatmm devreye girerek insanı nefsinin kötülüğünden koruması, buna layık olanlar için geçerlidir.

f. Mahşerde yardım etmekle merhamet eder

Ki o gün hiç kimsenin arkadaşına bir iyiliği dokunmayacak ve hiç kimse yar­dım görmeyecektir. Allah'ın rahmetini ve şefkatini bağışladığı kimseler hariç; yalnız O, kudret sahibidir, rahmet kaynağıdır. [Duhan/41-42]

Rahim sıfatı gereği Yüce Allah, kimsenin kimseye yardım edemediği mahşerde yardım edecektir. Yardıma muhtaç olana yardım etmek merhame­tin kapsamına girmektedir. Yardım etmek, Allah'ın merhametini yeryüzüne indirip, O'nun ahlâkı ile ardaklanmaktır.

g. Mahşerde kötülüklerden korumakla merhamet eder

Ve onları kötü fiiller (işlemekten koru: o hesap günü) kötü fiillerin lekesinden kimi korursan onu rahmetinle onurlandırmış olursun: bu büyük bir kurtuluş­tur. [Mü'min/9]

Meleklerin insanlar için yaptıkları dua da, Allah'ın merhametinin kapsa­mındadır. Bu dünyada kötü davranışlardan, ahirette de kötü davranışların le­kesinden korumak, merhamet etmektir. Allah'tan merhamet dileyenler, bu is­teği de ifade etmektedirler.

h. Ödüllendirmekle merhamet eder

Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Rasulüne itaat ederler, işte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir. [Tevbe/71]

Allah'ın yukarıda belirtilen amelleri yapanlara merhamet etmesi, onları ödüllendirmesidir.

i. Sevgi bağı, yakınlık

Muhammed/22'de akrabalığın meydana getirdiği sevgi bağı anlamında yer almaktadır:

Bozgunculuk yapar ve akrabalık bağlarını koparır mıydınız?!

Bu ayette rahim kelimesi, yakınlığı ifade eden sevgi bağlan anlamına gel­mektedir. Demek ki, merhamette yakınlık ve sevgi vardır. Merhamet etmek, sevmek ve yakın davranmak demektir. Muhammed/29'da da alçak gönüllü­lük ve sevecenlik manasına gelmektedir.

j. Kadir bilirlik

Merhamet etmek, nimetin kadrini bilmek, azgınlık yapmamak, sınırı aş­mamak manasına da gelir. Merhametin bu manasını, karşıt manalarından çı­karttığımızı söylemekte yarar vardır. Kehf/80 ile 81 ayeti arasında kurulacak ilişki bu manayı gösterecektir:

O genç adamda, -ki ana ve babası mü'min kimselerdi- taşkınlıkları ve nan­kör eğilimleri ile onlara çok derin acılar vereceği yolunda kaygı verici belir­tiler görmüştük. Rablerinin o ana-babaya onun yerine ondan daha temiz seci­yeli ve merhamette ondan daha ileri bir çocuk vermesini istedik.

80. ayette yer alan ve nankör manasına gelen (küfr) kavramının kar­şıtı 81. ayetteki (akrabe ruhmâ) ibaresidir. "Merhamette daha ileri" anlamını ifade eden bu ibare, nankörlüğün zıddıdır. Merhametli olmak, ni­metin kadrini bilmek ve nankörce davranmamaktır. Nankör insan, merhamet­ten yoksun olduğu için, ana-babasının kendisini büyütüp yetiştirmek için verdikleri emeğe karşı onlara acı çektirip onların emeğini görmezlikten gelir. Merhamet duygusu olan kimse, nimetin kadrini bilir.

Şimdi bu manalardan hareket ederek yorumunu yapmakta olduğumuz Ba­kara/286 ayetindeki "Bize merhamet et" duasına dönersek; bizi günah karan­lığından mağfiretin aydınlığına çıkar; yanlış davranışlarımızı düzelt; azaptan, tefrikaya düşmekten, nefsin kötü etkisinden, dünya ve ahiretteki kötülükler­den koru; mahşerde yardım et; cennetinle ödüllendir; aramızdaki sevgi bağ­larını güçlendir ve nankör olmaktan bizi koru manasına geldiğini söyleyebi­liriz. Aslında ayette merhamete delalet eden şeyler bulunmaktadır. Zira in­sanlara güçlerinden fazla yük yüklenıemek, unuttukları veya hataen yaptık­ları ile sorgulamamak, takatlannm yetmeyeceği bir yükü taşımak için zorla­mamak, affetmek ve bağışlamak merhametin göstergeleridir.

286. ayette yer alan (Bize merhamet et) duasının ayetin sonu ile de alakası vardır. Çünkü ayetin sonu yardım talebiyle bitmektedir. Merhamet eden, karşısındakinin ihtiyacını da giderir. Zaten merhametin içinde yardım etmek de vardır.

9. (Sen bizim mevlamızsın; kafirler güruhuna kar­şı bize yardım et).

Kafirlere karşı yardım dilemeyi iki boyutlu olarak ele almakta yarar var­dır. Kafir, hakikati inkar eden, ateist olduğu için buradaki mücadele de ateiz­me karşı fikrî mücadeledir, istenen yardım da ateiste ve ateizme karşı yar­dımdır. Ateizm denen inkar psikoljisi öylesine insanlığı kirletmektedir ki, ila­hî yardım olmadan o imansızlık pisliğini temizlemek, ya da onlan doğru inanca sevketmek mümkün değildir.

Diğer taraftan ateizmi savunanlar bir topluluk oluşturup, iman edenlerle savaşabilirler. Bu durumda, merhamet sahibi Allah'tan yadım dilemek ve O'nun dostluğunu elde etmek bir çıkış yolu, zafere ulaşma vasıtası olabilir.

Kur'an'ın öncelikli amacı küfür ve şirk ile mücadele vermek olduğuna gö­re, bu hususda Allah'ın yardım edeceği de bir gerçektir. îşte kul, bu yardımın harekete geçmesi için dua etmekte; Allah da bu duanın nasıl yapılacağını öğretmektedir.

Ayetin bu kısmında yer alan (mevlana=bizim mevlamız) ifadesi ye­rine, A'raf/155'te (bizim velimiz) ifadesi bulunmakta ve iki­si de aynı anlama gelmektedir. A'raf/155'te Hz. Musa'nın yakarışında önce veli, ardından af ve merhamet zikredilmiştir. Bakara/286'da ise önce bağışla­ma ve merhamet, ardından da veli zikredilmiştir. Affetmek, merhamet etmek, gücünden fazla yük yükleyip imtihan etmemek, yardım etmek, veli ya da mevla olmanın gereklerindendir. Böylece Yüce Allah 'mevla' kavramının manasına da açıklık getirmektedir.

Bakara/286'dan siyaset ve eğitimle ilgili şu neticeleri çıkarabiliriz: Bir toplumu yönetenler, halkın ekonomik, kültürel ve sosyal gücünü iyi tetkik et­meli ve ona göre yük yüklemelidirler. Halkın gücünün oranı, hukukun ve ya­pılacak kanunların temelini teşkil etmeli ve bu gücün oranı dikkate alınma­dan kanun yapılmamalıdır. Çünkü ayette da belirtildiği gibi, sorumluluklar güç oranında olmalıdır.

Halkın ekonomik gücünü dikkate almaksızın vergi koymak veya ekonomik gücünü aşan vergiler koymak, zulüm olup, halkı idarecilere karşı kin besleme­ye sevketmekten başka bir işe yaramaz. Halkın sosyal gücünü iyi bilmeyenler, devleti savaş macerasına sürükleyebilirler. Toplumun sosyal gücünün iyi tesbit edilmesi halinde iç ve dış siyasette başarıya erişilebilir.

İdareciler sadece güç-sorumluluk dengesini kurmakla kalmamalı; bağışla­yıcı, merhametli ve yardım sever de olmalıdırlar. Siyaset kelimesi bütün bu erdem ve uygulamaları kapsamaktadır. Kin ve düşmanlığın en iyi ilacı, af ve merhamettir. Bu erdemler siyasetçinin, halkın dostu, yani velisi olup olmadı­ğının göstergeleridir. Siyasetçinin merhameti, halk ile arasındaki sevgi bağ­larını canlı tutacak, siyaseti baskı aracı olarak kullanmaktan çıkaracak, sığı­nılacak bir barınak, bir mesken, bir sıcak kucak haline getiercektir. Af ve merhamet, idarecilerle halkın kucaklaşmasını temin edecek en önemli er­demlerdendir. Ana-babalar, eğitimciler çocuklarının ve öğrencilerinin kapa­sitelerini iyi tesbit edip ona göre yük yüklemelidirler. Kapasiteyi zorlayan öğretim ve uygulamalar, çocuk veya öğrencilerin şahsiyetini yaralayacaktır. Öğretimde ölçü, öğrencilerin kapasitesi olmalıdır. Öğretimin bu evrensel ku­ralı, asırlar evvel Kur'an tarafından konulmuştur.

Ana-babalar ve öğretmenler, unutarak veya hataen yapılan davranışları af­fetmesini bilmelidirler. Aile terbiyesinde ve okul eğitiminde cezaya en son çare olarak baş vurulmalıdır. Cezanın affetme kadar etkili bir silah olmadığı hiç unutulmamalıdır.

Çocuklarına karşı merhamet, ana-babalarda fıtrî olduğu için merhameti bu­rada daha ziyade öğretmenlere önermekteyiz. Acımayı, sevgi ve korumayı da kapsayan merhamet gibi yüce bir erdem, öğretmenliğin olmazsa olmazını teşkil eder. Öğretmenlerin öğrencilerine karşı "veliliği" affetme, bağışlama, merhamet ve yardımla eyleme dönüşmeli, eğitimi mutluluk atmosferine sokmalıdır. [92]

 

Bakara Suresinden Çıkarılacak İlkeler:

 

Bakara suresinden şu ilkeleri çıkarabiliriz:

I. Yüce Allah eğitim ve öğretimin merkezine kitabı koymak suretiyle, il­kel eğitim sistemlerinin öne çıkardığı dinleme yerine, okumayı geçirmiştir. Böylece ilkel eğitimi, modern eğitime dönüştüren devrimi gerçekleştirmiştir. Hazır bilgileri dinleme yerine, okuyarak bilgi edinme esasını getirmiş, oku­maya vurgu yaparak modern eğitimin temellerini atmıştır. Onun içindir ki, Hira mağarasında Hz. Peygamber'e dinle değil, oku demiştir. Okuma ve din­leme yoluyla bilgi elde etmek için sarfedilen emek biribirinden farklıdır. Bi­rinde araştırma öne çıkarken, diğerinde hazır bilgiyi almak sözkonusudur. Kur'an yetişkinlere öğretim yaptığı için, dinlemeden çok, okumaya önem vermektedir. Çocukluk çağında önde olan dinlemektir. Bir benzetme-yapacak olursak, insanlığın tarihinin Hz. Muhammed'e kadarki dönemine çocukluk çağı, Hz. Muhammed'den sonraki dönemine ise yetişkinlik çağı diyebiliriz. O nedenledir ki Hz. Muhammed'le birlikte yetişkinlik çağma erişen insanlık için okuma öne çıkarılmıştır.

Diğer taraftan, kitabın başa alınması, Yüce Allah'ın "kitap okulunu" kur­duğuna da delil teşkil etmektedir. Hristiyanlıkta Allah, kominizimde emek; naturalizm de çocuk; essentializmde öğretmen; İslâm'da ise kitap eğitimin merkezinde yer almaktadır.

II. Muttakilerin, münafık ve kafirlerin özellikleri genel hatları ile açıklan­mış; bu hususta inanç ile davranışlar arasındaki ilişki ölçü olarak kullanılmış­tır.

III. Yaratılışın amacı ve bu amacın takva ile olan ilişkisi, şirkin bâtıllığı ele alınmış, Allah'ın mesajında şüpheye mahal olmadığı bildirilmiştir.

IV.  Fasık diye vasfedilenlerin davranış biçimlerini açıklayan bu surede, inkar psikolojine sahip olanların ilahî öğretiye gösterdikleri olumsuz tepki­lerden örnekler verilmekte, insanlarla olan ilişkilerinde ne kadar bozguncu oldukları ifade edilmektedir. Böylece bir kere daha, tavırların, davranış ve tu­tumların arkasındaki psikolojik yapının analizi yapılmış ve bu etkileşim net bir şekilde sunulmuştur.

V. Kainatın yaratılışından, insanın yaratılışına kadar uzanan bir dizi eyle­mine dikkat çeken Yüce Allah, siyasî erki elde etmenin yolunu açıklamış; fe­sat çıkarmamakla, kan akıtmakla, bilgiyle gerçekleşeceğini söyleyerek dev­let felsefesinin temellerini atmıştır.

Bilgiyi öne çıkartarak, bilen fert ve toplumların boyun eğeceğine, melek­lerin Hz. Adem'e secde etmeleriyle işaret etmektedir.

Bütün isimleri Hz. Adem'e öğreterek öğretim faaliyetine, "Şu ağaçtan ye­meyin!" diyerek de eğitim faaliyetine ilk önce Yüce Allah'ın başladığına şa­hit oluyoruz.

VI. İsmini 67 ve 73. ayetlerden alan Bakara suresinde, Hz. Musa'nın pey­gamberliği, eğiticiliği, kurtarıcılığı ve Firavun ile mücadelesi ele alınmakta, köle ruhlu bir toplumu eğitmenin zorluklarına ışık tutulmakta, bu tür kimse­lerin psikolojisinin ve davranış şekillerinin analizi yapılmakta, insan gönlü­nü öldüren şirkin nasıl ortadan kaldırılıp gönlün diriltileceğine açıklık geti­rilmektedir.

VII. Yine bu surede Allah'ın İsrailoğullan ile yaptığı antlaşmalar ele alın­mış ve antlaşmalarda Allah hakkı, ana-baba hakkı, fakir hakkı, insanlık hak­kı, hayat hakkı, mesken hakkı gibi hakların yer aldığı bildirilmiştir.

VIII. Allah'ın ayetlerini değiştirmenin ve onları az bir bedele satmanın Al­lah katmda lanetle karşılanacağına dikkat çekilmiştir.

Büyü vasıtasıyla karı ile kocanın arasını açmaya çalışanların durumundan bahsedilmiş, müslümanlann güdülen sürü olmadıkları vurgulanmış, benliği­ni Allah'a teslim etmenin önemine işaret edilmiştir.

IX.  Beytullah'ın hangi amaçla tesis edildiği; onun bir üniversite olduğu; Hz. İbrahim'in gelecek nesiller için duası ve çocuklarına vasiyeti; her ümmetin kazandığının kendisine ait olduğu ve bu nedenle taklitin yanlışlığı; en iyi eğitimin ilahî eğitim olduğu; müslümanlann insanların problemlerini çözen vasat bir millet oldukları; kıble olayının ne anlama geldiği; hakikati gizleme­nin büyük günah olduğu; Allah'a nasıl sığınılacağı; şehit olanların aslında ölü değil diri oldukları beyan edilmiştir.

X. Sevginin hangi obje veya varlığa ne kadar yöneleceği ve bu hususta ha­ta yapmanın şirke götüreceği, haram yemenin şeytana tabi olmak olduğu açıklanmıştır.

XI. Yüzün doğuya veya batıya çevirilmesiyle birr'e (iyiliğe/hayra) ulaşı­lamayacağı bildirilmiş, birr'e (iyiliğe/hayra) ulaştıran iman ve ameller ele alınmış, birr'e erişenin takvayı elde ettiğine dikkat çekilmiştir.

XII. Ramazan orucu, Kur'an'ın Ramazan ayında indirilişi, Allah'ın duaya icabet edeceği, rüşvet yoluyla mal kazanmanın haramlığı, infakm önemi ve infaktan kaçınmanın sosyal bir intihar olduğu beyan edilmiştir.

XIII. Haccın işlevi, yapılış şekli; kurbanla bir arada yapılması; kültürü bozmanın nesli de bozacağı; İslâm'm barış anlamına geldiği ve barış içine girmenin farziyeti; kadınların aybaşı halleri, evlenilmesi helal ve haram olan­lar, alkolün zararları, boşanma hukukunun esasları, Talut ile Calut'un savaş-masındaki hikmet derinlemesine ele alınıp açıklanmıştır.

XIV.  Peygamberlerin bazısının bazısından üstün olduğu, ahirette şefaat, alış-veriş ve dostluğun olmadığı, dinde zorlamanın bulunmadığı, Allah'ın dostluğu ve bu dostluğun karanlıklardan aydınlığa çıkarmak şeklinde tezahür ettiği, öldükten sonra dirilmenin mutlaka gerçekleşeceği, fakirin elinden tut­manın önemi, metodu ve o konudaki riyakarlığın nelere mal olacağı detaylı bir şekilde izah edilmiştir.

XV. Faizin haramlığı, insanm erdemine olan kötü etkisi; borç hukukunun temelinde yer alan katip ve kitabetin, şahit ve şehadetin gerekliliği, önemi ve şahitlikten kaçınmanın haramlığı; insanm açıkladıklarından ve gizlediklerin­den sorumlu tutulacağı beyan edilmiştir.

XVI. Bazı iman esasları, peygamberler arasında ayrım yapmanın küfür ol­duğu, sorumluluğun güç oranında olacağı ele alınıp açıklanmıştır. [93]


[86] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/426-428.

[87] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/429-432.

[88] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/432-433.

[89] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/433-439.

[90] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/439.

[91] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/439-441.

[92] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/441-446.

[93] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/446-448.


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat