ALLAH’IN RAHMETİNİN AZAMETİ VE BİZİ SEVMESİNİN ALAMETİ
AYET: ZÜMER SURESİ 53. AYET
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ:
MEALİ :
“De ki, ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o,çok bağışlayan çok esirgeyendir.” (ZÜMER SURESİ – 53. AYET)
Yüce Rabbimizin rahmeti sınırsız, merhameti hudutsuzdur. İnsan, O’nun esirgemesi ve rahmeti ile dünya ve ahirette pek çok felaketlerden uzak kalmakta ve ilahi ikrama erişmektedir. Allah-ü Teala’nın bu engin rahmeti olmasaydı insanın yüzü gülmez ve saadet nedir bilmezdi. Rahmanımızın rahmeti, kâinatı içten ve dıştan kuşatmış bulunmakta ve yağmur misali beşeriyetin üzerine inmektedir. Kim kalbini ve elini bu rahmete açarsa, büyük faydalar elde etmekte, ilahi mağfirete ve cavidani bir hayata nail olmaktadır.
Allah’ın rahmeti, inen belalara karşı siper, dalgalanan felaketler önünde set, çaresizlerin imdadına uzanan müşfik bir el gibidir.
Rahmet-ilahi, rahm-i maderden kabre kadar uzanan ve insanı koruyup kurtaran bir hamidir. Eğer Allah’ın esirgemesi olmasaydı madde ve mana planında hüsrana uğrar, felaketlerden uzak kalamaz ve hidayete yol bulamazdık.
Rahim olan Rabbimizin rahmetinin genişliği sebebiyle, en günahkâr insanlar hatalı yollardan sırat-ı müstakime dönmekte ve mağfiret-i ilahiye ermektedirler.
Allah Teala’nın rahmeti, dünya ve ahiret saadetine ermemizi kolaylaştıracak şekilde inkişaf etmektedir. Allah’ın rahmeti o kadar büyük ve o derece geniştir ki bunu bir ölçü ve sınır ile hudutlamak kabil değildir. Yücelerin yücesi Rabbimizin rahmetini tavsifte hataya düşmemek için, bir hadis-i şerifle açıklayalım:
خلق الله عزوجل يوم خلق السموات والأرض ماءة رحمة فجعل فىالأرض منها رحمة فيهاتعطف الوالدة علىولدهاوالبهآءم بعضها علىبعض والطيروأخرتسعة وتسعين إلىيوم القيامة فإذاكان يوم القيامة أكملهابهذه الرحمة.
“Aziz ve celil olan Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz rahmet halk etti. Onlardan birini yere koydu. Bu rahmet sebebiyle, anne evladını, dört ayaklı canlılar ve kuşlar birbirini esirgemektedirler. Doksan dokuz (rahmeti)’i ahiret gününe bıraktı. Kıyamet günü olduğunda, Allah onu, bununla (yüze) tamamlayacaktır.”
Bu hadis-i şerifi tefekkür pertevi ile tetkik edecek olursak, akıl ve nakil yönünden şu hakikatler ortaya çıkmaktadır: Cenab-ı Hakk’ın yarattığı yüz rahmetten bir parçasının taksiminde her canlı, kendi payına düşen esirgeme hissi ile birbirine acımakta; tavuk, civcivlerinin üzerine kanat germekte; kısrak yavrusunu emzirirken, bir yerini acıtmayayım diye ayağını kaldırmakta; ana olma meziyetine ermiş bir kadın, yavrusunun uyuması için kendi uykusunu feda etmekte ve evladının istirahatı için her türlü fedakârlığı yapmaktadır.
Rahman ve rahim olan Allah Teala’nın kullarını ne derece esirgediğini Hz. Ömer (R.A)’ın rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif’le örneklendirelim: “Rasülullah (SAV) Hazretlerinin huzuruna birtakım esirler getirilmişti. Onlar arasından çocuğunu kaybeden bir kadın, esirler içinde telaş ve üzüntü ile koşuyor ve yavrusunu arıyordu. Esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu alıp bağrına basıyor ve emziriyordu. Allah Rasülü (SAV) bize hitaben: “Şu kadının, çocuğunu ateşe atacağını zanneder misiniz?” buyurdu. Biz: “Atmaya gücü yettiği müddetçe bunu yapamaz.” dedik. Rasül-i Ekrem: “Allah, bu kadının çocuğuna olan acımasından daha merhametlidir.” buyurdu.
Nefis, şeytan ve kötü akranın tesiri altında bulunan insan, işleri ile baş başa bırakılmış olsaydı ne cennete girmesi ne de azaptan kurtulması mümkün olurdu. Rahim olan Halikımız, biz kullarına rahmeti ile muamele etmeseydi bir tek günahkâr temize çıkmaz ve afv-ı ilahiye yol bulamazdı. “Rahmetim gazabımı geçti” mealindeki hadis-i kutside ifadesini bulan ilahi rahmet, âlemleri ve âdemleri kuşatacak şekilde tecelli etti de pek çok günahkâr O’nun rahmet deryasında barınmış arınmış oldu.
Allah’ın bunca rahmetinden ümit kesmek ve halkı da bu istikamette karamsarlığa düşürmek, merhamet-i ilahiden mahrum kalmaya sebep olur. Zira yüce Rabbimiz hakkında süi zanna kapılan, kötü akıbetlere mahkûm ve rahmet-i ilahiden mahrum olur. Bu hususu tesbit eden bir hadis-i şerif şöyledir:
عن جندب رضىالله عنه عن النبى(صعلم):أن رجلاقال:والله لايغفرالله لفلان.وأن الله تعالىقال.من االذىيتألىعلىألآأغفرلفلان فإنىقدغفرت لفلان وأحبطت عملك.
“Ashaptan Cündüb bin Abdullah (R.A)’dan: Peygamber (SAV) ‘in şöyle buyurduğu rivayet olunmaktadır: “Bir adam, vallahi falan kimseyi Allah yarlığamaz.” demişti. Yüce Allah, “Falan kimseyi yarlığamayacağıma dair benim (ismim) üzerine yemin eden de kimmiş? Ben, onu bağışladım, senin işini (ve yeminini) iptal ettim.” buyurdu.
Her mümin, üzerine düşen vazifeleri zamanında ve eksiksiz olarak işlemeli ve bu faaliyetleri Cenab-ı Hakk’ın rızasına ve rahmetine erişmek için yapmalıdır. Zira “Bir kul, Allah’ın rızasını istemeye devam ederse aziz ve celil olan Allah, Cebrail’e: “Falan kulum beni razı etmeyi istemektedir. Haberdar ol! Benim rahmetim onun üzerinedir.” buyurur. Cebrail de “Allah’ın rahmeti falan kimsenin üzerine olsun.” der. Arşı yüklenen ve etrafında bulunan melekler de böyle söylerler. Nihayet yedi kat göklerin halkı da bunu tekrar ederler. Sonra bu rahmet, o kimse için yeryüzüne indirilir.
İfrat ve tefritten uzak bir yol takip etmek isteyen tevhid ehli, Allah’ın rızasına gönül bağlamalı, O’nun rahmetinden asla ümidini kesmemeli ve bir de kendini ilahi azaptan uzak görmemelidir. Bu konuda Peygamberimiz (SAV) bu konuda biz ümmetini uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
لويعلم المؤمن ما عندالله من العقوبة ما طمع بجنته أحد.ولو يعلم الكافرماعندالله من الرحمة ما قنط من جنته أحد.
“Bir mümin, Allah katındaki azabı bilmiş olsaydı, hiçbir kimse O’nun cennetine gönül bağlamazdı. Bir kâfir de Allah katındaki rahmeti bilmiş olsaydı, bir tek insan cennetten ümit kesmezdi.”
Ölçülü hareket etmenin mücessem bir örneği bulunan Peygamberimiz (SAV) Efendimiz, aşırılık ve eksiklik gibi düzensiz fikirlerden, İslam dini ile bağdaşmayan inanç ve yaşayıştan bizleri uzak tutmak için, sözleri ve işleri ile en güzel hareket tarzını gözlerimiz önüne sermiş bulunmaktadır. İnsanoğlunun kurtulması için gönderilmiş bulunan Kur’an-ı Kerim ayetlerinden ve Rasül-i Ekrem’in (SAV) sünnetlerinden aykırı bir yol takip eden kimseyi hangi gök gölgeler ve hangi sığınak koruyabilir? Şu Ayet-i kerimenin uyarıcı ifadeleri daima kulağımızda çınlamalıdır:
وَلَوْلَافَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّه رَؤُوفٌ رَحِيمٌ:
“Ya üzerinizde Allah’ın fazl-ı rahmeti olmasaydı, ya Allah çok esirgeyici, çok merhametli olmasaydı (haliniz neye varırdı?)” (NUR SURESİ 20. AYET)
Yüce Rabbimizin rahmetinin büyüklüğü bir sınırla tahdit ve bir ölçü ile tavsif edilemez. Kâinatı kuşatan ilahi rahmetin devamlı tecelliyatı, âlemleri ve âdemleri kuşatmış bulunmaktadır. O sonsuz rahmetin mevceleri zihinlerimizi tathir, kalplerimizi tenvir ve işlerimizi kolaylaştırmaktadır.
Allah Teala’yı sevmenin bir takım şartları bulunduğu gibi, O’nun sevgisine erişmiş olmanın da bazı alametleri ve sevindirici işaretleri vardır. Yüce Rabbimizin muhabbetini kazanmaya talip olan bir mümin, bunları bilmek ve şahsında toplamak zorundadır. Bu yüce ve mukaddes sevgiye erişmek, ibadetlerde ihlâs, sevgide sadakat ve Hakk yolunda feragat göstermekle mümkündür.
Allah dostlarının “MUHABBETULLAH”a erişmesi için O’nun emirlerine teslimiyet göstermesi ve her türlü manevi terakkinin bu sırda gizli olduğunu bilmesi icap etmektedir. Bir Müslüman’ın, Cenab-ı Hakk katında sevgili bir kul olması için, maddeye dayalı heveslerini “HİÇLİK” vadisinde ifna ederek manasını “KURBİYYET” sahasında ihya etmesi gerekmektedir.
Allah’ın sevgisiyle imtiyaza ermenin alameti, O’nun kazasına rıza ve emirlerine inkıyat göstermektir. Bunun için Allah’ı anıp unutmamak, itaat edip isyan etmemek lazımdır. Bir kimseyi Allah’ın sevdiğinin alameti, kulun Allah’a aşk derecesinde muhabbet etmesi ne “ÜNS BİLLAH” neşvesi içinde hayatını devam ettirmesidir. Cenab-ı Hakk’ı aşk derecesinde seven ve O’nun yüce muhabbetine erişen bir kimse, gözünü ve kulağını, elini ve ayağını dini hizmetlere tahsis eder. Allah’a kullukta sadakat gösteren bir kimse, O’nun hazire-i kudsüne dâhil olup muhabbet-i ilahisine nail olur. Aşk-ı ilahi ile yanan, envar-ı ilahi ile bezenen ve Rabbimizin himayesine erişen bir muvahhid, O’nun emn-u emanı içinde yaşar. Böyle bir kimseye zarar vermeye kalkışan, kahr-ı ilahiye; ona düşman olan harb-i Rabbani’ye hedef olur.
Bu hakikati tespit eden bir hadis-i kutside Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
من عادلىوليافقدآذنته بالحرب ومل تقرب إلىعبدىبشئ أحب إلي مماإفترضت عليه ومايزال عبدى يتقرب إلي باالنوافل حتىأحبه فإذآأحببته كنت سمعه الذى يسمع به وبصره الذىيبصربه ويده التىيبطش بهاورجله التىيمشىبهاوأن سألنىلأعطينه ولءن إستعاذنىلأعيذنه.
“Kim benim velilerimden birine düşmanlık ederse, ben ona ilan ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden bana göre daha sevimli hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile (ibadet) lerle bana yaklaşmaya devam eder de nihayet ben de onu severim. Onu sevdiğim zaman işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse ona (dileğini) veririm. Bana sığınacak olursa onu muhakkak korurum.”
Bu hadis-i kutsideki ifadeden de anlaşıldığı gibi bir kul Rabbimizin emirlerine teslimiyet gösterdiği zaman, elini ve ayağını, gözünü ve diğer uzuvlarını Allah’ın rızasına ve kitabına uygun olan hizmetlerde kullanır. Bu ölçüye o derece dikkat gösterir ki, Allah için konuşur ve konuşulan bir söze O’nun rızasını kazanmak için kulak verir. Baktığı şeye bu maksatla nazar eder ve teşebbüs ettiği işe bu niyetle başlamış olur. Böyle kâmil bir mümin “FENAFİLLAH”sırrına erişir ve varlığının sırrını bu anlayışta bilir ve bulur.
Allah’ın muhabbetine mahzar olan bir insan, bu saadete ermenin izlerini enfüs ve afakta müşahede eder. Bu alametlerin neler olduğuna şu ayet-i kerime işaret etmektedir:
يَا أَيُّهَاالَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ
وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُوَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse Allah -müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği- bir kavim getirir ki, onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından (dedi-kodusundan)çekinmezler. Bu Allah’ın lütf-u inayetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan en çok bilendir.” (MAİDE SURESİ - 54. AYET)
Allah Teala’nın sevgili bir kulu olma şerefine erişen kimse Müslümanlara karşı tevazu sahibi olacak mümin de gizli iman hazinesi önünde saygı duyacak ve yaratılmışları Yaratan’ın hatırından dolayı hoş görecek Allah ve Rasülü (SAV)’in düşmanlarına karşı İslamî vakarı koruyacak ve Allah’ın izzetini şahsi kusurları sebebiyle zelil etmeyecek din düşmanları ile malı canı ve dili ile mücahede edecektir. Bu yolda yürüyerek eriştiği ilahi sevgiyi kendisinin hakkı değil Allah’ın lütfu olarak bilecektir.
Allah’ın sevgisine talip olanlar bir takım imtihanlara da hazırlıklı olmalıdır. Ümmetlerine ilahi tecellilerin ve imtihanların akıbetlerini duyuran ve uyanık olmayı hatırlatan Rasül-i Ekrem (SAV) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
إذآأحب الله قوما إبتلاهم.
“Allah bir topluluğu severse onları birtakım belalara uğratır (ve onları imtihan eder.)”
Bu yolun yolcuları Allah yolunda maruz kaldığı imtihanlara sabır gösterir ve belayı “BAL” gibi sineye çeker. Karşılaştığı her cefayı cana safa bilir. Bir şairimiz ne hoş ifade etmiş:
Hoştur bana senden gelen , Ya gonca gül yahut diken
Ya hil’at-ü yahut kefen , Kahrın da hoş lütfun da hoş
Bir kul bu çetin imtihana şecaat ve cesaretle göğüs gerecek olursa Cenab-ı Hakk da kendi rızası için bu sabrı gösteren mümine dayanma ve tahammül gücü verir ve çilede zevk hali ihsan eder.
Peygamberimiz (SAV) bu hakikati şu hadis-i şerifi ile tesbit etmektedir:
إذآأحب الله عبدا حماه الدنياكما يظل أحدكم يحمى سقيمه المأء.
“Allah bir kulunu sevdiği zaman onu birinizin (ameliyat olan) hastasını sudan himaye ettiği gibi dünya(nın zararlı tarafların)dan korur.”
Cenab-ı Hakk ona ikram ettiği bu meziyetlerden başka gökte meleklere ve yerde insanlara o kimseyi sevmelerini bir memuriyet haline getirir. Derecesi yükseltilen o müminin ismi mele-i a’la’da anılır.
Peygamberimiz (SAV) bu saadeti şöyle haber vermektedir:
إن الله إذآأحب عبدا دعا جبريل فقال إنىأحب فلانا فأحبه قال فيحبه جبريل ثم ينادىفىالسمآء فيقول إن الله يحب فلانا فأحبه فيحبه أهل السمآء قال ثم يوضع له القبول في الأرض وإذآأبغض عبدادعاجبريل فيقوم إنىأبغض فلانا فأبغضه قال فيبغضه جبريل ثم ينادىفىأهل السمآءإن الله يبغض فلانا فأبغضوه قالفيبغضونه ثم توضع له البغضآءفىالأرض.
“Yüce Allah bir kulu severse Cebrail’e vahyeder: Ben falan kulumu seviyorum. Sen de onu sev. Buyurur. Cebrail onu sever. Sonra sema (halkı) içinde şöyle seslenir: Allah falanı seviyor. Siz de seviniz. Gök halkı onu sever. Sonra onun (sevgisinin) kabulü yer(dekilerin kalplerin)e konulur. Allah bir kula buğzedecek olursa Cebrail’e vahyederek Ben falana buğzediyorum sen de ona buğzet. Sonra sema halkı arasında Allah falana buğzediyor siz de ona buğzediniz diye seslenir. Daha sonra onun için yer(dekilerin kalplerin)e adavet konulur.”
Ey istediğini istediğine veren ve istediği zaman almak kudretinin sahibi bulunan Rabbimiz! Bize zatının muhabbetini ve seni sevenleri sevmeyi nasib eyle. Bizleri hatalardan arıtıp zatına layık kullar arasına katıver ve bizi sevdiğin kullar arasında haşreyle…
KAYNAK: KÜRSÜDEN MÜ’MİNLERE VAAZLAR MEHMET EMRE