2006 YILI ARAFAT
KONUŞMASI
VEHBİ AKŞİT
–KÜTAHYA MÜFTÜLÜĞÜ KURAN KURSLARI MÜDÜRÜ
İZMİR 17. KAFİLE
BAŞKANI
9 OCAK 2006
PAZARTESİ –ARAFAT
İnsanlık ailesinin
bu dünyadaki ilk temelinin atıldığı bu mübarek yere hoş
geldiniz.
Arafat, Havva
anamızla, Adem babamızın göz yaşları ile hasretlerini giderdikleri
yer.
Arafat, o büyük
iki insanın yalvarışlarını kabul edilip büyük affa mazhar oldukları
yer.
Ve bizler, işte
Sen’den af isteyen Babanın evlatları olarak bir arada ve öyle bir durumdaki, tüm
arizî sıfatlardan arıntmış tertemiz, bembeyaz, arı, duru bir şekilde. Ve hep bir
ağızdan LEBBEYK (geldik) diyoruz.
Dağlarda
yankılanan sedalar Babamız Âdem’in duasına, Hz. Peygamberin Veda hutbesine
karışıyor ve dergaha uğurlanıyor tüm duâlar.
Mahşer bu olsa
gerek. Ve cennete girmek için sıra bekleyenlerin duyduğu heyecan da bu
olmalı.
Bugün arefe
günüdür. İşte şu an üzerinde bulunduğumuz Arafat, marifet yeridir. Âdem, kendi
gerçeğini, azciyetini, yetersizliğini, sınırlarını orada tanıdı. Âdem, Arafat’da
adam oldu.
Biz de âdemoğluyuz
ve kendimizle tanışmaya geldik. Hikmetin en eskimez formülüdür. Kendini bilen
Rabbini bilir. Eğer kendini bilirsen Sen de Rabbini bileceksin. Sade Rabbini
değil, eşyayı, dostu düşmanı, yüceyi, alçağı, kalıcıyı, geçiciyi
tanıyacaksın.[1]
Arafatta cennetini
kaybetmiş bir Âdem gibi hissetmelisin kendini. Unutma, doğduğun zaman pırıl
pırıldın, saftın, Cennet sendin. Allah’a verdiğin sözü daha sonraları bozdun.
Saflığın gitti, kirlendin, bozuldun, kendine yabancılaştın, hakikate
yabancılaştın. Allah’a ve eşyaya karşı
yabancılaştın.
İşte Arafat,
sadece tanışma yeri değil. Aynı zamanda buluşma yeridir de. Havvanızla,
Havva’larınızla. Havva yalnızca bir eş değil, bir can yoldaşı, bir yol arkadaşı,
bir dava kardeşi, bir dost yürektir. Kaybettiğiniz nice yürekleri –başta kendi
yüreğiniz olmak üzere- Arafat’a bulursunuz. Havva çevrenizdir sizin. Çevrenizi;
yani hem cehenneminiz, hem cennetiniz.[2]
Allah davet etti
sizi, geldiniz. Arafat’tasınız. Cebel-i Rahme’nin koynundasınız. Şimdi sıra
sizde. Siz davet edeceksiniz. Tabi O’nu ağırlayacak selim bir Kalbiniz varsa.
O’nu harabeye dönmüş, şehir çöplüğünden beter hale gelmiş bir yüreğe davet
edemezsiniz. Önce orayı temizlemelisiniz. [3]
Hacc, hacca gelen
her mü’min için bir milat olmalıdır. Hz. Peygamber bir hadisinde, Arafat’ta
marifete eren kişiyi tasvir ederken “anasından doğduğu günkü gibi” buyurur. İşte
böylesine bir milad, Arafat’ta yeniden doğan bir mü’min hayatını, “milattan
önce-milattan sonra” der gibi “hacdan önce-hacdan sonra” diyecek kadar pozitif
yönde değiştirmeli, hacc onun için ba’sü ba’de’l-mevt (yeniden doğuş) olmalıdır.
[4]
Arafat bir mahşer
provasıdır. Bu nedenle orada seferin sürekliliği vurgulanmak için öğle ve ikindi
birleştirilerek (cem) öğle vaktinde kılınır.
Evet, Arafat’ta
vakti kısaltıyoruz. Çekiyoruz ikindiyi öğle vaktine, beraber kılıyoruz namazları
ve acelemiz var duaların dergâha ulaşması ve affa mazhar olmak için ve Cenneti
yakalamak için.
ARAFAT
VAKFESİ
Ve siz Arafat’a ve
siz vakfeye geldiniz. Kefene benzer ihramlarınızla haşrolarak, bir yeniden
dirilişi yaşayarak, ahiret günü şuuruyla vakfe yapmaya
geldiniz.
Bugün arefe…
Kabeden uzaklaşma günü. Yakın olma günü. Şimdi Kâbe’den uzaklaşıyor mü’minler.
Ebede doğru akıp duran ins selinin yeryüzünde kristalleştiği noktadan, gaybe
doğru yöneldiği âna denk gelir Arafat’a çıkış.
Mevlana’nın neyini
dert dert delip inleten, İbrahim’in kalbini kanatan, bütün zamanlarda arza doğru
kanayan hem eski hem taze ayrılık yarasının iyileşmeye yüz tuttuğunu haber veren
kan pıhtısının iyileşmeye yüz tuttuğunu haber veren kan pıhtısından yani
Kâbe’den kopma vaktidir artık. Ümmetin bir cenin gibi yeni baştan ihya, inşa ve
insan edildiği Mekke’nin rahminden düşme vaktidir. Hem ayrılıktır hem
uzaklıktır. Kâbe’ye doğru kara sevda, Arafat’ın kucak kucak beyaz insanı kadar
kavuşmadır.[5]
BUGÜN DOLANMA GÜNÜ
DEĞİL; DURMA GÜNÜ, DURULMA GÜNÜ
Bugün dolanma günü
değil. Durma günü. Durulma günü. Hacılar, vakfeye duruyorlar. Kâbe’nin temsil
ettiği suretin verasına geçip sevdasında duruluyorlar. Çünkü Kâbe bile bir
perde…
Arafe, gündüzlerin
en uzunu, en güneşlisi, en aydınlığı, en çok yıldızlısı. Bir ömre değer gündür
Arefe. Bir asra bedel gündür arafe. Asr’ın hüsranlıları burada teselli bulur.
Şimdi muarefe vakti. Arefe, Rable tanış olma ânı.[6]
BİR ÖMRE DEĞEN
GÜNDÜR AREFE
Alnımızın değdiği
kıblede, yüreğimizin yöneldiği Kâbe’den, varlığımızın Vareden’in huzuruna
çıktığı Arafat’a geldik. Şimdi, ihramın içinde kıl kıpırdamayacak denli teslim
olmuşuz. Kâbe karasını nuru eylemiş, gözlerin dupduru yaşında yeniden duruluyor,
gaybe aşinâ bakışlar giyiniyoruz. [7]
Bugün Arafat’ta
gündüzledik. Bir çözülüşün evvelinde, bir dirilişin öncesinde duruyoruz. Vakfe
anını hissettik. Herkesin akın akın gelip etrafında odaklandığı, dolandığı
Kâbe’ye arkamızı dönüp, Kâbe’nin suretinin arkasında saklana saklana, Kâbe’nin
verasına koştuk.
Anladık ve
anlattık ki, Kâbe dahi vuslata yetmiyor. Tavafta O’na teslimiyetin kıyısına
kadar vardır, sa’yde O’ndan yine O’na kaçma hürriyetini tattık.
Şimdi kendi
ikiliğimizi keşfettik. Teslim olan yanımızı ve serbest olan yanımızı bildik.
Arefe günü O’na
doğrudan muhatap olma telaşına girdik. Arefe, O’nu bilme zamanıdır. Arafat,
O’nunla bilişme, muarefe etme mekanıdır. “Bana ev değil komşu lazım” derken
cennete dahi istiğnasını ifade eden Rabia gibi, hacı olarak “ev” den, yani
Kâ’be’den “komşu” ya, bir olan Rabbe koştuk. Sevgilinin Evi etrafında döndük,
sonra evi de bırakıp Sevgili’ye döndük. “Ve varış Allah’adır” hükmü Arafat’ın
yokuşlarında, Arafat’ın taşlarında, Arafat’ın gözyaşlarında yeniden yazıldı.
Hacı olarak, Kâbe’yi bile hatırı sayılır yapanın yalnız O’nun vechi olduğunu
kavradık.
“Onun vechinden
başka her şey helâk olmuştur” der. Vakfenin duru, mahzun kalpleri, Kabe’den
O’nun vechine dönüştür Vakfe.
Bir duruş, bin
duruluştur.[8]
ARAFAT-MAHŞERİ
ATMOSFER
Arafat’ta mahşeri
atmosfer var. Evet, İslam’ın insana bakış açısını Arafat’taki vakfeye duran
hacıların bu manzarası adeta küçük bir mahşeri hatırlatmaktadır insana. Bütün
hacılar; genci, yaşlısı, siyahı, erkeği, kadını, zengini, fakiri tamamen eşit
şartlarda bembeyaz ihramları ile başları açık (erkeklerin) ayakları çıplak
vaziyette vakfeye durup Allah’tan günahlarının affolunması için dua ederlerken o
ortamı teneffüs etmek adeta küçük bir provası olan Arafat’taki bu duruş, bu
toplanma insana tekrar dirilme günü üfürülecek olan Sur’u hatırlatıyorsa: Sen
Lebbeyk deyip buraya gelmenin anlamını artık
kavramışsın.
Evet iki yerdeki
çağırmaya dikkat çekelim. Biri hac için ve sen buraya boyun eğerek, Allahım bu
Sen’in emrindir, bu emri yerine getirmek istiyorum dedin ve
geldin.
Diğerinde de
çağırma var yani kıyamet günü, o zaman da Allah çağıracak. Bu sefer hem senin,
hem de diğer tüm insanların gelip gelmeme diye bir durumu söz konusu yok. Herkes
mecburen gidecek. Sanki sen o zamanın provasını yapıyorsun, kendi elinle
giydiğin kefenin ile (ihramınla)
İki çağırılma, iki
hesaplaşma. İkisi de senin için. Bir mahşerde, biri burada
Arafat’ta…
Onun için, Ey
Arafat’a gelen kişi!
Burada kendin ile
iyi hesaplaş. Arafat sanki Yevmül Haşr’in (kıyamette dirilip Allah’ın huzurunda
toplanacağımız günün) bu dünyadaki tatbiki bir Küçük Haşr gibidir. Yevm-i
Mahşer’in ilk tatbikatını burada yap. O büyük güne hazır olup olmadığını kontrol
et. Kendini sorgula. Sorgula ki orada mahcup olmayasın!...[9]
HAC
ARAFATTIR
Evet, bugün
arefedir. Bugün Arafat’ta vakfe günüdür.
Rasülullah’ın
(sav) “Hac Arafattır” buyruğunda işaret ettiği gibi, hac ibadetinin en önemli
şartı, bugün yapılacak olan Arafat vakfesidir. Lugat anlamıyla vakfe, durak,
durulacak yer ya da duruş demektir. Arafat’ta durmak, durulması gerektiği gibi
duruluşa geçmektir.
Ve siz Araf’a ve
siz vakfeye geldiniz. Kefene benzer ihramlarınızla haşrolarak, bir yeniden
dirilişi yaşayarak, ahiret günü şuuruyla vakfe yapmaya
geldiniz.
Dönüş Allah’adır
gerçeğini biliyorsunuz.
İsteseniz de,
istemeseniz de ölecek.
İsteseniz de,
istemeseniz de tekrar dirilecek…[10]
Ahiret gününü, din
gününü, hesap gününü düşünürken, Kur’an-ı Kerim’d zikredilen şu ayet-i
kerimeleri hatırlıyoruz:
“Kulakları
patlatırcasına olan o gürleme geldiği zaman,
Kişi o gün, kendi
kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından
kaçar.
O gün, onlardan
her birisinin kendine yetecek bir işi (meşguliyeti)
vardır.
O gün öyle yüzler
vardır ki üzerini toz bürümüştür. Onu da karartı
sarıp-kaplamıştır.
İşte onlar kâfir
ve fâcir olanlardır.”[11]
Daha önceleri
yüzlerce kez okuduğunuz bu ayeti kerimelerle yeni karşılaşmış gibisiniz. Tekrar
tekrar okumaya, tekrar tekrar düşünmeye başlıyorsunuz bu ayeti kerimeleri…
Duyduğunuz derin heyecana endişe, endişenize korku katılıyor. Dağlar kadar büyük
nedeni olan bir korkuyu, köklü bir korkuyu
yaşıyorsunuz.
“O gün öyle yüzler
vardır ki apaydınlıktır. Sevinç içinde gülmektedir. Ve o gün öyle yüzler vardır
ki üzerini toz bürümüştür. Onu da bir karartı
sarıp-kaplamıştır.
….
O gün hangi
uzvunuza baksanız, o uzvunuzun dillenmeye, o uzvunuzun konuşmaya başladığını
görüyorsunuz!
Elleriniz “Ya
Rabbi, bu kulun benimle şunları yaptı…”
Ayaklarınız “Ya
Rabbi, bu kulun benimle şuralara gitti…”
Gözleriniz “Ya
Rabbi, bu kulun benimle şunlara baktı…”
Diliniz “Ya Rabbi,
bu kulun benimle şunları dedi…”
Gönlünüz “Ya
Rabbi, bu kulun benimle şunları sevdi…” demeye başlıyorlar. Ne diyeceksiniz
ki!...
Her uzvunuzun
hakka şahitliği karşısında boynunuzu büküyor ve “Doğru, doğru söylüyorlar Ya
Rabbi” diyorsunuz.
Kendinizi müdafâ
edecek bir söz
Kendinizi müdafâ
edecek bir kelime arıyorsunuz![12]
Evet kendi
kendimizi hesaba çekiyoruz, Arafatta.
Bilince, şuura,
marifete, bilgiye ulaşmayı, yalnızlığı, mahşeri, hesabı, mizanı daha iyi
anlıyoruz. Herkes kendi nefsiyle hesaplaşmanın peşinde
oluyor.
ARAFAT’TAN
MARİFETE
Arafat, cehaletten
kurtulup marifetullah ile dolmaktır. Arafat irfan ve marifet mektebidir.
Arafat’ta Kâbe’ye yönelerek yaptığımız duada da bilgi elde etmeye yarayan
uzuvların ışıklandırılmasını Allah’tan niyaz ederiz. Bunun için Arafat ârif
olmak, marufa, marifete, marifetullaha ermektir. Marifetullah ise mü’mininin
Allah’ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna göre O’na yürekten bağlanmasıdır. Bu
bağlanış O’nun emirlerini içtenlikle yerine getirmeyi ve yasaklarından uzak
durmayı ifade eder.
Arafat, dirilişi,
mahşeri, mahkeme-i kübrayı öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba
çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arif olan anlar. Arafat’ı idrak
ederek hacı olur. Arafat, irfan meydanıdır. Arafat marifeti yakalama yeridir.
Arafat önce kendini bilme, kendini bulma deneyimidir. Ve “Kendini bilen, Rabbini
de bilir” hükmünce, önce kendini tanıma, ardından
[1] Mustafa İslamoğlu, Hac Risalesi, s. 43.
[2] Mustafa İslamoğlu, Hac Risalesi, s.44
[3] Mustafa İslamoğlu, Hac Risalesi, s.49.
[4] Mustafa İslamoğlu, Hac Risalesi, s.50.
[5] Dr. Senai Demirci, Hac Günlüğü, Sevgilinin Evine Doğru, Timaş, İstanbul, 2003, s.165.
[6] Dr. Senai Demirci, a.g.e., s.166.
[7] Dr. Senai Demirci, a.g.e., s.166.
[8] Dr. Senai Demirci, a.g.e., s.167-168.
[9] Muammer Yakışır, İbrahimi Hacca Doğru LEBBEYK, Tekin Kitabevi, Konya 2001, s.389-390.
[10] Mehmet Alagaş, a.g.a., s.92.
[11] Abese,80/33-42; Mehmet Alagaş Rahmete Yolculuk, İzmir, 1999, s.95-96.
[12] Mehmet Alagaş a.g.e., s. 96-97.