• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam652
Toplam Ziyaret5104118
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Gıybet

GIYBET

 

HUCURAT SURESİ – 12. AYET

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:

 

     “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Bazınız da bazınızı arkasından çekiştirmesin (gıybet etmesin). Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan (ölü eti yemekten) tiksindiniz. Allah’tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)

 

     Bir kimse, bir din kardeşinin diyanetine, ahlakına, şahsiyetine, izzet-i nefsine, aile efradına vs. ait bir halini onun gıyabında, açıktan açığa veya dolaylı olarak söylemiş olsa, onu arkadan çekiştirmiş olsa bu hal gıybet olur. Gıybet, dinimizde haramdır, İslam ahlakına aykırıdır. Birçok fitnelere sebeptir. Bundan son derece sakınmak, hatta kaçınmak gerekir. Peygamberimiz (SAV), gıybeti şöyle tarif etmiştir:

 

ألغيبة:ذكرك أخاك بمايكره.

 

     “Gıybet: Kardeşini kerih göreceği (hoşlanmayacağı) bir şeyle yâd etmendir. (Onu arkasından hoşlanmayacağı bir tarzda konuşman ve çekiştirmendir.”

     Dinimizde büyük günahlardan biri de gıybettir. Bir kimsenin gıyabında onun ayıplarını söylemek, anlatmak veya herhangi bir işaretle izah etmek gıybettir. Gıybet edilen şahsın işittiğinde hoşlanmayacağı bir şeyi başkasına anlatmak ta gıybettir. Anlatılan şey o şahsın ister ahlakında, ister işlerinde, ister sözlerinde ister dini ve ahlaki yaşayışında, ister giyim kuşamında olsun, aleyhinde konuşulan kimse bunu duyduğunda hoşlanmaz, üstelik üzülürse bu gıybettir.

     İslam dini toplum hayatında ve insanların bir arada yaşamalarına büyük önem verdiği için suizan, tecessüs ve gıybet gibi insan hayatını bozacak, içtimai yaşayışı altüst edecek, beşeri münasebetleri bozacak şeylerin tümünü haram kılmıştır. Bu husus konumuzun başında okuduğumuz ayetle sabit bir ilahi müeyyidedir. Bu ayette gıybetin ölü etini yemek kadar çirkin bir iş olduğu anlatılmaktadır.

     Ebu Hüreyre (RA) şöyle rivayet ediyor:

     “Peygamberimiz (SAV): “Gıybet nedir bilir misiniz?” diye sordu. Orada bulunan ashap: “Allah ve Rasülü daha iyi bilir.” dediler. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV): “Kardeşini hoşlanmayacağı bir vasıfla zikir ve tavsif etmendir.” diye tarif buyurdu. Bunun üzerine yine orada bulunan sahabeler: “Kardeşimde dediğim vasıflar ne buyurursunuz?” dediklerinde, Hz Peygamber (SAV): “Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa, işte o zaman gıybet olur. Yoksa ona bühtan ve iftira etmiş olursun.” buyurdular.

     Ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere gıybet, kötü zan gibi şeyler İslam dininde haram kılınmıştır. Bunları yapanlar İslam nazarında fena duruma düşmüş olurlar.

     Esefle diyelim ki, son zamanlarda birbirinin ayıplarını araştırmak suretiyle; saatlerce kahvehane köşelerinde dedikodu yapanlara, din kardeşini çekiştirip aleyhinde konuşanlara sık sık rastlıyoruz. Sadece kahve köşelerinde değil, farkında olunmadan evlerimizde bile dedikodu yapılmaktadır. O halde kişinin duyduğu zaman hoşlanmayacağı bir hususu gıyabında konuşmak gıybet değil midir? Hangimiz bunu kendimizden uzak tutmaya gayret gösteriyoruz? Allah’ın emrini çiğnemenin cezasını hiç düşünmüyoruz.

     Gıybet eden zavallı insanlar bilmiyorlar ki, dünya kanunlarından birini çiğneyen nasıl cezalandırılıyorsa, Allah’ın emirlerini çiğneyerek dedikodu yapanlar, onu bunu çekiştirip gıybet edenler de ilahi adalet gereği cezalandırılacaklardır. Zira insanın konuştuğu her söz tespit edilmektedirler. Nitekim Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:

 

إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ:مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ:

 

     “Hatırla ki (insanın) hem sağında hem solunda oturan, onun amellerini tespit etmekte olan iki (melek) vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında bir gözcü vardır.” (KAF SURESİ – 17–18. AYETLER)

     Demek ki, bir kişi bir söz söylediği zaman onu tespit eden melekler vardır. Onlar sözün iyisini de tespit eder, kötüsünü de. İyi bir söz bizim menfaatimize, kötü sözlerin tespiti de zararımızadır. Allah cümlemizi kötü sözden, yalan ve iftiradan, gıybet ve çekiştirme hastalığından korusun. Lisanına sahip ve malik olan hayırlı kullarından eylesin…

     İbrahim Ethem (KS) hazretleri bir topluluğa evinde ziyafet vermişti. Davetliler sofraya oturur oturmaz hemen birini çekiştirmeye başladılar. Bu durum karşısında İbrahim Ethem (KS) şöyle dedi: “Bizden önceki Müslümanlar, etten önce ekmek yerlerdi. Siz ise ekmekten önce et yemeye başladınız.”

 

BEDENE AİT GIYBET

 

     Bir kimsenin bedeni hakkında gıybet nasıl olur? Şöyle ki: Bir kimsenin kelliğini, kurnazlığını, kısa veya uzun boylu oluşunu, siyahlığını veya sarılığını; vücuduna ait hoşa gitmeyen herhangi bir sıfatını arkasından söylemek, onun bedenine ait gıybettir.

     Hz Aişe (RA) anlatıyor:

     “Bir gün Hz Peygamber (SAV)’in huzuruna gelen bir kadına bir kere bu uzun kadındır dedim. Hz Peygamber (SAV) bana: “Ağzındakini at.” buyurdu. Ben de ağzımdan bir et parçası attım.”

 

NESEBE AİT GIYBET

 

     Nesebe ait gıybete de sık sık rastlanmaktadır. Mesela: Onun babası şöyle fasıktır, alçaktır, ayakkabı tamircisidir, hamaldır, vs… veya nesebine ait hoşa gitmeyecek herhangi bir şeyi arkadan söylemek te kişinin nesebine ait yapılan bir gıybettir. Bu şekilde konuşmalar da haramdır. Bir kişinin anası babası velev ki yukarıda saydığımız vasıfları taşımış olsalar, ana-babasının böyle olması kişi için bir kusur değildir. Tersi olsaydı, ana-babası zengin, makam ve mevki sahibi olsalardı, kişi kötü ise ona ne faydası olurdu? Zamanımızda bazı insanların abdestleri, namazları olmadığı, oruç tutmadıkları halde, ana-babalarının, dedelerinin hacı-hoca olmalarıyla iftihar ettikleri gibi. İftihar edip övünmelerinin onlara ne faydası olur? Şu halde kişilerin nesepleriyle ilgili bir şey konuşurken çok dikkat edilmesi gerekir. Eğer duydukları zaman hoşlanmayacaklarsa, o konuşma terk edilmelidir. Çünkü gıybetle karşı karşıya gelinmektedir.

 

AHLAKA AİT GIYBET

 

     O kötü ahlaklıdır, cimridir, gururludur, münakaşacıdır, çok sinirlidir, acizdir, kalbi zayıftır vs. ahlak düşüklüğünü ifade eden hasletleri söylemek te gıybettir. Kişinin ahlakına ait bir gıybettir.

DİNE AİT GIYBET

 

     O şahıs hırsızdır, şarapçıdır, haindir, namaza gevşektir, zekâta önem vermez, ana-babasına iyilik etmez vs. sözleri bir Müslüman’ın gıyabında söylemek te onun dini hakkında yapılan gıybettir.

 

DÜNYA İŞLERİNE AİT GIYBET

 

     Edebi zayıftır, hafif meşreptir, çok konuşur, çok yemek yer vs. sözleri söylemek te kişinin dünyasına ait yapılan gıybettir.

     Şu halde konu ne olursa olsun, bir Müslüman’ın gıyabında konuşulan şey, onun hoşuna gitmezse, o gıybet sayılır, haramdır. Ölü eti yemekten daha çirkindir.

     Ebu Said El-Hudri (RA) rivayet ediyor: “Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdular:

     “Mi’rac gecesi göklere çıktığım zaman bir grup insan gördüm. Böğürlerinden etleri koparılarak lokma lokma ağızlarına veriliyor, bu sırada kendilerine şu sözler söyleniyordu: “Kardeşlerinizin etlerinden yemekte (alışkın) olduklarınızdan yiyin.” Ben bu manzarayı görünce: “Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir?” dedim. Cebrail (AS) cevaben dedi ki: “Bunlar senin ümmetinin gıybet edenleridir.”

 

GIYBET AYETİNİN NÜZUL SEBEBİ

 

     Bu ayetin yol arkadaşlarını gıybet eden iki mümin hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir. Şöyle ki:

     Hz Peygamber (SAV), sefere çıktığında veya savaşa gittiğinde hali vakti yerinde olan iki müminin yanına bir fakir mümini yol arkadaşı yapardı. Böylelikle fakir mümin de diğer müminlerin yiyeceklerinden faydalanırdı. Hizmet ehli olarak ayrılan kişi yolda giderken, arkadaşlarından ileri geçer, konak yerine varır, arkadaşları gelinceye kadar yiyecek ve içecekleri hazırlardı. Hz Peygamber (SAV) bazı seferlerinde fakir olan Selman-ı Farisi (RA)’ı iki zengine yol arkadaşı yaptı. Yolda giderlerken Selman-ı Farisi (RA) arkadaşlarından ileri geçti, onlardan önce konak yerine geldi. Ne yazık ki yorgunluktan hemen uyuyup kaldı. Arkasından gelen arkadaşlarına bir şey hazırlayamadı. Arkadaşları geldiğinde Selman (RA)’a ne hazırladığını sordular. Selman (RA) bir şey hazırlayamadığını yorgunluktan uyuyup kaldığını söyledi. Arkadaşları Selman’a Hz Peygamber (SAV)’e gidip yiyecek istemesini istediler. Selman (RA) hemen Hz Peygamber (SAV)’in yanına geldi ve yiyecek istedi. Hz Peygamber (SAV): “Üsame’ye git, ona söyle, yanında fazla yiyecek katık varsa sana versin.” buyurdu. Üsame (RA), Hz Peygamber (SAV)’in yiyecek işlerine bakardı. Selman (RA), Üsame (RA)’a geldi, Hz Peygamber (SAV)’in emrini söyledi. Üsame (RA), Selman’a (RA)’a, yanında yiyecek bir şeyin olmadığını söyledi. Selman (RA) gelip durumu arkadaşlarına haber verdi. Bunlar aralarında: “Üsame (RA)’ta yiyecek var ama cimrilik yaptı, vermedi.” dediler. Sonra dönüp Selman (RA)’ı, sahabeden bir topluluğa gönderdiler. Selman (RA) onlara gitti, onların yanında da yiyecek bulunmadı. Geri gelip arkadaşlarına durumu haber verdi. İkisi yavaşça kendi aralarında: “Selman (RA)’ı suyu bol bir kuyuya göndersek kuyunun suyu çekilecek.” diye konuştular. Sonra kalkıp Hz Peygamber (SAV)’in, Üsame (RA)’ın yanında bulunup bulunmadığını araştırmaya gittiler. Hz Peygamber (SAV)’in yanına geldiklerinde, Hz Peygamber (SAV) onlara: “Ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum.” buyurdu. Onlar: “Ey Allah’ın Rasülü, biz bugün et yemedik.” dediler. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV): “Üsame ile Selman’ın etlerini yiyordunuz ya.” buyurdu. Bu hadise üzerine Allah bu ayeti inzal etti ve bir mümini bir mümine kötü zanda bulunmaktan ve gıybetten nehyetti.

     Günümüz müminleri bu sözleri her zaman söyler, fakat gıybet olduğunun farkında bile olmaz. Şu hadiseyi ibretle dinleyelim: Hz Aişe (RA) validemiz anlatıyor:

     Bir gün Hz Peygamber (SAV)’e: “Kısa boylu Safiye sana kâfidir, şöyle, şöyle dedim. Bunun üzerine bana Hz Peygamber (SAV): “Ey Aişe! Yemin olsun öyle bir söz söyledin ki; bu sözü denizin suyuna karıştırmış olsaydın, onu ifsat ederdi.” buyurdu.

     Bu hadis, gıybeti men eden hadislerin en beliği ve en yükseğidir. Kötülük ve çirkinliği denizleri bozacak kadar kötü olan gıybetin, acaba gıybet olunan şahsın haysiyetini, şerefini ve müminler topluluğunu ne hale koyacağını düşünmek kâfidir. Müminler uyanık olmalıdır.

     Hz Peygamber (SAV), Veda Hutbesinde şöyle buyurdu:

     “Şu ayın şu gününde ve bu beldede, kan dökmenin ve başkasına zarar veren hareketin haram olduğu gibi, birbirinizin canına, malına, ırz ve şerefine saldırmak ta haramdır. Ey Allah’ım! Emirlerini kullarına bildirdim mi?”

      Hz Peygamber (SAV) başka bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

     “Miraca çıktığım gece, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir grup kimseye rastladım. Cebrail’e: “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail (AS): “Bunlar halkın (ölü) etini yiyenler, birbirlerini gıybet edenler ve başkalarının namus ve şerefine dil uzatanlardır.” dedi.

     Bu hususlar üzerinde dikkatle ve insafla düşünecek olursak, bu tür sözleri biz her zaman ve her saatte söyleyip durmaktayız. Gıybet ederek, din kardeşlerimizin etini yemekteyiz. Gıybette aynı zamanda kul hakkı da bulunmaktadır. Tevbe etmeden ve helallik almadan vefat edildiğinde, kıyamet günü gıybet edenin sevaplarından alınır ve gıybeti edilen şahsa verilir. Şayet gıybet edenin sevabı yeterli gelmezse, gıybet edilenin günahlarından alınır, gıybet edene yüklenir. Bu acı gerçek üzerinde düşünmeliyiz. Dolayısıyla kendimizi gıybet etmekten mutlaka alıkoymalıyız.

     Hasan-ı Basri Hazretlerine: “Biri seni gıybet etti.” denildiği zaman, kendisini gıybet eden şahsa bir tabak hurma göndererek: “Bana sevaplarında hediye göndermiş olduğunu işittim, ona karşılık şu küçük hediyeyi gönderiyorum.” cevabını vermiştir.       

     İyi düşünelim, bin bir güçlükle, nefis ve şeytanla mücadele ede ede yaptığımız iyi amellerin sevabını neden gıybet etmek suretiyle kaybedelim? Bu badireden kurtuluşun tek çaresi gıybetten uzak durmaktır.

     Bir defasında Hz İsa (AS),arkadaşlarına sordu: “Ne dersiniz, eğer dışarıda uyumakta olan bir adama rastlarsanız, rüzgâr bu adamın avret mahallinin birazını açmış olsa, siz onu örter misiniz? Arkadaşlar: “Evet, örteriz.” dediler. Hz İsa (AS) buyurdu ki: “Bilakis, siz açılmamış kısmını da açarsınız.” Onlar Hz İsa (AS)’ın bu sözlerine hayret ettiler ve: “Sübhanallah! Biz açılmamış kısmını nasıl açarız?” dediler. Hz İsa (AS) buyurdu ki: “Yanınızda birisinden söz açıldığında onun kötü davranış ve huylarından bahsettiğiniz zaman, avret mahallinin kapalı kalan kısımlarını da açmış olursunuz.”

     Halid b. Rib’i anlatır: “Bir defasında bir camide oturuyordum. Bir ara cemaatten bir grup, bir adamı çekiştirmeye başladı. Ben kendilerine mani oldum. Onu bıraktılar, başka birini çekiştirmeye, gıybet etmeye başladılar. Sonra yine ilk çekiştirdikleri adama döndüler. Bu sırada her nasılsa o adam hakkında bir söz de ben söyledim. O gece bir rüya gördüm. Bana uzun boylu, siyah derili bir adam geldi. Elinde bir tabak vardı, içinde de bir parça domuz eti bulunuyordu. Tabağı bana uzatarak: “Ye bunu.” dedi. Ben: “Domuz etini mi yiyeyim? Vallahi yemem.” dedim. Bunun üzerine adam beni yakaladı, iyice bir sarstı ve: “Ondan daha kötüsünü yemiştin.” dedi. Sonra zorla ağzıma bir parça koydu. Tam bu sırada ben uyandım. Allah’a yeminle söylerim ki, bu hadiseden sonra 30 – 40 gün ağzıma her yemek koyuşumda o etin çirkin tadını ve pis kokusunu mutlaka hissederdim.”

 

GIYBET YALNIZ DİLLE OLMAZ

 

     Evvela şunu iyi bilmeliyiz ki, dille yapılan gıybet, din kardeşinin noksanını başkasına anlatmak ve onu hoşlanmadığı bir şeyle başkasına bildirmektir. Bu ise haramdır.

     Bir Müslüman’ın noksanlıklarını veya hoşlanmadığı yönlerini başkalarına doğrudan doğruya anlatmakla, dolaylı olarak anlatmak arasında hüküm yönünden hiçbir fark yoktur. Keza bu hususta fiil ve hareket te söz gibidir. İşaret, ima, göz kırpma, alay, yazmak, hareket ve tavır da gıybettir ve haramdır. Demek ki, sözün dışında bazı hareket ve işaretler de kişinin hoşlanmayacağı hususlarını anlatıyorsa o da gıybettir.

     Hz Aişe (RA) validemizin anlattığı şu hadise de gıybetin sadece lisanla olmadığını anlatır:

     “Huzurumuza bir kadın girdi. Biraz sonra ayrılıp gidince ben el işaretiyle o kadının boyunun kısa olduğunu ima etmek istedim. Bu hareketim üzerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Sen o kadının gıybetini yaptın.”

     Bir kimsenin hareket ve davranışlarını arkasından taklit etmek te gıybettir. Hatta böyle hareket ve tavırla yapılan gıybetler, dille yapılan gıybetten daha büyük bir suçtur. Çünkü bunlar, başkalarının hareketlerini tasvir etmek ve başkasına anlatma hususunda dilden daha etkilidir.

     Bir gün Hz Peygamber (SAV), Hz Aişe (RA)’nın, bir kadının hareketlerini taklit ederken görünce şöyle buyurdu:

 

ما يسرنىأنىحاكيت إنساناولي كذاوكذا.

 

     “Benim çeşitli kusurlarım varken başka kimselerin kusur ve kabahatlerini taklit etmem beni hiç sevindirmez, hiç hoşuma gitmez.”

     Yazı yoluyla yapılan gıybet te böyledir. Bir yazarın kitabında muayyen bir şahsı zikretmesi ve konuşmalarını ayıplaması gıybettir. Ancak dinen meşru bir sebep ve mazeret, muayyen bir şahıs hakkında yazı yazılmasını gerektiriyorsa, o zaman müstesna… O zaman gıybet olmaz. Neresinden bakarsanız bakın gıybet tehlikelidir.

 

GIYBETİN KOKUSU

 

     Cabir b.Abdullah (RA) anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV)’in zamanında pis kokulu bir rüzgâr esmişti. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdular: “Münafıklardan bir grup, Müslümanlardan bir topluluğu çekiştiriyorlar. İşte bu pis kokulu rüzgâr bunun için esmektedir.”

     Asr-ı saadette gıybet edilen yerden çok çirkin bir koku yayılırdı. Bugün bu koku yayılmıyorsa, gıybetin yapılmadığından değil, daha çok yapıldığının bir işaretidir. Şöyle ki: Bugün gıybet çok yapıldığı için ve insanlar bu çirkin kokuyu çok sık olarak aldıklarından bir alışkanlık kazanılmıştır. Yoksa kokunun hissedilmemesi gıybetin yapılmadığı anlamına gelmez. Mesela: Tabakhaneye giren veya önünden geçen kimse oradan yayılan kokuya tahammül edemez, içi bulanır, derhal oradan uzaklaşmak ister. Hâlbuki devamlı olarak çalışan kimselerde bu hal görülmez. Onlar bu kokunun farkında bile değildirler. Çünkü orada devamlı çalışmak suretiyle, o kötü kokuyu koklamak suretiyle alışkanlık kazanmışlar, koku alma duyuları adeta körelmiş, koku alamaz hale gelmişlerdir.

      Bunun gibi Asr-ı Saadette gıybet çok az yapılırdı. Bunu da Müslümanlar değil, münafıklar yaparlardı. O bakımdan münafıkların, Müslümanların aleyhinde konuşmalarından dolayı gıybet kokusu etrafa yayılırdı. İşte bu hususu Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade etmişlerdir: “Münafıklardan bir kısım, Müslümanlardan bazılarını gıybet ettiklerinden bu çirkin koku yayıldı.” Bu da Devri- Saadette münafıkların yaptığı gıybetin kokusunun Müslümanlar tarafından hissedildiğine, Müslümanlar arasında gıybet hastalığının bulunmadığına işarettir.

     Bir gün Hz İsa (AS) şeytana rastlar. Bir elinde bal, diğer elinde kül tutmakta olan şeytana sorar: “Ey Allah’ın düşmanı! Bu bal ve külle ne yapıyorsun?” Şeytan cevap verir: “Külü fakirlerin ve yetimlerin üzerine serpiyorum. Ta ki zenginlerin gözlerine çirkin gözüksün de yardım etme fikrinden vazgeçsinler. Balı da gıybet edenlerin, din kardeşlerini çekiştirenlerin ağızlarına sürüyorum. Ta ki başladıkları dedikodudan ayrılamayacak kadar tat duysun, zevk alsın birbirlerine küsecek kadar işi ileri götürsünler.”

     Gıybet deyip te geçmemek lazım. Bu, insanın fikri seviyesini, imanî tekâmülünü gösteren bir ölçüdür. Şahsiyeti zayıf, hadiseyi olduğundan fazla gören kimseler, buna tevessül ve tenezzül ederler. Büyük dargınlık ve kırgınlıkların temelinde işin gıybetle başladığı gerçeği yatar. Bunun içindir ki, bizim huzurumuz ve emniyetimizi tekeffül etmiş olan dinimiz, gıybetin en basitini bile yasaklamıştır.

     Semerkant âlimlerinden Ebu’l Leys Hazretleri, hacca giderken kendisine bir miktar para ayırır. Yolda gıybet ettiği takdirde bu parayı çöle atmaya başlayacaktır. Ta ki parası boşu boşuna heder olmasından korkarak gıybete yaklaşmamak için bu hareketi yapacaktır. Hac dönüşünde cebindeki paranın tükenmediğini görünce, kimseyi gıybet etmediği için Allah’a şükreder. Bu örnek bizlere gıybetin ne kadar kötü olduğunu anlatmaya yeter.

KİŞİYİ GIYBETE SÜRÜKLEYEN SEBEPLER

 

     1-) Gıybet etmek istediği kimseye kızgın ve dargın olmasıdır. Kendisini öfkelendiren bir hadise meydana gelir. Kızınca da o hadiseye sebep olan adamın kötülüklerini saymaya çalışır. Haramlardan kaçınan kuvvetli bir imana sahip değilse, tabiatıyla dili hemen o kimsenin kötülüklerini saymaya başlar. Neticede kin ve öfke insanı gıybete sürükleyen sebeplerdendir.

     2-) Arkadaşlara uymak, onları hoş karşılamak ve onların konuşmalarına müsaade etmek. Arkadaşları, başkaları hakkında konuşmak suretiyle boş vakit geçirmeye çalışırken, düşünür ve kendi kendine der ki: “Bunları hoş karşılamazsam veya topluluğu terk edersem, bana darılacaklar, belki de bana küsecekler.” Böylece onların gıybetlerine müsaade eder ve onlara suç ortağı olmuş olur.

     3-) Kendisine bir suç isnat edildiğinde, kendisini korumak ve kurtarmak için bunu başkalarına anlatmaktır. Falanca benim arkamdan gıybetimi yapacak veya benim aleyhimde konuşacak zannederek ona dil uzatmaya ve toplumda onu kötülemeye başlar. Bazen de kendi doğruluğunu kabul ettirmek için hakikatten ve doğruluktan bahseder. Mesela: “Yalan benim âdetim değildir. Ben size falanın şu hallerinden bahsettim. Dediklerimiz hepsi doğrudur.”

     4-) Kendini övmek ister, övemez. Bunun için başkalarını gıybet eder. Böylece kendi üstünlüğünü gösterir. Mesela: “Filan kimse bir şey anlamaz, filan kimse riyadan kaçınmaz.” Yani: “Ben her şeyden anlarım, riyadan kaçınırım.” Gösteriş ve övünme arzusu da gıybete sürükleyen sebeplerdendir.

     5-) Haset te gıybete sürükleyen sebeplerdendir. Hasetçi, insanların övdüğü, sevdiği ve ikramda bulunduğu kişiyi çekemez, onu kıskanır. Sahip olduğu nimetin yok olmasını arzu eder. Fakat bunun için de onu kötülemekten başka yol bulamaz. Dedikodu, insanlar arasında onun değerini düşürmeye çalışır. Bazen haset, iyiliksever bir arkadaşa ve kafa dengi bir dosta karşı da olur.

     6-) Oyun, gevezelik, şaka ve vakti gülmekle geçirmek arzusu da gıybete sürükleyen sebeplerdendir. Bu duyguda olanlar, taklit yoluyla insanları güldürmek için başkalarının ayıplarını saymaya başlarlar. Bunun temelindeyse gurur ve ücup yatar.

     7-) Maskaralığa almak, alay etmek, başkalarını küçük görmek hastalığı da gıybete sürükler. Bunun kaynağı da büyüklenmek ve alay edilen şahsı küçük görmektir.

 

TARİHİ BİR ÖRNEK

 

     Zeyd b. Sabit (RA), Hz Peygamber (SAV)’den işittiği hadisleri, mescitte bulunan Ashab-ı Suffe’ye nakleder, anlatırdı. Bir gün Hz Peygamber (SAV)’e et geldiğini haber aldılar. Uzun zamandır et yememiş oldukları için Zeyd b. Sabit (RA)’ı et istemesi için Hz Peygamber (SAV)’e gönderdiler. Zeyd b. Sabit (RA) onların yanından ayrıldıktan sonra: “Sanki biz Hz Peygamber (SAV)’e erişmemişiz, onun hadislerini bilmiyormuşuz gibi, Zeyd b. Sabit (RA) durmadan bize hadis rivayet ediyor.” dediler. Zeyd b. Sabit (RA), Hz Peygamber (SAV)’in huzuruna varıp, Ashab-ı Suffe’nin et istediğini anlatınca, Hz Peygamber (SAV): “Onlara git söyle, şimdi et yediniz, onun için et vermedi de.” buyurdu. Zeyd (RA), arkadaşlarının yanına gelip Hz Peygamber (SAV)’in sözlerini haber verdi. Ashabı-ı Suffe uzun zamandan beri et yemediklerine yemin edince, Zeyd (RA) tekrar Hz Peygamber (SAV)’in yanına gelir ve onların yeminli sözlerini nakleder. Hz Peygamber (SAV) yine: “Git, onlara de ki, şimdi et yediniz.” buyurdu. Zeyd (RA) tekrar Ashab-ı Suffe’nin yanına gider ve Hz Peygamber (SAV)’in söylediklerini aynen tekrar eder. Bunun üzerine Ashab-ı Suffe’nin tamamı Hz Peygamber (SAV)’in yanına gelerek: “Ya Rasülallah (SAV)! Zeyd (RA)’la iki defa et yediniz diye haber göndermişsiniz. Hâlbuki filan zamandan beri et yemedik.” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Şimdi kardeşiniz Zeyd (RA)’ın etini yediniz. Eserleri de dişlerinizde görülüyor.” buyurdu. Bunun üzerine Ashab-ı Suffe yere tükürünce, etin kırmızılığı ve kanları görüldü. Hatalarını, gıybet etmiş olduklarını kabul ve itiraf ederek tevbe ettiler ve Zeyd b.Sabit (RA)’tan helallik almak üzere özür dilediler.

 

ÖLÜ ETİNE BENZETİLMESİ

 

     Ayette gıybet edenler, insanların namus ve haysiyetleri bakımından çekiştirenler, ölü bir mümin kardeşinin etini yiyenler şeklinde tasvir ve temsil olundular. Kur’an’ın bu benzetmesinde pek derin ve zarif nükteler vardır. Gerçekten gıybet olunan kişi, yanımızda olmaması itibarıyla konuşulanları duymamak ve kendisini müdafaa edememek bakımından bir ölüye, mümin olması itibarıyla da bir kardeş ölüsüne benzediği açıktır. Onun yokluğundan faydalanarak haysiyet, namus ve şerefine tecavüzde bulunmak, çekiştire çekiştire onun etini yemek şeklinde bir saldırış ve canavarlığı andırır. İnsanın şeref ve haysiyeti, vücudu örten bir et gibidir. Onun ayıplarını, kusurlarını dökmek suretiyle didiklemek, bir köpeğin herhangi bir leşi çekiştire çekiştire dişlemesinden ve yemesinden daha kötüdür.  

     Kusurları örtmeye ve affetmeye çalışalım. Başkalarının ayıplarını meydana dökmeyelim. Önce kendi kusurlarımızı düşünelim. Bir de bizim kusurlarımızı başkalarının çekiştirmelerini, namus ve şerefimizi lekelemelerini düşünelim.

 

İLİM SAHİPLERİ VE GIYBET

 

     İlim sahiplerini gıybete sürükleyen üç sebep vardır:

     1-) İslam’a uymayan bir hal ve din konusunda işlenilen bir hataya karşı duyulan hayret ve taaccüp, ilim sahiplerini gıybete sürükler. Mesela şöyle der: “Şu adamda gördüğüm hallere hayret ediyorum.” Bunu söyleyen sözlerinde haklı olabilir. Hayreti de, İslami ölçülere uymayan bir halden dolayı mümkündür ve hayret etmeye hakkı da vardır. Fakat adamın ismini anması doğru değildir. Farkına varmadan o adamın gıybetini yapmış olur.

     2-) İlim sahiplerini gıybete sürükleyen ikinci neden de acımaktır. Birine acıyıp: “Biçarenin vaziyeti ve başına gelen felaketler beni çok üzdü.” gibi sözlerle, üzüntüsünü izhar etmesidir. Üzülme ve gamlanmasında samimi olur. Fakat üzüntü ve kederinden dolayı ismini anmaktan sakınmayı unutur. Böylece ismini anar, gıybete düşer. Hâlbuki hiç isim anmadan kederlenmesi ve acıması mümkündür. Ama şeytan, acımasının ve kederlenmesinin sevabını gidermek için ismini anmayı teşvik eder.

     3-) Allah için kızmak ta ilim sahiplerini gıybete sürükler. Bir insanın yaptığı kötülüğü gördüğü veya işittiği zaman kızar. Gazabını izhar eder ve ismini anar. Dinen vacip olan emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i an’il münker yapmak suretiyle gazabını izhar etmektir. Yani; İslam’a uymayan fiilini bizzat yüzüne söylemesi ve o işten vazgeçirmeye çalışması gerekir. Bunu yapmıyorsa ismini anamaz, yaptığı çirkin işi de ona buna anlatamaz.

     Gıybete sürükleyen bu üç sebebi ulemanın bile her zaman anlaması pek kolay değildir. Hakikaten Müslümanların birçoğu zanneder ki; hayret, acımak ve kızmak, Allah için olursa isim söylemekte bir mahzur yoktur. Bu kanaat tamamen yanlıştır.

     Amr b. Vesile’den rivayet olunur:

     “Hz peygamber (SAV)’in hayatında bir adam bir topluluğa uğradı, selam verdi. Topluluk selamını aldı. Topluluktan uzaklaşınca bir adam dedi ki: “Ben Allah için bu adama buğz ediyorum.” Orada bulunanlar dediler ki: “Söylediğin ne kadar çirkindir. Allah’a yemin olsun ki, biz söylediğini adama haber vereceğiz.” Sonra içlerinden birisine şöyle dediler: “Sen kalk, adama yetiş ve şunun söylediğini kendisine haber ver.” O adam kalktı, adama yetişti ve hakkında konuşulanı ona anlattı. Adam Hz Peygamber (SAV)’e geldi, hakkında konuşulanı anlattı ve aleyhinde konuşan adamı çağırtıp ifadesini almasını talep etti. Hz Peygamber (SAV) o adamı çağırttı ve: “Sen bu adama niçin kızıyorsun?” diye sordu. Adam şöyle dedi: “Ben bunun komşusu olduğum için ahvalini iyi bilirim. Allah’a yemin ederim ki, bu adamı farz namazlardan başka hiçbir namazı kılarken görmedim.” Aleyhinde konuşulan adam dedi ki: “Ya Rasülallah! Lütfen kendisine sorun ki, acaba beş vakit namazı hiç geciktirdim mi veya abdestinde, rükûunda, secdesinde bir eksiklik yaptım mı?” Hz Peygamber (SAV), o adama sordu. O da şöyle cevap verdi: “Hayır.” dedi ve arkasından devam etti: “Allah’a yemin olsun ki, ben bu adamın hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim. Ancak Salihlerin de facirlerin de oruç tuttuğu Ramazan ayı müstesna. Ramazan orucunu tutar.” Aleyhinde konuşulan adam şöyle dedi: “Ya Rasülallah! Ona sorun ki, acaba ben Ramazan orucunu hiç yedim mi ve hakkında bir şeyi noksan yaptım mı?” Hz Peygamber (SAV), o adama sordu. Adam şu cevabı verdi: “Hayır.” Arkasından şöyle devam etti: “Allah’a yemin olsun ki, ben onu hiçbir dilenciye ve yoksula yardım ederken görmedim, Allah yolunda malından hiçbir şey infak ettiğini görmedim. Ancak facirin ve salihin de ödediği zekât müstesna.” Aleyhinde konuşulan adam dedi ki: “Ya Rasülallah! Ona sorun ki, acaba ben zekâtımdan veya onu talep eden hakkında bir şey noksan ettim mi?” Hz Peygamber (SAV) sordu, adam cevap verdi: “Hayır.” Neticede Hz Peygamber (SAV), kötüleyen adama şöyle buyurdu:

 

قم,فلعله خيرمنك.

 

     “Kalk! Umulur ki, senden daha hayırlıdır.”

 

 

 

 

GIYBETİN KISIMLARI

 

     1-) Mübah kabul edilen gıybet

     2-) Günah kabul edilen gıybet

     3-) Münafıklık kabul edilen gıybet

     4-) Küfür kabul edilen gıybet

 

1-) MÜBAH KABUL EDİLEN GIYBET: Aşırı günahkârlıkları ve dinimize bir takım uydurma adetleri sokmakla tanınmış kimselerin aleyhinde konuşmak ve bunların bütün kötülüklerini ortaya sererek şerlerinden müminlerin sakınmalarını temin etmek, herkesin boynuna borçtur. Böylesi bir gıybet, dinimizce helal ve mübahtır. Nitekim Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kendilerinden başkalarının korunmasını sağlamak gayesiyle aşırı günahkârlıkları ile tanınmış kimseleri bütün iç yüzleriyle gözler önüne serin.”

2-) GÜNAH KABUL EDİLEN GIYBET: Bir topluluk arasında herhangi bir Müslüman kardeşimizin açık seçik adından bahsedilmek suretiyle kusur ve eksiğini ortaya atmak ve bir kimsenin arkasından böylesine hoşa gitmeyecek şekilde konuşmanın da kötülük olduğunu bilerek gıybetini yapmak dinimizce günahtır. Bu tip hareketlere girişenler, Allah’ın emirlerine karşı geliyor demektir ki, bu günahları yüzünden muhakkak tevbe etmeleri gerekir.

3-) MÜNAFIKLIK OLAN GIYBET: Bazı kimseler, bir topluluk arasında adını vermeksizin, fakat ima ederek bir mümin kardeşinin kusurunu ortaya atar. Kendilerinin de çok takva sahibi ve dürüst olduklarını ileri sürerler. Hâlbuki hiç te dürüst ve takva sahibi değildirler. Maksatları başkalarını yererek ve kötüleyerek, kendilerini üste çıkarmaktır. İşte böylesine gıybete de münafıklık adı verilmiştir.

4-) KÜFÜR OLAN GIYBET: Bir insan, bir topluluk arasında olmadığı halde: “Falancanın şu şu kusurları vardır.” diye bir mümin kötülenmemelidir. Olmayan bir şeyi var göstererek: “Gıybet ediyorsun.” denildiği zaman da: “Hayır, bu gıybet değil, ben gerçeği söylüyorum.” diye ayak diretmek doğru değildir. Bunun tersini yapanların, yani olmadığı halde başkalarına kusurlu diyenlerin küfür ve inkâra düştüklerini söylemek gerekir. Çünkü bir mümine kendisinde olmayan bir eksiklik ve kusuru isnat etmek ve ikaz edilirken de: “Ben gıybet etmiyorum, gerçeği söylüyorum.” şeklinde inat etmek küfürdür. Neden? Çünkü Allah’ın haram kıldığı bir gıybeti helal kabul etmek küfürdür.

 

GIYBETİN TEVBESİ

 

     Gıybet eden kimsenin, pişman olması, üzülmesi ve tevbe etmesi gerekir. Aynı zamanda gıybet ettiği kişiden helallik alması da şarttır. Bu hususta Hasan Basri Hazretleri şöyle der: “Gıybet yapan kimseye mutlaka helallik istemesi lazım gelmez. Allah’a karşı istiğfarda bulunması ve mağfiret talep etmesi kâfidir.” Hz Peygamber (SAV) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Gıybetini yaptığın kimsenin kefareti, onun için mağfiret talep etmendir.”

     Şu halde hem kendin için gıybet ettiğinden dolayı mağfiret isteyeceksin, hem de gıybetini yaptığın kişinin mağfiretini ve kusurlarının bağışlanmasını Allah’tan isteyeceksin.

     Ata İbni Rebah’a, gıybetten dolayı tevbe etme hakkında soruldu. Dedi ki: “Gıybetini yaptığın arkadaşına gidersin ve: “Senin hakkında söylediğim hususlarda yalan konuştum, sana zulmettim, günaha girdim. Şimdi istersen benden hakkını al, istersen beni affet.” dersin.” Gıybetin tevbesi böyle yapılır. Salih ve sahih olan da budur. Gıybet eden kişinin, çekiştirdiği şahısla helalleşmeden yapacağı tevbe-istiğfarın makbul sayılıp sayılmayacağı hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kimine göre birisi hakkında gıybet etmiş olan şahıs, o kişiyle helalleşmeden yapacağı tevbe-istiğfar makbuldür. Kimine göre ise, çekiştirdiği şahısla helalleşmeden yapacağı tevbe-istiğfar makbul değildir. Bu hususu iki kısımda mütalaa etmek gerekir:

     1-) Söylenen sözün, çekiştirilen kişinin kulağına kadar gitmemiş hali. Bu durumda yapılacak iş, Allah’tan mağfiret talebinde bulunmak ve bir daha gıybet etmemeye kesin karar vermektir.

     2-) Söylenen sözün, o kişinin kulağına kadar gitmiş olması hali. Bunun tevbesi, çekiştirilen kişiyle helalleşmekten ibarettir.

     Şu halde Müslüman gıybet etmemeye gayret sarf etmeli, gıybet yapmamalıdır. Gıybeti yapmadığı gibi, din kardeşinin kendi yanında gıybet edildiğine şahit olduğu zaman onu müdafaa etmeli, gıybet edenlere karşı onu savunmalıdır. Bu, mümine düşen önemli bir görevdir.

     Sevgili Peygamberimiz (SAV), bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

 

من ردعن عرض أخيه ردالله عن وجهه النار يوم القيامة.

 

     “Bir kimse kardeşinin ırz ve şerefini, gıybet edene karşı müdafaa ederse, Allah kıyamet günü o kimseyi cehennemden uzaklaştırır.”

     Bir diğer hadislerinde de şöyle buyuruyor:

     “Her Müslüman’ın diğer Müslüman üzerine kanı, ırzı ve malı haramdır.”

     Netice itibarıyla gıybet eden şahıs, gıybet ettiği şahıstan imkân olursa mutlaka helallik istemelidir. Fakat gıybeti yapılan şahıs ölmüşse veya gaib olup görme imkânı yoksa o takdirde, onun hakkında çok çok istiğfarda ve duada bulunulmalıdır.

     Allah cümlemizi ve bütün kardeşlerimizi gıybet etmekten, üzerine kul hakkını geçirmekten muhafaza buyursun. Gıybet hastalığına müptela olanların da ikrahını halk eylesin. Nedamet duymak suretiyle hemen tevbe istiğfar yapmak suretiyle Allah’tan af ve mağfiret istemeyi nasip eylesin… ÂMİN…

 

KAYNAK : MÜMİNLERE VAAZ VE İRŞAT     MEHMET ALTUNKAYA


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat