MÜSLÜMAN GENÇ NASIL YETİŞTİRİLMELİ?
Aziz Müslümanlar!
Önceki dersimizde günümüz gençliğinin proplemlerinden ve karşılaştıkları tehlikelerden bahsettik Bu gün ise vahyin ışığında ve Hz. Peygamberin elinde yetişen gençliğin farkından sözedip Müslüman genç nasıl bir özelliğe sahip olmalı? Sorusuna cevap bulmaya çalışacağız, inşallah.
Hz. Peygamber, tebliğe başladığı ilk andan itibaren kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir, hür-köle ayırımı yapmaksızın tüm insanları İslam’a davet etmiştir. Nitekim ilk müslümanlar incelendiğinde içlerinde toplumun her kesiminden fertlerin yer aldığı görülmektedir. Ancak, bu fertler arasında gençlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir.
Mekke’nin nüfuzlu ve refah içinde yaşayan ailelerine mensup gençler, İslam’a; yaşlılar, köleler, fakirler, kimsesiz ve zayıf kimselerin duydukları sempati ve ilgiden daha fazlasını göstermişlerdir. İslam’ı yayma konusunda Hz. Peygamber’e asıl destek ve yardımcı olanlar bu idealist gençlerdir.
Nitekim ilk müslümanlardan birkaç kişi, elli yaş civarında, birkaç kişi otuz beş yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise otuz yaşın altında bulunuyordu. Mesela genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali 10, Zeyd b. Hârise 15, Abdullah b. Mes’ud ve Zübeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebi’l-Erkam ve Sa’d b. Ebî Vakkas 17, Mus’ab b. Umeyr 18-20, Abdullah b. Ömer 13, Câfer b. Ebî Tâlib 22, Osman b. Huveyris, Osman b. Affan, Ebû Ubeyde ve Hz. Ömer 25-31 arası.
İşte islamın oluşturmak istediği ideal genç tipi için Kur'an'da Rabbimiz Ashab-ı Kehf gençlerinin iman mücadelesini örnek olarak anlatmaktadır.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَاَهُمْ بِالْحَقِّ اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ امَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى
Biz
Bugünün gençleri için Ashab-ı Kehf'i iyi anlamalıdırlar. Bütün zorluklara karşı onların tevhid mücadelesi her zaman diğer gençler için örnektir.
Müslüman bir gencin yetişmesi için şu ortamların sağlıklı olması gerekir:
1- Aile ortamı
2- Okul ortamı
3- Çevre
4- Arkadaş ortamı
5- Çalışma ortamı
Eğer bu ortamlar bir gencin yetişmesi için yeterli değilse, ahlaki ve dini yönden eksiklik arzediyorsa veya yok denecek kadar azsa iş başa düşüyor demektir. Bunun için zamanımızda Müslüman genç bilhassa şu konulara dikkat etmesi gerkmektedir:
1-MÜSLÜMAN GENÇ İYİ ARKADAŞ SEÇMELİDİR
İnsanların hayatında, dostluğun ve arkadaşlığın çok büyük ehemmiyeti vardır. Öyle dostluklar vardır ki, kişinin bütün hayatını olumlu veya olumsuz yönde etkiler; hattâ âhiret hayatının iyi veya kötü geçmesine bile sebep olabilir.
İnsanlar yaratılış itibariyle birbirinin yardımına ve dayanışmasına muhtaç oldukları için neredeyse arka-daşsız bir kimse yoktur. Sosyal bir hayat yaşayan herkesin mutlaka bir çevresi, samimî arkadaşları ve yakın dostları vardır.
Arkadaş ihtiyacı, bilhassa gençlik döneminde daha büyük önem taşır. Çünkü, ilerleyen yaşlarda eş ve çocuklar başta olmak üzere yeni akrabalıklar kuran insanlar, gençlik dönemi kadar arkadaşlığa önem vere-meyebilirler.
Ama hayatının en fırtınalı dönemini yaşayan ve sürekli anlaşılmamaktan şikâyet eden gençler, dertlerini ve sevinçlerini paylaşabilecekleri bir arkadaş çevresine çok muhtaçtırlar.
Bunun için sokakta, okulda, işyerinde kendilerine yakın buldukları gençlerle arkadaşlıklar kurarlar. Onlara öylesine bağlanırlar ki, maddî ve manevî birçok varlığını arkadaşıyla paylaşır, hattâ canını verecek kadar sevgi beslerler.
İşte burada en dikkat edilecek nokta, "nasıl bir arkadaş seçileceği" hususudur.
Her meselede olduğu gibi, gençleri bu konuda da uyaran Yüce Peygamberimiz (a.s.m.),
الرَّجُلُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلُ
"Kişi dostunun dini üzeredir. O halde her biriniz dost edindiği kişiye dikkat etsin" (Tirmizi, Zühd: 45) buyurmuştur.
"Kişinin, dostunun dini üzere" olmasından kasıt, "dini yaşama durumu"dur. Gerçekten de iyi bir arkadaş iyiliğe, güzel işler yapmaya teşvik eder; kötü bir arkadaş ise, arkadaşını günah işlemeye yöneltir.
Nitekim bu hususta da Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), Ebû Musa (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurur:
"İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük üfüren gibidir. Misk taşıyan ya sana verir yahut satın alırsın yahutta o miskden güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren ise, ya senin elbiseni yakar, yahut ondan pis bir koku duyarsın."
Kiminle arkadaş olacağımız hususunda da ölçüler getiren Sevgili Efendimiz (a.s.m.), Ebû Saide-1 Hud-rf den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste, "Yalnız mü'min-le arkadaş ol ve ekmeğini ancak takvalı kimse yesin" (Tirmizi, Zühd: 55) tavsiyesinde bulunur.
Buradaki "mü'min" ifâdesinden anlamamız gereken, "Allah'a hakkıyla îman eden kâmil bir mü'min"dir. Kâmil bir mü'min, Allah'ın emirlerini yerine getirir ve yasaklarından kaçınır. Nitekim hemen peşinden gelen "takvâlı kimse" ile mü'min kelimesi açıklanmış olmaktadır.
Niçin arkadaş konusu bu kadar mühimdir?
Çünkü, "Kişi sevdiğiyle beraberdir." (Tirmizi, Zühd: 50). Bir genç, birisiyle arkadaş olmuşsa, mutlaka onu çok sever. Sevmediği bir kimseyle zaten arkadaş olmaz. Dolayısıyla sevdiğiyle hem dünyada, hem âhirette beraberdir.
Dünyada iken Allah yolunda ibâdet ve itaatte, îman ve Kur'an'a hizmette arkadaşıyla beraber olan bir genç; âhirette de cennet nimetlerinden birlikte istifâde edecek, dostluklarını ebedîleştirecektir.
Eğer iki arkadaş, Allah'a isyanda, hevâ ve heveste, boş ve zararlı eğlencelerde beraber oluyorlarsa,—Allah korusun—Cehennemde de komşu olacaklar, aynı mekânı paylaşacaklardır.
Arkadaşlığın en güzel örneğini, Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) göstermiştir. Başta Hz. Ebû Bekir (r.a.) olmak üzere bütün sahabîler onun arkadaşı olmuşlar, etrafında pervane gibi dönmüşler, uğruna canlarını ve mallarını feda etmişlerdir.
2- MÜSLÜMAN GENÇ BOŞ ZAMANINI İYİ DEĞERLENDİRMELİDİR
Denilebilir ki, kişinin sorumluluğunun en az ve boş vaktinin en çok olduğu zaman gençlik devresidir. Ondan sonra aile yuvası, iş hayatı ve sosyal ilişkiler bizleri zaman fakiri yapacaktır.
Bunun için gençlik dönemindeki boş vakitler çok iyi değerlendirilmelidir.
Boş vakitten kastımız, "düzenli ve programlı bir şekilde kullanılmayan zamanadır. Yoksa boş vakit yoktur. Her insan mutlaka uyuyarak da olsa boş vaktini doldurmaktadır. Aslolan bu vakti iyi bir şekilde değerlendirmektir
Yüce Rabbimiz boş zamanı değerlendirme açısından İnşirah suresi7-8. ayetlerdeşöyle buyurmaktadır:
فإذا فرغت فانصب * وإلى ربك فارغب
"İşlerinden boşaldığın zaman, tekrar çalış ve yorul. Rabbine yönel! (boş durma!)
Peygamber Efendimiz (a.s.m.),
نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ الصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ
İnsanların kıymetinden gafil olduğu iki şeyi sıhhat ve boş vakit (Buhari) olduğunu belirtmiştir.
Bu yüzden yoğun işlere girmeden boş vaktimizin kıymetini bilmemiz gerekir.
Boş vaktimizi nasıl değerlendirebiliriz?
Bu hususta akla gelen ilk şey, kitap okumaktır. Bir sanat dalıyla meşgul olmak da çok mühimdir. Sözgelişi normal işlerimizden arta kalan zamanda,hat, tezhip, ebru gibi bir san'atı öğrenebiliriz. Ayrıca dini mûsikî dersi almak, eğer imkânımız elveriyorsa bir spor dalıyla ilgilenmek veya araba kullanmasını öğrenmek de mühimdir.
Bilgisayar veya dil kursuna gitmek de, bizim yetişmemize ve gelişen dünyayı iyi takip etmemize yardımcı olacaktır.
Bunların tümünü yapmaya zamanımız yetmez. Zaten bir kısmına fazla istekli de olmayabiliriz. Ama birkaçını veya birisini öğrenebilirsek, hem bir beceri kazanmış, hem de yeni çevreler ve hizmet sahaları tanımış oluruz.
Kimi insanlar için "On parmağında on hüner var" denir. Elbette o hünerler kolay kazanılmamıştır. Gençlik dönemimizdeki boş vakitleri değerlendirmek, ileride birçok bakımdan istifade edeceğimiz hünerler öğrenmemize yardım eder.
Ayrıca vaktiyle boş zamanımızı değerlendirmek için yaptığımız uğraşlar, ileride bizim ikinci bir mesleğimiz olabilir.
Dünyanın binbir türlü hâli vardır. Gelecekteki birtakım sıkıntılara vaktiyle hazırlıklı olmak insanı daha rahat ve mutlu yapar.
3-MÜSLÜMAN GENÇ HARAMA BAKMAMALIDIR
Gençliğin ve bekârlığın mühim bir tehlikesi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen şu hadiste çok veciz bir şekilde anlatılmaktadır:
"Âdemoğluna zinadan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinası bakmaktır, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Fere (cinsel organ) ise bunu ya uygular veya reddeder." (Müslim, Kader: 21)
Demek ki şehveti gayri meşru bir şekilde kullanmak olan "zinâ"nm çeşitleri vardır. Bunlar yasaklanmış fiili, "düşünmek", gayri meşru bir şeye "bakmak", "konuşmak", "dinlemek", "dokunmak", ona "teşebbüs" etmektir. Kalp ise buna "heves" etmekte, fere ise ya reddetmekte veya uygulamaktadır.
Nitekim İSRA , 32 de,
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَا إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا
"Zinaya yaklaşmayın, zira o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur." buyrulmaktadır. "Zina yapmayın" yerine, "Yaklaşmayın" ifâdesinin tercihi dikkat çekicidir. İşte bu kısa âyet, yukarıdaki hadiste belirtilen hususları içine almaktadır. Âyet, yaklaşmanın her türlü yolunu yasaklamaktadır.
Yukarıda sayılan "harama bakmak" hususu, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır.
Nûr Sûresinin 30 ve 31. âyetlerinde,
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ (*) وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ
"Mü'minlere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar. Bu, onların temizliği için daha uygundur. Muhakkak ki Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar" buyrulmaktadır.
Bu âyetler hem erkeklere, hem de kadınlara, kendileri için bakılması caiz olmayan kişilere nazar etmelerini yasaklamaktadır.
İbn-i Büreyde'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis de konumuzla ilgilidir:
"Resûlüllah (a.s.m.) Hz. Ali'ye (r.a.), 'Ya Ali bakışı bakışa tâbi kılma, kasıtlı olmadığı için birinci bakış sana caizdir, (fakat) diğer bakışlar ise sana caiz değildir' demiştir." (Ebû Dâvud, Nikah: 43)
Ama şimdi "Nasıl olsa ilk bakış caizdir" deyip sağı solu teftiş eder gibi bakarak gitmek doğru değildir. Çünkü zamanımızda aniden ve farkında olmadan rastlama gibi bir olay yoktur; her tarafta her an namahreme, açık saçık insanlara ve harama rastlanmaktadır. Bunun için tüm bakışları kontrol altında tutmak gerekir.
Nâmahreme bakmanın zararları çoktur. Kişinin zamanını, hafızasını, dikkatini tahrip eder.İmam Şafii; Yanlışlıkla yabancı bir kadının ayağını gördüğü için kırk gün kıldığı namazlardan zevk alamadığını söylemektedir.
Bakmamak ise, milyonlarca sevap kazandırdığı gibi, şu kudsî hadisteki manevî lezzete mazhar eder:
"Nâmahreme bakmak, şeytanın oklarından bir oktur ki, her kim Benden korkarak onu bırakırsa, zevkine bedel ona öyle bir îman veririm ki, onun lezzetini ve tatlılığını kalbinde duyar." (Taberânî ve Hâkim)
Burada da müthiş bir müjde var. Gerçekten gençlerimiz bu hususa dikkat ettiklerinde kendilerinde büyük bir huzur ve sevinç, adetâ maddiyattan sıyrılıp nûranîleşmiş bir hâl hissedeceklerdir.
Hayatıyla bize en büyük bir rehber, en büyük bir numune olan Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah, gayr-i meşru şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir" (Müsned, 4:151) buyurmaktadır.
Bu hadiste, hayatının en fırtınalı ve en tehlikeli dönemlerini yaşayan gençler için çok büyük bir müjde vardır: Allah'ın beğenmesi.
Bu öyle bir müjdedir ki, insanın tüm sevdiklerinden, beğenisini kazanmak istediği bütün şahıslardan daha değerli, daha yücedir
.Yine gençlerle ilgili hadislerde, "Allah'ın gayri meşru şehvetini terkeden genci meleklerin bazısı gibi gördüğü" belirtilmektedir.
O kadar ki, Câbir'den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste meâlen, "Hangi delikanlı ki, genç yaşında evlenirse, onun şeytanı şöyle bağırır: 'Eyvah, dinini benden korudu"7 (Ramûzu-1 Ehâdis, c.l s.179) buyrulmaktadır.
Evlenerek şehvetini gayri meşru fiillerden korumak neden "dini şeytandan korumak"la eş tutulmaktadır?. Yoksa ashab-ı suffadan çok bekâr şahabı vardı. Birçok İslâm kahramanı hiç evlenmemiştir. Bekâr olup da iffet ve namusunu koruyan, gayri meşru şehvet peşinde koşmayan kimseler elbette bu hadisteki hükmün dışındadırlar. Aksine onlar sırf İslama hizmete daha fazla zaman ayırmak için evlenmiyorlarsa, tebrik ve takdire lâyıktırlar.Çünkü, aslolan iffetin korunmasıdır. Evlilik ise onun vasıtasıdır.
Bundan sonra yukarıda sıraladığımız soruları cevaplayalım.
Evet, nedir iffete bu kadar ehemmiyet vermenin, şehvetten bu kadar sakındırmanın sırrı?
Bir kere gayri meşru şehvet peşinde olmak zaten çirkin bir fiildir. Toplumun temeli olan aile yuvasını yıkmakta, nesilleri birbirine karıştırmaktadır.
Ayrıca gençliğin zamanını, sağlığını, parasını, mesâisini, işini, okulunu mahveder gayri meşru şehvet peşinde koşmak. Hattâ insanları intihara kadar götürür.
Nice gençler var ki, sırf bu meseleden dolayı, kavga ve cinayetlere giriyor, ömrünü hastanede veya hapishanede geçiriyor. Hattâ öyleleri var ki, derdinden hastalanıyor ve kısa sürede ölüyor.
Çevremize baksak, iffetli olamamaktan dolayı, işini veya okulunu yarım bırakan, sağlığını perişan eden, zamanının büyük bir bölümünü heba eden, kendisinin veya babasının servetini tarumar eden nice gençler görürüz.
Altın gibi gençler, pırıl pırıl kabiliyetler, fırtına gibi zekâlar kaybolup gitmekte, mahv u perişan olmaktadırlar.
İşte bunun için âyet ve hadislerde bilhassa tehlikenin odağında olan gençlerimiz şiddetle ikaz ediliyor, iffetli olmaları övülüp teşvik ediliyor. Kötü gözlerle bakan bizim oğlumuz , bakılan da bizim kızımız, eşimiz veya annelerimiz. Bunlara namussuz gözlerle bakılmasına kim rıza gösterir?
Gençlere Hz. Peygamber İrşadı
Bakınız bu konudaki Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gençleri ikaz ve irşadı fevkalâde etkilidir. Kendisine gelen bir gençle aralaırında geçen şu konuşma, bugün modern dünyanın aşamadığı sosyal problemlere bile çözüm getirici niteliktedir:
Bir genç Peygamberimize (a.s.m.) gelerek, "Yâ Re
sıılâllah, bana zina yapmak için izin ver" der. Orada
bulunanlar gencin üzerine yürüyerek onu ayıplarlar ve
men ederler. Hz. Peygamber, "Bana getirin" der.Yaklaşınca:
"Bu fiilin annene yapılmasını ister misin?" diye sorar.
Genç:
"Hayır, vallahi (istemem)" diye cevap verir.
Peygamberimiz:
(Başka) insanlar da anneleri için bunu istemezler"der
Daha sonra, "Kızın için kabul eder misin?", "Kız ı ihloşin için...", "Halan için...", "Teyzen için bunu ismisin?" diye sorar ve her defasında, "Vallahi ha-. evabını alınca, Hz. Peygamber de, "Diğer insan-i.ı buna razı olmazlar" der.
Sonra elini gencin üzerine koyup, "Yâ Rabbi, günahlarını affet, kalbini pâk et, fercini muhafaza et" diye duâ eder. Genç ondan sonra hiçbir olumsuz eğilim göstermez. (Müsned, 5: 256)
Bu hadiste de, gerek kişiyi gerekse toplumu zinadan korumanın en önemli yolu gösteriliyor.
Özellikle fuhuşhanelerin, genelevlerin, batakhanelerin yok edilmesinin formülü bu hadiste saklı.
İslâm, gençlere kendisini düşündüğü kadar kardeşini de düşünmesini öğretiyor. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz, "Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi mü'min kardeşinize de yapmayın" buyuruyor.
Peygamberimizin, gençliğin problemlerini çözmek için ürettiği çözümlerin neler olduğunu anlamamız için şu hadise de kulak vermemiz gerekir:
Alkame'den (r.a.): "Resûlüllah (a.s.m.) gençlerin yanına vardı ve şöyle dedi: 'Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü, evlilik gözü haramdan akkor; iffet ve namusu muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Çünkü (oruç), cinsî arzuyu azaltır." (Müslim, Nikâh: 1)
Gençlerin evlendirilmesi sosyal bir görevdir. Nitekim, Nur sûresinin 32. âyetinde,
وَأَنْكِحُوا الْأَيَامَى مِنْكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِنْ يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
"İçinizden bekâr olanları ve köle ve cariyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah'ın lütfü geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir" buyrulmaktadır.
Maalesef, son bir asırdır toplum için çok faydalı sosyal kurumlar tahrip edildiğinden evlenmek de bir problemler yumağı hâline gelmiştir.
Şimdi de toplum olarak evlenmek isteyen gençlere her bakımdan yardımcı olmak gerekir ki, bu zamanın dehşetli fitnelerinden korunabilsinler. Bu hususta güzel bir teşebbüs, Konya'da kurulan Fakir Gençleri Evlendirme Vakfıdır. Benzer kuruluşlar yurt çapında yaygınlaştırılmalıdır.
Allah, gençlerimizi, zamanımızın tüm fitnelerinden korusun!
4-MÜSLÜMAN GENÇ KILIK KIYAFETİNE DİKKAT ETMELİDİR
Tesettür, gençliğimizin üzerinde ehemmiyetle durması gereken bir husustur.Tesettür, yani avret yerlerini örterek gösterilmesi yasak olan kimselerden gizlemek, kadm-erkek bütün mü'minlere farzdır. Başkalarına gösterilmesi yasak olan yerlerini örtüp gizlememek, haramdır, büyük günahür.
Ancak kadın ve erkeğin örtmesi gereken yerler farklıdır.
Erkekler için tesettür, dizleri ve göbekleri arasıyla sınırlıdır. Bunun dışında kalan bölgeleri açmalarında bir sakınca yoktur. Ancak giyimde edebe uygun olan, yaygın ve yerleşik usûle aykırı davranmamaktır. Bunun için sadece göbek ve dizler arasını kapaüp diğer bölümleri açıkta bırakan yaygın bir giyim şekli yoktur. Bu, sadece hamam ve benzeri yerlerde zaruretten kaynaklanmaktadır. Yaygın usûle göre erkeklerin giydiği elbiselerde kol, ayak ve başın dışında açık bir yer yoktur
Ne gariptir ki, asıl örtünmesi gereken kadın olduğu,halde bütün dünyada en kapalı giyinenler erkekler
Kadın için örtmesi gerekli olan yerler, el, yüz ve ayakları dışında kalan bütün vücududur. Ayrıca kadının vücut hatlarını belli eden dar bir elbiseyle örtünmesi caiz değildir. Çekici olmayan, bol bir elbise giymelidir.
Niçin tesettür bilhassa gençlik döneminde önemlidir?
Çünkü, gençlerin hızlı, hareketli ve gösterişi seven bir yapısı vardır. Gençler daha serbest hareket etmek, güzelliklerini göstermek, kurallarla kendilerini bağlamamak isterler.
Yaşlılık döneminde birçok kadının örtündüğü görülür. Çünkü gençlikten kaynaklanan duyguları zayıflamış, açılıp saçılmaya karşı bir istek kalmamıştır.
Ayrıca gençlik döneminde örtünmeye dikkat ederek, bu disiplini kendisine rehber eden bir genç kız, yaşı ilerledikçe çok rahat eder. Yoksa baştan kararlı olmayanlar ilerleyen yaşlarında da tesettüre gereken hassasiyeti ve ciddiyeti gösteremeyebilirler.
Tesettürün ehemmiyetini anlamak için iki âyet meali verelim:
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'min-lerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur. Allah ise, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Ahzab: 59)
"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar. Zînetlerini ise görünmesi zarurî olan kısımlar müstesna, açığa vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapata cak şekilde iyice örtsünler. Kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, kızkardeşlerinin oğullarından, mü'min kadınlardan, cariyelerden, cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerinden ve şehvet çağına gelmemiş çocuklardan başkasına zînet yerini göstermesinler. Gizledikleri zî-netleri belli olsun diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin, ey mü'minler, tâ ki kurtuluşa eresiniz." (Nûr: 31)
Görüldüğü gibi ikinci âyette, "kimlere karşı teset-türlü bulunmak gerektiğini" belirtmek için çoğunluğu yakın akrabalardan oluşan uzun bir liste verilmektedir. Bunun anlamı, bu listede adı geçen kimseler karşısında açık-saçık bulunulabilir, demek değildir. Onların karşısında da, -diğerleri kadar olmasa da- edeb ve hayaya uygun bir kıyafetle bulunmak gerekir.
Örtünmek, madem ki Rabbimizin kesin emridir ve Allah örtünenleri sevmektedir; bu hususta çok büyük gayret sarfetmemiz gerekir.
Tesettür, her ne kadar herkese farz ise de, genç kızlarımızı daha fazla ilgilendirmektedir. Genç kızlarımız tesettür konusuna büyük ehemmiyet vermelidirler. Çünkü, tesettüre uyan genç kardeşimiz, hem günahtan korunmuş, hem de iki kat sevap kazanmış olacaktır.
5-MÜSLÜMANGENÇ İSRAFTAN KAÇINMALIDIR
Gençliğimizi birçok bakımdan sıkıntıya atan hususlardan birisi, "moda" dır.
Moda, dört mevsime göre değişebilmektedir. Giyimde, saç tipinde, ev eşyaları ve takılarda, dekorasyonda ve hayat tarzına etki eden her şeyde meydana gelen sık değişikliklere "moda" deniyor.
Gençlerin modayı takip etmesi, zevklerine ve gelir seviyelerine göre değişiyor. Senede bir değişiklik yapanolduğu gibi, bir toplantı veya düğünde giydiği elbiseyi bir daha giymeyenlere de rastlanıyor.
Güzellikler ve hikmet dini olan İslâmda bu mânâda bir "moda" anlayışı yoktur. Ama, değişim ve yenilik vardır.İslâm, dünyevî ve nefsi isteklerden kaynaklanan modaya niçin olumsuz yaklaşmaktadır?
Çünkü, modanın temel esprisi olan sürekli ve sık değişim, israfa sebep olmaktadır. İsraf ise dinimizde yasaktır. Rabbimiz, "Yeyiniz içiniz, israf etmeyiniz. Muhakkak ki Allah, müsrifleri sevmez" buyurmaktadır. (Araf: 31)
Moda, gerçek ve zarurî bir ihtiyaçtan değil, his ve hevâdan, zevk ve sefadan kaynaklanmaktadır.
Modanın kaynağı dünyeviliği esas alan Batıdır. Bunların dini bir kaygısı yoktur. Bu yüzden "moda" olarak ortaya çıkanların bir çoğu, bizim temel dinî prensiplerimizle çatışabilmektedir.
Moda hususunda şu hadislerde de alacağımız dersler vardır:
"Allah kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lanet etsin" (Ebû Dâvud, Libas: 28)
"Allah erkeklere benzemeye çalışan kadınlara ve kadınlara benzemeye çalışan erkeklere lanet etsin." (Buharı, Libas: 61)
"Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine ise haramdır." (Taberânfnin Kebir'inden)
Görüldüğü gibi, dinimizin bir prensibi de, cinslerin kendine has özelliklerini korumalarıdır. Bunun için erkek ve kadının giyimi, saç tipi, hâl ve hareketinin birbirine benzememesi gerekir. Kadının kendine has hayası ve tesettürü olduğu gibi, erkek de ciddi ve vakarlı olmalıdır.
Modanın ise böyle bir kaygısı ve ayrımı yoktur. Zaten moda dünyevî, hissi, nefsi olduğu için dinin prensiplerini hiç nazara almaz. İslâmın emir ve yasakları ise, İlâhîdir. İlâhî prensipler, dünyevî ve nefsî gerekçelerle iptal edilemez.
Bunun için mü'min bir genç, hiçbir şekilde modanın takipçisi olup, başka milletlere benzeyemez.
Biz başkalarına benzemek yerine, kendi değerlerimizi korumalıyız. Bir hayat tarzı taklit edildiği zaman, pislikleriyle birlikte gelir. Söz gelişi, Batı tipinde bir ev
dekorasyonunda salonun köşesinde bir sürü resimleri, heykelcikleri, ban da kabul etmek gerekir. Oysa bizim dekorasyonumuzda, hat yazıları, kıble esasına uygun yerleşim, ibâdetimize imkân verecek bir düzen esastır. Bununla beraber dinimizde yenilik ve değişim vardır. Ancak bu değişim, "israfa sebep olmamalı, başka bir millete benzememeli, dinimizin emir ve yasakla-rıyla çelişmemeli"dir.
6-MÜSLÜMAN GENÇ DİNİNE UYGUN MÜZİK DİNLEMELİDİR
Müzik, gençlerimizin en çok ilgi duyduğu ve zaman harcadığı eğlence vasıtalarından birisidir. Her davranışımıza ölçüler ve sınırlar getiren dinimiz, müzik konusunda da bizim için en doğru, en selâmetti ve en güzel ölçüler ortaya koymuştur.
Kâinattaki her sesi, îlâhî bir mûsikînin nağmeleri olarak değerlendiren hikmet bakışı, elbette insanların gayretleriyle ortaya koyduğu müziğe de Allah ve âhi-ret hesabına bakacakür.
Bu açıdan incelediğimizde, müziği ikiye ayırabiliriz.
Birincisi, ulvî ve ruhanî mânâları terennüm eden, insana yüksek şevkler, ulvî neş'eler ve uhrevî hüzün-ler veren müziktir ki, bu helâldir.
İkincisi, şehevanî ve dünyevî mânâları işleyen, he-vesâtı tahrik eden ve acı veren müziktir ki, bu haramdır. Mesela: Seninle Cehennem ödüldür bana, Sensiz Cennet bile sürgün sayılır. Kaderin böylesine yazıklar olsun. İsyanım var böyle kadere. v.s.
.
Bir müzik parçasının sözleri, İslâmın temel prensipleriyle çelişmemelidir. Çünkü Yüce Peygamberimi/(a.s.m.),
"Gayr-i meşru meseleleri, küfrü konu alan şiir, şeytanın nağmelerindendir" (Câmiüssağîr: 1609) buyurmuştur. Bunun için müzik parçasının sözleri, nezih ve ulvî mânâları taşımalı; ahlâk dışı, kadınlarla ilgili cinsi konulara değinen, haramları öğen, kadere isyanı teşvik eden ve îman esaslarına aykırı düşen türde olmamalı.
Yine Peygamberimizin (a.s.m.) şu hadisleri bize müzik konusunda ölçü olmaktadır:
"Bu ümmet içinde şarkıcı ve çalgıcı kadınlar ortalığı sarıp içkiler içilince bir yere batma, hayvan şekline dönüşme ve gökten taş yağma vuku bulacaktır." (Tirmi-zi,Fiten:21)
Müzik, her türlü düşüncenin ve mesajın yaygınlaşmasında çok güçlü ve yaygın bir silâhtır. İnsanlar müzik yoluyla empoze edilen düşünceleri kolayca ve severek kabul ederler. Bu yolla, olumlu veya olumsuz ahlâk anlayışı, davranış biçimi, hayat tarzı yerleştirilebilir.
Bundan dolayıdır ki, bazı müzik türlerini çok dinleyen insanlar, farkında olmadan bazı olumsuz fikir ve davranışların etkisi altına girmiş olurlar.Bu bakımdan gençlerimiz neyi dinlediklerine çok dikkat etmeli, titiz ve seçici olmalıdırlar.
Bir başka önemli nokta, müzik dinlemede aşırıya gitmemek, zamanı israf etmemek gerekir. Bilhassa çok zarurî işlerimizi ve ibâdetlerimizi geciktirmek veya engellemek pahasına müzik dinlemeyi sürdürmek büyük günahtır.
Bununla birlikte, dinimiz sürekli yüksek ve ideal tavırlar sergilemeyi uygun görmez. Çünkü, insanda his ve heves de vardır. Bunun için Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Meşru dâirede eğleniniz ve oynaymız. Ben dininizde bir katılığın görünmesinden hoşlanmıyorum" (Câmiüssağîr: 1582) buyurmuştur.
Bu yüzden dinimizin prensipleriyle çelişmeyen, yasak sınırına girmeyen her türlü oyun ve eğlence meşrudur.
Bunun için diyebiliriz ki:
1- Gençlerimizin tercih edecekleri eğlenceler, içinde, içki kumar, mahremiyet ve tesettür ihlâli gibi yasaklan ba-rındırmamalıdır.
2- Eğlenceler, farz ibâdetlerimize ve aslî görevlerimize engel olmamalıdır.
3- Oyun ve eğlenceye ayrılan zaman, "israf" sınırına dayanmamalıdır. Çünkü en büyük varlığımız zamandır; boşu boşuna heba edilmemelidir.
4- Oyun ve eğlencelerimiz de, bir yönüyle eğitici, öğretici ve ebedî îman dâvasına hizmetçi olmalıdır.
Bu maksatla tertiplenen yemekler, geziler, piknikler, mûsikî programları, bir taraftan bizleri neşelendirmeli, diğer taraftan da faydalı sohbetlere, ilmî müzâkerelere veya bazı gençlerin îman ve İslâmî hayatla tanışmalarına sebep olmalıdır.
İşte o zaman o eğlenceler de sevap kazandırır.
Bu arada dinimizin ebedî mesajlarının konu edildiği, piyesler, tiyatrolar, filmler de güzel bir tebliğ ve eğlence vasıtalarıdır.
.
Gençlik çağı, duygu ve heyecan dönemidir. Bu çağda hizmet ederken şevk ve heyecanı da ihmal etmemek gerekir.
Ayrıca yasak eğlencelerin bir sel gibi akın ettiği günümü/de, onlara alternatif meşru eğlencelerimizi yaşatmak gerekir.
Çünkü herkes aynı seviyede ve yaratılışta olmaz. Sürekli ciddi ve yoğun işlerle uğraşan gençlerimiz, bir gün içlerindeki eğlence ve dinlenme arzusunun isyanı altında ezilebilirler. Bu hususta en doğrusu Yüce Peygamberimizin (a.s.m.) istikametli, vasat, geniş ve rahat yoludur. En doğrusu, kişinin kendisini fazla sıkmadan kaldırabileceği yoldur.
Allah gençlerimizi zamanımızın gayr-i meşru eğlencelerinden korusun.
7- MÜSLÜMAN GENÇ AŞKIN SINIRINI İYİ BİLMELİDİR
Aşk, "şiddetli sevgi" demektir.
Aşk, bir şeyi aşırı derece sevmek, ona tutulmak, onsuz yapamamak, hep onu düşünmek, onunla gülmek, onunla ağlamak, ancak onunla sevinip üzülmek, onsuz mutlu olamamaktır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, âşık olunabilen varlıklar çoktur. Allah (c.c), Peygamberimiz (a.s.m.), Allah dostları, anne, baba, evlât, hayat arkadaşı diye başladığımız listeyi uzatabiliriz.
Fakat biz burada gençliğimizi daha çok ilgilendiren "karşı cinsle duygusal ilişki" konusu üzerinde durmak istiyoruz.
Gençlerimizi Allah'tan ve dinden uzaklaştırmak için kullanılan tuzakların en birincisi, "kadın fitnesi" dir. Tabiî buradaki fitneyi "imtihan vesilesi" anlamında kullanıyoruz.
O kadar ki, kadını çekici kılmak için yapılabilecek ne varsa hepsi uygulanıyor. Müzik, spor, eğlence, moda, medya, reklâm ve san'at dünyasının en önemli faaliyetleri "kadın" etrafında odaklaşıyor.
Üstelik kadının ulvî duyguları ve çok değerli iç dünyası yerine, sadece "cinsellik" yönü nazara veriliyor.
Gazete, dergi, TV, sinema başta olmak üzere her vesileyle şiddetli bir teşvik ve tahrik altında tutulan gençlerimizin çoğunluğu, büyük bir sıkıntı ve bocalama yaşıyor.
İşte, çarşıda, pazarda hep karşı cinsle karşılaşan gençler, iç içe problemlerle yüz yüze geliyorlar.
Gençlerimiz taştan ve demirden değil ki, bunca baskı ve tahrik karşısında ilgisiz kalabilsinler. Üstelik cinsel istekler bakımından en güçlü ve en yoğun dönemlerini yaşıyorlar.
Ancak bir tarafta da dinî inanışlar, ahlâkî kurallar, toplumun değer yargıları, âdetler, gelenek görenekler var.
Dünyanın hiçbir yerinde kız-erkek ilişkileri sınırsız bir özgürlüğe sahip değil. Az veya çok her yerde "engeller" var.
İşte asıl problem burada başlıyor.
Bir tarafta inandığı, istemese de uymak zorunda olduğu veya aşmayı başaramadığı kurallar... Diğer tarafta çevresindeki şiddetli teşvikler, içindeki güçlü istekler...
Ama, ümitsiz olmaya gerek yok. Çünkü, her derdimize çözüm getiren dinimiz bu konuda da bize ışık tutuyor. Her derdimize derman olan Kur'an ve Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) bu hususta da bizi aydınlatıyor.
Üstelik hiçbir çelişkiye, mutsuzluğa gerek kalmadan hem dinî inançlarımızı korumayı, hem de içimizdeki duyguları tatmin etmenin yollarını gösteriyor.
Dinimiz, öncelikle şunu söylüyor: "Sen senin olmadığın gibi, duyguların da senin değildir. Kime aitse onun çizdiği çerçeveye göre hareket et."
O halde bu sevginin ilk sarfedileceği yer, bizzat bize bu duyguyu veren Allah'tır. O bizi yaratmasaydı, sevgiyi ve sevdiklerimizi tanıyamazdık. Çünkü sevdikle-rimizdeki güzellik, mükemmellik, hoşluk; Onun güzelliğinden, Onun kemâlinden, Onun letafetinden gelmektedir. O, her şeyi güzelleştiren güzeller güzelidir.
Bu gerçekleri bilmeyen veya bildiği halde uygulamayan bir genç ise, karşı cinsten birisine âşık olur. Henüz çok gençtir. Evlenecek yaşa gelmesine 5-10 sene vardır. Henüz okulu bitmemiş, iş yeri kurmamıştır. Sevdiğini doğru dürüst tanımamıştır bile. Sadece bir hevesle yola çıkmıştır.
Bu durumda problemlerin cenderesi içinde bulur kendini. Üstelik Allah'ın izin vermediği böyle bir sevgide, üç önemli azap vardır: "ayrılık, kıskançlık ve karşılık görmeme" acılarıdır.
Seven bir genç sevdiğinden hiç ayrılmak istemez. Ancak bu mümkün değildir. Hattâ bazen çeşitli engellerden dolayı tamamen ayrılırlar. Zaten böyle sevenlerin yüzde 95'i sevdiğiyle evlenemez. Sonunda büyük bir acı ve ızdırap vardır. Sevgisinin karşılığını bulamayan genç, maalesef intihar edebilmekte veya
Üstelik sevdiğini herkesten kıskanır. Evli değildir ki onu koruyabilsin. Acaba şimdi nerededir, ne haldedir diye ruhu azap içinde kalır.
Ve asıl problem "karşılık görmeme" dir. Bu durum bazen ilk başta ortaya çıkar. Bir taraf deli divane olur, ancak karşı taraf oralı bile değildir. Öyle ya, gönül bu, sevmeyebilir. Ancak seven taraf onsuz olamayacağını kafaya koymuştur. Ruhu azap içinde kalır.
İşte bu üç problem gençlerimizi huzursuz eder. Her günü ızdırapla, gözyaşıyla geçer. Acısını dindirmek için o güne kadar hiç yapmadığı şeyleri yapmaya başlar. Hatta imanı zayıfsa içkiye, uyuşturucuya dadanır. Artık onun dostları dertli şarkılar ve gözyaşıdır. Hiç kimse onu anlamamakta, onu dinlememektedir. Dünyanın en dertli insanı odur.
Bundan dolayı okulunu, işini bırakan veya başarısını yitiren gençler olduğu gibi, işi intihara kadar götürenler olduğu gibi, karşı tarafı katledenler bile olmaktadır.
Âşık olup evlenen gençlerden büyük bir bölümü de mutsuzdur. Çünkü, "aşkın gözü kördür." Birbirlerinin eksiklerini ve hatalarını görmezler. Sevgilisinin, "dünyanın en mükemmel insanı" olduğuna inanırlar. Oysa her insan gibi sevdiğinin de kusuru ve eksiği vardır. Ancak bunu evlenince görebilir. Bunlar hayatın diğer problemleriyle de birleşince tartışmalar, kavgalar başlar. Yapılan istatistiklere göre, boşanma oranı en yüksek olan evlilik, geleceklerini hayal üstüne kuran gençlerde görülmektedir. Sonuç ya mutsuzluk ya da ayrılıktır.
Bu hususta en doğrusu, dinimizin getirdiği ölçülere uymaktır. Dünyanın huzuru, mutluluğu ve rahatı buna bağlıdır.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ لِأَرْبَعٍ لِمَالِهَا وَلِحَسَبِهَا وَجَمَالِهَا وَلِدِينِهَا فَاظْفَرْ بِذَاتِ الدِّينِ تَرِبَتْ يَدَاكَ ( البخارى و مسلم)
Ancak burada şöyle bir problem var.
Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah'ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.
Bu durumda ne yapacaktır?
Bu durumda şu şartları uygulamalıyız:
1- Niyetimiz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayaümızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır.
2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—sözgelişi, kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.
3- Sevilen taraf, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa "Zamanla dini öğrenir ve yaşar" gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir.
4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır.
5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. "Senin için dünyayı feda ederim", "Sen yanımda olursan heryer Cennet bana", "Seninle ölüme bile giderim" gibi lâflar hikâyedir. Evlenince hepsi biter. Atalarımız, "Güzellik ekmeğe sürülmez" diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.
6- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşru hâle getirmek lâzımdır. Bundan kasamız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşru olduğunu sanmak değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kastımız, evlenmektir.
Ama insan hâli. Böyle bir imtihanla yüz yüze gelirsek, pes etmemek, mümkünse hiç zararsız, olmuyorsa en az zararla kurtulmak gerekir.
Merak etmeyin. Dünya kesinlikle "sevdiğimizden" ibaret değildir. Hayat her şeye rağmen devam etmekte ve her şey bizim mutluluğumuz için çalışmaktadır.
Hayatı zehir etmeye hiç gerek yoktur.
----------------
TEVBE, GENÇ İKEN YAPILMALI
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Adalet güzeldir, fakat idarecilerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa ilaha güzeldir. Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tevbe güzeldir, fakat gençlirde olursa daha güzeldir. Haya güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir." (Deylemî, Müsnedü'1-Firdevs)
ALLAH'TAN KORKAN GENÇLER
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadîs-i şeriflerinde, "Şayet Allah'tan korkan gençleriniz, ciğeri yaş hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı" (Keşfü'1-Hafâ, 2: 163) buyuruyor.
Yüce Peygamberimiz yine başka bir hadiste, "Allah kötülüğe iltifat etmeyen genci, emsallerine üstün tutar" (Feyzu-1 Kadir, c.2, s. 263, no: 1799) buyurmaktadır.
GÜZEL AHLÂKLI GENÇLER
''Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyuran Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) "güzel ahlâk"la ilgili hadislerinden birinde şöyle buyurmuştur:
"Cömert güzel ahlâklı bir genç; cimri, ibâdet eden, kötü ahlâklı bir yaşlıdan Allah'a daha sevimlidir." (Deylemî ve Muhtarü-1 Ehâdis: 88)
Bu hadiste gençler güzel ahlâka teşvik edilirken bir mukayese yapılmaktadır. Buna göre, Allah katında, j-.üzel ahlâklı olmayan bir yaşlı, ibâdet etse bile güzel ■ ılılâklı genç kadar sevimli değildir.
Şu hadis de gençlerimizi güzel ahlâka teşvik ermekledir:
EN HAYIRLI GENÇ
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.)en hayırlı gençlerle ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Gençlerinizin en hayırlısı ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir." (Feyzü'-l Kadîr, 15:776)
Elbette buradaki "benzemek"ten kasıt, kılık-kıyâfet-te birbirlerini taklit etmek veya saçların ağarması, dökülmesi, yüzlerin kırışması değildir. Nitekim bir Allah dostu, bu hadîsi izah ederken, şunları söyler:
"En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.
Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve he-vesatta gençlere benzemek ister, çocukcasına, hevesât-ı nefsaniyeye tâbi olur."
SAYGILI GENÇLER
Peygamber efendimiz büyüklerine saygılı gençler hakkında şöyle buyurmuştur:
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) مَا أَكْرَمَ شَابٌّ شَيْخًا لِسِنِّهِ إِلَّا قَيَّضَ اللَّهُ لَهُ مَنْ يُكْرِمُهُ عِنْدَ سِنِّهِ
Enes İbni Mâlik (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr, 75)
KIYAMETTE GÖLGELENECEK GENÇLER
Rasulullah (s.a.v) Allah’a ibadet içinde olan gence nasıl bir müjde vermiştir?
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعلم) قَالَ سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمْ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَوْمَ لَا ظِلَّ إِلَّا ظِلُّهُ إِمَامٌ عَادِلٌ وَشَابٌّ نَشَأَ فِي عِبَادَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:
-Adil yönetici,
-Allah'a ibadet içinde yetişen genç,
-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,
-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" de(yip icabet etmey)en kimse,
-Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse." (Nesâi, Kudât 2)