• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam258
Toplam Ziyaret5103724
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Mirac-TDV İslam Ansiklopedisi

MİRAÇ

 

Hz. Peygamber'in Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden terim.

Sözlükte "yukarı çıkmak, yükselmek" anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi'râc kelimesi "yukarı çık­ma vasıtası, merdiven" demektir. Terim olarak Hz. Peygamber'in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya gi­diş ve oradan da yükseklere çıkış şeklin­de yorumlandığından kaynaklarda daha çok "isrâ ve mi'rac" şeklinde geçerse de Türkçe'de mi'rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle mi'rac hadisesi iki saf­hada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem'in bir gece Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Ak­sâ'ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan gök­lere yükselmesine mi'rac denilmiştir. Li­teratürdeki bu ayırım her iki terimin nas-larda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Sery geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma kökünden türeyen isrâ1 Kur'an'-da mazi sîgasıyla yer almış ve sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna Hz. Peygamber Mescid-i Harâm'dan çevresi mübarek kılınan Mescid-İ Aksâ'ya gece­leyin bir seyahat yaptırmıştır.[1][510] Mi'rac kelimesi Kur'an'da geçmemek­le birlikte çoğul şekli olan meâric "yüksel­me dereceleri" mânasında Allah'a nisbet edilmiştir.[2][511] Ayrıca "mer­diven" anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyet­lerde yeralmaktadır.[3][512]

Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojİleriyle diğer dinlerde de mev­cuttur. Yahudi geleneğinde İdrîs, İbra­him, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır. Özellikle me­lek Yahoel tarafından semavî bir vasıtay­la bulut içinde göğe yükseltilen Hz. İbra­him'in rabbinin tahtını müşahede edişiy­le ilgili tasvirlere sonraki yahudi literatü­ründe rastlanmaktadır. Hıristiyanlık inan­cına göre Hz. îsâ çarmıha gerildikten son­ra mezarından çıkıp ilâhî âleme yüksel­miştir.[4][513] Ay­rıca Pavlus'un Kudüs'e doğru giderken melek eşliğinde göğe yolculuk yaptığı ri­vayet edilir.[5][514]

Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitap­larında isrâ ve mi'racla ilgili birçok riva­yet mevcuttur. Buhâri ve Müslim'de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah, Kabe'de Hicr veya Hatîm de­nilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrail geldi: göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis'e gö­türdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ'da iki rek'at namaz kılıp dışarı çıktığında Ceb­rail biri süt, diğeri şarap dolu iki kap ge­tirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Ceb­rail kendisine "fıtratı seçtin" dedi, ardın­dan onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem. îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamber­lerle görüştü; nihayet Beytülma'mûr'un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrahim'le buluştu. Sidretü'l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cı­zırtılarını duydu ve Allah'ın huzuruna çık­tı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit na­mazın ümmetine ağır geleceğini söyle­yip Allah'tan onu hafifletmesini isteme­sini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber'in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu de­vam etti [6][515] Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem'e mi'racda Bakara sûresi­nin son âyetleri indirilmiş ve Allah'a or­tak koşmayanların affedileceği müjde­si verilmiştir.[7][516] Ancak bazı âyetlerin ayrı olarak nazil olmasının Kur'an'ın Cebrail tarafından indirilmesi gerçeğine aykırı düşeceği ve bu tür rivayetlerin âyetlerin faziletine hamiedilmesi gerektiği belirtil­miştir.[8][517]

Mi'racla ilgili rivayetlerde bazı farklılık­lar mevcuttur. Meselâ sahih rivayetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm'-dan semaya yükseliş anlatılır.[9][518] Ancak isrâ ve mi'racın aynı ge­cede gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem'in Mescid-i Aksâ'ya uğradığı ve bu­rada içlerinde İbrahim, Mûsâ ve îsâ'nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır.[10][519] Diğer bazı haberlere göre de Resulullah olayı Mekke'de haber verdiği zaman Kureyş kabilesi kendisini yalanlayıp Mescid-i Aksa hakkında sorular sorunca Allah ona mes­cidi göstermiş ve böylece sorulara cevap vermiştir [11][520] Mi'racla ilgili haber­lerde mevcut ayrıntılı tasvirler arasında [12][521]zayıf ri­vayetlerin bulunduğu bildirilmektedir.[13][522]

Kaynaklarda miYacın vukuu hakkında bazı tarihler verilmekle beraber [14][523] en sahih kabul edilen rivayet bunun müslümanla-rın Birinci ve İkinci Habeşistan hicretle­rinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Tâlib'in vefatlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir [15][524] Re-bîülevvel veya ramazan ayından bahseden rivayetler varsa da müslümanların çoğun­luğu mi'racı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır.

Mi'rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ'nın hangi mescid ol­duğu hususunda âyetlerde açıklama ya­pılmamış, sadece çevresinin mübarek kı­lındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ'nın "uzak mescid" anlamına geldiği halbuki Kur'an'da Filistin için "edne'l-arz" (en ya­kın yer) ifadesinin kullanıldığı [16][525] belirtilerek Mescid-i Aksâ'nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde du­rulmakla birlikte [17][526] hem tarihî veriler hem de âyet­teki ifadeler dikkate alındığında söz ko­nusu mabedin tarihî bir gerçekliğinin bu­lunduğu anlaşılmaktadır. 0 dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha Önceleri Kudüs'te Mescid-i Aksâ'nın bulunmadı­ğını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ'nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtil­diği gibi Resulullah dönemindeki Kabe Hz. İbrahim'in kurduğu binadan farklıdır.[18][527] Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu me­kânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman za­man mevcut olmaması mekânın manevî konumunu etkilemez.

İsrâ ve mi'racın mahiyetine yönelik en önemli tartışma onun bedenen mi yoksa ruhen mi gerçekleştiği konusundadır. Ke­lâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın be­denen ve uyanık halde gerçekleştiği gö­rüşünü benimsemiştir. Buna göre âyet­te geçen "abd" kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hz. Peygamber kastedilmektedir; âyetin zahirini te'vil etmeyi gerektiren bir sebep yoktur. Âyetin ba­şındaki tenzih (sübhâne) ifadesi de olayın azametine işaret eder. İsrâ ve mi'rac rü­yada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, Kureyşliler de onu inkâr et­mezdi. Ayrıca, "Sana gösterdiğimiz rüya­yı ... insanlar için bir imtihan vesilesi yap­tık" mealindeki âyette [19][528] yer alan "rüya" kelimesi gözle görmeyi ifade eder; eğer uyku halinde görülen rüyayı belirtseydi bu bir imtihan vesilesi sayıl­mazdı. Abdullah b. Abbas'ın kelimenin "gözle görme" demek olduğunu vurgula­ması da [20][529] bu yorumu destekler. İsrâ ve miYac konusunda Hz. Âişe ve Muâvi-ye b. Ebû Süfyân'dan rivayet edilen fark­lı yorumları da değerlendiren âlimler söz konusu rivayetlerin hadis tekniği açısın­dan problemler taşıdığını ileri sürmüştür.[21][530] Mi'racm ruh ve beden­le gerçekleştiğini savunanlar bu hususta bazı aklî deliller de getirmeye çalışmışlar­dır. Fahreddin er-Râzî, güneş ve gezegen­lerin büyük kütlelerine rağmen çok hızlı hareket edebildiklerini söyleyerek Allah'ın dilemesi halinde başka bir varlığın da ben­zeri bir hıza ulaşmasının mümkün oldu­ğunu ileri sürer. Ona göre Hz. Peygam­berin mi'raca yükselişi ihtimal dışı görü­lürse Cebrail'in inişine de aynı şekilde bak­mak gerekir.[22][531] İs­lâm filozofları, gök cisimlerinin nüfuz edil­mesi imkânsız kütleler halinde oluşundan hareketle mi'racın bedenen gerçekleş­mesine itiraz etmişlerse de bu itirazları tutarsız bulan kelâmcılar bütün cisimle­rin aynı özellikte ve yapıda olduğunu, bir cisim için geçerli olan durumun diğerleri için de geçerli sayılacağını söyler [23][532] Mi'racın bedenen mey­dana geldiğini temellendirme sırasında kelâmcılar konunun daha çok Allah'ın ira­de ve kudreti dahilinde oluşuna ağırlık vermiştir. Bu çerçevede yapılan yorum­lar meseleyi insan aklının anlayabileceği bir seviyeye indirgemeye dayanmaktadır. Ancak mu'cize anlamında ilâhî âyetler­den olan bu hadiseyi tamamen aklî çer­çeveye sokmak kolay değildir.[24][533]

Isrânın ruhen gerçekleştiği görüşünü benimseyen âlimler Hz. Âişe'nin, "Resû-lullah'ın bedeni yerinden ayrılmamış, o ruhuyla yolculuk yapmıştır" ve Muâviye'-nin, "İsrâ Allah'tan gelen sadık bir rüya­dan ibarettir" şeklindeki beyanları ve Ha-san-ı Basrî'nin bu görüşe itiraz etmeme­sini delil kabul etmişlerdir.[25][534] Bu âlimlere göre Buhârî ve Müslim'de yer alan, "uyku ile uyanıklık arası bir halde iken, yatağımda uzanmış yatıyorken, uyurken" şeklindeki ifadeler de bunu göstermektedir.[26][535] Âyette geçen "abd" kelimesi de sadece ruhu anlatır, zira insan bedeninin unsur­ları devamlı değiştiği halde değişmeyen ruhtur. İsrânın ruhen gerçekleşmesinin olağan üstü bir hadise sayılamayacağı id­diasına da temas eden bu görüş sahipleri miTacin fevkalâde bir hadise olup her ru­ha nasip olmadığını belirtirler.[27][536] Bunların en önemli delili ise İsrâ sûresinin 60. âyetinde geçen "rüya" kelimesidir. Âyet isrâ olayıyla iliş-kilendirilerek rüyanın gözle görmeyi de­ğil düşte görmeyi ifade ettiği sonucuna varılmıştır.[28][537]

İbn Kayyim el-Cevziyye mi'racın rüyada gerçekleşmesiyle ruhen gerçekleşmesi arasındaki farka dikkat çeker. Ona göre Hz. Âişe ve Muâviye bu olayın uykuda de­ğil ruhen vuku bulduğunu söylemişlerdir. Uyuyan kimsenin gördükleri uyanıkken duyularıyla algıladığı şeylerin örneklerin­den ibaret olur; böylece gökyüzüne çıka­rıldığını görür, ancak ruhu yükseltilmez. Resûlullah'ın yükseltildiğini kabul eden iki gruptan biri ruh ve bedenle, diğeri ise bedeni olmadan ruhuyla mi'raca çıktığı­nı söylemiştir. İkinci grup mi'racın uyku­da gerçekleştiğini ileri sürmemiş, ruhun bizzat yolculuk yaptığını kastetmiştir.[29][538] Mi'racı ruhanî olarak yorumlayan Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ise ruh alemiyle maddî âlem arasında bağla­yıcı bir âlemin (berzah) bulunduğunu, mi'-racın da bu âlemde bir yolculuk olduğunu belirtmiştir.[30][539]

Çağdaş birçok müellif de isrâ ve mi'ra-cın ruhen gerçekleştiği kanaatindedir. Mi'racın bedenî olduğunu İleri sürenlerin delillerini zayıf bulan Şiblî Nu'mânî, İsrâ sûresinin ilk âyetinde yer alan "abd" keli­mesinin ruha atfedilebileceğini söyler. Ona göre insan bedeni her an değişikliğe uğramaktadır, kalıcı olan ruhtur. Ayrıca mi'rac olayında geçen Mescid-i Aksâ'nın dışındaki mekân ve hadiseler bu varlık alanına değil ruhanî âleme aittir. Dolayı­sıyla bu tecrübe ruhun maddî unsurlar­dan sıyrılarak melekût âlemine yaptığı bir yolculuktur. İsrâ sûresinin 60. âyetinde söz konusu edilen rüyanın insanlar için bir imtihan vesilesi olarak gösterilmesi de Şiblî'ye göre mi'racın uyanık halde ger­çekleşmesini zorunlu kılmaz. Zira bir şe­yin İmtihan konusu yapılması onun mutlaka olağan üstü sayılmasını gerektirmez.[31][540] Muhammed Hamîdullah da rivayetlerde geçen, "Uyku ile uyanıklık arası bir durum­da idim" ifadesinden hareketle bu seya­hatin Hz. Peygamberin tam şuur halin­de, fakat ruhunun hâkimiyeti altında ger­çekleştiğini söyler.[32][541]

Kaynaklarda isrâ ve mi'racın Hz. Pey-gamber'in hayatında kaç defa gerçekleş­tiği meselesi de önemli bir yer tutmak­tadır. Bunun sebebi rivayetlerde ortaya çıkan tarih, tasvir ve bilgi farklılıklarıdır. Bazılarına göre isrâ biri uyanıkken diğeri de uyku halinde olmak üzere iki defa meydana gelmiştir. Diğer bir görüş her ikisi de uyanık olduğu halde bedenle ger­çekleştiği yönündedir. Bunlardan ilki Mes­cid-i Aksâ'ya, diğeri önce Mescid-i Aksâ'-ya, oradan da semaya kadar olanıdır. Bir kısmına göre ise üç defa veya daha fazla meydana gelmiş, bunların biri ruh ve be­denle uyanıkken, diğerleri uyku halinde olmuştur. İsrânın bir defa uyanıkken be­denle, mi'racın ise bir defa ruhen gerçek­leştiği telakkisi de mevcuttur. Ancak ço­ğunluğun görüşü her ikisinin de aynı ge­cede vuku bulduğu yönündedir.[33][542] İbn Kayyim el-Cevziyye, ihtilâfın farklı rivayetlerin lafızlarına takılıp kalan zayıf nakilcilerden ileri geldiğini söyle­dikten sonra mi'racın birden fazla vuku bulduğu kabul edilirse her defasında elli vakit namazın farz kılınmasını açıklama­nın mümkün olmadığını kaydeder.[34][543]

Hz. Peygamberin mi'racda Allah'ı gö­rüp görmediği meselesi, onun sidretü'l-müntehâda "iki yay ucu aralığı kadar" (ka-be kavseyrı) Allah'a yaklaştığını ve O'nu gördüğünü bildiren âyetlere dayanır.[35][544] Bu âyetlerde söz konusu edilen yaklaşmanın kimlerin arasında meydana geldiği ve Resûl-i Ekrem'in ki­mi gördüğü hususu iki şekilde anlaşıl­maktadır. Sahabeden Hz. Âişe, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Zer el-Gıfârî, Ebû Hürey-re; tabiînden Mücâhid b. Cebr, Hasan-ı Basrî, Katâde b. Diâme, Rebf b. Enes ve müfessirlerin çoğu yaklaşma hadisesinin Hz. Peygamber ile Cebrail arasında ger­çekleştiğini kabul eder.[36][545] Diğer görüş ise yaklaşmanın doğrudan Allah'la Resûl-i Ekrem arasında meydana geldiği şeklin­dedir. Enes b. Mâlikten Şerik b. Abdullah yoluyla gelen mi'rac rivayeti buna delil teşkil etmektedir.[37][546] Ancak hafızası zayıf olduğu bilinen Şe-rîk'in nakledilen metni tam koruyamadı­ğı bilinmektedir.[38][547] Ri­vayetlerde sidretü'l-müntehâya sadece peygamber ve meleklerin ulaşabildiği ve orayı geçmenin yalnız Resûlullah'a mah­sus olduğu kaydedilir.[39][548] An­cak İslâm âlimleri, Allah ile Resulü ara­sında böyle bir yakınlaşmanın açıkça tecessüme delâlet ettiğini ve ilgili metinle­rin zaptı doğru olsa bile zahiri mânalarıy-la kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Allah'ın Peygamber'e veya Peygamber'in Allah'a yaklaşması mekân ve mesafe kav­ramlarıyla değil Resûl-i Ekrem'in derece ve makamının yükselmesi, duasının kabu­lü ve çeşitli nimetlere mazhar kılınma­sıyla açıklanmalıdır.[40][549] Bu yaklaşmanın mi'rac gecesinde gerçekleş­mesi ihtimaline bağlı olarak o gece Hz. Peygamber'in Allah'ı görüp görmediği ko­nusunda da görüş ayrılığı meydana gel­miştir. Rü'yeti kabul etmeyenlerin başın­da Hz. Âişe ve Abdullah b. Mes'ûd gel­mektedir. Rivayete göre Ebû Zer el-Gıfârî Resûlullah'a. "Rabbini gördün mü?" diye sormuş, Resûlullah da, "O bir nurdur, na­sıl görebilirim?" demiştir.[41][550] Hz. Âişe. Muhammed'in rabbini gördüğünü ileri süren kimsenin Allah'a iftira etmiş olacağını söylemiş, görmeyle ilgili âyetleri de [42][551] Resûlullah'ın, "0 görülen sa­dece Cibril idi" hadisiyle açıklamıştır.[43][552] Hz. Âişe, Allah'ın bu âlemde-görülemeyeceğine delâlet eden iki âyeti de [44][553] delil olarak zikretmiştir. Rü'yeti savunanlar görmenin şekli hususunda farklı yorum­lar yapmışlardır. Bir kısmı Hz. Peygam­ber'in rabbini kalp gözüyle, bir kısmı da beden gözüyle gördüğünü ileri sürmüştür.[45][554] Bu konu­daki ilâhî beyanların bağlamı ve onların İlk nazil olan âyetler arasında bulunduğu hesaba katıldığında yaklaşma ve görme­nin Cebrail'in kendisi ve onun vahiy getir­mesiyle ilgili olduğu anlaşılır. Necm sûresi İsrâ sûresinden önce nazil olduğuna, isrâ ve mi'rac da aynı gecede meydana geldi­ğine göre yaklaşma ve görmeyi ilgilendi­ren âyetle mi'rac olayı doğrudan bağlan­tılı değildir.[46][555]

İlgili âyet ve hadislerden isrâ ve mi'ra-cın bedenen veya ruhen gerçekleştiği so­nucunu çıkarmak mümkündür. Ancak başta Buhârî ve Müslim olmak üzere mu­teber kaynaklarda yer alan hadiseler için­de Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması, buraka bindirilerek yedi kat semaya ve ötesine götürülmesi, süt ve şarap kadeh­lerinden birini tercih etmesinin istenme­si, elli vakit namazın beşe indirilmesi gibi hususların ortaya konuluş biçimi mi'ra­cın ruhen gerçekleştiği görüşünü destek­lemektedir. Mi'rac, kelâm âlimleri tara­fından mucize olarak kabul edilmekle bir­likte kelâm eserlerinin birçoğunda olayın Hz. Peygamber'in hissî mucizeleri arasın­da zikredilmemesi dikkat çekicidir. Öte yandan hissî mucizelerin vuku buluşunun amacı açısından insanlar tarafından mü­şahede edilmesi gerekirken mi'rac sade­ce Resûlullah'ın müşahedesi olup Kur'an ve hadisin haber vermesiyle bilinmekte­dir. Mucizenin tanımı ve nübüvveti ispat etme fonksiyonu yönünden bakıldığında mi'racın, klasik mucize ölçüleri dışında Hz. Peygamber'in manevî dünyasında gerçekleşip itminan ve güç veren olağan üstü bir hadise niteliği taşıdığı anlaşılır. Resûl-i Ekrem'in amcası Ebû Tâlib ile ha­nımı Hz. Hatice'nin vefatının, ayrıca mad­dî ve manevî eziyetlere mâruz kaldığı Tâif seferi dönüşünün ardından gerçekleşen mi'rac olayının ona Allah tarafından lüt­fedilen manevî bir destek olduğu açıktır. Bu ilâhî lutfun, son nebînin getirdiği me­sajın Mescid-i Aksâ'da kendilerine namaz kıldırdığı ve semalarda görüştüğü pey­gamberlerin mesajlarını ihya edeceği ve hak dinin bütün dinlere hâkim olacağı [47][556] şeklinde yorumlanması hem naslar hem tarih açısından isabetli görünmektedir. Gerek Kur'an'd a gerekse kavlî ve fiilî sünnette namazın dinî hayat­taki öneminin ısrarla vurgulandığı bilinmektedir. İftitah tekbirinden sonra ku­lun Allah'a hitap etmesiyle başlayan na­maz zahiri şeklinin ötesinde bâtını konu­muyla müminin ruhî mi'racı sayılmakta­dır. Nitekim Gazzâlî îhyâ'da, namazın za­hiri yönünü anlattıktan sonra derunî-mâ-nevî hayatı geliştiren özelliğine de geniş yer ayırmış, bu arada psikolojik muhte­vanın  sadece Allah'a yönelik olmasına ağırlık vermiştir (1, 211-227). Bu açıdan namazın müminin mi'racı olduğu şeklindeki değerlendirmenin doğruluğu ortaya çıkmaktadır.

İsrâ ve mi'rac olayı bazı teliflere konu olmuştur. Bunlar arasında Ebû Şekûr es-Sâlimî [48][557] ve Abdül-kerîm el-Kuşeyrî'nin [49][558] Kitâ-bü'l-MFrâc, İbnü'l-Cevzî'nin Kışşatü'l-mfrâc [50][559] Abdülkâdir-i Geyiânî'nines-Sirâcü'l-vehhâc îî leyleü'l-mfrâc [51][560] İbn Dihye'nin el-İbtihâc ti ehâdîşi'I-miVâc [52][561] İbn Hilâl el-Makdisî'nin İktifa3ü'1-minhâc ti ehâdîsi'l-mirâc [53][562] Celâleddines-Süyûtî'ninel-Âyetü'i-kübrâ şerhu kışşati'I-ism [54][563] Nûreddin el-Üchûrî'nİn en-Nûrü'J-veft-hâc fi'1-kelâm ^ale'1-isrâ ve'l-micrâc [55][564] Muhammed Emîn el-Kürdfnin Dav'ü's-sirâc fi faili recefa ve kışşati'l-mi'râc [56][565] M. Âsim KÖksal'ın Miraç Gecesi [57][566] Fazl Hasan Abbas'ıneJ-Minftâc: Nefehât mine'l-isra'i ve'l~micrâc [58][567] Mûsâ Muhammed el-Esved'İn el-İsrâ' ve miVâc [59][568] Amr Ab-dülmün'im'in ed-Dtfîf min kışşati'l-isra ve'i-miVâc [60][569] ve Süley­man Mollaibrahimoğlu'nun Miraç Ger­çeği [61][570] adlı eserleri sayıla­bilir.

 

Bibliyografya :

 

Râgıb el-İsfahânl, el-Müfredât, "sry", "carc" md.leri;Lİsânü7-V\rab, "sry", '"arc" md.lerî;M. F. Abdülbâki, e(-Mu'cem, "sry", "*arc" md.leri; Müsned, 1,309, 422; III, 120;Buhârî."Şalât", 1, 81, "Tevhîd", 37, "Enbiyâ3", 5, "Bed'ü'HjallS", 7, "Menâkıb", 24, "Menâkıbü'l-enşâr", 41, 42, 43, "Tefsir", 17/9, "Hac", 42; Müslim. "îmân", 259, 262-263. 279, 280, 283, 284, 285, 287, 291 -292, "Fezâ3il", 164,"Hac", 398-405; İbn İs-hak. es-Sîre, s. 275; İbn Hişâm. es-Sîre, II, 36-52; Taberi, Câmı'u7-beyân,XV, 5, 16-17;XXVI1, 44, 45; Eş'arî. e(-/faâne (nşr. Abbas es-Sabbâğ), Bey­rut 1414/1994, s. 42, 53; Mâtürîdî. KUâbü't-Tevhîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aru-çl), Ankara 1423/2003, s. 317-319; Bâkıllânî, et-Temhid, Beyrut 1414/1993, s. 156-157; Hâ­kim, el-Müstedrek (Atâ). III, 62; Kâdî Abdülceb-bâr, el-Muğnî, XVI, 419; Abdülkâhir e!-Bağdâdî. üşûlü'd-din, Beyrut 1401/1981, s. 165, 182-183;Cüveynî. ei-irşâd (Temim), s. 74-75; Bey-haki. Deiâ'İlü'n-nübüuveinşı Abdülmu'tî Kal'a-cî), Beyrut 1405/1985, II, 354-406; Gazzâlî, Ih-ya', Beyrut 1417/1997,1, 203-227; Nesefî, Teb-şıratû'l-edüle (Salame), 1, 487, 491, 493-494, 503; Zemahşerî. Esâsü'l-belâğa, Beyrut 1989, s. 294-295; Kâdî İyâz, eş-Şifâ1, Beyrut 1409/ 1988,1, 177-205; İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-meslr, V11I, 66, 68-69; Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-ğayh, V, 541-545; Kurtubî, ei-Câmi\ X, 208; XVII, 88-91; Nevevî, Şerfıu Müslim, 111, 209-232; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, XVII, 283-284; İbn Seyyidün-nâs, ^üyünü'i-eşer, Beyrut, ts.fDârü'l-ma'rife], 1, 147-148; ibn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-me-'âd, Beyrut 1992,111, 34-42; İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ân, 111, 1 -24; a.mlf., es-Sîre, II, 93-112; İbn Ebü'l-lz, Şerhu'l-'Akideü't-Tahâvİyye (nşr. Ab­dullah et-Türkî-Şuaybel-Arnaût), Beyrut 1408/ 1987, s. 84-91;Teftâzânî, Şerhu'^Ak^id, İstan­bul 1313, s. 174-175; İbn Hacer, Fethu't-bârî (Hatîb), VII, 237-259; XII, 492; Kestelî. Haşiye 'a/â Şerhİ'l-'Akâ'id, istanbul 1966, s. 174-175; Süyûtî. el-Âyetü'l-kübrâ şerhu kışşati'i-isrâ (nşr. M. Abdülhakîm el-Kâdî], Kahire 1989; Kas-tallânî, İrşâdü's-sârî, Beyrut 1990, VI, 3-4; Şah Veliyyuüah ed-Dihlevî, ijüccetullâhi'l-bâliğa [nşr. M. Şerif ŞÜkker), Beyrut 1992, I, 115-116; Abdüllatif el-Harpûtî, Tenkihu'l-kelâm, İstan­bul 1330, s. 305-311; Elmalılı, HakDini.V, 3142-3186; Muhammed Hamîdullah,/s/âm Pey-gamberi{trc. M. Said Mutlu). İstanbul 1966, I, 92, 93; Şiblî Nu'mânî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saadet (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1974, II, 419-444; Mustafa Sabri. Meukıfü'l-Cakl, Beyrut 1992, IV, 199-208; M. Zâhid Kevserî. Makâlât, Kahire 1994, s. 486-490; Şinasi Gündüz v.dğr., Dinlerde Yükseliş Motifleri ve İslâm'da Miraç, Ankara 1996; Muhammed Esed. Kur'an Mesajı (trc. Cahit Koytak-AhmetErtürk), İstanbul 1997, s. 1337-1339; H. Busse. "Jarusalem in the Story of Muhammad's Night Journey and Ascension", Jerusalem Studies in Arabic and islam, XIV, Jerusalem 1991, s. 1-40; Ali Akpmar, "MPrac Gecesi Hz. Peygamber'e Verildiği Söylenen Âyetlerle İlgili Bazı Mülahazalar", Cumhuriyet Ûnioersİtesİ ilahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, Sivas 1996, s. 95-101; J. van Ess, "Vision and Ascension: Suratal-Najm and its Relationship with Muhammad's Mi'raj", Journal ofQur'anic Studies, 1/1, London 1999, s. 47-62.

 

Mİ'RÂCİYYE

 

İslâm edebiyat ve sanatlarında Hz. Peygamberin mi'racını konu alan eserlerin oenel adı.

Mi'rac mucizesi hemen bütün müslüman milletlerin medeniyetlerine edebi­yat, mûsiki, minyatür, hat ve kitap sanat­ları bakımından kuvvetle yansımıştır. An­cak bu konudaki eserlerin mi'râciyye veya mi'râcnâme adıyla daha çok İranlılarla Türkler tarafından ortaya konulduğu, en çok eserin verildiği edebiyat alanını min­yatür, hat ve kitap sanatlarının takip ettiği, mûsikinin ise sadece Osmanlılar'da mevlid gibi bir form oluşturduğu görülmektedir.

Bazı şairlerin, Kâ'b b. Züheyr'in Kaşî-detü'l-bürde içinde yer alan mi'racia İlgili on bir beyti gibi Hz. Peygamber hakkında yazdıkları manzumelerde konuya temas­ları dışında -Osmanlı sahasında bilinen bir iki örnek de istisna edilirse- Arapça eserler edebî olmaktan çok mi'racı dinî ilimler açısından ele alan kitaplardır. İmam Gazzâlî'den itibaren bir kısmı Ab-dülkadir-i Geylânî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî gibi mutasavvıfların kaleminden çıkmış bu eserler değişik adlar taşır.[62][571]

Fars edebiyatında mî'rac edebî eserle­rin konusu olarak dikkat çeker. Bunların müstakil olanlarından çok Nizâmîi Gen-cevî'nin Harnse'si. Ferîdüddin Attâr'ın İlâhînâme ve Bsrârnâme mesnevileri, Molla Câmî, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî gibi sa­natkârların değişik eserlerinin içinde yer alan örnekleri tanınmıştır.[63][572] Müellifi meçhul müstakil bir eser olan 671 beyitlikMicrâcnâme ise basılmıştır.[64][573]

Türk Edebiyatı. Mi'rac Türkçe eserler­de çokça işlenmiştir. Müstakil olanların dışında siyer ve mevlidlerle mu'cizât-ı ne­bi gibi eserlerin, Muhammediyye ve Garibnâme gibi kitapların birer bölümü de mi'raca ayrılmıştır. Ayrıca divanlarla din dışı mesnevilerde bu konuda şiirlere yer verilmesi bir gelenek halini almış, zaman­la kasidelerin mi'râciyye, mesnevilerin ise mi'racnâme adıyla anıldığı zengin bir ede­bî tür oluşmuştur. Konunun genellikle dinî kaynaklara dayanarak didaktik bir şekilde ele alındığı eserlerde müellifin sa­natkâr yönünün ikinci planda kaldığı, ta-savvufî açıdan işlenen mesnevi ve kasi­delerde ise daha lirik ve sanatkârane bir üslûbun ön plana çıktığı, şairlerin haya! dünyalarının zenginliğine göre olaya şahsî yorumlar getirdiği görülmektedir.

Aruzun en çok "fâilâtün fâilâtün fâilün" ve "mefâilün mefâilün feûlün" kalıplarının kullanıldığı mî'râciyyelerin kaside formuy­la yazılanlarında konu ortalama elli - alt­mış beyit içinde özetlenirken mesneviler­de 2000'e yaklaşan beyit hacminin sağ­ladığı imkânla çok tafsilâtlı olarak işlen­mektedir. Kasidelerin nesîb kısmı, mi'rac gece meydana geldiğinden bu mânaya gelen Arapça ve Farsça kelimeler üzerin­de kurulmuş söz sanatlarıyla başlar; ha­dise, küfür karanlıklarını ortadan kaldı­ran nûrânî ve ilâhî bir mucize şeklinde takdim edilerek gecenin önemi vurgula­nır. Ardından gecenin ve gökyüzünün tas­virine geçilir. Bazan da mi'rac öncesi yine gece gerçekleşmiş olan şakk-ı sadr mu­cizesine temas edilir ve mi'racın safha safha tasvirine girişilir. Ümmü Hânî'nin evinden başlayan bu yolculukta Cebrail'in burağı cennetten getirişi anlatılır. Bura-ğin uzun uzadıya tasviri mi'râciyyelerin en önemli konularındandır. Daha sonra Hz. Peygamber'in Mescid-i Aksâ'ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldır­ması ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Kudüs'ten tekrar semaya yükselişi (urûc) sırasında sahrenin Resûl-i Ekrem'in ar­dından harekete geçmesi ve "dur" ihta­rıyla havada asılı kalması [65][574] mucizesi telmihler, tecâhül-i arifler, hüsn-i ta'Iîllerle süslenerek nakledilir. Bunu gök­yüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, huriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleri takip eder. Resûlullah'ın "kâbe kavseyn" makamına ulaşması, Al­lah ile mülakatı ve rabbi katındaki değeri anlatılarak sanatkârın bakış açısına göre farklı yorumlarla şekillendirilir. Namazın mi'racda farz kılınması, Hz. Peygamber'in dönüşte hadiseyi ashabına müjdeleme­si, müminlerin kabulü ve müşriklerin in­kârı gibi hususlar işlenir. Bu muhteva Ga-nîzâde Mehmed Nâdirî"nin mi'râciyyesin-de en güzel ifadesini bulmuştur. Mesne­vilerde ise tevhid, na't ve münâcâtın ar­dından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ulaşan bölümler halinde bazan İsrâiliyafa dayanan rivayetlerle an­latılır. Bu arada na't ve münâcâtlara, ka­side ve gazellere de yer verildiği, namaz ve diğer ibadetler hakkında bilgiler ak­tarıldığı dikkat çeker. Abdüivâsi Çelebi, Abdülbâki Arif, İsmail Hakkı Bursevîve Arifin mi'râciyyeleri bu özellikleri ortaya koyan mesnevilerdir.

Mi'rac, Türk edebiyatında ilk defa bir motif olarak Satuk Buğra Han Desta­nında görülür. Çağatay sahasında XII. yüzyılda Hakim Ata tarafından yazıldığı kabul edilen 122 beyitlik Mi'râcnâme-tü'1-hazret türün ilk müstakil örneği olup hece vezniyle ve sade bir dille kaleme alın­mıştır.[66][575] Pa-vet de Courteille'İn, halen Paris Bibliothe-que Nationale'de kayıtlı [67][576] Uygurca metni Fransızca tercümesiyle birlikte neşrettiği [68][577] Mîr Hay-dar'ın mi'racnâmesi Anadolu dışında ya­zılmış bir diğer örnektir.[69][578]

Anadolu sahasında ilk müstakil mi'râciyye XV. yüzyılın başında (808/1405) Ahmedî tarafından yazılmıştır. Tahkik-i Mi'-râc-ı Resul başlıklı 497 beyitlik eser, şai­rin divanındaki kısa mi'râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâme'sindeki mev-lid bölümünden de ayrıdır.[70][579] Metin Akar'ın yayımladığı, Abdüivâsi Çelebi'nin 567 be­yitlik Mi'râcnâme-i Seyyidü'l-beşer Hazret-i Resûlullah aleyhi efdalü's-sa-İavâf'ıise 817 (1414) yılında kaleme alın­mıştır. Aksaraylı îsâ adlı bir şair tarafın­dan XIV-XV. yüzyılda yazıldığı tahmin edi­len. Sema Özdemir'in üzerinde yüksek li­sans çalışması yaptığı [71][580] 341 be­yitlik Mi'râcnâme'ûe [72][581] mi'racdan zi­yade mi'racda farz kılınan namaz, ayrıca kabir soruları, oruç, zekât ve hac hakkın­da malûmat verilmiştir. Aynı zaman dili­mine ait olduğu tahmin edilen müellifi meçhul ikinci eser, nüshalarına göre be­yit sayısı 468-678 arasında değişen bir mesnevi olup İbn Abbas rivayetine dayalı bilgiler üzerine kurulmuştur [73][582] Bunları, Neba-hat Gülsoy'un yüksek lisans tezi olarak in­celediği [74][583] Arif adlı bir şair tarafından 841 'de (1437) kaleme alınan 1745 beyitlikMi'râ-cü'n-nebf takip eder.[75][584] XV. yüzyıla tarih-Ienen bir diğer mi'râciyye sade bir dille ya­zılan İbrahim Bey'e ait 275 beyitlik mes­nevidir.[76][585] Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi'racnâmeler XV. yüzyıldan iti­baren daha fazla rağbet bulmuş, man­zum, mensur yahut çoğu manzum karma metinler halinde gelişimini sürdürmüş­tür. Dinî-tasavvuf! manzum eserlerin için­de mi'rac hadisesine bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygınlık kazanmış­tır. XIV. yüzyıla ait Âşık Paşa'nın Garibnâ-me'sinde,[77][586] XV. yüzyılda Yazıcıoğlu'nun Muhammediy-ye'sinde,[78][587] Amasyalı Münîrî Çelebi'nin Siyer-i Neofsinde, Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necât'ında [79][588] Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi'nin Afim e diyye'sinde [80][589] ÂrifîFet-hullah Çelebi'nin Şehnâme-i Âl-i Os­man'ının Enbiyaname adıyla da anılan I. cildinde, Abdurrahman Ubeydfnin Ev­sâf ve Mu'cizât-ı Nebî'sinüe [81][590] Hâkânî Mehmed Bey'in üiiye'sinde mi'­rac hadisesine temas edilmiştir.[82][591] Din dışı örnekler arasında Ahmedî'nin Cemşîd ü Mürşidi, Fuzûlî'nin Leyirî vü Mecnûn'u ile Ali Şîr Nevâfnin rtamse'sini teşkil eden mesneviler deki mi'rac fasılları tanınmış örneklerdendir. Metin Akar'ın, içinde mi'­râciyye bulunan bu gibi mesnevilere dair verdiği liste bunların zenginliğini ortaya koymaktadır.[83][592]

XVI. yüzyıldan itibaren divanların için­de mi'râciyyelerin artmaya başladığı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hemen her şairin divanında bir veya birkaç mi'râciyyenin yer aldığı görülmektedir. Bunların en eski örneği Lâmiî Çeiebi'ye (ö. 938/1532) ait­tir. Ganîzâde Mehmed Nâdiri ise türün meşhur mi'râciyyesinin şairidir. Onun divanındaki, "Teâlellah zihî şâm-i sürûr-en-câm-ı gam - fersâ / Ki oldu mazhar-ı esrâr-ı sübhânellezî esrâ" beytiyle başlayan kasi­desine Azmîzâde Mustafa Hâletî ve Halî-mî Çelebi gibi şairler nazîre yazmıştır. Nev'îzâde Atâî, Nâilî-i Kadîm. Neşâtî, Sa­bit, Nazîm, Salim Mehmed Emin Efendi, Ali Nutkî Dede, İzzet Molla. Lebîb ve Âdi­le Sultan bu konuda manzumeleri olan şairlerden bazılarıdır.

XVIII. yüzyılda Abdülbâki Arifin kaleme aldığı mesnevi, aynı mahlası kullanan Arif Süleyman Bey'in eseriyle karıştırıldığı gibi [84][593] yanlışlıkla Sırrı Abdülbâki De­de adına da neşredilmiştir.[85][594] 319 beyitlik bu manzum-mensur eser devrinde beste-lenmiştir. İsmail Hakkı Bursevî'nin 478 beyit olan mi'râciyyesi [86][595] tasavvuf! bir muhtevaya sahiptir. Nâ-yî Osman Dede'nin mi'rac kandillerinde okunmak üzere yazıp bestelediği Mi'ra-cü'n-nebî aleyhisseîâm adlı tevşîhleri hariç 102 beyitlik eseri türün en tanınmış örneğidir.[87][596] Nahîfî'nin Mi'-râcü'n-nebî isimli 1157 beyitlik mesne­visinde [88][597] ilgili âyetler ve sahih hadisler başta olmak üzere diğer rivayet­ler ve ulemânın mi'raca dair görüşleri de­ğerlendirilmiştir. Didaktik yönü ağır ba­san eserde şair Hz. Peygamber'i övdüğü beyitlerinde yüksek bir lirizme ulaşmış­tır. Abdullah Salâhı Uşşâkî'nin bir mi'râ-ciyyesinin bulunduğu kaydedilmekteyse de bunun, içinde mi'raca da yer verilen [89][598] bir mevlid ol­duğu tesbit edilmiştir.[90][599] Şair ve hattat Arif Süleyman Bey'in yan­lışlıkla Reîsülküttâb Arif Efendi"nin diva­nında da basılan [91][600] mi'râciyyesi de [92][601] XVIII. yüzyılın başarılı ör­neklerindendir. Vak'anüvis Hâkim Mehmed Efendi'nin 432 beyitlik mi'râciyyesi müstezad şeklinde kaleme alındığı bili­nen tek örnektir.[93][602] Mecîdî de Mi'raciyye-i Risâlet-penâh aleyhissetâm adını taşıyan 289 beyitlik mesnevisinde [94][603] konuyu tasavvuf? açıdan ve oldukça lirik bir üslûpta yorum­lamıştır. Yenişehir Fenerli Hafız Ömer, 1204te (1790) kaleme aldığı 318 beyitiik mi'râciyyesinde [95][604] Hz. Peygamber'in Allah ile mülakatı üzerinde dur­muş, zühd, takva ve namaz gibi konuları işleyerek âdeta bir nasihathâme meydana getirmiştir.

Hakkında yeterli bilgi bulunmayan Seyyidî'nin 143 beyitlik Der Beyân-ı Kıssa-i Mi'râc'ı ile [96][605] XIX. yüzyıl Mevle­vi şeyhlerinden Kilisli Aşkî Mustafa Efen­di'nin Bahçe-i Letâif ve Lehçe-i Maârif adlı külliyatındaki 189 beyitlik mi'racnâ-mesi [97][606] türün nisbeten kı­sa örneklerindendir. Süleyman Nazif'in babası Said Paşaya ait 119 beyitlik man­zume devrin din aleyhtarlarının peygam­berliği, mucizeleri ve mi'racı inkârları kar­şısında mi'rac mucizesini ispat amacıyla yazılmıştır.[98][607] Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi'­nin Kudsiyyü's-sirûc fînazmi'l-mi'râc adlı mesnevisi [99][608]  müellife ait bir mi'rac ilâhisiyle on na't-ı şerif hariç 183 beyittir. Eserin dikkat çekici tarafı, mi'rac kandilinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş ve bu maksatla bahir arala­rında müellif tarafından ilâhi ve tevşîhler yazılmış olmasıdır.[100][609] Aynı müellifinKudsiyyü'l-minhâc fî icmali bahsi''l-micrâc'\ ise [101][610]  Osmanlı sahasında bilinen tek Arap­ça manzum örnektir.

Kolağası Receb Vahyî'nin (ö. 1923) 542 beyitlik Minhâcü'l-mi'râc adlı mesnevisi [102][611] her biri farklı bir vezinle yazılmış sekiz ana başlık altın­da toplanmıştır. Eser, samimi ifadesi ve mi'rac motiflerinin orijinal buluşlarla değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Son örnekler arasında Kerküklü Seyyid Abdüssettâr'ınMi'rdciyye Divanı [103][612] ve Şeyh Muslihuddin Vahyî'nin Mi'râcü'l-beyûn'ı da [104][613] anılmalıdır. Cemalettin Server Revnakoğ-lu, mi'râciyye yazdığı halde eserlerine he­nüz ulaşılamayan şu isimleri de kaydet­mektedir: Üsküdarlı Seyyid Mehmed Nu­ri Efendi, Emîr Buhâri şeyhi Simkeşzâde Feyzî, Erzurumlu Şeyh Osman Sirâceddin Efendi, Beylerbeyin Arap Salih Bey. Balı­kesirli Fatma Kâmile Hanım'ın (ö. 1921] mi'râciyyesi bir kadın tarafından kaleme alındığı bilinen tek eserdir. mi'râciyye şairi olarak gösterilen başka ki­şiler de vardır.[105][614] Son devirde Mehmed Bahâeddin ile [106][615] Mehmed Lutfi [107][616] mi'râciyye yaz­mıştır. Enver Tuncalp, Ali Genceli, Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Âsim Koksal mi'rac konulu yeni tarz şiirler kaleme alan şairlerin başlıcalarıdır. Mi'râciyyeler na't-lar gibi derlenerek mi'râciyye veya na't-mi'râciyye mecmuaları düzenlenmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan [108][617] Mecmûa-i Nuût-ı Nebeviyye bu tür derlemelerin güzel bir örneğidir.

Türk Din Mûsikisi. Kaynaklarda, mi'rac kandilinde mi'râciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede'nin mi'-râciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak Türk edebiyatında ilk mi'râciyye-nin XII. asırda kaleme alındığı, ilk müsta­kil mevlid ve mi'râciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih epey geçtir. Ayrıca XIV. yüzyılda Muînü'l-mürîd ile Hârizmî'nin Muhabbetnâme'-si dinî toplantılarda okunmaktaydı. Yazı-cızâde Mehmed'in Muhammediyye's de yazılışından itibaren mevlid gibi okun­duğuna göre bu eserdeki mi'rac faslının da mi'rac kandillerinde okunmuş olması mümkündür.

Kaynaklarda belirtildiğine göre bir kan­dil gecesinde Şeyh Mehmed Nasûhî Efen­di, Üsküdar Doğancılar'daki tekkesinde Nâyî Osman Dede'den mevlid gibi okun­mak üzere bir mi'râciyye yazıp bestele­mesini istemiş, bunun üzerine Osman Dede kaleme aldığı eserini segah, müs-tear. dügâh, neva, sabâ, hüseynî, nîşâbur makamlarında yedi bölüm (hâne) halinde besteleyip ilk defa burada okumuştur. Mevlidde olduğu gibi bahir aralarındaki güfteleri Mevlânâ ve Mehmed Nasûhî'ye ait olan tevşîhleri de Osman Dede beste­lemiştir. Müstear hanesinin başında tev-şîh yer almadığından eserde segah, dü­gâh, neva. sabâ ve hüseynî makamların­da beş tevşîh mevcuttur. Yeni bir ebced notası icat etmiş olan Osman Dede'nin mi'râciyyesini notaya alıp almadığı bilin­memektedir. Eser geleneksel meşk usu­lüyle yaşatıldığı İçin neva bahri tevşîhiyle beraber Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı şeyhi Mehmed Ruşen Efendi'nin (ö. 1891) ardından unutulmuştur. Bu kısmı sonra­ları Balat şeyhi Hafız Kemâleddin Efendi yeniden bestelemişse de tutunmamıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra dinî mûsikinin zayıflamasıyla birlikte mi'râciyye de unutulmaya yüz tutmuş, ancak Mehmet Suphi Ezgi ve Abdülkadir Töre tarafından değişik sanatkârlardan dinle­nip ayrı ayrı notaya alınarak neşredilmiş­tir. Neyzen Emin Dede'nin Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi'nin oğlu Şeyh Ali Rızâ Efendimden notaya aldığı mi'râciyye ise elde değildir. Suphi Ezgi eseri 27 Ha­ziran 1936'da Mehmet Sami'den notaya ve plağa almış, darb-ı Türkî usulüne otur­tup bazı düzenlemelerde bulunarak Na­zari, Amelî Türk Musikîsi adlı kitabında yayımlamıştır.[109][618] Esere segah makamındaki Arapça güfte-li ilk tevşîhîn ardından yirmi mısralık se­gah hânesiyle girilmekte, hüzzama sık sık geçkiler yapılmakta ve eser segahla sona ermektedir. On iki beyitlik müstear hane­sinde ayrıca bayatî, mâye, segah ve hüz­zam geçkiler dikkati çeker. Ardından, Arapça matla'lı dügâh tevşîh ve Hz. Pey-gamber'in mi'raca davetini konu alan yir­mi iki beyitlik sabâ, çargâh, hicaz, hüsey­nî, acem ve buselik makamlarında geçki-Ierin de yer aldığı dügâh hanesi gelmek­tedir. Bunu sabâ tevşîhî ve on altı beyitlik sabâ hanesi takip eder. Burada da dügâh. hüseynî, çargâh, bestenigâr makamların­da geçkiler bulunur. Farsça güftesi Mev-lânâ Celâleddîn-İ Rûmî'ye ait olan hüsey­nî tevşîhten sonra hüseynî hanesi gelir. Mi'racda olan bitenin anlatıldığı, dokuzu­nun bestesi unutulmuş otuz beş beyitlik bu bölümde gerdaniye, necd hüseynî, bu­selik, acem, araban geçkiler vardır. Eser on bir beyitlik nîşâbur makamında mü-nâcât hânesiyle sona ermektedir. Suphi Ezgi unutulan neva hanesine metninde yer vermediğinden bu neşir bir hâne ek­sik görünmektedir.

Abdülkadir Töre'nin tesbitlerine daya­narak mi'râciyyenin notalarını yayımlayan M. Ekrem Hulusi Karadeniz, durak şek­linde ve usulsüz okunan eseri usule sok­ma gayreti yüzünden Suphi Ezgi'nin no­talarının yanlış olduğunu ileri sürmüştür. Bu neşirde unutulan neva hanesinin güf­tesi tevşîhiyle beraber yer almaktadır. Mi'­râciyyenin sadece metni, kenarlarında her bahrin makamı gösterilmek suretiyle dev­rin Sa'diyye şeyhlerinden Ali Galib Efendi tarafından Mi'râcü'n-nebî aleyhisselâm adıyla yayımlanmıştır.[110][619] La­tin harfli ilk neşri yapan Sadettin Nüzhet Ergun'un da bazı yanlışlıklardan kurtula­maması, Arapça ve Farsça kısımların oku­nuşunu vermemesi bir edisyon kritik ih­tiyacını hâlâ sürdürmektedir.

Abdülbâki Arif Efendi'nin mi'râciyyesi-nin de XVIII. yüzyıl bestekârlarından Niznâm (Tiznâm) Yûsuf Çelebi tarafından bestelendiği ve İstanbul'da Eyüp Sultan Türbesi'nde okunduğu kaydedilmektedir; ancak eser zaman içinde unutulmuştur. Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi'­nin eserinin de besteli olarak okunduğu metindeki tevşîh ve mi'rac konulu ilâhi­ler, manzumenin sonuna ilâve edilmiş bu­lunan duadaki ifadeler yanında Cemalet-tin Server Revnakoğlu'nun verdiği bilgi­lerden anlaşılmakla birlikte notası elde değildir.

Nâyî Osman Dede'nin mi'râciyyesi mi'­rac kandilinde veya ertesi gün cami, mevlevîhâne ve tekkelerden başka diğer bazı yerlerde de icra edilirdi. Namazın ardın­dan bir hafız İsrâ sûresinin baş kısmını okur. Fâtiha'dan sonra iki mi'rachan birbi­rine bitişik iki kürsüye çıkarak eseri müş­tereken icraya başlar. Bu sırada kürsüle­rin altında oturan zâkirler her mısraın ni­hayetinde "sallû aleyh" ibaresini maka­mına göre topluca söyler. Altıncı bahrin her mısraının sonunda ise "minna's-salât" ibaresi terennüm edilir, münâcât hane­sinde de "ıkbel yâ mücîb" terennümü tek­rarlanırdı. Ayrıca her bahirden önce o bah-re mahsus tevşîhler zâkirlerce okunurdu. Münâcât kısmı icra edilirken dinleyicilere gül suyu serpilir, mi'racda Hz. Peygam-ber'e sunulan içecekleri temsilen şerbet ve süt ikram edilir, mevlid törenlerin­de olduğu gibi şeker dağıtılırdı. Mi'râciy­ye tamamlanınca genellikle Necm sûre­sinin mi'raca dair kısmından veya Baka­ra sûresinden bir aşr-ı şerif okunur, mi'­rac duası ile tören biterdi.[111][620] Aşçı İbrahim Dede'nin hâ­tıralarında yer alan [112][621] 1867yılında Erzincan'da mi'rac kut-lamalarıyla ilgili bilgiler bu geleneğin Ana­dolu'ya da ulaştığını göstermektedir. Va­kıf kayıtlarından mi'râciyye okunması için özel vakfiyelerin tanzim edildiği anlaşıl­maktadır. Nitekim 1189 (1775) tarihli va­kıf kaydında Bayramiyye tarikatına bağlı Himmet Efendi Tekkesi'nde bir mi'râciy­ye yazılıp bestelenerek mi'rac kandilinde okunması için tahsisat ayrıldığı belirtil­mektedir. Bursalı Safiye Hanım'ın bu ko­nudaki vakfiyesi 1888 tarihlidir.[113][622] Sultan Reşad tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi'nde mi'râciyye okunması için vakıf yapıldığı da bilinmek­tedir.

Tekkelerin kapatılmasından sonra mi'­râciyye ilk olarak 12 Mayıs 1931 'de Aziz Mahmud Hüdâyî Âsitânesi'nde İsmail Gavsi Erkmenkul, Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner, Hafız Hasan Hilmi Başaranel ve arkadaşları tarafından okunmuştur. Son mi'râciyyehan Şakir Çetiner ve arka­daşları, Vakıflar İdaresi'nin ilgisizliğine rağmen mi'râciyye vakıflarını 1980'li yılla­ra kadar yaşatmaya çalışmışlar ve İstan­bul'da Sümbül Efendi Camii'nde Kazas­ker Mehmed Süedâ Vakfı adına, Topha­ne'de Kâdirîhâne Camii'nde [114][623] Rifat Mehmed Paşa ve İsmail Gavsi Efendi vakıfları, Bursa'da İbrahim Paşa Camii'nde Safiye Hanım Vakfı gere­ği mi'râciyye okumayı sürdürmüşlerdir. Şakir Çetiner'in vefatından sonra düzenli biçimde mi'râciyye okunuşuna pek rast­lanmamaktadır. Ahmet Hatipoğlu, ilk de­fa sazların iştiraki ve kadın erkek sanatçı­lardan oluşan korosuyla birlikte Cumhur­başkanı Turgut Özal'ın vefatı üzerine mi'­râciyyenin tamamını radyo ve televizyon­da icra etmiş, ayrıca kasetini hazırlayarak yayımlamıştır.[115][624] Eserin bir bahri tevşîhiyle beraber yine ilk defa 2004 yılı mi'rac kandilinde Fâtih Camii'nden yayımlanan mevlid töreninde okunmuş­tur.

Türk din mûsikisinde mi'râciyye oku­mak ayrı bir tavır kabul edildiğinden mi'-rachanlık önemli bir icra tavrı olarak ge­lişmiştir. Yukarıda zikredilenler dışındaki birçok mi'râciyyehan arasında Uncuzâde Mehmed Emin Efendi, Hamâmîzâde İs­mail Dede, Mutafzâde Ahmed Efendi, Hüseyin Fahreddin Dede, Enderunlu Hacı Nafiz Bey, İmrahorlu Arap Salih, Durak Hazinesi Nakşî Efendi, Hakkak Hafız Ab­di Efendi, Selâmi Efendi Tekkesi şeyhi Ah­med Muhtar Efendi, Neyzen Emin Dede, İbrahim Halil (Erkal), Zekâizâde Hafız Ah­met (Irsoy) önde gelenlerdir.[116][625]

Dinî mûsikide mi'rac ilâhileri ayrı bir grup oluşturacak kadar zengindir. Bun­lara ait güftelerin bir kısmı mi'râciyyeler-den alınmış, bir kısmı da sadece bu mak­satla yazılıp bestelen mistir. Bu eserlere Yûnus Emre'nin acem makamında tevşîh olarak bestelenmiş on altı beyitlik şiiri [117][626] Fuzûlfnin Tanbûrî Aziz Efendi'nin hümâ­yun makamında tevşîh olarak bestelediği gazeli [118][627] Nazîm'in Şikârîzâde Ahmed Efen­di tarafından arazbar makamında tevşîh olarak bestelenen şiiri [119][628] Neccârzâde Rı-zâ'nın Hopçuzâde Şâkir'in sabâ makamın­da bestelediği [120][629] ayrıca uşşak ve dügâh-ı kadîm makamında bestelenmiş [121][630] manzumesi, İz­zettin Hümâyi Bey'in güftesi kendisine ait hüzzam miTac ilâhisi, Zekâizâde Hafız Ah­met'in rast ilâhisi [122][631] örnek gösterilebilir.

Minyatür. İslâm ve Türk minyatür sa­natında mi'rac minyatürleri ayrı bir grup teşkil edecek zenginlikte olup daha çok mi'racnâme adıyla anılmaktadır. Bunlar siyer-i nebî, kısas-ı enbiyâ ve mi'racnâme-lerle Reşîdüddin'in Câmicu't-tevârih"\ gi­bi eserlerde, ayrıca içinde mi'râciyye bu­lunan divan, hamse ve mesnevilerde, acâi-bü'1-mahlûkât ve falnamelerde yer almak­tadır. Hint bölgesinde Hz. Ali'nin hayatına dair Hâvernâme ve Hamle-i Hayderi gibi kitaplarda da mi'rac konulu minya­türlere rastlanmaktadır.

Mi'rac minyatürlerinin şekillenmesin­de sanatkârın konuyla ilgili hadisleri anla­yış ve yorumlayışından kaynaklanan şahsî değerlendirmeleri yanında devrin ve böl­genin kompozisyon, resim, şekil, nakış ve renk anlayışının da etkisi vardır. Bu se­beple İran, Arap, Hint ve Türk minyatür üslûplarının mi'rac minyatürlerine en be­lirgin şekilde yansıdığı görülmektedir. Bil­hassa Türk ve İranlı minyatür ustalarının yaptığı mi'rac minyatürlerinin, XIV. yüz­yıldan bu sanatın en gelişmiş örnekleri­nin ortaya konulduğu XVIII. yüzyıla kadar daha büyük bir itina ile üslûplaştınlarak resmedildiği, Arap geleneğinde ise genel­likle belgesel bir anlayışla hareket edilme­si neticesinde nisbeten zevksiz örneklerin ortaya konduğu söylenebilir. Sünnî çev­relerde Hz. Peygamber'in yüzü çok defa peçe ile (nikâb) örtülürken İran ekolüne bağlı minyatürlerde bu hususa fazlaca ri­ayet edilmemesi de önemli bir farklılıktır. Ayrıca minyatürlerde en çok resmedilen burağın Şiî geleneğinde arslan kuyruklu oluşu ve aynı sahnede Hz. Ali'yi temsil eden bir arslan resmedilmesi, Resûl-i Ek­rem'in elindeki yüzüğü bu arslana uzata­rak ona nişan göstermesi [123][632] dikkat çeken bir özelliktir.

Mi'rac minyatürlerinin en eskisi Câ-mihı 't-tevârih'te bulunan, Hz. Peygam­ber'in burağın üzerinde meleklerle bera­ber gökyüzünde uçarken tasvir edildiği minyatürdür.[124][633] Nizamî, hamsesinin ilk mesnevisi olan Mafrzenü esrar'da mi'rac konusuna yer verdiği için eserin minyatürlü nüshalarında mi'rac minya­türleri mevcuttur.[125][634] Molla Câ-mî'nin Dîvân, Heft Evreng ve Yûsuf u ZüJeyhâ'sının bazı nüshalarında da mi'­rac minyatürleri bulunmaktadır. Mi'rac Moğollar döneminde metni günümüze ulaşmayan bir mi'racnâmede işlenmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde [126][635] on levha halinde Beh-ram Mirza albümünde yer alan ve konu­yu emsallerine göre daha fazla dinî has­sasiyetle resmettiği görülen minyatürler [127][636] Ahmed Mûsâ isimli bir sa­natkâra atfedilmektedir. Mi'racı bütün yönleriyle resimleyen, metniyle birlikte zamanımıza kadar gelmiş en eski mi'­racnâme, Herafta Şâkruh'un sarayında 840"ta (1436) hazırlanmış elli yedi min­yatürün bulunduğu Uygurca eserdir [128][637]  Mi'rac minyatür [eriyle dikkat çeken önemli bir kitap da Darîr'in Sîretü'n-nehîsinm Os­manlı kitap sanatlarının en üst düzeye ulaştığı dönemin son başarılı örneklerin­den olan minyatürlü nüshasıdır. Eserin mi'racın anlatılmasiyla başlayan III. cildin­de [129][638] beş minyatür mevcuttur.[130][639] Bu ciltten çıkarılmış, Resûl-i Ekrem'in mi'racda Hz. Mûsâ ile görüşmesinin tasvir edildiği bir minyatür Batı Berlin İslâm Sanatları Müzesi"ndedir.[131][640] Mi'rac halk res­mine de konu olmuştur. En çok resmedi­len insan yüzlü, tavus kuyruklu, yeşil ka­natlı, başında ayyıldızlı bir taç bulunan kırat suretindeki buraktır. Mi'racla ilgili âyet ve hadislerle bezenmiş levhaların bir tarafında Mekke, diğer tarafta Mescid-i Aksa (Kudüs) resmedilmiş, arasına da bu-rak yerleştirilmiştir.

Hat. Hat sanatında, mi'racın anlatıldığı İsrâ ve Necm sûrelerinin tamamı veya ba­zı âyetleri, farklı sûrelerde yer alan ilgili âyetler, bu konudaki hadisler yahut bun­ların belirli bölümleri mushaflarda, cüz­lerde, ayrıca murakka' ve levhalarda, özel­likle de camilerin kuşak yazılarında tez-yinî unsur olarak kullanılmıştır. Kûfî hatla yazılan ilk mushaf Örneklerinden itibaren İsrâ ve Necm sûrelerinin başındaki tez-hipli serlevhalar ayrı bir estetik ve değer kazanmıştır. Ekol sahibi büyük hattat ve sanatkârlar eliyle yazılmış mushafların bu konuda Önemli etkisi olmuştur. Yakut el-Müsta'sımî, Abdullah-ı Sayrafî, Muham-med Tuğrâî, Mîr Abdülkâdir Hüseynî, Mîr Ali Tebrîzî, Alâeddin Tebrîzî, İbnü'1-Bev-vâb, Şah Mahmûd Nîsâbûrî, Ahmed Şem-seddin Karahisârî, Şeyh Hamdullah Efen­di, Abdullah Amâsî, Hafız Osman ve Ka­dırgalı gibi mushaf hattatlarının ortaya koyduğu Örnekler en değerlileridir.[132][641] Cüzlerde de görülen bu özelliklere. Vakıflar Genel Müdürlüğü Ar-şivi'ndeki İsrâ süresiyle başlayan, XIV. yüz­yılda Beylikler döneminde tezhip edilmiş on beşinci cüz örnek gösterilebilir. Bu cüzün müzehhep ilk iki sayfasında sadece mi'rac âyetlerinin yer alması sanatkârın konuya yaklaşımını göstermesi bakımın­dan dikkat çekicidir.[133][642] İsrâ sûresinin kuşak yazısı şek­linde kullanılmasının ilk örneği, XIII. yüz­yıl başlarında Hindistan Ecmîr'deki Ar-hâî-din-kâ Conprâ Camii'nin kabartma olarak taş üzerine işlenmiş süslü kûfî ku­şağında görülmektedir.[134][643] Kubbetü's-sahre"nin kubbe kasnağının altındaki dış kuşakta. 1876 da Mehmed ŞefiK Efendi tarafından celî sülüs hatla çini üzerine yazılmış İsrâ sûre­sinin ilk âyetleri yer almaktadır.[135][644] Kubbetü's-sahre ile yakınındaki Mescid-i Aksâ'nın içinde gerek kuşak ge­rek levha olarak mi'racla ilgili âyet ve ha­dislerin çoğu Osmanlı hattatları tarafın­dan yazılmış değerli örnekleri bulunmak­tadır.

 

Bibliyografya :

 

Âşık Paşa, Garib-nâme (haz. Kemal Yavuz], İs­tanbul 2000, Il/l, s. 21-41; Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammedi'ye [haz Âmil çelebioğlu), İstanbul 1996, II, 131-151; Abdurrahman Ubeydî. Evsâf ue Mu'cizât-ı Nebî, İstanbul 1313, s. 18-20; Fa­hir İz. Miraç-nâme (mezuniyet tezi, 1938), İÜ Türkiyat Enstitüsü, nr. T] 06, tür.yer.; Sadettin Nüzhet Ergun, Türle Musikisi Antolojisi, İstan­bul 1942-43, I, 125, 308-317; II, 519, 559, 708-709; Reşad Ekrem Koçu - Mehmed Afi Akbay, Geçen Asrı Aydınlatan Kıymetli Vesikalardan Bir Eser: Hatıralar, Aşcıdede ibrahim, İstanbul 1960, s. 62-63; Ali Saim Ülgen, "Kudüs'te Ha-rem-i Şerif Dahilindeki Kubbetü's-sahra (es-Sahratül-Müçerrefe, Cami-i Ömerlin XVI. YÜZ-yılda Yapılmış Olan Çinileri", TürkSan'atı Ta­rihi Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963, I, 658-676; Osman Fikri Sertkaya, Mi'rac-nâme: Metin İndeks [mezuniyet tezi, i 968), İÜ Ed. Fak. Genel Kitaplığı, THT, nr. 244, tür.yer.; Ahmed Gülçîn-i Meânî, Rehnümâ-yı Gencine-i Kur'ân, Meşhed 1347, tür.yer.; Yasin Hamid Safadi. Ista-mic Calllgraphy, London 1978, s. 104; Filiz Çağ­man - Zeren Tanındı, Topkapı Sarayı İslâm Min­yatürleri, İstanbul 1979, s. 13; Zeren "fanındı. Siyer-i Nebi: islam Tasvir Sanatında Hz. Mu.-hammed'in Hayalt.lstanbu] 1984, s. 10-12, 14, 33, 47, minyatür nr. 38-39; Özeğe, Katalog, III, 1157-1159; Şengel, İlâhîler, tür.yer.; Töre. İlâhî­ler, tür.yer.; Muhammed b. Saîd eş-Şerîfî, Hutû-tiî'l-meşâhif cinde'l-meşârık ue'l-meğârîb mi-ne'l-karni'r-râbic üe'l-'âşirî'l-hlctİ, Cezayir 1982, tür.yer.; Nuri Özcan, On Sekizinci Asırda Os­manlılarda Dînî Mûsikî (doktora tezi, 1982], Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, I, 26-31; Metin Akar, "Miraç Hadisesinin Türk Halk şiirine Yansıması", ///. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildiri­leri, Ankara 1986,11,17-24; a.mlf., Türk Edebi­yatında Manzum Mi'râc-nâmeler, Ankara 1987; a.mlf., "Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Sel­çuk üniueısitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, Konya 1981, s. 1-16; a.mlf.."Mi'rachânlan-miz", 7TC, XXIV/278 (1986), s. 374-379; a.mlf., "Erzurumlu Şair Muhammed Lütfi'nin Mi'ra-cü'n-Nebi'si ve Mi'rac-Namelerimiz Arasında­ki Yeri", a.e.,XXX/352 (1992), s. 50-56; M. Ek­rem Karadeniz, Türk Mûsikîsinin Nazariye ue Esasları, Ankara, ts., s. 162-163, 659-701; Mustafa Uzun. Dînî Edebiyatımızın Son Tem­silcilerinden Mehmed Fevzi Efendi ue Dînî Mesnevileri, İstanbul 1996, s. 33-34, 81-108; a.mlf., "Abdülbâki Arif Efendi", D/A, I, 197; a.ml


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat