İSLAM TEBLİĞİ VE MİSYONERLİK
İslam , Kur’an-ı Kerim’de ; “Allah katında din “ (Al-i İmran Suresi , Ayet 19 ) ; “ dosdoğru din “ ( Rum Suresi , Ayet 30) ; “ Hak din “ ( Tevbe Seris, Ayet 33 ; Fetih Suresi , Ayet 28 ; Saf Suresu , Ayet .9 ) olarak tarif edilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerimde İslam dışındaki inanç sistemlerine de din denilmektedir. ( Tevbe Suresi, Ayet .33 ; Fetih Suresi . Ayet 28 , Saf Suresi . Ayet 9 ; Kafirun Suresi Ayet. 6) Buna göre kaynağının ilahi olması ve orijinal şeklini koruması nedeniyle İslam hak dindir. Nitekim , Yüce Rabbimiz İslam adını sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine ad olarak vermiştir. “ Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı şetçim. “(Maide Suresi . Ayet 3 ) anlamındaki ayet bunu ifade etmektedir.
İlahi vahye dayanmakla birlikte asli özelliğini koruyamamış dinlere de (Yahudilik
ve Hıristiyanlık ) değiştirilmiş , tahrif edilmiş anlamında muharref
dinler (bozulmuş dinler ) denilmektedir. İlahi vahye dayanmayan dinler
ise batıl dinlerdir.
İlahi vahye dayanan , hiçbir bozulmaya uğramadan günümüze kadar gelen , kıyamete kadar da saflığını devam ettirecek olan İslam’da tebliğ ve irşadın hedefi , en son ve en mükemmel din olan İslam’ın insanlara ulaştırılmasıdır. ( Bk.Maide Suresi . Ayet. 67 ) Amaç insanların zorla veya her türlü yola başvurarak Müslümanlaştırılması değildir. (Bk.Bakara:256; Ya- sin :17) Onları , Allah’ın yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırmak ve onlarla en güzel şekilde mücadele etmektir. “ ( Nahl Suresi , Ayet .125 )
Hıristiyanlık ise, temel itibariyle ilahi vahye dayanmakla birlikte asli özelliğini koruyamamış , değiştirilmiş, tahrif edilmiş ve bozulmuş bir dindir.
Hıristiyanlık dinini yaymakla görevli kişilere misyoner , bu faaliyetlere de
Misyonerlik denir. Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük misyonerlik örgütü Amerikan Board , üyelerini : “ Dünyayı fethe çıkan İsa orduları “ olarak takdim etmektedir.
İncil’de belirtildiğine göre , Hz İsa Havarilerinden Petrus ve Andreas’a şöyle demiştir:
“ Ardımca gelin , sizi insan avcıları yapacağım “ ( Matta : 4-19 ) , “ “Gökte
ve yerde bütün hakimiyet bana verildi. Şimdi siz gidin bütün milletleri
şahit tutun. Onları baba, oğul ve Ruhü’l Kudüs ismi ile vaftiz edin.
Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün
günler, dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim “ ( Matta, 28, 19-20 ; Markos . 16-15 )
Bu beyanlara göre , Havariler ve bütün Hıristiyanlar misyonerdir. Çünkü bu sözler misyonerliğin temelini teşkil etmektedir. Misyonerlik çalışmalarını ilk başlatan kişi “Amaca giden her yol mubahtır” diyen Makyavelist düşüncenin de fikir babası sayılan Pavlus’ tur.
Hrıstiyan misyonerliği bütün insanların her halükarda Hıristiyanlaştırılmasını ve vaftiz edilmesini hedeflemektedir. (Bk.Matta İncili 28 :19-20) Misyonerlerin örnek aldığı Pavlus , bir mektubunda çalışma tarzını şöyle ifade etmektedir. “ Ben
özgür bir insanım, köle değilim. Daha çok insan kazanmak için herkesin
kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi
davrandım.Kendim şeriata tabi olmadığım halde, şeriatçıları kazanmak
için onlara şeriata bağlıymışım gibi davrandım.
İsa Mesih’in kanunlarına bağlı olmama rağmen, kanunsuzları kazanmak
için kanunsuzmuşum gibi davrandım. Zayıfları kazanmak için onlarla
zayıf oldum. Ne yapıp, yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey
oldum “ .(Korintlilere Mektup 1 ,9 :19-22)
Görüldüğü gibi Pavlus , hedefine ulaşabilmek için hiçbir kural ve sınır tanımadan her türlü aracı kullanmayı meşru görmektedir.
Misyonerler Hıristiyanlığın barış dini olduğunu ileri sürerler. Bunun doğru olmadığını gösteren Matta ve Luka İncilinde bulunan Hz. İSA’ ya atfedilen şu ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Yeryüzüne
barış getirmeye geldiğimi sanmayın ; Ben barış değil kılıç getirdim…
oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık
sokmaya geldim “ ( Matta. 10 : 34-35 )
“ Kılıcı olmayan abasını satıp kılıç alsın “ ( Luka . 22 : 36)
İncil ve Tevrat’ta bunlara benzer daha bir çok hüküm bulunmaktadır. Bu düşünceden hareket eden Papa ve papazlar, haçlı seferlerinin hazırlanmasında büyük gayret sarf etmişler , haclı ordularını gönderirken “ Müslüman kanını dökmek helal ve sevaptır “ diye fetva vermişlerdir. ( İsmail Hami Danışment . Tarihi Hakikatler . Tercüman 1000 Temel Eser Serisi)
Bu nedenle , Endülüs’e giren haçlı orduları , insanlık için yüz karası olan , tarihin en büyük vahşet ve soy kırım suçunu işlemiştir. Fransızların ünlü filozofu Gustev le Bon dan dinleyelim :
“ Muzaffer Hıristiyanların mağlup Müslümanlara karışı uyguladıkları her çeşit zulüm ve kıtallerin hikayelerini titremeden okumak mümkün değildir. Onları zorla vaftiz ettirdiler. mümkün olduğu kadar diri, diri yakalanmalarını sağladılar. Engizisyon mahkemelerine teslim ederek, Bu işleri kısa yoldan halletmek için Tuleytule baş rahibi , Hıristiyanlığı kabul etmeyen Arapların kılıçtan geçirilmelerini emretti. Dominiken tarikatı papazı daha
kısa yoldan hareket etti. Kadın ve çocuklar dahil ne kadar Müslüman
varsa kafalarının uçurulmasını emretti. İspanya’nın yüksek tabakasını,
aydınlarını ve sanayicilerini oluşturan üç milyon Arap öldürüldü veya
yarımadadan atıldı. Sekiz asırdan beri Avrupa’ya
ışık üzerine ışık saçan parlak medeniyetleri söndü… Şunu da itiraf
etmek gerekir ki, en vahşi istilacılar arasında bu derece korkunç
katliamlarda bulunan bir tanesi bile gösterilemez. “ (Civilizastion Des Arabes . s. 129 )
Yine kutsal şehir Kudüs’ü Müslümanlardan alan Hıristiyanlar : “ Süleyman Mabedinin dehlizlerinde 70 bin Müslüman öldürdük, kanları atlarımızın dizlerine kadar çıktı “ diyerek yapmış oldukları barbarlıkları övünçle papa ve imparatorlarına mektupla bildirmişlerdir. ( Gibbon’un “ Bizansın Yıkılış Tarihi “ ile ilgili eseri . s.670 )
Meşhur İngiliz Başbakanı Churchill diyor ki :
“ Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.”
Oysa ki İslam da dini hedeflere uygun olmayan yollarla gidilmesi , haksız yere insanların katledilmesi yasaklanmıştır.
“Kim
bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (
haksız yere ) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her
kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…” ( Maide Suresi. Ayet 52 )
Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) in Hicretin ikinci yılında Muharrem
ayının üçüncü günü Medine’ de , Mescid-i Saadette Hz. Ali’ye yazdırmış
olduğu Gayr-i Müslimlerle ( Yahudi ve Hıristiyanlarla) ilgili
sözleşmeyi dikkatinize arz etmek istiyorum.
“
Eğer Hıristiyan bir rahip veya seyyah bir dağda, bir derede veya çöllük
bir yerde veya bir yeşillikte veya çalılık yerlerde veya kum içinde
ibadet için perhiz yapıyorsa , kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün
milletimle beraber onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar benim
korumam altındadır. Ben onlara karşı Hıristiyanlara yaptığım
sözleşmeler uyarınca ödemeyi borçlu oldukları vergilerden affettim .
Cizye , haraç vermesinler veya kalplerinin razı olduğu kadar versinler.
Onlara zor kullanmayın. Onların dini reislerini
makamlarından indirmeyin. Onları ibadet ettikleri yerden çıkarmayın.
Bunlardan seyahat edenlere mani olmayın. Bunların manastırlarının
hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp Müslüman
mescitleri için kullanılmasın. Her kim buna uymazsa Allah ve Resulü’
nün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur. Ticaret yapmayan ancak ,
ibadet ile meşgul olan kimselerden, her nerde olursa olsunlar, cizye ve
benzeri vergileri almayın. Denizde ve karada, şarkta ve garpta, onların
borçlarını ben saklarım. Onlar benim korumam altındadır. Ben onlara
eman ( güven )verdim . Dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların
ekinlerinden haraç almayın. Ekinlerinden devlet hazinesi için pay
çıkarmayın. Çünkü bunların ziraatı sırf
nafakalarını temin etmek için yapılmakta olup kar için değildir. Cihat
için adam lazım olursa, onlara baş vurmayın. Cizye (gelir vergisi )
almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları
ve mülkleri bulunursa bulunsun yılda 12 dirhem’den ( 49 gr gümüşten)
daha fazla vergi almayın. Onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz.
Kendileri ile bir müzakere yapmak icap ederse, ancak merhamet, iyilik
ve şefkat ile hareket edilecektir. Onları daima merhamet
ve şefkat kanatları altında himaye ediniz. Nerede olursa olsun, bir
Müslüman erkekle evli olan Hıristiyan kadınlara, kötü muamele
etmeyiniz. Onların kendi kiliselerine gidip kendi dinlerine göre ibadet
etmelerine engel olmayınız. Her kim ki Allah-ü Teala’nın bu emrine itaat
etmez ve bunun zıddına hareket ederse, Cenab-ı Hak’kın ve Peygamberinin
emirlerine isyan etmiş sayılacaktır. Bu sözleşme kıyamet gününe kadar
devam edecek. Dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiçbir kimse
bunun aksine bir harekette bulunmayacaktır.” ( Harputlu İshak Efendi . Cevap Veremedi. Hakikat ltd. İst.1995. 12. baskı; Mustafa Fayda . Fütuhu’l –Buldan Tercümesi. Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara. 1987. s. 94 )
Biz Müslüman Türkler, Anadolu’ya gireli yaklaşık
bin yıl olmuştur. Bu on asırlık dönemde gayri Müslimler ( Yahudi ve
Hıristiyanlar ) dinleri, dilleri, mabetleri gelenek ve görenekleri ile
hala aramızda yaşıyorlar. Ecdadımız Balkanlarda 500 yıl hüküm sürdü.
Her şehre yüzlerce cami yaptırdı. Tarihçilerimizin belirttiğine göre
, Balkanlardan çekilmeden önce buralarda binlerce cami bulunmakta idi.
Bu gün baktığımız zaman sayıları onlarla ifade edilecek kadar azdır.
Avrupalı bunların bir çoğunu yakıp yıkmış, bir kısmını da meyhane,
sinema ve tiyatro olarak kullanmaktadır.
Görünüşte kutsal bir dava için çalıştıklarını söyleyen ve bunu insanlara kabul ettirmeye çalışan misyonerlerin hedefi , kendilerinin ve devletlerinin çıkarlarını gerçekleştirmektir. Tamamen kapitalist ve emperyalist hareketlerdir.
“
Hıristiyanlık kapitalizmin emrine resmen girmiştir: sömürge
düzenlerinin kurulmasında ve yürütülmesinde tek geçer akçedir. Ayrıca
Kapitalizm’in , Emperyalizm’in gizlenmesinde, şirin gösterilmesinde
önemli bir maske ödevi görmektedir. Bu ve aldatıcı durum, ne yazıktır
ki , yüzyıllar boyunca geri kalmış ülkelerde gereği gibi
anlaşılamamıştır. Misyoner teşkilatlarının arkasındaki sermaye
çevreleri görülmediğinden, sorun bir metafizik olay olarak ele alınmış
ve soyut bir Müslümanlık – Hıristiyanlık savaşı olarak irdelenmiştir…” (Demirtaş Ceyhun. Haçlı Emperyalizmi. 7 ve 108 )
İngiliz Başbakanlarından D’Esirail ‘in de ifade ettiği gibi Batı felsefesinde; “ Ebedi dost yoktur. Ebedi düşman da yok . Ebedi menfaat vardır. “
Geçmişte İslam alemi üzerine yaptıkları seferleri , katılımı çoğaltmak ve taraftarlarını kandırabilmek için din maskesi altında “ Haçlı Seferleri “ adıyla gerçekleştiren Batılı, bu gün de bu seferleri demokrasi , insan hakları , özgürlük, çağdaşlık v.b. isimler altında yürütmektedir.
Bu gerçeği , İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi Kilise Tarihi Öğretim Görevlisi ve uzmanı Prof. Dr. Jonathan Rilay Smith şöyle itiraf etmektedir.
“ Geçmişte asıl hedefi orta doğunun zenginliklerini elde etmek olan ancak , Kudüs’ün Müslümanların elinde bulunmasını ve Kudüs’ü kurtarmak kılıfıyla Hilale karşı savaşan Haçlılar, bu aynı savaşı değişik taktik ve usullerle yapmaktadırlar. Başlıca usulleri dini şiddet, siyasal İslam ,Fundamantalizm, soy kırım, Müslümanları
dinlerinden uzaklaştırmak , nüfus planlaması, kürtaj , kötü
alışkanlıklar , ekonomik baskı , mali krizler, kültür emperyalizmi,
batı karşısında eziklik ve aşağılık kompleksi, İslam düşmanlığı ,
maziden soğutma, milli ve manevi değerleri yıpratma , haya ve edep
duygularında erozyon başta gelen metotlardan bazıları…” ( Yeşilay Dergisi , Kasım 2001. sayı .816. İsmail Hami Danışmend . a.g.e. c.2 . sayfa. 36, 45 )
“Misyonerlik,
1646 yılında İngiltere‘de , 1662 yılında Vatikan’da resmi bakanlık
haline getirilmiştir. Bu iki ülkede, 1660’ lı yıllarda “ Kürdoloji Enstitüleri”
kurulmuştur. Kürtçe’yi ve İslam’ı iyi bilen , bölgenin özelliklerine
göre yetiştirilmiş Misyonerler , 1690 ’lı yıllarda Kürt diye
nitelendirdikleri Türk insanını Hıristiyanlaştırma yoluyla Osmanlı Devletinden koparmaya çalışmışlardır.” ( Abdurrahman Küçük, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri. S.51)
Londra’daki Misyoner Teşkilatının çalışmalarıyla ilgi bilgileri Osmanlı Bahriye Subaylarından Mustafa Bey’den dinleyelim.
“Mr. John ve Mr. Herbert ve Ernest ile beraber Misyoner Cemiyetin büyük binasına gittik. Potinkers’in odasına girerek mumaileyh ile mülaki olduk. Bu muhteşem bina bir çok dairelere ayrılmıştır. Her dairede bir dine mahsustur. İslam dairesi müteaddid şubelere ayrılmıştır. Sünni kısmın dört şubesi, Alevi yani Şii kısmının yirmi beş masası vardır. Her dairenin bir kütüphanesi ve
toplantı salonu vardır. Şimdiye değin ne kadar ilmi eser çıkmış ise
hepsi kütüphane de mevcuttur. Hatta el yazması yüzlerce Arapça dini
eser mahfuzdur. Ceylan derisi zerine yazılmış bir çok Mushaf-ı Şerifi
gözümle gördüm. Bir parçasını alıp yüzüme ve gözüme sürdüm. Doğrusu bu
gibi kirli ellere düştüğümden dolayı ağladım. Hatta Mr. John : Vah
Mustafa Efendi sen bu derece mutaassıp mısın? “ Öyleyse seni bir türlü
yola getiremeyeceğiz” dedi. Diğer daireleri de gezdik. İsimlerini o
vakte kadar işitmediğim bir takım mezhepler varmış. Bir tanesi
hatırımda kaldı ki o da Zerdüşt adındaki bir adamın meydana getirdiği
bir mezhep imiş. İsmine Mazdeizm diyorlar. “ ( İ. S. Sırma . Sömürü Ajanları. )
Misyoner-Casus Teşkilatı Başkanı, Osmanlı Devletinde görev yapan misyoner Hampher’e : “ Eğer sen İslam ülkelerinde Sünni-Şii kavgasını başlatabilirsen, Büyük Britanya’ya en büyük hizmeti yapmış olacaksın “ demiştir. (Mustafa ERDEM. Misyonerlik . s.13 )
İngilizlerin Şii-Sünni (Osmanlı-İran ) ihtilafına ne kadar önem verdiklerini misyoner Hampher ‘den dinleyelim:
“Bir
gün misyoner toplantısında, “ Bu Müslümanlarda zerre kadar akıl olsa,
asırlar önce geçmiş olan Sünni-Şii ihtilafını kaldırır, onları mazide
bırakır ittifak kurarak birleşirler “ dedim , başkan hemen sözümü
keserek! “ Senin görevin bu ihtilaf ateşini körüklemektir ;
Müslümanlar’ ın nasıl birleşeceğini göstermek değil! “ dedi. ( Hatırat-ı Hampher. S.13 )
1935 Senesinde Kudüs’te toplanan misyonerler konferansında, misyoner teşkilatı başkanı Samaul Zouimer, açılış konuşmasında şunları söylüyor :
“ Sizden Müslümanları Hrıstiyan yapmanızı istemiyorum. Sizin asıl göreviniz Müslümanları İslam’ dan uzaklaştırmaktır. Doğumundan ölünme kadar boynuna haç takmasınlar, kiliseye gitmesiler, vaftiz olmasınlar ama , Hrıstiyan gibi yaşasınlar. Bunu çağdaşlık adı altında temin edebilirsiniz. Onları Allah’ı ve peygamberlerini tanımaz bir kişi haline getirin. Müslüman milletleri ayakta tutan ahlak
, haya , iffet duygularından koparın. Eğer bunda başarılı olursanız,
İslam Ülkelerinin sömürge haline gelmesi için fetih yollarını açan
ileri karakollar kurmuş olursunuz. Sevk etmeye çalıştığınız yolda
yürümeleri için İslam ülkelerindeki bütün beyinleri buna göre hazırlamanız gerekir. Bu ise Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaktan başka bir yolla mümkün değildir.
Eğer siz onlardan Allah ve peygamber tanımaz bir nesil hazırlarsanız, büyük işlerle ve
ülkülerle uğraşmazlar. Rahatı, tembelliği, parayı ve nefsini sever,
arzularını ve isteklerini tatmin için her çareye baş vururlar. Hatta
öyle hale gelirler ki, şehvet ve arzuları hayatlarının tek hedefi olar.
Bir şey öğrenirse arzu ve isteklerine ulaşmak
için öğrenir. Malını şehveti için harcar, en büyük makama gelse de
nefis, arzu ve şehvetinin esiridir. Bu uğurda her şeyini feda eder. Ve
onları Emperyalist siyasetimiz için satın almak kolay olur. Ey
misyonerler ! Ancak Müslümanları bu hale getirdiğiniz zaman görevinizi
başarılı bir şekilde tamamlamış olursunuz. “ ( Yeşilay Dergisi Eylül 2002. sayı 826. sayfa. 13 )
On üçüncü yüzyılda Haçlı Seferlerine katılan , Müslümanlara esir düşerek
bir müddet Kahire’deki El- Mensur hapishanesinde yatan , bilahare fidye ödeyerek kurtulan 9. Lui şunları söylüyor :
“ Biz Müslümanları silahla yenmeyi
başaramayacağız. Eğer onlara karşı zafer kazanmak istiyorsak inançları
ile savaşmalıyız. Çünkü bu inanç kalblerinde bulunduğu müddetçe onlar
hezimete uğratılamaz.”
2
Şubat 1821 yılında Mora yarımadasında isyan çıkaran, be nedenle Dönemin
Padişahı II. Mahmut tarafından patrikhanenin kapısı önünde idam edilen
papaz Grigorios ; Rus Çarı ve diğer Avrupalı yöneticilerine gönderdiği mektubunda :
Türkleri
maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir.Çünkü Türkler çok sabırlı ve
mukavemetli insanlardır.Gayet mağrur ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu
hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, ananelerinin kuvvetinden,
padişahlarına, kumandanlarına ve büyüklerine olan itaat duygularından
ileri gelmektedir…
Türklerde
evvela itaat duygusunu kırmak, manevi rabıtalarını kesmek, dini
metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Bunun da en kısa yolu milli ve
manevi anlayış ve geleneklerine uymayan harici fikir ve hareketlere onları alıştırmaktır.
Osmanlı
Devletini dünya siyasi hayatından tasfiye için, onlara bir şey
hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamak gerekir. “
demiştir. ( Tarih Konuşuyor Dergisi c.1.s.1 ; Ahmet Uçar. Tarih ve Düşünce Dergisi. Aralık-Ocak-Şubat 2005.s.19))
Misyonerlerin
Hıristiyanlaştırma çalışmalarında, sosyal ve siyasi açıdan güç durumda
bulunan kitlelere , mülteci , fakir, azınlık, savaş ve tabii afet
mağdurlarına yaklaşarak ,bunların içinde bulundukları maddi ve manevi
sıkıntıları istismar ettikleri , onların imanlarını satın almak için
çalıştıkları görülmektedir.
Öte yandan misyonerlerin ,emperyalizm ile işbirliği içinde çalıştıkları ,hedeflerinin dini
olmaktan çok siyasi olduğu bilinmektedir.Misyonerler hedef aldıkları
ülkeye yerleşerek okullar, yabancı dil kursları , ve benzeri eğitim
çalışmaları , kitap fuarları , yayın evleri , dernek ve vakıflar,
örtüsü altında toplumları Hıristiyanlaştırmaya çalıştıkları
bilinmektedir.
Pavlus’ un prensiplerini izleyen günümüz misyonerleri “Takiyye” yapmakta, gerçek kimliklerini gizleyerek hedef kitlenin hoşuna gidecek şekilde görünmeyi kendilerine temel
almaktadırlar. Örneğin, hedef seçtiği Müslümanlara şirin gözükmek için
,Kur’an’dan Ayetler okumak,Müslüman kıyafetlerine
bürünmek,”papaz”,”rahip” yerine “hoca” ;”kilise” yerine “cami” gibi
İslami kavramları kullanmak gibi usuller takip
etmektedirler.Yine insanları dinlerinden döndürmek ve kendilerine
ısındırmak için Hrıstiyanlık’tan pek çok taviz vermeyi prensip haline
getirmişlerdir. (Şinasi Gündüz ,s. 5-28)
Misyoner-Casusların Birinci Dünya Savaşında neler yaptıklarını , merhum Kazım KARABEKİR’ den dinleyelim.
“
Misyonerler müstemlekelerde ve müstemleke olmaya elverişli olan geri
kalmış memleketlerde, Reislerin , Racaların , Arabistan İmamlarının ,
Sultanların harimine kadar girmişlerdir. Kendileri bu liderleri
herhangi bir yola sürüklerken, halk arasına
karışan muavinleri de halkı aksi cihete çekip götürür. Bu suretle
müspet ve menfi çekişmeler arasında tefrikaya düşen ve uyuşturulan bir
memleketin bir avuç Avrupalı elinde koyun sürüsü gibi güdülmesi veyahut
bu hale getirilmesi güç olmaz.Fas Sultanlarının birbirine düşürerek
yıllarca iç kavgalardan sonra Fas’ın parçalanıp müstemleke oluşunda,
Yemen imamlarının ve hatta güya Hrıstiyan’ ların
girmelerinin bile dinen yasak olduğu MEKKE deki şeriflerin isyanında
bile, hep kendilerine duhul yolunu bulan ve müşaviri haslık ( özel
danışmanlık) rolünü yapan misyonerlerin himmeti ( yardımı) eksik değildir.
Bu
kabilden adamlar için Osmanlı Devletinin Hariciyesinde, Bab-ı Ali’nin
diğer dairelerinde, tercümanlık vesaire gibi mühim ve devlet sırları
ile alakalı görevlere geçmek yolunu bulanlar
bile vardı.Sadaret mevkiine yükselen bir çok muhtediler (Müslüman olan
gayri Müslimler ) arasında bu türlü karışık işler deruhte edenlerin
bulunmadığını kestirebilirmiyiz ?
Misyonerlerin
içinde bazıları da başarılarını daha ziyade kolaylaştırmak ve
hızlandırmak için girmiş göründükleri dinin ruhani vazifelerini bile
alabiliyorlardı…
Müslümanlar
öteden beri bir gayr-i Müslim’ in Müslüman olduğunu işittiler mi ,
artık ona karşı kendi din ve ırk kardeşlerine yapmadıkları yardımlara
koşarlar.Erzurum’un Ruslar’ dan geri alınışında yakaladığımız bir Rus
casusuna şefaat için çoluk-çoçuk çırpına , çırpına : “ Ona hidayet erdi, bırakın onu, günahtır “ diye bağrışıyorlardı…”( E. Kırşehirlioğlu .a.g.e. s.105)
Katolik
Kilisesi 1962 yılında 2. Vatikan Konsülünde kiliseler arası (Farklı
Hıristiyan mezhepleri arasındaki )diyalog yanında diğer din mensupları
ile diyaloga girmenin önemi üzerinde durmuş, 1964 te “Hıristiyan
Olmayanlar Sekreteryası “kurmuş , bu sekretarya bünyesinde ilk
kuruluşundan itibaren İslam’la ilgili bir bölüm yer almıştır.
Başlangıçtan
itibaren İslam ülkeleri ile diyalog yolları aranmış ve diyalog 1966
Broumana –Lübnan kongresinden sonra başlamıştır.Bu kongrede
Hıristiyanların İslam aleyhinde konuşmayı bırakmaları ve Müslümanlarla
konuşmaya yönelmeleri,Hıristiyan dünyasında islamla ilgili yapılacak
çalışmaların , Müslümanlarla yapılacak diyaloga taşınabilecek nitelikte
olması tavsiye edilmiştir.Sekretarya Hıristiyan- Müslüman diyalogu
programı çerçevesinde ilk çalışmasını 2-6 Şubat 1976 tarihlerinde
Libya-Tripoli seminerinde gerçekleştirmiştir. Bu ilk çalışmadan
günümüze kadar çeşitli alanlarda ve muhtelif ülkelerde çok sayıda
toplantılar yapılmış, ancak bu toplantıların ortak özelliği, ele alınan konuların tespitinde ve toplantıya katılacak elemanların tespitinde ve sayısında Hrıstiyan tarafı önde ve öncü olmuştur.
Şunu
unutmamak gerekir ki, Katolik Kilisesi 2. Vatikan konsülünde yukarıda
belirtilen, okunduğunda insanın hoşuna giden bir takım yeni öğretiler kabul etmiş gibi görünmekte ise de , “Kilise dışında kurtuluş yoktur “prensibinden vaz geçmiş değildir. Bu doğma, konsül sonrasında da kilisenin resmi öğretisi olarak devam etmektedir.
“Kilise,
konsülde tespit edilen hususlar ve yeni perspektif çerçevesinde
Müslümanlarla yapılacak diyalogun alan ve metotlarını belirlemek için
çalışmalarını sürdürmüş, bir komisyon kurulmuş , diyalogla ilgili
olarak bir kılavuz kitap hazırlanmıştır.Hıristiyanlık açısından
kurtuluş kavramı nihai olarak kurtuluşun yine kilisede olduğunu,ihtida
eden ve bundan sonra Tanrı’ya ve diğerlerine karşı sevgi dolu bir hayat
süren herkesin Tanrı Kırallığına girebileceğini ifade etmektedir.
Bu sebeple de konsül kararında yer alan “kurtuluş planı yaratıcıyı kabul edenleri de kapsar . Bunların başında Müslümanlar gelir.” İfadesi yani Müslümanların Tanrının evrensel kurtuluş planına dahil edilmeleri onların
İslam inançları içinde kalarak kurtulabilecekleri anlamına
gelmektedir.Yani İslam kurtuluş vasıtası olarak görülmemekte, fakat
Müslümanlar, Hıristiyan inancına çağrılarak kurtarılması gereken
halklar arasına dahil edilmektedir. Kurtuluşun yolu kilisedir ve vaftiz
olup İsa Mesih’le ve dolayısıyla onun bedenini , temsil eden kilise ile
birleşmeyen kimsenin kurutuluşu mümkün değildir.Diğer bir ifadeyle
Hıristiyanlığın tek gerçek dini kuruluş olduğu iddiası devam
etmektedir.Bunun için de bütün insanların kilise vasıtasıyla kurtuluşa
ulaşmasını sağlamak için İncil’in onlara tebliğ edilmesine yani
misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesine karar verilmiştir.
Bu
noktada misyonerlikle diyalogun nasıl uzlaştırılacağı gündeme gelmiş,
Papalık Dinler Arası İlişkiler Konsülü misyonerlik ile diyalogun
birbirine alternatif olmadığını , ikisinin birbirini tamamlayacak
şekilde yürütüleceğini belirtmiştir. Sonuç olarak Katolik kilisesi
diyalogla misyonerliği uzlaştırmıştır.”( B.Adam. Katolik Kilisesinin Kurtuluş Öğretisi açısından Diğer Dinlere Bakışı, Ankara s.33-40 )
Katolik Kilisesi 2. Vatikan Konsülünde , Dinler Arası Diyalog’dan bahsetmiş ise de , kilisenin hedefini incilin herkese ulaştırılması
yani misyonerlik olarak tespit etmiştir. Hangi şekilde olursa olsun
henüz incili kabul etmeyenler de Tanrı’nın kavmi olmaya davet
edilmiştir. Bunun için Hıristiyan Misyonerler hedeflerini
gerçekleştirebilmek için her türlü taktikleri uygulayacaklardır.
Vatikan tarafından başlatılan “Dinler Arası Diyalog” faaliyeti Pavlus’ un incili yayarken uyguladığı taktiklerin bir devamı olarak görülmektedir.
Papa II. John Paul , “ Dinler Arası Diyalog “ un amaç ve hedefini Kurtarıcı Misyon adlı genelgesinde şöyle açıklamaktadır.
“Dinler Arası Diyalog ; Kilise’nin bütün insanları kiliseye
döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Karşılıklı bilgilenme ve
anlayışı zenginleştirme vasıtası ve metodu olarak diyalog , misyona zıt
değildir. Esasen misyon ve misyonun şekilleriyle diyalog arasında özel
bir bağ vardır. Bu misyon aslında, Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve
diğer din mensuplarına yöneliktir.” ( Mustafa Erdem . Misyonerlik. Diyanet Vakıf _Sen Yayını )
Nitekim Vatikan ın 1999 yılında yayınladığı “ Tovards a pastoral approach to culture “ adlı kitapta Dinler Arası Diyalog’un amacı şöyle açıklanmaktadır.
“
Bütün insanlar Hz. İsa’ya döndürülmeli, bütün insanlar vaftiz olarak
kilisede birleşmeli ve onun vücudu olan kiliseye girmelidir.Yollar,
usuller, metodlar değişir, ama hedef hiç değişmez. Nihai maksadımız
bütün insanları Hıristiyanlık dinine sokmaktır.” ( Mehmet Oruç. Yeşilay Dergisi. Ekim 2002. sayı 827. s.13 )
Mevcut
Papa Almanya ziyareti sırasında, İslam’a, İslam Peygamberine ve
Müslümanlara dil uzattığı halde, Türkiye’yi ziyareti esnasında
,Müslümanlara şirin görünmek için, Diyanet
İşleri Başkanlığını ziyaret etmiş, Sultan Ahmet Camiinde İstanbul
Müftüsü ile birlikte Kıbleye yönelerek dua etmiştir.Papa’nın bu
davranışı “takiyye” den ibaret olup Pavlus’ un gösterdiği yolda yürüdüğünün açık ifadesidir.
Diğer
taraftan Katolik kilisesinin II. Vatikan Konsülünde tespit ettiği ve
daha sonra Müslüman ülkelerindeki yöneticiler tarafından da sık, sık
kullanılan “Dinler Arası Diyalog “ ifadesi doğru bir ifade değildir. Dinler arasında diyalog olmaz. ” Din Mensupları Arasında Diyalog”
olur. Bunun gerçekleşebilmesi için diyaloga girecek kişilerin veya
tarafların samimi olması gerekmektedir . Mevcut tutum ve davranışları
göz önünde bulundurulduğunda, Batı’nın ( Katolik Kilisesinin )ve
yöneticilerinin bu konuda samimi olduklarına inanmak mümkün değildir.
Çünkü ,inançlarının ve prensiplerinin temelinde ”takiyye“ (olduğu gibi
görünmeme) mevcuttur.
Yüce kitabımızın beyanına göre ;
Müslümanlar olarak onların dinine girmediğimiz (onların milletinden
olmadığımız ) müddetçe onların bizi kabul etmeleri mümkün değildir. (Bk.Bakara Suresi : Ayet .120)
“ Çünkü onlar birbirlerinin dostudurlar. “ ( Maide Suresi Ayet. 51 )
Birinci
Dünya Savaşında İngilizler KUDÜS’ ü işgal edince , cephede beraber
savaştığımız Almanya- Avusturya askerleri bayram yapmışlardır. Sebebi
sorulduğunda : “Hz. İsa’nın doğduğu mukaddes Kudüs Hıristiyanların eline geçti “ diye cevap vermişlerdir. ( Mehmet Arif Bey . Başımıza Gelenler. S.11, 264 )
Hitler’in
zulmünden kaçarak 1933 yılında Türkiye’ye gelen İstanbul Üniversitesi
İktisat ve Hukuk Fakültelerinde maliye ve iktisat dersleri veren, 1952
yılında Almanya’ya döndükten sonra Frankfurt Ünib’ de öğretim görevliliği ve rektörlük yapan, Türkiye’de kaldığı sürede Ülkemizde Cumhuriyetin yerleşmesinde önemli katkıları bulunan Alman Prof. Dr. Fritz Neumark ‘ a Ülkemizi
ziyarete geldiğinde : “ Avrupa bizi neden sevmiyor ? Ebedi
düşmanlığının sebebi nedir ? diye sorulur. Cevabı aynen şöyle :
“ Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır Kilisenin Türk
ve İslam düşmanlığı Hıristiyanlar’ ın hücrelerine sinmiştir.
Sebeplerine gelince ; en başta Müslüman olduğunuz için sevmezler ama
faraza laiklik şöyle dursun Hıristiyan olsanız da size düşman olarak
bakmaya devam ederler. Çünkü sizler hangi kimliğe bürünürseniz bürünün,
her zaman onların korkulu rüyasısınız. Sizi silahla yenemeyenler,
sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağlamaya çalışırlar. Böylece
kendilerini İslamiyet tehlikesinden korumuş olacaklar.
Sizler
farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar. En az 400 sene
Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. Selçuklular
Anadolu’yu Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna
mezar ettiler. Bizlere medeniyeti insanlığı öğrettiler. Avrupa Müslüman
olma tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Osmanlı Arşivi tam olarak
ortaya çıkarsa bu günkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
Sizler
gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti
yıkılır. Bunun için sizler Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima
düşman olarak kalacaksınız.
Selçuklu ve bilhassa Osmanlı , İslamiyet uğruna her
şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz da
varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da , İngiliz
sömürge Bakanlığının adamlarıdır. Batı her yerde yetiştirdiği adamları vasıtasıyla İslamiyeti sapık inançlara kanalize
etti.Bütün bunlara rağmen Osmanlı’nın inancını bozamadı. Osmanlı, Asr-ı
Saadeti temsil etmeğe devam etti. Bünyesinde bozuk düşünce, bozuk
mezhep barındırmadı. Evet Kilise sizlere kin kusmaktadır. Ve sebebleri
bunlardır.” ( Sur Dergisi , 1999, sayı. 278. s. 17 ; Yeşilay Dergisi, Haziran ,2001, sayı 811, sayfa. 20
Alman Şark Misyonları Müdürü Dr Lepsiyos diyor ki :
Haç ve Hilal arasındaki cidal , muhit dair üzerinde değil, müstemlekelerde değil, Afrika yahut batı
Asya’da değil, İslami hareket ve faaliyetin Asya ve Ve Afrika’ ya
yayıldığı ana merkezde yapılmalıdır. Bütün İslam milletlerinin sabit
nazarı İstanbul üzerindedir. Eğer orada bir şey yapılmazsa , yapılan
başka şeyler de az çok heba olur. “ ( E. Kırşehirlioğlu . Türkiye de Misyonerlik Faaliyetleri )
Yakın tarihte ABD Regan ile Rusya’nın Devlet Başkanı Gorbeçov’ un Cenevre’ de buluşup almış oldukları kararlara bir göz atalım.
Hıristiyanlığın temel ilkesi olan ”Kilise dışında kurtuluş yoktur “ prensibi ile İkinci Vatikan Konsülünde yer alan “kurtuluş
planı yaratıcıyı kabul edenleri de kapsar . Bunların başında
Müslümanlar gelir.” Yani İslam kurtuluş vasıtası olarak görülmemekte,
fakat Müslümanlar, Hıristiyan inancına çağrılarak kurtarılması gereken
halklar arasına dahil edilmektedir. Kurtuluşun yolu kilisedir ve vaftiz
olup İsa Mesih’le ve dolayısıyla onun bedenini , temsil eden kilise ile
birleşmeyen kimsenin kurutuluşu mümkün değildir.” İfadeleri bu gerçeği teyit etmektedir.
Yine 1962-1965 yıllar arasında yapılan II. Vatikan konsülünde :
“
Kilise misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yer yüzünde her taraf
Hrıstiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecek.”şeklinde karar alınmıştır.
“
Batının şimdiki tavrı 1850 den başlayan Şark Meselesi alışkanlıklarının
değişmediğini göstermektedir. Batı bu gün de Türkiye’yi kendi
politikaları çizgisinde yürümeye zorlamak için etnik ayrılıkları
kışkırtarak, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi müdahaleci, vesayetçi
baskı metotlarını başka bir kamuflaj altında devam ettirmek
peşindedir.Batı bütün bunları” Islahat Fermanı “ zamanındaki gibi
Türkiye’nin Batı hukuku ve insan hakları standartlarına uygun hale
getirilmesi için yapmak gerekliliğine bizi inandırmak istiyor… Türkiye
dünya milletleri arasında yalnız bir ülkedir. Tarihten gelen dinmez bir
husumetin daima hedefi olmuştur, olmaktadır… Bu gün sözde Ermeni
davası, Batı Parlamentolarında ayakta alkışlanarak benimseniyorsa, bu
sadece tarihi husumet psikozunun asla ölmediğini gösteriyor.” ( Melih Aşık. Radikal’den naklen 04.05.2005 Milliyet )
“
Bu gün ağır ve boğucu sıkleti altında ezildiğimiz son hadisler, bize
Avrupa Medeniyetinin ne demek olduğunu, asırlardan beri Hilal’e karşı
kin ve nefret, intikam fikirleriyle terbiye
edilmiş olan Avrupalıların gerçek mahiyetlerinin neden ibaret
bulunduğuna pek acı gerçeklerle öğretmiştir. Şarkı zabdetmek…
Şarklıları
can damarlarından emmek… zerre kadar merhamet hissi duymaksızın bunu
yaptıkların hedeflerine varmak amacı olduklarını “ görüyoruz. ( Prof. Ş. GÜNALTAY. Zulmetten Nur’a )
M. Akif ERSOY’ un belirttiği gibi :
Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba
Oturup vahy-i İlahi mi bekler ulema .
Bu
itibarla , oluşturulduğu günden itibaren bu güne kadar Müslüman Türk
toplumuna hiçbir fayda sağlamayan, “Dinler Arası Diyalog
“faaliyetlerinin , bundan sonra da fayda sağlamayacağı kanaatindeyim.
Yüce Milletimin takdirine saygıyla arz ederim.
Mehmet Emin BAYAR