Hz. Peygamber'in Çiçeği ve Koparılması: Hz. Hüseyin ve Kerbela
Hz. Peygamber'in Çiçeği ve Koparılması: Hz. Hüseyin ve
Kerbela
Tarih: 17.12.2009
Hz Peygamber, ilahî
güzellikleri söz ve eylemleriyle en güzel şekilde yansıtması bakımından varlık
aleminin nadide bir çiçeği, eşsiz bir gülüdür. Torunu Hz. Hüseyin de ağabeyi
Hasan ile birlikte o çiçeğin bir deseni, o gülün bir yaprağıdır. Nitekim o bir
hadisinde şöyle buyurmuştur: "Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki
çiçeğimdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288).
Aslında her anne-baba
veya büyük anne-büyük baba için çocuğu yahut torunu çiçektir. Temiz olduğu için
çiçektir, günahsız olduğu için çiçektir, masumluğu yansıttığı için çiçektir…
Hz. Hüseyin hayatının bütün dönemlerinde bir çocuk kadar masum ver
günahsız, su kadar duru ve pak, süt kadar lekesiz ve aktır. O sadece çocukken
değil, gençlik ve yetişkinliğinde de hep masumiyetini, temizliğini ve
güzelliğini korumuştur.
İlkin, doğduktan sonra kendisine güzel bir isim
konulmuştur. Kaynaklara göre dünyaya geldiğinde babası ona “Harb” ismini koymak
istemiş, fakat bunu Peygamber’e bırakmanın daha doğru olacağına karar verip
çocuğu ona götürmüştür. Hz. Peygamber de Hüseyin’i kucağına alıp sevmiş, sonra
da “güzel, bir tanecik, güzelcik” anlamında “Hüseyin” diye seslenmiştir ona.
Kulağına mesajların en güzeli olan ezanı okuyarak.
Hz. Hüseyin adı gibi
fiziki özellikleri bakımından da çok güzel yaratılmıştı. Babası Hz. Ali bir
sözünde bunu şöyle ifade etmiştir: "Oğlum Hasan, göğsünden başına kadar olan
kısmında, diğer oğlum Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında Hz. Peygamber’e çok
benzerdi" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 108). Hz. Peygamber’in ise aydan daha
tatlı, güneşten daha parlak bir fiziki güzelliğe sahip olduğu şemâil
kitaplarında tasvir edilmektedir.
Hz. Hüseyin fizyonomisi gibi, ama ondan
daha öte Resulullah’ın getirdiklerini kuşanan bir ehl-i beyt üyesi olarak inanç,
ibadet ve ahlakı bakımından çok güzeldir, çok şirindir. Çünkü onu Allah resulü
eğitmiş, Allah resulünün eğittiği Hz. Fatıma doğurup eğitmiş, onu küçüklüğünden
itibaren Allah resulünün himayesinde büyüyüp yetişen Ali eğitmiştir.
Hz.
Hüseyin yine ağabeyi ile birlikte dedesinin özel dualarına mazhar olmuştur.
Nitekim Hz. Peygamber, her iki torunu için "Allah'ım! Ben, bunları seviyorum.
Sen de sev bunları" (Tirmizî, “Menâkıb”, 31) demiştir. Başka bir hadisinde ise
bu güzelliklerin kendilerine kazandıracağı uhrevî sonuca işaret ederek “Hasan ve
Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir (Tirmizî, “Menâkıb”, 31) demiştir.
Kısa biyografisi itibariyle, Hüseyin 10 Ocak 626 yılında Medine’de
dünyaya geldi. Peygamber’in emriyle doğumunun yedinci günü akika kurbanı
kesildi. Saçları tıraş edildi ve ağırlığınca gümüş yoksullara dağıtıldı. Aynı
gün sünnet oldu.
Peygamber vefat ettiğinde altı yaşları civarında idi.
Başka bir ifadeyle altı yıl kadar dedesiyle birlikte oldu. Hz. Peygamber ağabeyi
Hasan ile birlikte kendisine özel ilgi gösterdi. Zaman zaman mescide götürdü.
Sırtında taşıdı. Bazı dualar öğretti.
Hz. Peygamber 630 yılında Necran’lı
hristiyan heyetiyle yaptığı ahitleşme sırasında nazil olan Mübâhele ayetinin
(Âli İmrân 3/61) gereğini yerine getirmeye hazırlanırken, yakın akrabası
arasında Hz. Hüseyin’i de bulundurdu.
Hz. Hüseyin çocuk yaşta olması
dolayısıyla, birinci halife döneminde gerçekleşen irtidât hareketlerinin
bastırılması ve fetih faaliyetlerinde yer almadı. İkinci halife ve üçüncü
halifenin hilafetinin ilk altı yılında babasının yolunu izledi. Siyasi
faaliyetlerden genellikle uzak durdu. Kaynakların verdiği bilgilere göre
Peygamber torunu olarak daima hürmet gördü. Divan’dan bu yakınlığına paralel
olarak kendisine “atiyye”ler verildi.
Üçüncü halife döneminde ağabeyi
Hz. Hasan ile birlikte 650 yılında Taberistan seferine katılan Hz. Hüseyin,
halifenin hilafetinin ikinci yarısından sonra ortaya çıkan ihtilaflarda
babasının verdiği görevler çerçevesinde, diğer sahabî gençleriyle birlikte
halifeyi koruma görevi aldı. İki aya yakın bu görevini başarıyla sürdüren Hz.
Hüseyin halifenin şehit edilmesinden büyük üzüntü duydu.
24 Haziran 656
yılında babası Hz. Ali’nin hilafete geçmesiyle birlikte kendisini siyasi
olayların içinde bulan Hz. Hüseyin, babasını takip ederek Kufe’ye geçti, onun
bütün seferlerine iştirak etti. Bu bağlamda Cemel, Sıffîn ve Nehrevân
savaşlarına katıldı.
Babasının şehit edilmesinden (28 Ocak 661) sonra
ağabeyi Hasan’ın yanında yer aldı. Onun altı ay sonra Muaviye ile belli şartlar
altında anlaşma yapıp hilafetten çekilmesini ise bazı kaynaklara göre
onaylamadı, ancak ağabeyine itaatini sürdürdü. Medine’ye intikal etti. Orada
ilim ve ibadetle meşgul oldu.
Ne var ki Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu
Yezid’in hilafet makamına oturması durumu değiştirdi.
Olumsuz ve
sevimsiz kişiliği ile bilinen Yezid Medine valisine mektup yazarak Hüseyin’in
kendisine biatını sağlamasını emretti. Hz. Hüseyin buna şiddetle karşı çıktı.
Önce Medine'den Mekke’ye geldi, orada çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Bu
arada Kûfeliler’den ısrarla kendisine Kûfe’ye çağıran mektuplar aldı. Bunun
üzerine yerinde incelemeler yapmak ve durumu kendisine bildirmek üzere amcasının
oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye gönderdi.
Müslim Kûfe’ye girdiğinde büyük
bir ilgiyle karşılandı ve Hz. Hüseyin adına kendisine 12.000 veya 18.000 kişi
biat etti. Müslim yazdığı mektupla olumlu haberleri Hz. Hüseyin’e bildirdi.
İktidarını pekiştirmeye çalışan Yezid, çok geçmeden Kufe’de. Hüseyin
lehine meydana gelen gelişmeleri öğrendi. Bunun üzerine valiyi görevden alarak
yerine sertliği ile tanınan Ubeydullah bin Ziyad’ı tayin etti, ondan meseleye
müdahale etmesini istedi.
Vali İbn Ziyâd Kufe’ye gelir gelmez sert
konuşmalar yaptı. İnsanları yıldırıp korkuttu. Ardından Müslim’i ve ona yardım
edenleri yakalatıp öldürttü, taraftarlarını dağıttı.
Kufe’deki bu yeni
gelişmelerden ve Müslim’in öldürüldüğünden haberi olmayan Hz. Hüseyin, bazı
tecrübeli kimselerin “Kûfeliler’e güvenilemeyeceğini” söylemesine aldırış
etmeksizin hazırlıklarını tamamladı ve yakınlarını yanına alarak küçük bir
birlikle yola çıktı.
Yolda bilahare Müslim’in öldürüldüğünü öğrenen Hz.
Hüseyin, beraberinde bulunanlarla istişare ederek durum değerlendirmesi yaptı,
isteyenlerin dönebileceğini söyledi. Kendisi samimi adamlarıyla birlikte
yolculuğuna devam etti.
Bu arada vali İbn Ziyad, önce Hür b. Yezid
komutasında öncü kuvvet hazırlayıp Hüseyin’i sıkıştırmasını istedi. Hür
istenileni yaptı. Arkasından Ömer bin Sa’d komutasında 4.000 kişilik bir kuvveti
daha Hz. Hüseyin'in üzerine gönderdi. Bu birlik Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ve
adamlarını kuşattı, ikmal yollarını tutarak Fırat’tan su almalarını engelledi.
İnsanlar, özellikle de kadınlar ve çocuklar susuz kaldı. Zulüm had
safhaya ulaştı. Bu arada bazı görüşmeler yapıldı ise de sonuç vermedi. Karşı
taraf ısrarla Hüseyin’in Yezid’e biat etmesini, aksi halde “olacakların
olacağını” söyledi. Hz. Hüseyin ise Yezid gibi fâcir bir kimseye biat edemezdi
ve etmedi.
Nihayet 10 Muharrem yani aşura günü (10 Ekim 680) Ömer b.
Sa’d’ın ordusu Hz. Hüseyin’in 23 atlı, 40 piyadeden oluşan sembolik birliğine
bütün gücüyle saldırdı. Hz. Hüseyin'in askerleri yiğitçe mücadele etti, çok
geçmeden sonra teker teker şehit oldular. Sonunda azılı câniler, gözlerini
kırpmadan Hz. Hüseyin'in üzerine yürüdü, önce onu atından düşürdüler, ardından
da kılıçla mübarek başını gövdesinden ayırdılar. Hz. Peygamber’in öpüp kokladığı
mübarek “baş” önce Kufe’ye, ardından da Şam’a götürüldü (Ağırlıkla anlayışa göre
Hüseyin’in başı daha sonra Medine’ye getirilerek annesi Fatıma’nın kabrinin
yanına defnedilmiştir).
Bu suretle Hz. Peygamber’in nadide çiçeği
Kerbela’da koparıldı. O günden beri kalplere kor düştü. Peygamber’i seven,
Peygamber’i sevdiği için onun ehl-i beytini seven, “âl-i Muhammed” diyerek
onlara dua eden bütün Müslümanlar üzüldü. Hüseyin sevginin, Kerbela da acının
adı oldu. Hangi sosyo-kültürel dünyaya mensup olursa olsun bütün Müslümanlar
içtenlikle Hz. Hüseyin’ sevdiler, Kerbela’da onun “baş”ına gelenlerden üzüntü
duydular.
Bütün şehitlerimizin, başta Hz. Hüseyin olmak üzere Kerbela
şehitlerinin ruhu şâd olsun!
Doç Dr. İlyas Üzüm