• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam561
Toplam Ziyaret5104027
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Namazda Huşu

NAMAZDA HUŞU

Kur'an'da birçok yerde mü'minlere tevhidden sonra, hatta tevhidle birarada namaz emredilmektedir. Çünkü tevhidden sonca Allah'a namazdan daha sevimli bir ibadet yoktur.

 

Allah, (c.c) "iman eden kullarıma söyle namazı gereği gibi yerine getirsinler."  (İbrahim,31) buyuruyor.

Mü'minlerin özelliğini anlatan bir ayet-i kerimede de

"Onlar ki, kitaba sımsıkı sarılırlar, namazı ikame ederler, elbette biz onların ecrini zayi etmeyiz."(Araf,170) buyurul maktadır.

Peygamberimiz (S.A.V.)'in .uygulaması da böyle olmuştur, önce tevhid akidesini insanlara aşılamış sonra da namazı yerleştirmiştir. Üstelik bu namazı bu dinin alameti kabul etmiştir, Bir kavimle harp etmek istediği zaman sabahı bekler ezanın okunup okunmadığını kontrol ederdi, hemen hücum etmezdi. Şayet ezanı  duyarsa vazgeçer aksi halde hücum ederdi

 

 

 

 

Huşu: Sözlük anlamı itibariyle; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir. "O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar. Gözler Rahman'ın heybetinden huşu' içerisine girmiş, kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin"(Ta Ha, 20/108) mealindeki ayette, kıyamet gününde, insanların Allah'ın azameti karşısındaki korkuları, bükülüşleri, alçalışları, sessiz-sedasız duruşları "huşu" kavramıyla ifade edilmiştir.


     "İman edenlerin kalpleri, Allah'ı ve O'ndan gelen hakikatleri hatırlayarak huşu ile dolma zamanı gelmedi mi?" (Hadid, 57/16) mealindeki ayette huşu kavramı doğrudan kalbin bir fonksiyonu olarak ortaya konmuştur.

     Terim olarak Huşu; bir yandan çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir eylemi, diğer yandan sükûnet içinde olmak, hareketsiz duruş sergilemek gibi organların bir eylemi olarak kendini gösterir.

       Buna göre, Huşu;Allah'a gönülden boyun eğerek, O'nun huzurunda bulunulması, acziyet ve alçak gönüllülük içerisinde kalbin titremesini ve tüylerin ürpennesini ifade eder. Huşu, aslı kalpte fakat belirtileri bedende olan iki yönlü bir eylemdir. Kalbin huzur ve saygıyla dolması bedeninde sakin ve hareketsiz olmasıdır. Kalbin Allah'ı zikirle huzur bulmasıdır. Çünkü kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzur bulur.

 

Huşu, kalbin Allah muhabbeti ve korkusuyla dolu olması, uzuvla­rın da bu duygularla huzur ve sükûn bulmasıdır.

Huşu, aslı kalbde, tezahürleri bedende olmak üzere iki taraflıdır. Kalbe âit tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi hiçliğini id­râk ederek, nefsi, Hakk'ın emrine boyun eğdirmek, son derece yük­sek bir edeb, tâzîm ve saygı hissi duymaktır. Dış görünüşle alâkalı yö­nü de, bedenin uzuvlarında bu duygunun tesiriyle bir vakar ve sükû­netin meydana gelmesidir.

 Kur'an-1 Kerim namazımızda ve hayatımızda huşu içerisinde olmamızı istiyor.

"İnsanlar için hala kalplerinin titreme ve Allah'ın zikrine (Namaza), indirilen hakka huşu duyma vakti gelmedi mi? Ta ki bundan önce kendilerine kitap verilmiş sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar." (Hadid,16)

Huşu ile kılman namazda kişi tevazu iie Rabbine boyun eğerek bedeni hareketlerle yaptıklarım kalbiyle tasdik eder. Namazın rüku ve secdesi özellikle de kıraati kişiyi huşulu olmaya sevk eder.

Allah için ikame ettiğimiz namazımızda dünyevi istek ve arzularımızdan uzaklaşmıyor ve Allah'tan gayrı şeylerle irtibatımızı söküp atamıyorsak, namaz dışındaki hayatımızda da bunlardan kurtulamayız. Günlük yaşantısında Rabbiyle irtibatını sağlamayan kimse namazda da istenildiği manada Allah'la irtibatını sağlayamaz.

Huşu içinde kılınan namazın birinci özelliği kişiyi çirkin, .fena ve kötü şeylerden alıkoymasıdır. Ankebut Suresinin 45. Ayet-i kerimesi bunu açıkça ifade ediyor.

 

Namaz mü'mini sadece kötülüklerden uzaklaştırmakla kalmaz aynı zamanda .hayatı iyilikler üzerine bina eder. Yalnız Allah için namazını ikame eden bir mü'minin Allah'ın haram kıldığı ve münker saydığı şeylerden uzak durması kaçınılmazdır..Namazı kılan kimse şahsiyetini korumak için namazda okudukları ile ters düşemez. örneğin, günde en az kırk defa "Yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım' dileriz." derken bunun bilincinde olan kimse hayatında bir an bile başkasına kulluk etmeyecek başkası adına iş yapmayacaktır. Bizim de namazla hayatımızı birleştirerek hayatımızı namaza göre ayarlama mecburiyetimiz vardır. Böyle hareket ettiğimiz zaman kötülüklerden ve manevi pisliklerden temizlenmiş oluruz.

Allahu Teala namaz konusunda şöyle buyuruyor: "Artık şiddetli azab ol­sun (nifak suretiyle) namaz kılanlara ki onlar namazlarından gafildirler. On-i.u (namazlarıyla insanlara) gösteriş yaparlar." (Hadîd)

Bu ayetteki gafil kelimesi birkaç açıdan tefsir edilmiştir:

1-Namaz vaktinden gafil olup geçirerek namazı kazaya bırakmak.

2-Namaza ilgi duymayarak sununla bununla meşgul olmak.

3-Kaç rekat kıldığından haberi olmamak.

Başka bir âyette münafıklar hakkında Allahu Teala şöyle buyuruyor: "Onlar namaza kalktıkları zaman istemeye istemeye kalkarlar. İnsanlara gös­teriş yaparlar. Allah'ı pek az hatıra getirir, anarlar." (Nisa/142)

Bir ayette de bir kaç Peygamberi bir arada zikrederek Allahu Teala bu­yuruyor ki: "Sonra bu Peygamberlerle salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki namazı terkettiler, şehvetlerine uydular. Bunlar da cehen­nemdeki "gayya" vadisini boylayacaklardır." (Meryem/59)

"Gayy" kelimesinin sözlük manası "sapkınlık, delalef'tir. Bundan maksat do ahiretin harap ve berbat oluşudur. Pek çok müfessirler "gayy" cehennem­de bir tabakanın adıdır ki, orada kan, irin ve benzeri şeyler toplanır, oraya bu Ayette bildirilen kimseler atılır, demişlerdir.

 

Abdullah b.Abbas (r.a) hazretleri diyor ki: "Namazı ikame etmek demek onun rüku ve secdelerini en güzel bir biçimde yapmak bütün varlığıyla kendi ni namaza vermek içten gelen bir duygu ile namazı kılmak demektir."(Kandehlevi, Fezail-i A’mal, 86)

 

Hayâtın ve ibâdetlerin huşu içinde nasıl yaşanacağının en güzel misallerini Peygamber Efendimiz'in ve ashâb-ı kiramın örnek hayâ­tında müşahede etmekteyiz. Hayâtının hiçbir safhasını âhiret gerçe­ğinden ayrı mütalaa etmeyen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sel-lem-, ibâdetlerde de son nefesteki hâlet-i rûhiyeye bürünmenin lüzu­muna dikkat çekmiştir.

Nitekim bir sahâbî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gele­rek:

"-Yâ Rasûlallâh! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!" dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"-Namazını, (hayâta) veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!" buyurdular. (İbn-i Mâce, Zühd, ıs; Ahmed, v, 412)

İbâdetler ancak manevî teyakkuz, huşu ve tefekkür ile îfâ edildiğin­de kıymet kazanır. Ashâb-ı kiramın ve onları güzelce takip eden sâlih mü'minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvama sahip olmalarıdır.

Namazın Ruh Huşudur.  İçinde huşuyu barındıran namazki huşu hâli o derecede mühimdir ki, kulun kurtuluşa gi­den yolu bu kapıdan geçer. Zîrâ Mü'minûn Sûresi'nde:

"Muhakkak ki (şu) mü'minler felah bulmuştur: Onlar, namazla­rında huşu içindedirler." (el-Mü'minûn, 1-2) buyrulmaktadır.

Bu ayet-i kerimede mü'minlerin birinci özelliklerinin namazlarındaki huşu olduğu belirtiliyor. Kurtulmak isteyen bir kimseye mü'min olmak yetmiyor. Aynı zamanda namaz kılması da gerekiyor. Namaz kılması da yetmiyor huşu içerisinde namazını ikame etmesi gerekiyor. Nitekim Rasülullah (S.A.V.):

"Her şeyin bir direği vardır. Dinin direği namazdır. Namazın direği, de huşu'dur. Allah katında sizin en hayırlını: en çok takva sahibi olanınızdır " (Müsned,Ahmed,5/331)

 

Huşu Namazın hem çekirdeği hem de Meyvesidir
“Namaz, huşu sahiplerinin dışındakilere ağır gelir”(Bakara, 2/45) mealindeki ayette huşu, namazın çekirdeği olarak gösterilmiştir.

“Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar” (Müminun, 23/1-2) mealindeki ayette ise huşu namazın bir meyvesi olarak gösterilmiştir.

Müslüman, namazını kalbi ve kalıbı beraber olarak kılmalıdır. Nitekim Hadis-i şerifte: "Kişinin kalbi ve bedeniyle beraber namazda hazır olmadıkça Allah o namaza bakmaz." buyurulur.

Namazda her uzvun tevazu göstermesi ve kalbin de, Allah Teala'dan korku üzere olması lazımdır. Bir Hadis-i şerifte:

 "Kişiye namazdan yazılacak ecir, kalp huzurundan başkası değildir."(İhya, I 160)

Rasulullah (sa) duasında "huşu duymayan kalpten" Allah'a sığınırdı. Yine buyurmuştur ki; "Bu ümmet'ten ilk kaldırılacak şey huşudur. Hatta içlerinde huşu sahibi bir kimse gö­rülmeyecek." (hasendir.)

 

Huşunun zıddı gaflettir. Gaflet ise, üç ayaklı bir şeytan üçgenidir. Şeytan namazla ilgisi olmayan şeyleri hatırlatıp telkin eder. Nefis, daha önceki meşguliyetini namazda da devam ettirmek ister. Disipline alışmamış fikir ise, Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmeden rast gele şeylerle eğlenmek ister. Bu sebeple, vesvese ve lüzumsuz işlerle meşgul olduğumuzu fark eder etmez, hiçbir şey olmamış gibi huzura dönüp yolumuza devam etmemiz gerekir. “Aman niye böyle oldu?” ya bile yer vermemeliyiz..

Peygamber Efendimiz de, kulun, namaza riâyeti nisbetinde mu­amele göreceğini şöyle haber vermektedir:

"Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üç­te biri veya yarısı kendisi için yazılır." (EbûDâvûd, Salât, 123-124/796)

Yâni kul için ancak huşu ve huzur ile kıldığı namazın sevabı var­dır. Namaz kılanlara, ihlas ve hûşu derecesine göre sevap verilir. Bazılarına ecir ve sevabın hepsi verilir. Bazılarına sevabın yarısı verilir, bazılarına onda biri verilir. Bazılarına hiçbir şey verilmez. Çünkü namazı hiçbir şeyi hak etmemektedir.

Cenab-ı Hakk, farz namazlarının ecir ve sevabını belli bir ölçüye göre vermektedir. Nitekim bir hadis-i Şerifte:

"Allah katında farz namaz için bir ölçü vardır. O namazda ne kadar kusur ve eksiklik varsa, onun hesabı yapılır." buyurulur.

Yine Rabbimiz, namazı huşu ile kılmanın nasıl mümkün olabile­ceğini şöyle îzâh etmektedir:

"Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşu sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşu sahipleri kendilerinin hakîkaten Rablerine kavuşacaklarına ve O'na rücû edeceklerine inanırlar." (el-Bakara, 45-46)

Yâni namazı, bir gün muhakkak Rabbinin huzuruna çıkacağı, eninde sonunda O'na dönüp hesap vereceği şuuruyla kılan bir kimse, gerçek huşu hâline ulaşmış olur.

Namazdaki bu huşu hâli devam ettikçe, zamanla mü'minin bütün hayâtını kuşatır. Bunun içindir ki, Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, «Onlar, namazlarında dâimdirler.» (el-Meâric, 23) âyet-i kerîmesini işârî olarak

"Namazdan sonraki hâlin de aynen namazdaki gibi olması gereklıdir  " seklinde açıklar.

Bu hâle erebilmek için de, samîmî ve derûnî bir gönül rabıtası ile Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in ulvî ahlâkından nasîb ala­rak O'nunla aynîleşmek zarureti vardır. Zîrâ Efendimiz -aleyhissalâtü vesselam- şöyle buyurmuştur:

"...Allah Teâlâ, huşu dolu, hüzünlü, merhametli, insanlara hayrı öğretip Allah'a itaat etmeye çağıran her kalbi sever. Ka­tı, boş şeylerle meşgul olan, ruhunun tekrar kendisine iade edilip edilmeyeceğini bilmediği hâlde bütün geceyi uykuyla ge­çiren ve Allah'ı çok az zikreden her kalbe de buğzeder." (Deylemî, I, 158)

Hz. Ali (ra) şöyle buyurur:

"Hûşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmayan oruçta, tertile riayet edilmeden yapılan kıraatte, günahlardan sakındırmayan amelde, sehavet bulunmayan malda, sıkı bağlılık bulunmayan kardeşlikte, ihlas olmayan duada hayır yoktur."

Müslüman, namazını kalbi ve kalıbı beraber olarak kılmalıdır. Nitekim Hadis-i şerifte: "Kişinin kalbi ve bedeniyle beraber namazda hazır olmadıkça Allah o namaza bakmaz." buyurulur.

Peygamber (s.a) Efendimiz şöyle buyurur:

"Kim güzelce abdest alır, rükûları ve secdeleri tam yaparak hûşu ile vaktinde namazını kılarsa, o namaz bembeyaz, parıl parıl bir şekilde göğe yükselir ve sahibine şöyle der:

"Sen beni nasıl geçirmedin, vaktinde kılarak korudun ise Allah da seni korusun."

Kim ki güzel abdest almaz, rükûları ve secdelerini Hûşu ile yapıp, vaktinde namazını eda etmezse, onun namazı da simsiyah zifiri karanlık halinde göğe çıkarak sahibine şöyle der:

"Sen beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!"

Allah'ın dilediği zaman gelince bu tür namazlar, bir eski paçavra gibi dürülüp sarılarak sahibinin suratına çarpılır. (et-Terğip ve't-Terhib, I, 339)

Allah'ın sevgili bir Peygamberi olan ve kendisine Allah'ın Halili (dostu) sıfatı verilen bir Peygamber, Allah'dan namaza bağlılık ve ona özen istemek­tedir. Bizzat yüce Allah sevgili Peygamberi Hz.Muhammed (s.a.s)'e şöyle emretmektedir: "Ey Rasulüm! Aüene ve ümmetine namazı emret ve kendin de devam et. Biz senden bir nzık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet, takva sahiplerinindir." (Tâhâ/132).

Fazilet Tabloları

Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Efendimiz'in huşûunu şöy­le anlatmaktadır:

"Bir keresinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in yanına git­miştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan ka­zan sesi gibi sesler geliyordu." (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Namazın fıkhî cihetine dikkat edilmesi zarurîdir. Lâkin hadîs-i şe-rîfte de buyrulduğu veçhile, onun rûhânî tarafına da bilhassa îtinâ göstermemiz îcâb etmektedir. Fıkıh; taharet, abdest ve temizlik ile kulu namaza hazırlar iken, kalbî temizlik, yâni huşu ise; mü'mini hu­zura, kalbî duyuşlara ve "ilâhî vuslaf'a nail eyler.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazın büyük bir huşu içerisinde ve Cenâb-ı Hakk'a yalvarırcasına bir hâlet-i ruhiye ile kılınması gerektiğini şöyle ifâde buyurmuştur:

"Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rekâtta bir teşehhüd var dır. Namaz, huşu duymak, tevâzû ve tezellül izhâr etmektir. (Bitirince de) ellerini, içleri yüzüne dönük olarakYüce Rabbine kaldırırsın ve; “ Ya Rabbi, Ya Rabbi!” diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir” (Tirmizi, Salat,166/385)

Aişe ® anlatıyor:

Ebu Cehm ®,Rasülullah(s.a.)’e işlemeli zarif bir elbise hediye etmişti. Rasülü Ekrem, o elbise ile namaz kıldı ve namazı bitirince:

"-Bu elbiseyi Ebû Cehm'e geri ver, namazda gözüm nakışları­na takıldı. Neredeyse namazda huzurumu kaçıracaktı." buyurdu.   (Muuatta, Salât, 67; Buhârî, Salât, 14)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle rivayet eder:

Peygamber Efendimiz, namazda sakalı ile oynayan birini gör­müştü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Kalbi huşu duysaydı, azaları da huşu içinde olurdu." (A.Müttakî, VIII, 197/22530)

Abdullah bin Ebû Bekir -radıyallâhu anhümâ- nakleder:

"Ebû Talha kendi bahçesinde namaz kılıyordu. Dübsi denilen bil kuş, bahçeden dışarı çıkmak için uçtu, çıkacak yer arayarak sağa sola gitti. Bu, Ebû Talha'nın hoşuna gitti ve bir an gözleriyle onu izledi Sonra namazına döndü, fakat kaç rekât kıldığını şaşırdı. Bunun üzerine bu malım fitneye sebep oldu, huşu hâlimi bozdu diye düşünerek Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelip bahçede başına gelen durumu anlattı:

«-Ey Allah'ın Rasûlü! Bu malım Allah için sadakadır, istediğin gi­bi kullanır, istediğin yere verebilirsin.» dedi." (Muvatta, Salût. 69)

 

Ashâb-ı kiramın namazdaki huşûunu gösteren şu hâdise ne müt­hiştir:

Peygamber Efendimiz bir seferden Medîne'ye dönerken bir yer­de konaklamıştı. Ashabına dönerek:

"-Bu gece bizi kim bekleyecek?" diye sordu.

Muhacirlerden Ammâr bin Yâsir ve Ensâr'dan Abbâd bin Bişr hemen:

"-Biz bekleriz yâ Rasûlallâh!" dediler.

Abbâd (r.a), Ammâr'a:

"-Sen gecenin hangi kısmında; başında mı yoksa sonunda mı nöbet tutmak istersin?" diye sordu. Ammâr (ra):

"-Son kısmında beklemek isterim!" dedi ve yanı üzerine uzanıp uyuyuverdi. Abbâd da namaz kılmaya başladı. O sırada bir müşrik geldi. Ayakta duran bir karaltı görünce gözcü olduğunu anladı ve he­men bir ok attı. Ok, Abbâd'a isabet etti. Abbâd oku çıkardı ve nama­zına devam etti. Adam ikinci ve üçüncü kez ok atıp isabet ettirdi. Her defasında da Abbâd (ra) ayakta sabit durarak okları çe­kip çıkarıyor ve namazına devam ediyordu. Derken rükû ve secdeye vardı. Selâm verdikten sonra arkadaşını uyandırarak:

"-Kalk! Ben yaralandım!" dedi.

Ammâr sıçrayıp kalktı. Müşrik, onları görünce kendisini fark et­tiklerini anladı ve kaçtı. Ammâr, Abbâd'ın kanlar içinde olduğunu gö­rünce:

"-Sübhânallâh! İlk ok atıldığında beni neden uyandırmadın?!" dedi.

Abbâd namaza olan aşk ve şevkini, ibadetteki huşûunu göste­ren şu muhteşem cevâbı verdi:

“-Bir sûre okuyordum, onu bitirmeden namazımı bozmak iste­medim. Ama oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rükûya vardım. Allah'a yemin ederim ki, Allah Rasûlü'nün korunmasını emrettiği bu mevkiyi kaybetme endişem olmasaydı, sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense ölmeyi tercîh ederdim" (Ebû Dâvûd, Taharet, 78/198; Ahmed, III, 344; İbn-i Hişâm, III, 219; Vâkıdî, 1, 397)

 

Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ'ya, torunu Abdullah:

"-Nineciğim! Hazret-i Peygamber'in ashabı, Kur'ân dinledikleri zaman ne yaparlardı?" diye sordu.

Esma (ra) şu cevâbı verdi:

"-Aynen Kur'ân-ı Kerîm'in bahsettiği gibi, gözlerinden yaşlar dö­külür, vucudu Ürperirdi." (Beyhakî, Şuabü'l-İmân, II, 365)

 

Cenâb-ı Hak, huşu ile Kur'ân okuyan kullarını şöyle tasvir eder:

"(Kur'ân okunduğu zaman) ağlayarak yüzüstü secdeye kapanır­lar. Kur'ân onların huşûunu artırır." (el-İsrâ, 109)

"...Rablerinden korkanların, bu Kitâb'ın tesirinden tüyleri ür­perir. Derken hem bedenleri hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısı­nıp yumuşar..." (ez-Zümer, 23)

Bir muharebede Hz. Ali (ra)'nin ayağına ok sap­lanmıştı. Iztırâbından dolayı çıkaramadılar. Hz. Ali (ra);

"-Ben namaza durayım da öyle çıkarın!" dedi.

Dediği gibi yaptılar. Hiçbir zorluk çekilmeden, kolayca çıkarıldı. Herhangi bir acı hissetmeyen Hz. Ali selâm verince:

"-Ne yaptınız?" diye sordu.

Onlar da:

"-Oku çıkardık!.." dediler.

Rivayete göre Zeynelâbidîn Hazretleri, abdest için kalktığında sa-rarıp solar, namaza başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini so­ranlara:

"-Kimin huzuruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?" diye cevapverirdi. (Ebû Nuaym, Hilye, III, 133)

Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruh-'a sordular:

"-Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?"

O da cevaben:

"-Dört şeyle!" buyurup şunları beyân etti:

"1. Helâl lokma,

2.Abdest sırasında gafletten uzak durmak,

3.İlk tekbîri alırken kendini huzurda bilmek,

4. Namaz dışında da Hakk'ı asla unutmamak, yâni namazdaki huzur, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra dadevam ettirebilmek."

Velhâsıl huşu, Allah'ın emirlerini vecd içinde îfâ etmek, nehiyle-rinden de büyük bir titizlikle sakınmaktır. Huşu, takva, ihlâs ve ihsan, mânâları birbirine çok yakın hâllerdir. Bu hâllerin menbaı, Allah mu­habbetidir. Allah muhabbeti, mü'minlerin kalbî seviyesinin gösterge­sidir.

 

 

     Şu da bir gerçektir ki, bir çok müslüman sürekli olarak samimi bir şekilde namaz kıldığı ve kılmak istediği halde, insanî bir gaflet hali yaşayabiliyor ve her an huşu içinde olamıyor. O halde bu dermansız derdin teşhisini doğru koymak gerekir. 

  

Namazdaki Huşuun İki Unsuru:

Tahliye: Arapça orijinli bu kelimenin üçüncü harfi "h", noktalıdır. Türkçe’de "evi tahliye etme", bu anlamdadır.
     Konumuzla ilgili olarak; namaz kılanın iç âlemini arındırması, temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, duygu ve düşünce yuvasını Rabbinin huzurunda huzurunu bozan her türlü tasavvurlardan tahliye etmesi anlamına gelir.

 Huşuyu sağlayan bazı sebepler; kalpten namaz dışındaki dü­şünceleri boşaltarak kalp huzurunu sağlamak, işlerini namazdan önce bitirmek, ahireti hatırlayarak kendini yenilemek, Allah Azze ve Celle'nin huzurunda olduğunu düşünmek. Kalp namazdan kay­bolursa bunun sebebi iman zayıflığıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem abdest alan kimse için şöyle buyurmuştur; "...eğer kalkar namaz kılar, Allah'a hamdu sena eder, Onu temcid eder ve kalbini Allah için boşaltırsa anasından doğduğu gündeki gibi günahların­dan kurtulur. "(Müslim)

 

 

     Tahliye: Yine Arapça orijinli olan bu kelimenin üçüncü harfi "h" ise, -gözlü "ha" değil- noktasız "hı"dır. Süslemek, ziynet eşyasıyla donatmak anlamına gelir.

       Namazda tahliye demek; Namaz kılan kimsenin kalbini, aklını, duygularını, bütün iç âlemini ilâhî huzurla canlandırması, namazın hakikatleriyle süslemesi demektir.

     Kelime-i tevhitte, tahliyeye/temizleme ameliyesine öncelik verildiği gibi, namazda da bu hususa öncelik vermek gerekir.    Kelime-i tevhitte, önce “la” edatı, bir süpürge görevini üstlenmiş ve yoldaki tüm mevhum/batıl ilahları ortadan süpürüp silmiştir. Kalbin yuvası, “la” ile yapılan tahliye/temizleme ameliyesine tabi tutularak şirkin kirlerinden temizlendikten sonra, söz konusu kalbin sahibi, “illa” asansörüyle tevhit sarayına çıkmış ve onun hakikatiyle süslenmiş olacaktır. "Lâ ilâhe İllallah", bu hakikati ifade etmektedir.

     Bu husus namazda da geçerlidir. Masivanın (Allah'ın dışındaki varlıkların) manevî kirlerinden temizlenmeden, gerçek anlamda Allah'ın manevî huzuruna çıkmak ve “huşu” mertebesine ulaşmak mümkün değildir.

Çünkü insanın duyguları, birer sarmaşık otu gibi, meşgul oldukları şeylere yapışıp kalırlar. Bunların ellerini/pençesini masivadan çektirmeden, Yüce Allah’ın huzuruna çıkmak ve huşua ermek çok zordur. Ayranla dolu bir kabı sütle doldurmak için ayranı boşaltmaktan başka çare var mı? Bu fizik kuralı, metafizik için de geçerlidir. Kalp de bir kaptır; içindeki masiva ayranını dökmeden huzur ve huşu sütünü dolduramazsınız.
    Huşu sebeplerinden birisi de Allah Teala ile karşılaşacağı hu­susunda emin olmaktır. Allah Subhanehu buyuruyor ki;

 "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döne­ceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir."(Bakara 45-46)

Huşu sebeplerinden bir diğeri; veda eden kimsenin namazı gi­bi namaz kılmaktır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu­yurmuştur ki; "Namazında ölümü hatırla. Kişi namazında ölümü hatırlarsa namazını güzelleştirir. Bir daha namaz kılamayacağını zanneden kimsenin namazı gibi namaz kıl. Bundan mazeret gerek­tiren her işten sakın."(hasendir.) yine; "Veda eden kimsenin namazı gibi namaz kıl" buyurmuştur, (hasendir.)

Bir diğer huşu sebebi; Kuran kıraatini uzatmaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Namazların en faziletlisi kunutu uzun olanıdır."(Sahihür.) Yani manasını düşünerek kıraati uzatmak.

Kulak ve gözü meşgul edecek şeylerden uzaklaşmak, kıbleye yaklaşmak, secde edeceği yere bakmak ve namazda nakışlı yerlere bakmamak da huşuya sebep olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üzerinde alametler olan bir elbise içinde namaz kılmış, sonra onu çıkararak şöyle buyurmuştur; "Bu beni az önce namazımdan alı­koydu. "(Buhari ve Müslim)

 

Huşu ve kalp huzurunun önemi hakkında Allah Teala buyurur ki; "Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilinceye kadar sarhoş ol­duğunuz halde namaza yaklaşmayın!" dünya sevgisiyle sarhoş olup ne söylediğini bilmeyen, kaç rekat kıldığının farkında olmayan içki sebebiyle sarhoş olup ne söylediğini bilmeyene benzer.

Rasulullah (sa) mescide giderken koşarak git­meyi yasaklamıştır. Zira koşarken kendine dikkat edeceğinden hu-şudan mahrum olacaktır. Aynı şekilde yemek hazırken ve abdesti sıkışık iken namaz kılmak yasaklanmıştır. Çünkü bunlar huşuya engel olur.

 

Muhterem Müslümanlar,

Hz. Peygamber (S.A.V.)'in namazına şöyle bir göz atacak olursak şu tabloyla karşılaşırız: O'nun namazı toplumdaki güç ve kötülük odaklarını tehdit ediyor, onların düzenlerinin temeline dinamit koyuyordu. Bu sebeple Ebu Cehil, Peygamber (S.A.V.)'nin mübarek başlarına secdede iken deve işkembesini koyuyordu. Demek ki O'nun namazı müşrikleri tehdit ediyor, onların bir gün gelip devrileceklerini bu dünyada ve ahirette rezil olacaklarını haber veriyordu. O namazıyla müşriklerin putlarına saygı göstermediğini, onların büyüklüğünü tanımadığını ifade ediyordu.

        Hz. Şuayb (A.S.)'de kavmini Allah'tan başka ilah olmadığına, yalnızca Allah:a kulluk etmeleri gerçeğine davet -ediyor ve namazını kılıyordu. O'nun namazı da onların içinde bulundukları ekonomik, siyasal ve sosyal düzenin zulüm düzeni olduğunu haykırıyordu. Onların Şuayp'a karşı tepkileri Kıır'an'da şöyle geçmektedir:

 

"Ey Şuayp, senin namazın babalarımızın taptığı şeylerden, vazgeçmemizi emrediyor. Sen yumuşak huylu akıllı birisin." (Hud,87)

O halde Muhterem Müslümanlar, Hz. Şuayp'ın namazından şunu anlıyoruz: Namaz, mü'mini pasifize eden, toplumsal olaylardan uzaklaştıran bir ibadet değil, aksine onu

toplumun inkarlarına sapmalarına karşı koyarak, kötülüklerden' alıkoyması için kişiyi mücadeleye sevk eden bir güçtür.

Kişi sabah namazını ikame ederek taze bir güne Allah'la olan ahdini tazeleyerek başlar. Huşu,'kişinin sadece Allah nzası için sabahın erken saatinde kalkarak güzelce abdest alıp Rabbinin huzuruna durmayı ifade eder.

Bir ölüme benzeyen uykunun ağırlığından kurtulup nefsine hakim olarak sabah namazına kalkan kimse Rabbine bir adım daha yaklaşarak Rabbi ile ahdini yenilemiştir. Abdest alarak maddi pisliklerden, namazı ikame ederek de manevi pisliklerden kendisini korumuş olacaktır.

Rasulüllah (S.A.V.):

"Müslüman —veya mii'min- kul abdest aldığı zaman yüzünü yıkar gözü ile baktığı her günah yüzünden su ile birükıe veya suyun son damlası ile çıkar. Ellerini yıkadığı zaman, ellerinin işlediği har günah su ile beraber veya suyun son damlası ile birlikte ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile veya suyun son damlası ile beraber çıkar. Kul sonunda günahlarından arınmış olarak çıkar. "


Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat