İSLAM�DA
ŞEHİTLİK/GAZİLİK VE
18 Mart
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ
Şehadet, ölümsüzlüğü
arzulayan insana Allah�ın sunduğu bir ölümsüzlük fırsatıdır. Hz Adem(a.s) da
ölümsüzlük umudu ile yasaklanan meyveden yememiş miydi? Müslümanın temel
görevlerinden bir de kötülüklerle mücadele etmektir.
Enfal
36: �Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar ve din tamamen
Allah�ın oluncaya kadar kafirlerle savaşın�
Savaşın
haklı sebepleri: Şahsa, millete ve dine karşı saldırıya karşılık meşru
müdafaa, yakın ve uzak tehdidi bertaraf etme.
Müslüman Allah için ölmekten ve öldürülmekten korkmaz. Bilir ki; savaşta
ölürse şehit, sağ çıkarsa gazidir.
Şehitlik, Peygamberlikten sonra en yüksek manevi makamdır. Şehit
iki türlüdür: Hakiki ve hükmi şehit.
Hakiki şehit: Müslüman olan biri meşru bir savaşta ölürse..
Hükmi şehit: Savaştan sonra bir süre yaşayanlar, iş kazasında,
yangında, deprem,sel vb felaketlerde, doğumda ölenler.
Mensuplarına
dünya ve ahiret mutluluğu vadeden dinimiz, din, vatan ve millet
gibi kutsal sayılan değerlere büyük önem vermiştir. Bu değerlerin
korunmasına çalışırken şehit ve gazi olanlar, Yüce Allah ve Sevgili
Peygamberimiz tarafından övülmüştür. Bu hususta Al-i İmran Suresi'nin 169. ve
170. ayetlerinde:
"Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında
yaşarlar, rızıklanırlar. Allah'ın lutf-u kereminden ihsan ettiği nimetlere
kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine
katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına da kendilerine hiçbir korku olmayacağına
ve üzüntü hissetmeyeceklerine dairde müjde vermek isterler." buyrulmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin yüceliğine işaret eden bir
Hadis-i Şeriflerinde:
"Nefsim kudret
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra
diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok
isterdim."
"Cennete giren hiçbir
kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek
istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi
ve defalarca şehit olmayı ister."
Ecdadımız 1914
yılında Çanakkale�de yedi düvele karşı muazzam bir savunma savaşı vermiştir. Bu
savaşta 250 yiğit şehit olmuştur. M.Kemal Atatürk o gün cephede yaşananları
şöyle anlatıyor: �Erlerimiz siperlere yerleşmiş bir elinde silah diğer elinde
Kur�an, düşmanı bekliyor. Ön cephedekiler kahramanca çarpışarak şehit oluyor,
arka siperlerde bekleyen askerler hiç tereddüt etmeden ön cepheye, gözü önünde
şehit olan arkadaşının yerini alıyor ve az sonra kendisinin de şehit olacağını
çok iyi biliyor. Ama en ufak bir korku ve yeis yok. Biraz sonra o da şehit
oluyor.�
Mehmet Akif
Ersoy da Çanakkale Şehitlerine ithafen yazdığı şirinde şöyle diyor:
Şu Boğaz Harbi
nedir ? Var mı ki dünyada eşi ?
En kesif
orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol
bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla
sarılmış ufacık bir karaya,
Eski Dünya,
Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum
gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer,
Çehreler başka,
lisanlar, deriler, rengârenk.
Sâde bir hadise
var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû,
kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da
züldür bu rezil istîlâ...
Ölüm indirmede.
gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş
tipidir: savrulur enkaz-ı beşer...
Kafa, göz,
gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır
sırtlara, vadîlere sağanak sağanak.
Bu göğüslerse
Hüdâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun-u
bedîim, onu çiğnetme!" dedi.
ÂSIM'ın nesli..
diyordum ya... Nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi
nâmûsunu, çiğnetmeyecek,
Şühedâ gövdesi,
baksan a, dağlar, taşlar
O, rükû olmasa
dünyâda eğilmez başlar
Vurulup
tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
BİR HİLÂL
uğruna, yâ Rab, ne GÜNEŞLER batıyor!
Ey, bu
topraklar için toprağa düşmüş, asker!..
Gökten ecdâd
inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki
kanın kurtarıyor TEVHÎDİ...
BEDR'in
arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar
gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel
seni târîhe!" desem, sığmazsın.
Ey şehid oğlu, isteme benden makber,
Sana âğûşunu
açmış duruyor PEYGAMBER.
Anzaklı Ömer
1957 yılında
ABD ye ihtisas yapmak üzere giden Ömer Muşluoğlu anlatıyor:
New York�ta Medical Center Hospital da görev almış. 75 yaşlarında bir
kanser hastasına serum takacağı zaman hastanın pazısında ay yıldız dövmesi
görmüş. �Türk müsün? diye sormuş. �Hayır, Avustralya Anzaklarındanım� demiş. Bu
dövmeyi neden pazına kazıttın diye sormuş. Önce anlatmak istememiş. Türk doktor,
�Bakın ben Türk�üm, bunu bilmek benim açımdan önemli, anlatırsanız, memnun
olurum� demiş. Bunun üzerine adam anlatmaya başlamış:
Yıl 1915 idi. İngilizler bizi, �Barbar Türkler, Müslüman
olmayanları kesiyor, diğer insanları kurtarmak için savaşmalıyız, bu savaş
insanlık için çok önemli� diyerek bizi askere aldılar. Önce
gemilerle Mısıra gittik, orada iki ay askeri eğitim gördükten sonra Çanakkale�ye
götürüldük. Orada karşımızda kahramanca savaşan bir ordu gördük. Ben, başımdan
aldığım bir dipçik darbesi ile yıkıldım ve esir düştüm. Başım kanıyordu, Türk
askerler benim başımı sardı, bana kendi kumanyalarından yemek verdiler. Türkler
bana çok iyi davrandı, isteselerdi beni öldürebilirlerdi. O zaman Türklerin,
İngilizlerin anlattığı gibi barbar değil, çok insancıl bir millet olduğunu
anladım. Ülkeme döndükten sonra da Türk milletine ve İslam�a karşı içimde hep
sevgi besledim. Bu sevgiden dolayı ay yıldız dövmesini koluma kazıttım. Müslüman
olmayı da düşündüm ama İslam�ı öğretecek birini bulamadım.� diyerek
hikayesini anlatmış. Tanışmışlar. Hastanın adı, Josef Miller, Doktora
senin adın ne demiş. O da �Ömer� deyince Ömer�in anlamını sormuş. Sohbeti
koyulaştırmışlar. Adam Müslüman olmak istediğini söylemiş. Bizim doktor,
kelime-i şehadet getirterek ve bildiklerini anlatarak Müslüman olmasını
sağlamış. Hasta, �O halde bundan böyle benim adım da Anzaklı Ömer olsun� demiş.
Anzaklı Ömer bir gün iyice ağırlaşmış. Türk doktoru çağırtmış ve bizim Türk
doktorun kolları arasında kelime-i şahadet getirerek ruhunu teslim etmiş.
Öğretmenlerimizin
ve ilim adamlarımızın , İslam toplumunun ve medeniyetinin mimarları ve
mühendisleri olduğu gerçeğinden hareketle şehitlerimiz ve gazilerimiz de
İslam medeniyetini inşa ederken canlarını ortaya koymuş kahraman medeniyet
işçileri olduğunu söyleyebiliriz.
Koca Seyit ve yeni subay Mehmet Muzaffer hikayeleri.. (zaman kalırsa)
Geçmişimizi
çok iyi bilmeliyiz. Geçmişi olmayan bir milletin geleceği de olmaz.
Bizler, şehitlerimizin ve gazilerimizin uğruna mücadele ettiği davaya
sahip çıkarak, bu ülkenin bağımsızlığını koruyarak, bu vatanın imarı ve ıslahı
için çalışarak şehitlerimize layık torunlar olabiliriz. Şehitlerimizi ve
gazilerimizi rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun, Allah şefaatlerine bizleri
nail eylesin. Amin.
(Mukadder Arif
YÜKSEL,Divriği Merkez Kültür Camii
16 Mart 2007-Cuma)