Millet olarak yücelmek, yükselmek, gelişmek, kalkınmak,
hatırı sayılır, sözü dinlenir, büyük ve güçlü devlet, huzurlu ve mutlu
bir millet olmak istiyorsak; Allah’ın gösterdiği, peygamberimizin
(s.a.s) çizdiği, atalarımızın yürüdüğü yolu takip etmemiz gerekmektedir.
Yüce Rabbimiz , Enfal Suresinin 24. ayetinde şöyle buyuruyor.
“Ey iman edenler ! Allah ile Peygamberin size hayat verecek davetine icabet ediniz (uyun) ; hem iyi biliniz ki Allah insanın kendi ile kalbi arasına girer ; şunu da unutmayınız ki sizler onun huzurunda toplanacaksınız.”
Ey
Allah’ın birliğine, kitabına, peygamberine, diğer inanılması gereken
şeylerin hepsine inanan, hepsini içtenlikle kabul ve tasdik eden
Müslümanlar !
İtaat ediniz, icabet ediniz , yürüyünüz, koşunuz.
Kime doğru, nereye doğru ?
Allah’a doğru , Peygambere doğru koşunuz. Ne zaman ?
Size
hayat verecek : dünya ve ahiret’te hayatınızı, kurtuluşunuzu ,
mutluluğunuzu temin edecek , size ruh verecek emirlerini , hükümlerini,
tavsiyelerini kabule sizleri davet ettikleri zaman.
Şunu
iyice bilininiz ki , Cenab-ı Hak insanın kendisi ile kalbi arasına
girer. Yani onun yalnız davranışlarını değil, gönlünden geçirdiğini de
görür; ne düşündüğünü , ne yapmak istediğini bilir.
Şunu da hiçbir zaman unutmayınız ki , ne olursanız olunuz, ne türlü yaşarsanız yaşayınız, sonunda onun huzuruna çıkarak bu dünyada bütün işlerinizin, bütün düşüncelerinizin, kısaca bütün hayatınızın hesabını vereceksiniz.
Ayet-i kerime açıktan açığa bildiriyor ki Allah’ın
bütün emirleri , peygamberimizin bütün öğüt ve tavsiyeleri bizim için
hayat kaynağıdır. Hem nasıl hayat ? Bütün anlamıyla bir hayat.
Müfessirler buradaki hayatı yalnız manevi hayat olarak değil, hem maddi
ve hem de manevi hayat olarak yorumluyorlar. Zaten maneviyat ile
maddiyat birbirinden ayrılmaz. Bedensiz ruh, ruhsuz beden olmaz.
Madem ki , dinimizin bütün hükümleri bizim için hayat kaynağıdır. Öyleyse neden geri kaldık, neden yücelip yükselip çağdaş medeniyet seviyesine ulaşamadık?
Değerli dinleyiciler!
Cenab-ı Hakkın bir takım kanunları vardır. Bu kanunlar hem ebedi ve hem de ezelidir. Hiç bir zaman değişmez. Yüce Allah bütün gerçekleri bu kanunlarında birer , birer göstermiş; bir çok yerde , çeşitli şekillerde bildirmiştir.
“Allah’ın kulları hakkında süregelen adeti budur…” (Mü’min .85)
“Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur.Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. “ (Ahzab. 61)
“Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın.” (Fatır. 43)
“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.”(İsra. 77)
Bunlar gibi bir çok ayeti kerimede “SÜNNET” kelimesini okuruz.
Kur’an’ da sözü edilen sünnet , Rasulüllah’ın sünneti değildir.
Peygamberimizin sünnetini hepimiz biliriz. Kur’an’ ın sünneti ise ,Yüce
Allah’ın ebedi ve ezeli olan kanunu demektir. Cenab-ı Hakkın Yerde , gökte, ayda , güneşte , yıldızlarda , canlı, cansız bütün varlık aleminde, bizim bildiğimiz, bilmediğimiz, ne kadar yaratık varsa bunların hepsinde ayrı, ayrı kanunları hüküm sürmektedir.
Biz şimdi Cenab-ı Hakkın ezeli ve ebedi kanunlarını bir tarafa bırakalım da , milletler ve toplumlar üzerinde hüküm süren ilahi kanunu inceleyelim.
Milletler ve toplumlar üzerinde cereyan eden ilahi kanunu , Yüce Allah’ın bize gönderdiği Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz.
İnananların dünya ve ahirette kurtuluşunu, mutluluğunu, huzurunu temin eden ilahi emirlerin her biri Allah’ın bir sünneti , yani bir kanunudur.
Allah’ın bütün emirlerinde hayat vardır. İlahi emirlerin en birincisi İLİM dir.
Yüce Kitabımızın ilk nazil olan (inen) Ayet-i Kerimelerinde ;
“Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O , insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku,
insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak. 1-5) demektedir.
İslam dinin altı yüz sayfalık kitabı “oku” diye başlıyor, dünyada okumayı, yazmayı , ilmi , irfanı emreden başka
bir din varmı dır ?
Sonra , “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ? “ (Zümer Suresi , Ayet . 9)
“Allah’ın kulları içinde ancak alim olanları Allah’tan korkar “ (Fatır Suresi . Ayet 28 )
“Allah içinizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır.” ( Mücadele Suresi. Ayet .11)
“Bizim ayetlerimizdeki hikmetleri ancak alim olanlar kavrayabilir; başkaları edemez. “ (Ankebut Suresi . Ayet 43)
gibi daha bir çok ayetler ilmin, ilim sahiplerinin değerini belirtmektedir.
Sevgili peygamberimiz de , bir çok hadisi şeriflerinde :
“İlim öğrenmek kadın ve erkek üzerine farzdır . “ (Et-tergib ve’t terhib )
“İlim müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır. “ ( Hadis )
“İlim Çin de bile olsa gidin alınız .” ( Beyhaki ; Tabarani , İbni Mes’ud dan . İhya. C.1.s1.)
“İlim , İslam’ ın hayatı , dinin direğidir. Kim bir ilim öğretirse Allah onun karşılığını kıyamet gününe kadar artırır.Kim bir ilim öğrenir de onunla amel ve hareket ederse Allah onun bilmediklerini de öğretmeyi üstüne alır.” (Ebuşşeyh ). (H.B. ÇANTAY. Meali c.3. s.1018)
“İlim öğrenin , ilim için ağır başlı olma gereğini de öğrenin. Kendilerinden ilim öğrendiklerinize karşı alçak gönüllü olunuz.” ( Tabarani, Ebu Hureyre r.a. dan )(H.B. ÇANTAY . Meali c.3.s.1018)
“
Adem oğlu ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç şeyden amel defterine
sevap yazılır. Bunlardan birisi de yararlanılan bilgidir. “ ( Müslim. Ebu Hureyre’ den . İhya c.1.s.36)
“ Yer ve gök ehli Alim için Allah’tan bağış diler “ Ebu Davut . İhya . c.1.s. 16)
“ Alimin, ibadet edene üstünlüğü, ayın on dördüncü gecesinde , diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.” (Ebu Davut, Nesei , İbni Mace ) ( H.B.ÇANTAY. Meali c.3.s. 1018 )
“Alimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin vekilleri, benim ve öbür peygamberlerin de mirasçılarıdır.” H.B. Çantay Meali .c.2.s.775 )
“Ya alim olunuz, ya ilmin talibi olunuz, yada ilim meclislerinde bulununuz,
dördüncü olmayınız .” ( Hadis)
“Alimlere müjdeler olsun, ibadet edenlere müjdeler olsun. Sokaklarda kaldırım mühendisliği yapanlara yazıklar olsun .” (Hadis )
“ Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat eder. Bunlar da peygamberler, sonra alimler ve sonra da şehitler .” (İbni Mace. İhya c.1.s.21)
buyurarak ilmin, ilim öğrenmenin ve bilgili olmanın önemini belirtmektedir.
Millet olarak yücelmek, yükselmek , ilerlemek, çağdaş medeniyeti yakalamak istiyorsak ; her şeyden önce ilime,
bilime sarılmalıyız. Eğitime gereken önemi vermeliyiz. Dünya da ilimle
, din de ilimle , ahiret de ilimle hepsi her şey ilimle kaimdir. Hz.
Muhammed’ (s.a.s) gelişiyle ilim çağını (bilgi çağını) başlatmıştır.
Mescidinin bir bölümünü eğitim merkezi haline getirerek sahabelerini burada eğitmiştir. Dinimizin cahilliğe tahammülü yoktur. Din cahiller eline geçince bozulur.
Kur’an-ı Kerim de ,Hadisi şeriflerde sayısız gerçekler vardır. Bunlar ilimle , irfanla meydana çıkar.
Biz “Müslümanlık” deyince , dinin aslını , saadet devrindeki şeklini anlıyoruz.
Şu dünya medeniyeti , acaba Hz. Ebu Bekir gibi , Ömer gibi , Osman ve
Ali gibi yahut diğer sahabeler gibi adam yetiştirdi mi ? Yetiştirebildi
mi ? Peki onlar , o siyaseti nerede öğrendiler? İslam’dan önce hepsi
cahildiler. Dünyanın hücra bir köşesinde oturuyorlardı. Onları İslam
dini eğitti.
Bu gün gerçek dine, dinin özüne nasıl döneriz ?
Evet, bu da ilimle , bilgiyle olur. Bilgisizlikle olmaz.
“İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsen,
Bu nasıl okumaktır.” Yunus
“Allah’a dayan sa’ye sarıl , hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol “ M. Akif ERSOY
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” M.K. ATATÜRK
Toplumların ilerlemeleri ve yükselmeleri için iyi eğitilmelerinin ve bilgili olmalarının yanında , sağlıklı olmaları da gerekmektedir. Atalarımız “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” İfadeleri ile bu gerçeği ne güzel ifade etmişlerdir.
Yüce kitabımızın ikinci nazil olan (inen) ayet-i kerimelerinde; temizlik emredilmiştir.
Yüce Rabbimiz, “Ey bürünüp sarınan (Resulüm) kalk ve insanları uyar, sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut.”1 buyurmaktadır.
Kur’an’
da ki temizlikle ilgili ayetleri incelediğimiz zaman görürüz ki :
Temizlik Allah sevgisinin bir ölçüsü olarak kabul edilmiştir.
Nitekim Bakara suresinin 222. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever”3
Sevgili Peygamberimiz ise ; “Temizlik imanın yarısıdır”2 buyurmuşlardır.
Allah’a
kul olmanın, O’nun huzurunda durmanın ve O’nun sevgisini kazanmanın ilk
şartı temizliktir. İslâm’ın temeli, dinin direği ve müminin miracı olan
namazın temel şartı temizliktir. En mükemmel temizlik de, bütün vücudun
yıkanmasıyla mümkündür.
Yüce Rabbimiz , Maide Suresinin 6. Ayet-i Kerimesinde;
“Ey
iman edenler ! namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi,
dirseklerinize kadar ellerinizi, topuklarınıza kadar ayaklarınızı
yıkayın, başınızı meshedin. Cünüp olduğunuz zaman boy abdesti
alın.....” buyurmaktadır.
Dinimiz,
biz Müslümanlara günde beş defa el, yüz, ağız, burun, kulak, boyun, baş
ve ayak gibi en çok kirlenen ve mikroplarla her an temasta bulunan
uzuvlarımızı yıkamamızı ve temiz tutmamızı, emretmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (s.a.s) ise;
“Benim
ümmetim kıyamet gününde yüzleri parlak, elleri ve ayakları nurlu olarak
hasrolunacaktır. Herkes gücünün yettiği kadar bu parlaklığı arttırsın”4
buyurarak,
beden ve ruh temizliğine gereken titizliği gösteren Müslümanların,
dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olacaklarını haber vermektedir.
Müslüman’ın bedeni gibi, giyeceği elbisenin , ibadet yapacağı yerin ve yaşadığı çevrenin de temiz olması gerekmektedir.
Hz.
Ömer , günün birinde Medine’yi dolaşırken ; sokağın kenarına çekilmiş ,
sırtına gayet çirkin ve kirli bir paçavra yığını geçirmiş , boynunu bir
kenara bükmüş , bir adam görür, O büyük Halife bu adamı görür görmez ;
“Böyle miskin tavırla dinimizi öldürme , hey Allah’ın kahrına uğrayası “ diyerek, elindeki kırbacı adamın omzuna indirmiştir.
Dinimiz
temizlik ve güzelliğe gereken önemi vermiş, israfa kaçmamak şartıyla
her Müslüman’ın ibadet esnasında en güzel ve temiz elbiselerini
giymesini istemiş, temizliğe özen gösteren Müslümanları övmüştür. Müslümanların,
bedenlerini ve çevrelerini maddi kirlerden; gönüllerini de, buğuz, kin,
hased, gibi manevi kirlerden temizlemelerini emretmiştir.
Kur’an
ahlâkının canlı bir örneği olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) temizlik
konusunda bizlere en güzel örnektir. O, hayatı boyunca temizliğe âzami
dikkat göstermiştir. Camiye ve misafirliğe giderken, toplum huzuruna
çıkarken temiz ve güzel elbise giyinmeye, güzel koku sürünmeye, özen
göstermiş; soğan ve sarımsak gibi başkalarını rahatsız edebilecek
şeyleri yemekten kaçınmıştır.
“Avlularınızı ve çevrenizi temiz tutunuz”6 diyerek bizlere çevremizi temiz tutmamızı öğütlemiş, halkın kullandığı umumi yerlere çöp dökülmesini yasaklamıştır.
“ Kim Müslümanların gelip geçtiği yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa; Allah ona sevap yazar. Allah kime sevap yazarsa; onu cennetine koyar”7 buyurarak din kardeşlerine iyi davrananları ve onlara zarar verecek davranışlardan kaçınanları cennetle müjdelemiş;
“Laneti
gerektiren iki hareketten sakının” buyurmuşlardır. “ O iki şey nedir?”
diye sorulduğunda ise: “İnsanların gelip geçtiği yolları ve
gölgelendikleri yerleri kirletmektir.“8 diye cevap vermişlerdir.
Sevgili Peygamberimizin şu öğütlerine kulak verelim.
Şimdi , şehirlerimizi ,
köylerimizi dolaşalım , temizliklerine , tertip ve düzenlerine bir göz
atalım, paklıktan zariflik ve temizlikten eser görebilirmiyiz. Bizim
bedeni ibadetlerimiz temizlik üzerine kurulmuştur. Biz temiz olmadıkça
ne abdest alabiliriz, ne de Allah’ın huzuruna çıkabiliriz
Milletleri
yücelten , yükselten ve ilerlemelerini sağlayan en önemli hususlardan
biri de , birlik ve beraberlikleridir. Nerede birlik ve beraberlik
varsa, orada, bolluk, bereket ve rahmet vardır. Cemaatle kılınan namaz,
yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir. Bunun nedeni birlik ve beraberlikteki rahmettir
İslam dini, Tevhid dinidir. Hepinizin bildiği gibi “Lâ ilâhe İllallah:Allah’tan başka İlah (mabut )yoktur” sözüne, kelime-i tevhid denir. Tevhid , tek Allah inancı etrafında birleşmektir.
Dünya
ve âhirette mutlu olmanın yolu, Allah’ın Kitabına , Resulü’nün
sünnetine sarılmak, birlik ve beraberlik içinde bulunmaktan
geçmektedir. Kullarının dünya ve ahirette mutlu olmasını isteyen Yüce
Rabbimiz;
“ (Müslümanlar) , kafirlere karşı çetin ve metin, birbirlerine karşı merhametlidirler.” (Fetih suresi 29. Ayet ) buyurmakta ;
“Hep
birlikte Allah’ın ipine ( Allah’ın dinine ve Kur’ an’ı Kerime) sımsıkı
yapışın, parçalanıp ayrılmayın...Kendilerine apaçık deliller geldikten
sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın...” diye
emretmektedir. (Al-i İmran, 3/103, 105)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ise;
“Müslümanların
birbirlerine karşı durumları yekpare bir binayı meydana getiren,
perçinlenmiş kayaların birbirlerine karşı durumları gibidir,”4
“sizden biriniz, kendisi için sevip istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz”5
Allah’ı bir; Peygamberi bir; Kitabı bir ; namazları, niyazları , hacları, Kabeleri , ezanları, minberleri, arşları ve kürsüleri bir
; Kabesi ve gayesi aynı olan Müslümanlar , Kur’an ’ın etrafında
birleşmeli, “birlikte dirlik vardır.” ilkesine sarılmalı, asla bölünüp
parçalanmamalıdırlar.
Tarihe
baktığımız zaman görürüz ki, birlik ve beraberliğini devam ettiren
milletler, yücelmiş, yükselmiş ve ilerlemişlerdir. Bölücülüğün
pençesine düşen milletler ise tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY :
Dizeleriyle bu gerçeği ne güzel ifade etmiştir.
Ortak
değerlerde birleşmeleri gerekirken, asgari müştereklerde bile bir araya
gelemeyen milletler kendi sonlarını hazırlamış olurlar. Bu sebepledir
ki, Yüce Rabbimiz ;
“Ey iman edenler! Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz / devletiniz gider” buyurmakta, ( Enfal, 8/46).
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de:
“Müslüman toplumdan bir karış ayrılan kimse Müslümanlık kisvesini boynundan çıkarıp atmıştır,”7
“Bölücülük yapan bizden değildir,”8
“Allah’ın lütuf ve ihsanı toplum üzerinedir. Kim bölücülük yaparsa, cehenneme gitmek üzere ayrılmış olur. “9 uyarılarıyla, ilahi beyana açıklık getirmiştir.
Ayeti kerimeden ve hadisi şeriflerden anlaşıldığına göre ; milletin
hayatı , bakası, hürriyeti , saadet ve mutluluğu için aralarında birlik
ve beraberliği temin etmeleri , her türlü bölücülük ve ayrımcılıktan
kaçınmaları ilahi bir kanundur.
Milletler topla, tüfekle , tankla ,ordularla, uçak ve füzelerle yıkılmıyor.Yıkılmaz da.
Milletler ancak aralarındaki birlik
ve beraberlik bozulur, herkes kendi başının derdine, kendi havasına
düştüğü zaman yıkılır.Atalarımızın “Kale içinden fethedilir “ sözü
kadar büyük söz söylenmemiştir . Dünyada bu kadar sağlam, bu kadar
şaşmaz bir düstur yoktur.
Değerli
konuklar gözümüzü açalım , uyanık olalım. Bizim senelerden beri
kanımızı, iliğimizi kurutan iç sorunlarımız var , (kürt sorunu , Alevi
sorunu …) bunların hepsi düşman parmağı ile çıkarılmış sorunlardır..
“ İbretle bir Kur’an oku,
diyor ki la teferreku “
Yapmamız gereken, daima uyanık ve tedbirli olmak, şer güçlerin hilesine aldanmamak, tuzağına düşmemektir.
Bakınız Mevlana Mesnevisinde ne diyor .
Düşman sana dostça söyler ve taneden söz ederse sen onu tuzak bil, sana şeker verirse onu zehir bil. Onların attıkları taneler bizi tuzağa götürmek için birer yemdir.
Bir hikaye .
Bir akrep ırmağın kenarına gelmiş ve karşı tarafa geçmek için orada bulunan kurbağaya ;
“ben ırmağın öbür tarafına geçir “ diye yalvarmış , kurbağa da bunu
kabul ederek akrebi sırtına alıp sudan geçmeye başlamış, sudan geçerken akrep kurbağanın sırtını sokmaya başladığını hissedince, akrebe :
· “Ben sana bir kötülük yapmadım, aksine iyilik ediyorum, böyle iken sen beni zehirlemeye çalışıyorsun” deyince, akrep ;
· “Evet doğru ama ben yaratılışımın gereğini yapıyorum, benim görevim zehirlemektir.” diye cevap vermiştir.
İşte düşmana karşı tedbirsiz olmanın cezası..
İslam’da ilk fitne ateşi ve peygamberimizden uyarı .
Medine’de bulunan Evs ve Hazrec kabileleri Müslüman
olmadan önce birbirleri ile 120 yıl savaşmışlardı. İslamiyet sayesinde
kaynaşarak kardeş olmuşlar ve aralarındaki kavgaya son vermişlerdi.
Her iki kabileye mensup bir gurup Müslüman bir araya gelerek
birbirleri ile tatlı, tatlı sohbet ediyorlardı.. Bunları gören Şas bin
Kays adındaki azılı bir İslam düşmanı kendi, kendine “Eğer bunlar
birbirileri ile kardeşçe geçinirlerse bizim burada yaşamamıza imkan kalmaz “ dedi.
Müslümanların arasını açmak ve onları yeniden kavgaya sürüklemek maksadıyla bir fesat pilanı düşündü. Bunu gerçekleştirmek için bir Yahudi gencini çağırarak :
Orada
oturup kardeşçe sohbet eden Müslümanlara eskiden aralarında geçen
savaşları hatırlatarak onları birbirine düşürmesini istedi.
Yahudi genç aldığı emri yerine getirdi. İki kabile arasında geçen Buas harbinden söz açarak eski
yaraları kurcaladı.Bunun üzerine iki kabileye mensup Müslümanlar eski
günlerini hatırlayarak galeyana geldiler ve birbirilerine kırıcı sözler
söylemeye başladılar.Derken tartışma büyüdü.. Her iki taraf da ,
silahlara , silahlara , Hare meydanında buluşmak üzere… diyerek
harekete geçtiler. Böylece iş silahlı bir çatışma noktasına geldi.
Durum
çok vahimdi. Düşmanlıklarını unutup samimi din kardeşi olanlar, dostça
sohbet edenler, şimdi bir İslam düşmanının tahriki ile tuzağa düşmüş ve
birbirlerinin kanını dökmek üzere karşı , karşıya gelmişlerdi.
Kanlı
bir çatışma çıkmak üzere iken durumu haber alan Peygamberimiz, br grup
eshabı ile birlikte hemen olay yerine geldi ve onlara şöyle hitap etti:
“ Ey Müslümanlar Topluluğu !
Bu
yaptığınız nedir ? Allah sizi İslam ile hidayete erdirdikten ve sizi
küfürden kurtarıp kardeş yaptıktan sonra yine küfre mi dönmek istiyor
musunuz ?”
Peygamberimizin bu konuşması üzerine her iki kabile mensupları, şeytanın oyununa ve
düşmanlarının tuzağına düştüklerini anladılar. Silahlarını atıp
ağlayarak birbirleri ile kucaklaştılar ve peygamberimizle birlikte
oradan ayrıldılar. ( Siret-ü İbni Hişam, C.1. S. 555 )
Böylece, Şas bin Kays adındaki azılı İslam düşmanının Müslümanları bölme planı bozulmuş oldu.
Tarihi
incelediğimiz zaman görürüz ki, Müslümanları birbirine düşürüp bölmeye
çalışan İslam düşmanları hiçbir devirde eksik olmamıştır. Bundan sonra
da olmayacaktır. İsimler ve şekiller değişecek ama hedefleri
değişmeyecektir.
“ Ey iman edenler! İçinizden olmayanlardan, size yabancı milletlerden dost (sırdaş,
arkadaş) edinmeyiniz. Çünkü onlar size fenalık etmekten (fitne ,fesat
sokmaktan) asla geri durmazlar,(Ellerinden gelen fenalıkların hiçbirini
sizden esirgemezler ). Sizin sıkıntılara , musibetlere, felaketlere
uğramanızı isterler. Görmüyor musunuz hakkınızda
besledikleri düşmanlık ağızlarından taşıp dökülüyor. Bununla beraber
,gönüllerinde, sinelerinde gizlemekte oldukları kinler, garazlar,
düşmanlıklar , gizleyemeyip de ağızlarından kaçırmakta oldukları kin ve
düşmanlıktan çok daha büyüktür. Çok şiddetlidir. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.”
Tevbe Suresinin 16. Ayetinde de :
“ Ey Müslümanlar ! yoksa , Allah’ içinizden cihad edip Allah,
peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri
ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. “
Bu iki ayetten başka ;
“ Ey peygamber ! kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı çetin ve metin ol (sert davran)…” (Tevbe Suresi : Ayet .73)
“ ..Onlar sizde bir sertlik (çetin ve metinlik) bulsunlar…” ( Tevbe Suresi. Ayet 123)
“ Dinlerine (milletlerine) uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da asla senden hoşnut olmayacaklardır.” (Bakara Suresi . Ayet. 120)
“ … müminlere karşı alçak gönüllü ,kafirlere karşı onurlu ve zorlu …” ( Maide Suresi. Ayet 54 )
“ …Kafirlere karşı çetin ve metin, kendi aralarında merhametlidirler…”(Fetih Suresi .29. Ayet )
Bize
düşen birlik ve beraberliğimizi pekiştirmek, el ele, gönül , gönül’e,
omuz omuza vererek gece gündüz demeden çalışmak, düşmanların oyununa
gelmemek ve onlara karşı güçlü ve kuvvetli olmaktır.
Demek ki, Müslümanlar Allah’ın, kitabullah’ ın ve Resulullah’ın emrettiği
, ilime, bilime, birliğe, beraberliğe çalışmaya sarılmadıkça
ahiretlerini de dünyalarını da kurtaramazlar. Bir kere bunları elde
etmemiz gerekir.Geri kalanı Allah’ın yardımıyla kolaylaşır.
Nitekim Yüce Rabbimiz;
Bununla
birlikte, Avrupalılarla, Amerikalılarla ve diğer milletler ile
işbirliği içine girebiliriz, birleşebiliriz. Bu iş birliği ve birleşme bize hiçbir vakit onların ezeli ve ebedi düşmanımız
olduğunu, her fırsattan yararlanarak bizi bölüp parçalamak ve yok etmek
en önemli hedefleri olduğunu unutturmamalıdır. Vatanımızın, dinimizin
çıkarları; ticaretimizin, servetimizin gelişmesi; refah ve
mutluluğumuzun artması için mümkün olursa yararlarımız üzerine bunlarla çekişe, çekişe pazarlık ederek ittifaklar kurabiliriz. Ancak bu pazarlıklarda son derece uyanık bulunmamız gerekir.
İlerlememizi ve yükselmemizi sağlayacak olan en önemli konulardan biri de çalışmaktır.
İslâm,
madde ile mâna, ruh ile beden, dünya ile ahiret arasında sarsılmaz bir
denge kurmuştur. Bu denge ölçülerine uyarak çalışanlar dünya ve ahiret
mutluluğunu elde etmiş olurlar. Bu gibi fertlerden meydana gelen
toplumlar ise, ilerlemenin, yükselmenin, huzur ve mutluluğun zirvesine
erişirler. Dinimiz, dünya ve ahiret mutluluğu için çalışmayı farz
kılmış ve bütün Müslümanlardan bu görevi yerine getirmelerini
istemiştir. Şu halde , Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak ve dünyaya
geliş nedenimizi gerçekleştirmek için çalışmayı en kutsal görevlerimiz
arasında kabul etmeliyiz.
İnsan, gerek
bu dünyada, gerekse öteki dünyada, ancak kendi çalışmalarının
karşılığını görecektir. İnsan ne ekerse onu biçer, ekmeden biçmek
olmaz. Bu husus, Allah’ın Kur’an diliyle biz kullarına bildirdiği İlâhi
bir kanundur.
Kur’an-ı Kerim’de; “Doğrusu insanın eline geçecek olan kendi çalışmasından başkası değildir”[1] buyurulmaktadır.
Şöyle bir düşünelim. Alem (Evren), Feza dediğimiz
şu ucu, bucağı olmayan boşluk içinde dönüp duruyor. Hiçbir zaman kendi
seyrinden ve kendi faaliyetinden geri kalmıyor. Güneş, ay, gezegenler
ve yıldızlar hareket halinde, yer yürüyor, gök yürüyor, hepsi
çalışıyor, her şey çalışıyor.
Şu
cansız dediğimiz toprak yaratılışından beri her gün, her saat, her
saniye bitmez, tükenmez değişiklikler geçiriyor. Bulutlara su veriyor,
bulutlardan su alıyor. Sırtında otlar, ekinler, ağaçlar yetiştiriyor.
İçinde madenler bulunduruyor.
Ya gök? O bizim dünyamız gibi milyonlarca dünyayı göğsünde taşıyor. Gök de tıpkı yer gibi çalışıyor.
Cenab-ı
Allah da , gerçek keyfiyetini ve sûretini bilmediğimiz bir şekilde
kainatı idare ediyor. Allah her an bu kainata hayat veriyor, yaratmaya
devam ediyor.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan ister. O ise her an yaratma halindedir”[2] ayeti bu gerçeğe işaret ediyor.
Varlıklar,
dilleri ve halleriyle, ibadet, rızık, bağışlanma ve benzeri konularda
Allah’tan yardım isterler. Allah, diriltmek, öldürmek, zengin veya
fakir kılmak, isteyene vermek ve benzeri işlerde her an kainatta
tasarruf etmektedir. Madem ki, yer çalışıyor, gök çalışıyor, yerleri ve
gökleri yaratan Allah çalışıyor. Öyleyse bizim de Allah’ın kulları
olarak çalışmamız, hem de çok çalışmamız gerekmektedir.
Yüce Rabbimiz Kur’an’da hem dünya ve hem de ahiret için çalışmamız gerektiğini emrederek şöyle buyuruyor::
“Allah’ın
sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu ara. Ama
dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de
(insanlara) iyilik et...” ( Kasas Suresi. Ayet 77 )
Ayet-i
Kerimeden de anlaşılacağı üzere, dinimiz yalnız ahiret için değildir.
Eğer öyle olsaydı, Allah Teala Müslümanları hiç dünya hayatına
getirmez, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?...”[3] sorusuna: “Evet, sen bizim Rabbimizsin” cevabını veren ve böylece ilahi imtihanı kazananları, doğrudan cennetine sokardı.
Değerli Konuklar !
Sevgili Peygamberimizin şu hadisi şerifleri bu konuda bizlere ne güzel fikir vermektedir:
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyanız, yarın ölecekmiş gibi ahiretiniz için çalışın”.[4]
“Sizin hayırlınız, ne dünyasını ahiretine, ne de ahiretini dünyasına tercih edendir. Her ikisi içinde çalışandır”.[5]
“İki gününü birbirine eşit geçiren aldanmıştır”[7]
“Amellerin en üstünü, helal kazanç sağlamak için çalışmaktır.”[8]
“Rızkını araştıran bunun için çalışan kimse Allah yolunda cihad yapan gibidir”[9].
“Başkalarına
muhtaç olmamak, çoluk ve çocuğunun mutluluğu ve komşularına yardım
niyeti ile dünya için çalışan ve helalinden para kazanmak isteyenlerin
yüzleri parlak olarak Allah’a ulaşacaklardır.”[10]
“Helalinden çalışarak, yorgun bir vaziyette yatağa giren insanın günahları affedilecektir”.[11]
“Bazı
günahlar, namazla, oruçla, hacca gitmekle değil, çoluk ve çocuğun
nafakası için çalışırken çekilen sıkıntılarla affedilecektir.[12]
Şunu
iyi bilmeliyiz ki, İslam dini, miskinlik dini, tembellik dini, atâlet
ve sefalet dini, fakirlik dini değildir. Tembellik İslam’da en kötü
huylardan kabul edilmiştir. Hz. Ömer Mescidin bir köşesinde oturup
duranlara: Burada ne iş yaparsınız? diye sormuş; “Biz mütevekkilleriz,
tevekkül edip Allah’a güvenenlerdeniz”, cevabını alınca, onlara şu
meşhur uyarıda bulunmuştur: “ Siz metevekkil değil, müteekkillersiniz,
yani hazır yiyicilersiniz. Gidin çalışın, biliniz ki gökten ne altın
yağar ne de gümüş!”.
Müslümanlık,
hayat dinidir, hareket ve çalışma dinidir, zenginlik dinidir. İslâmın
beş şartından ikisi; Hac ve Zekat, çalışan ve zengin olanların
yapabilecekleri ibadetlerdir.
Yüce Rabbimiz;
“Yeryüzüne dağılın Allah’ın lütfundan rızkınızı araştırın”[13]
“Zerre miktarı iyilik yapan onu görecektir.
Zerre miktarı kötülük yapan da onun karşılığını görecektir.”[14] buyurmaktadır.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v) :
“Allahım! Sıkıntı ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve pintilikten, insanların kahrından sana sığınırım.”[15] diye dua etmiştir.
1. Allah’ın bütün emirlerinde hayat bulunduğunu, İlahi emirlerin birincisinin İLİM olduğunu, İslam dinin altı yüz sayfalık kitabının “oku” (Alak Suresi . Ayet .1-5) diye başladığını ;
2. İslam’ın kuvvet ve kudret dini olduğunu, Yüce Rabbimizin ,” Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” tarzında emrinin bulunduğunu ;
3. Yüce Allah’ın insanı en güzel şekilde yarattığını, yeryüzünün halifesi yaptığını, yer kürenin ve gökyüzünün anahtarlarını eline verdiğini, yer altı ve yer üstü kaynaklarını bilerek çıkarması, yeryüzündeki ve göklerdeki bütün sırlara vakıf olması için gönderdiğini, bu konuda, Yüce Allah’ın ;
“ Biz insanı en güzel şekilde yarattık. “ ( Tin Suresi. Ayet. 4)
, “Hiç şüphe yok ki ,biz insan oğullarını yüce ve saygıdeğer yarattık ” .( İsra Suresi . Ayet. 36)
Yerde ve gökte ne varsa hepsini sizin emrinize verdik . ” (Casiye Suresi .Ayet .13) ,
”Sizi yer yüzünün halifeleri kıldık. “ (En’am Suresi . Ayet .165 ) buyurduğunu ;
4. Allah’ın lütuf ve kereminin Müslümanlar üzerine olduğunu , O’nun lütuf ve kereminden ümit kesmenin yasaklandığını, dinimizin bu konudaki ilkesinin , “Allah’ın rahmetin ümit kesmeyiniz .“ ( Zümer Sursi . Ayet . 33-34) olduğunu ,
5. En büyük şan ve şerefin Müslümanlara ait olduğunu ,Kur’an-ı Kerimde : “ Üstünlük, yücelik, şan ve şeref Allah’ a , peygamberine ve müminlere aittir.” ( Münafikun Suresi. Ayet.8 ) hükmü bulunduğunu;
6. Müslümanlar için en önemli konulardan birinin birlik ve beraberlik olduğunu, en büyük tehlikenin ise tefrika olduğunu, dinimizin bu konudaki şiarının (İlkesinin ),
“
Hep birlikte Allah’ın ipine ( Allah’ın dinine ve Kur’ an’ı Kerime)
sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın...Kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın...” (Al-i İmran, 3/103, 105)
“Ey iman edenler! Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz –devletiniz gider .” (Enfal suresi .Ayet 46). Olduğunu;
7. Temizliğin Allah sevgisinin bir ölçüsü olduğunu, Yüce Allah’ın çok temiz olanları ve çok tövbe edenleri sevdiğini , bu konuda ; “Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever”3 buyurduğunu;
Sevgili Peygamberimizin de ; “Temizlik imanın yarısıdır”2 şeklinde beyanda bulunduğunu ;
8. Cenab-ı
Allah’ın , gerçek keyfiyetini ve sûretini bilmediğimiz bir şekilde
kainatı idare ettiğini, Allah’ın her an bu kainata hayat verdiğini,
yaratmaya devam ettiğini. Bu konudaki beyanının “Göklerde ve yerde bulunan herkes O’ndan ister. O, ise her an yaratma halindedir”[16] şeklinde olduğunu;
9. Dünya ve ahiretimiz için çok çalışmamız gerektiğini , dinimizin bu husustaki ilkesinin ;
“Doğrusu insanın eline geçecek olan kendi çalışmasından başkası değildir” (Necm Suresi . Ayet.9 )
“Allah’ın
sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu ara. Ama
dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de
(insanlara) iyilik et...” ( Kasas Suresi. Ayet 77 )
“Yeryüzüne dağılın Allah’ın lütfundan rızkınızı araştırın”(Cuma suresi . Ayet .10),
“Zerre miktarı iyilik yapan onu görecektir. Zerre miktarı kötülük yapan da onun karşılığını görecektir.”(Zilzal Suresi. Ayet. 7-8 ) olduğunu ;
10. Toplumların adaletle ayakta durduğunu, Yüce Allah’ın bu konuda ;
“Bilmiş olunuz ki, Cenab-ı Hak sizlere adaletle muamele etmeyi , hiçbir zaman iyilikten ayrılmamayı emrediyor…” (Nahl Suresi Ayet .90)
buyurduğunu ;
11. Bütün görevlerin ehil kişilere verilmesi gerektiğini , dinimizin bu konudaki ilkesinin ;
“ Bilmiş olunuz ki, Allah sizlere bütün görevleri ehil olan kişilere vermenizi … emrediyor”(Nisa Suresi. Ayet.58)
olduğunu ;
12. Yüce Allah’ın ;” İşte bu benim yolumdur ki dosdoğrudur, hiç şaşmak bilmez. Siz ancak bu yolu tutunuz : sağa, sola sapan diğer yollara uymayınız. Sonra Cenab-ı Hakkın yolundan ayrılmış olursunuz “ (En’em Suresi . Ayet 153) buyurduğunu ;
Anlayıp kavradığımız gün ilerler,yücelir ve çağdaş medeniyetin ilerisine geçeriz.
1 Müdessir; 1-4
3 Bakara; 222, Tövbe;108
2 Müslim; Teharet:1
4 Buhari , Müslim
5 A’raf; 31
6 Aclüni, Keşfü’l Hafa 1/224
7 Buhari Tecrid-i Sarih H.No:223
8 Tac; 1/93
9 Et-Tıbbün Nebavi S:216
1 Ramüz’ül Ehadis C:2. S:341
2 Câmi ü’ssağir. C:1. S:94
3 Câmi ü’ssağir. C:2. S:655
4 Buhari Salat: 881 bab: Edep 36.bab
5 Buhari, İman:7
6 Müslim. İman:93.Hadis
7 Buhari Fiten. 2. Bab
8 Tirmizi Cam’uş-Sağir. C:2. S:547
9 Cami ü’ssağir. C:2 S.655
[1] Necm Suresi : Ayet: 39
[2] Rahman Suresi: Ayet: 29
[3] Araf Suresi, Ayet 172
[4] Cami’u’s-Sagir C: 2 S:156
[5] Cami’u’s-Sagir C: 2 S:116
[6] Buhari, Buyu’, 15.
[7] Keşf’ü’l-Hefa: C:2 S: 123. H.No:1406
[8] Feyzü’l-Kadir C:2 S:26 H.No: 1238
[9] İhyau Ulumiddin C:2 S:89
[10] H.B. Cenbey, 40 Hadis, No: 33
[11] Camiu’s-Sagir, c: 2, s: 287
[12] Camiu’s-Sagir , c: 1, s: 50
[13] Cum’a Suresi:10
[14] Zilzal Suresi 7-8
[15] Tâc, c: 5, s: 113
3 Bakara; 222, Tövbe;108
2 Müslim; Teharet:1