• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam436
Toplam Ziyaret5143995
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

İslam Tebliği ve Misyonerlik

İSLAM TEBLİĞİ  VE MİSYONERLİK

 

İslam , Kur’an-ı Kerim’de ; “Allah katında din “ (Al-i İmran Suresi , Ayet 19 ) ; “ dosdoğru din “ ( Rum Suresi , Ayet 30) ; “ Hak din “  ( Tevbe Seris, Ayet 33 ;  Fetih Suresi , Ayet 28 ; Saf Suresu , Ayet .9  ) olarak tarif edilmektedir.  Yine Kur’an-ı Kerimde İslam dışındaki inanç sistemlerine de  din denilmektedir. ( Tevbe Suresi, Ayet .33  ; Fetih Suresi . Ayet 28 , Saf Suresi . Ayet 9 ; Kafirun Suresi Ayet. 6)  Buna göre kaynağının ilahi olması ve orijinal şeklini koruması nedeniyle İslam hak dindir. Nitekim , Yüce Rabbimiz  İslam adını sevgili  peygamberimiz  Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine ad olarak vermiştir. “ Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı şetçim. “(Maide Suresi . Ayet 3 ) anlamındaki ayet bunu ifade etmektedir.

 

 İlahi vahye dayanmakla birlikte asli özelliğini koruyamamış dinlere de  (Yahudilik ve Hıristiyanlık ) değiştirilmiş , tahrif edilmiş anlamında muharref dinler (bozulmuş dinler ) denilmektedir. İlahi vahye dayanmayan dinler ise batıl dinlerdir.

 

 İlahi vahye dayanan , hiçbir bozulmaya uğramadan günümüze kadar gelen , kıyamete kadar  da saflığını devam ettirecek  olan  İslam’da tebliğ ve irşadın hedefi , en son ve en mükemmel din olan İslam’ın insanlara ulaştırılmasıdır. ( Bk.Maide Suresi . Ayet.  67 ) Amaç insanların  zorla veya her türlü yola başvurarak Müslümanlaştırılması değildir. (Bk.Bakara:256; Ya- sin :17)  Onları , Allah’ın yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırmak ve onlarla en güzel şekilde mücadele etmektir. “ ( Nahl Suresi , Ayet .125 )

 

Hıristiyanlık  ise, temel itibariyle ilahi vahye dayanmakla birlikte  asli özelliğini koruyamamış , değiştirilmiş, tahrif edilmiş ve bozulmuş bir dindir.

 Hıristiyanlık dinini yaymakla görevli kişilere misyoner , bu faaliyetlere de  

Misyonerlik  denir. Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük misyonerlik örgütü  Amerikan Board , üyelerini : “ Dünyayı fethe çıkan İsa orduları  “ olarak takdim etmektedir.

 

İncil’de belirtildiğine göre , Hz İsa  Havarilerinden Petrus ve Andreas’a şöyle demiştir:

 “ Ardımca gelin , sizi insan avcıları yapacağım “ ( Matta : 4-19 ) , “ “Gökte ve yerde bütün hakimiyet bana verildi. Şimdi siz gidin bütün milletleri şahit tutun. Onları baba, oğul ve Ruhü’l Kudüs ismi ile vaftiz edin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün günler, dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim ( Matta, 28, 19-20 ; Markos . 16-15 )

Bu beyanlara göre  , Havariler ve bütün Hıristiyanlar misyonerdir.  Çünkü bu sözler misyonerliğin temelini teşkil etmektedir. Misyonerlik çalışmalarını  ilk başlatan kişi  “Amaca giden her yol mubahtır” diyen Makyavelist düşüncenin  de fikir babası sayılan  Pavlus’ tur.

 

Hrıstiyan misyonerliği bütün insanların  her halükarda Hıristiyanlaştırılmasını ve vaftiz edilmesini hedeflemektedir. (Bk.Matta  İncili 28 :19-20)  Misyonerlerin örnek aldığı Pavlus , bir mektubunda çalışma tarzını şöyle ifade etmektedir. “ Ben özgür bir insanım, köle değilim. Daha çok insan kazanmak için herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım.Kendim şeriata tabi olmadığım halde, şeriatçıları kazanmak için onlara şeriata bağlıymışım gibi  davrandım. İsa Mesih’in kanunlarına bağlı olmama rağmen, kanunsuzları kazanmak için kanunsuzmuşum gibi davrandım. Zayıfları kazanmak için onlarla zayıf oldum. Ne yapıp, yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum “ .(Korintlilere Mektup 1 ,9 :19-22)

 

Görüldüğü gibi  Pavlus , hedefine ulaşabilmek için hiçbir kural ve sınır tanımadan her türlü aracı kullanmayı meşru görmektedir.

 

Misyonerler Hıristiyanlığın barış dini olduğunu ileri sürerler. Bunun doğru olmadığını gösteren Matta ve Luka  İncilinde bulunan  Hz. İSA’ ya atfedilen şu ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum.

 

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın ; Ben barış değil kılıç getirdim… oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim “ ( Matta. 10 : 34-35 )

“ Kılıcı olmayan abasını satıp kılıç alsın( Luka . 22 : 36)

 

İncil ve Tevrat’ta  bunlara benzer daha bir çok hüküm bulunmaktadır. Bu düşünceden hareket eden   Papa ve papazlar, haçlı seferlerinin hazırlanmasında büyük gayret sarf etmişler , haclı ordularını gönderirken “ Müslüman kanını dökmek helal ve sevaptır “  diye fetva vermişlerdir. ( İsmail Hami Danışment . Tarihi Hakikatler . Tercüman  1000 Temel  Eser Serisi)

 

Bu nedenle , Endülüs’e giren haçlı orduları , insanlık için yüz karası  olan , tarihin en büyük vahşet ve soy kırım suçunu  işlemiştir. Fransızların ünlü filozofu Gustev le Bon dan  dinleyelim :

 

Muzaffer Hıristiyanların mağlup Müslümanlara karışı  uyguladıkları  her çeşit zulüm ve kıtallerin hikayelerini titremeden okumak mümkün değildir.  Onları zorla vaftiz ettirdiler. mümkün olduğu kadar diri, diri yakalanmalarını sağladılar.  Engizisyon mahkemelerine teslim ederek, Bu işleri kısa yoldan halletmek için  Tuleytule  baş rahibi , Hıristiyanlığı kabul etmeyen Arapların kılıçtan geçirilmelerini emretti. Dominiken tarikatı papazı  daha kısa yoldan hareket etti. Kadın ve çocuklar dahil ne kadar Müslüman varsa kafalarının uçurulmasını emretti. İspanya’nın yüksek tabakasını, aydınlarını ve sanayicilerini oluşturan üç milyon Arap öldürüldü veya yarımadadan atıldı. Sekiz asırdan beri  Avrupa’ya ışık üzerine ışık saçan parlak medeniyetleri söndü… Şunu da itiraf etmek gerekir ki, en vahşi istilacılar arasında bu derece korkunç katliamlarda bulunan  bir tanesi bile gösterilemez.(Civilizastion Des Arabes . s. 129 )

 

 Yine kutsal şehir Kudüs’ü Müslümanlardan alan Hıristiyanlar : “ Süleyman Mabedinin dehlizlerinde 70 bin Müslüman öldürdük, kanları atlarımızın dizlerine kadar çıktı “ diyerek yapmış oldukları barbarlıkları övünçle  papa ve imparatorlarına mektupla bildirmişlerdir. ( Gibbon’un  “ Bizansın Yıkılış Tarihi “ ile ilgili eseri . s.670 )

 

Meşhur İngiliz Başbakanı Churchill  diyor ki :

“ Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.”

 

Oysa ki  İslam da dini hedeflere uygun olmayan yollarla gidilmesi , haksız yere insanların katledilmesi yasaklanmıştır.

 

“Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın ( haksız yere ) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…(  Maide Suresi. Ayet 52 )

 

Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) in Hicretin ikinci yılında  Muharrem ayının üçüncü günü Medine’ de , Mescid-i Saadette Hz. Ali’ye yazdırmış olduğu Gayr-i Müslimlerle ( Yahudi ve Hıristiyanlarla) ilgili sözleşmeyi dikkatinize arz etmek istiyorum.

 “ Eğer Hıristiyan bir rahip veya seyyah bir dağda, bir derede veya çöllük bir yerde veya bir yeşillikte veya çalılık yerlerde veya kum içinde ibadet için perhiz yapıyorsa , kendim, dostlarım, arkadaşlarım ve bütün milletimle beraber onlardan her türlü teklifleri kaldırdım. Onlar benim korumam altındadır. Ben onlara karşı Hıristiyanlara yaptığım sözleşmeler uyarınca ödemeyi borçlu oldukları vergilerden affettim . Cizye , haraç vermesinler veya kalplerinin razı olduğu kadar versinler. Onlara  zor kullanmayın. Onların dini reislerini makamlarından indirmeyin. Onları ibadet ettikleri yerden çıkarmayın. Bunlardan seyahat edenlere mani olmayın. Bunların manastırlarının hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp Müslüman mescitleri için kullanılmasın. Her kim buna uymazsa Allah ve Resulü’ nün kelamını dinlememiş ve günaha girmiş olur. Ticaret yapmayan ancak , ibadet ile meşgul olan kimselerden, her nerde olursa olsunlar, cizye ve benzeri vergileri almayın. Denizde ve karada, şarkta ve garpta, onların borçlarını ben saklarım. Onlar benim korumam altındadır. Ben onlara eman ( güven )verdim . Dağlarda yaşayıp ibadet ile meşgul olanların ekinlerinden haraç almayın. Ekinlerinden devlet hazinesi için pay çıkarmayın. Çünkü bunların ziraatı  sırf nafakalarını temin etmek için yapılmakta olup kar için değildir. Cihat için adam lazım olursa, onlara baş vurmayın. Cizye (gelir vergisi ) almak gerekirse, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar malları ve mülkleri bulunursa bulunsun yılda 12 dirhem’den ( 49 gr gümüşten) daha fazla vergi almayın. Onlara zahmet, meşakkat teklif olunmaz. Kendileri ile bir müzakere yapmak icap ederse, ancak merhamet, iyilik ve şefkat ile hareket edilecektir. Onları daima  merhamet ve şefkat kanatları altında himaye ediniz. Nerede olursa olsun, bir Müslüman erkekle evli olan Hıristiyan kadınlara, kötü muamele etmeyiniz. Onların kendi kiliselerine gidip kendi dinlerine göre ibadet etmelerine engel olmayınız. Her kim ki Allah-ü Teala’nın bu emrine itaat etmez ve bunun zıddına hareket ederse, Cenab-ı Hak’kın ve Peygamberinin emirlerine isyan etmiş sayılacaktır. Bu sözleşme kıyamet gününe kadar devam edecek. Dünya sonuna kadar değişmeden kalacak ve hiçbir kimse bunun aksine bir harekette bulunmayacaktır.” ( Harputlu İshak Efendi . Cevap Veremedi. Hakikat ltd. İst.1995. 12. baskı;  Mustafa Fayda . Fütuhu’l –Buldan Tercümesi. Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara. 1987. s. 94 )

 

Biz Müslüman Türkler, Anadolu’ya gireli  yaklaşık bin yıl olmuştur. Bu on asırlık dönemde gayri Müslimler ( Yahudi ve Hıristiyanlar ) dinleri, dilleri, mabetleri gelenek ve görenekleri ile hala aramızda yaşıyorlar. Ecdadımız Balkanlarda 500 yıl hüküm sürdü. Her şehre yüzlerce cami yaptırdı. Tarihçilerimizin belirttiğine  göre , Balkanlardan çekilmeden önce buralarda binlerce cami bulunmakta idi. Bu gün baktığımız zaman sayıları onlarla ifade edilecek kadar azdır. Avrupalı bunların bir çoğunu yakıp yıkmış, bir kısmını da meyhane, sinema ve tiyatro olarak kullanmaktadır.

 

 

Görünüşte kutsal bir dava için çalıştıklarını söyleyen ve bunu  insanlara kabul ettirmeye çalışan   misyonerlerin hedefi ,  kendilerinin ve devletlerinin çıkarlarını gerçekleştirmektir. Tamamen kapitalist ve  emperyalist hareketlerdir.

“ Hıristiyanlık kapitalizmin emrine resmen girmiştir: sömürge düzenlerinin kurulmasında ve yürütülmesinde tek geçer akçedir. Ayrıca Kapitalizm’in , Emperyalizm’in gizlenmesinde, şirin gösterilmesinde önemli bir maske ödevi görmektedir. Bu ve aldatıcı durum, ne yazıktır ki , yüzyıllar boyunca geri kalmış ülkelerde gereği gibi anlaşılamamıştır. Misyoner teşkilatlarının arkasındaki sermaye çevreleri görülmediğinden, sorun bir metafizik olay olarak ele alınmış ve soyut bir Müslümanlık – Hıristiyanlık savaşı olarak irdelenmiştir…” (Demirtaş Ceyhun. Haçlı Emperyalizmi. 7 ve 108 )

 

 İngiliz Başbakanlarından  D’Esirail ‘in de  ifade ettiği gibi  Batı felsefesinde; “ Ebedi dost yoktur. Ebedi düşman  da yok . Ebedi menfaat vardır. “

 

Geçmişte  İslam alemi üzerine yaptıkları seferleri , katılımı çoğaltmak ve taraftarlarını kandırabilmek  için  din maskesi altında “ Haçlı Seferleri “ adıyla  gerçekleştiren Batılı, bu gün de  bu seferleri  demokrasi , insan hakları , özgürlük, çağdaşlık  v.b. isimler altında yürütmektedir.

 

Bu gerçeği , İngiltere’nin Cambridge  Üniversitesi  Kilise Tarihi Öğretim Görevlisi ve uzmanı Prof. Dr. Jonathan Rilay Smith şöyle itiraf etmektedir.

 

“ Geçmişte asıl hedefi orta doğunun zenginliklerini elde etmek olan   ancak , Kudüs’ün Müslümanların elinde bulunmasını ve Kudüs’ü  kurtarmak kılıfıyla Hilale karşı savaşan Haçlılar, bu aynı savaşı değişik taktik ve  usullerle yapmaktadırlar. Başlıca usulleri dini şiddet, siyasal İslam ,Fundamantalizm, soy kırım,  Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak , nüfus planlaması, kürtaj , kötü alışkanlıklar , ekonomik baskı , mali krizler, kültür emperyalizmi, batı karşısında eziklik ve aşağılık kompleksi, İslam düşmanlığı , maziden soğutma, milli ve manevi değerleri yıpratma , haya ve edep duygularında erozyon başta gelen metotlardan bazıları…” ( Yeşilay Dergisi , Kasım 2001. sayı .816.  İsmail Hami Danışmend . a.g.e. c.2 . sayfa. 36, 45 )

 

“Misyonerlik, 1646 yılında İngiltere‘de , 1662 yılında Vatikan’da resmi bakanlık haline getirilmiştir. Bu iki ülkede, 1660’ lı yıllarda “ Kürdoloji Enstitüleri” kurulmuştur. Kürtçe’yi ve İslam’ı iyi bilen , bölgenin özelliklerine göre yetiştirilmiş Misyonerler , 1690 ’lı yıllarda Kürt diye nitelendirdikleri  Türk insanını Hıristiyanlaştırma yoluyla  Osmanlı Devletinden koparmaya çalışmışlardır.” ( Abdurrahman Küçük, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri. S.51)

 

Londra’daki Misyoner Teşkilatının çalışmalarıyla ilgi bilgileri Osmanlı Bahriye Subaylarından Mustafa Bey’den dinleyelim.

 

“Mr. John ve Mr. Herbert ve Ernest ile beraber Misyoner Cemiyetin büyük binasına gittik. Potinkers’in odasına girerek  mumaileyh ile  mülaki olduk. Bu muhteşem bina  bir çok dairelere ayrılmıştır. Her dairede bir dine mahsustur. İslam dairesi müteaddid  şubelere ayrılmıştır. Sünni kısmın dört şubesi, Alevi yani Şii kısmının yirmi beş masası vardır. Her dairenin bir kütüphanesi  ve toplantı salonu vardır. Şimdiye değin ne kadar ilmi eser çıkmış ise hepsi kütüphane de mevcuttur. Hatta el yazması yüzlerce Arapça dini eser mahfuzdur. Ceylan derisi zerine yazılmış bir çok Mushaf-ı Şerifi gözümle gördüm. Bir parçasını alıp yüzüme ve gözüme sürdüm. Doğrusu bu gibi kirli ellere düştüğümden dolayı ağladım. Hatta Mr. John : Vah Mustafa Efendi sen bu derece mutaassıp mısın? “ Öyleyse seni bir türlü yola getiremeyeceğiz” dedi. Diğer daireleri de gezdik. İsimlerini o vakte kadar işitmediğim bir takım mezhepler varmış. Bir tanesi hatırımda kaldı ki o da Zerdüşt adındaki bir adamın meydana getirdiği bir mezhep imiş. İsmine Mazdeizm diyorlar. ( İ. S. Sırma . Sömürü Ajanları. )

 

Misyoner-Casus Teşkilatı Başkanı, Osmanlı Devletinde görev yapan misyoner Hampher’e : “ Eğer sen İslam ülkelerinde Sünni-Şii kavgasını başlatabilirsen, Büyük Britanya’ya en büyük hizmeti  yapmış olacaksın “ demiştir. (Mustafa ERDEM. Misyonerlik . s.13 )

 

İngilizlerin Şii-Sünni (Osmanlı-İran ) ihtilafına ne kadar önem verdiklerini  misyoner Hampher ‘den dinleyelim:

“Bir gün misyoner toplantısında, “ Bu Müslümanlarda zerre kadar akıl olsa, asırlar önce geçmiş olan Sünni-Şii ihtilafını kaldırır, onları mazide bırakır ittifak kurarak birleşirler “ dedim , başkan hemen sözümü keserek! “ Senin görevin bu ihtilaf ateşini körüklemektir ; Müslümanlar’ ın nasıl birleşeceğini göstermek değil! “ dedi. ( Hatırat-ı Hampher. S.13 )

 

1935 Senesinde Kudüs’te toplanan misyonerler  konferansında, misyoner teşkilatı başkanı  Samaul Zouimer, açılış konuşmasında şunları söylüyor :

 

“ Sizden Müslümanları  Hrıstiyan yapmanızı istemiyorum. Sizin asıl göreviniz Müslümanları  İslam’ dan uzaklaştırmaktır. Doğumundan ölünme kadar boynuna haç takmasınlar, kiliseye gitmesiler, vaftiz olmasınlar ama ,  Hrıstiyan gibi yaşasınlar. Bunu çağdaşlık adı altında temin edebilirsiniz. Onları Allah’ı ve peygamberlerini tanımaz bir kişi  haline getirin.  Müslüman milletleri ayakta tutan  ahlak , haya , iffet duygularından koparın. Eğer bunda başarılı olursanız, İslam Ülkelerinin sömürge haline gelmesi için fetih yollarını açan ileri karakollar kurmuş olursunuz. Sevk etmeye çalıştığınız yolda yürümeleri için İslam ülkelerindeki bütün beyinleri  buna göre hazırlamanız gerekir. Bu ise Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaktan başka bir yolla mümkün değildir.

Eğer siz onlardan Allah ve peygamber tanımaz bir nesil hazırlarsanız, büyük işlerle  ve ülkülerle uğraşmazlar. Rahatı, tembelliği, parayı ve nefsini sever, arzularını ve isteklerini tatmin için her çareye baş vururlar. Hatta öyle hale gelirler ki, şehvet ve arzuları hayatlarının tek hedefi olar. Bir şey öğrenirse arzu ve isteklerine  ulaşmak için öğrenir. Malını şehveti için harcar, en büyük makama gelse de nefis, arzu ve şehvetinin esiridir. Bu uğurda her şeyini feda eder. Ve onları Emperyalist siyasetimiz için satın almak kolay olur. Ey misyonerler ! Ancak Müslümanları bu hale getirdiğiniz zaman görevinizi başarılı bir şekilde tamamlamış olursunuz.( Yeşilay Dergisi  Eylül 2002. sayı 826. sayfa. 13 )

 

On üçüncü yüzyılda Haçlı Seferlerine katılan , Müslümanlara esir düşerek

bir müddet  Kahire’deki  El- Mensur hapishanesinde yatan , bilahare fidye ödeyerek kurtulan  9. Lui  şunları söylüyor :

 

“ Biz Müslümanları silahla  yenmeyi başaramayacağız. Eğer onlara karşı zafer kazanmak istiyorsak inançları ile savaşmalıyız. Çünkü bu inanç kalblerinde bulunduğu müddetçe onlar hezimete uğratılamaz.”

 

2 Şubat 1821 yılında Mora yarımadasında isyan çıkaran, be nedenle Dönemin Padişahı II. Mahmut tarafından patrikhanenin kapısı önünde idam edilen papaz Grigorios  ; Rus Çarı ve diğer Avrupalı yöneticilerine gönderdiği mektubunda :

 Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir.Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır.Gayet mağrur ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına ve büyüklerine olan itaat duygularından ileri gelmektedir…

Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak, manevi rabıtalarını kesmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Bunun da en kısa yolu milli ve manevi  anlayış ve geleneklerine uymayan harici fikir ve hareketlere onları alıştırmaktır.

Osmanlı Devletini dünya siyasi hayatından tasfiye için, onlara bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamak gerekir. “ demiştir. ( Tarih Konuşuyor Dergisi c.1.s.1 ; Ahmet Uçar. Tarih ve Düşünce Dergisi. Aralık-Ocak-Şubat 2005.s.19))

 

Misyonerlerin Hıristiyanlaştırma çalışmalarında, sosyal ve siyasi açıdan güç durumda bulunan kitlelere , mülteci , fakir, azınlık, savaş ve tabii afet mağdurlarına yaklaşarak ,bunların içinde bulundukları maddi ve manevi sıkıntıları istismar ettikleri , onların imanlarını satın almak için çalıştıkları görülmektedir.

 

Öte yandan misyonerlerin ,emperyalizm ile işbirliği içinde çalıştıkları ,hedeflerinin  dini olmaktan çok siyasi olduğu bilinmektedir.Misyonerler hedef aldıkları ülkeye yerleşerek okullar, yabancı dil kursları , ve benzeri eğitim çalışmaları , kitap fuarları , yayın evleri , dernek ve vakıflar, örtüsü altında toplumları Hıristiyanlaştırmaya çalıştıkları bilinmektedir.

 

Pavlus’ un prensiplerini izleyen günümüz misyonerleri “Takiyye” yapmakta, gerçek kimliklerini gizleyerek  hedef kitlenin hoşuna gidecek şekilde görünmeyi kendilerine   temel almaktadırlar. Örneğin, hedef seçtiği Müslümanlara şirin gözükmek için ,Kur’an’dan Ayetler okumak,Müslüman kıyafetlerine bürünmek,”papaz”,”rahip” yerine “hoca” ;”kilise” yerine “cami” gibi İslami kavramları kullanmak gibi  usuller takip etmektedirler.Yine insanları dinlerinden döndürmek ve kendilerine ısındırmak için Hrıstiyanlık’tan pek çok taviz vermeyi prensip haline getirmişlerdir. (Şinasi Gündüz ,s. 5-28)

 

Misyoner-Casusların Birinci Dünya Savaşında neler yaptıklarını , merhum Kazım KARABEKİR’ den dinleyelim.

 

“ Misyonerler müstemlekelerde ve müstemleke olmaya elverişli olan geri kalmış memleketlerde, Reislerin , Racaların , Arabistan İmamlarının , Sultanların harimine kadar girmişlerdir. Kendileri bu liderleri herhangi bir yola  sürüklerken, halk arasına karışan muavinleri de halkı aksi cihete çekip götürür. Bu suretle müspet ve menfi çekişmeler arasında tefrikaya düşen ve uyuşturulan bir memleketin bir avuç Avrupalı elinde koyun sürüsü gibi güdülmesi veyahut bu hale getirilmesi güç olmaz.Fas Sultanlarının birbirine düşürerek yıllarca iç kavgalardan sonra Fas’ın parçalanıp müstemleke oluşunda, Yemen imamlarının ve hatta  güya Hrıstiyan’ ların girmelerinin bile dinen yasak olduğu MEKKE deki şeriflerin isyanında bile, hep kendilerine duhul yolunu bulan ve müşaviri haslık ( özel danışmanlık) rolünü yapan misyonerlerin himmeti  ( yardımı) eksik değildir.

Bu kabilden adamlar için Osmanlı Devletinin Hariciyesinde, Bab-ı Ali’nin diğer dairelerinde, tercümanlık vesaire gibi mühim ve devlet sırları ile alakalı görevlere geçmek yolunu  bulanlar bile vardı.Sadaret mevkiine yükselen bir çok muhtediler (Müslüman olan gayri Müslimler ) arasında bu türlü karışık işler deruhte edenlerin bulunmadığını kestirebilirmiyiz  ?

Misyonerlerin içinde bazıları da başarılarını daha ziyade kolaylaştırmak ve hızlandırmak için girmiş göründükleri dinin ruhani vazifelerini bile alabiliyorlardı…

Müslümanlar öteden beri bir gayr-i Müslim’ in Müslüman olduğunu işittiler mi , artık ona karşı kendi din ve ırk kardeşlerine yapmadıkları yardımlara koşarlar.Erzurum’un Ruslar’ dan geri alınışında yakaladığımız bir Rus casusuna şefaat için çoluk-çoçuk çırpına , çırpına  : “ Ona hidayet erdi, bırakın onu, günahtır “ diye bağrışıyorlardı…”( E. Kırşehirlioğlu .a.g.e. s.105)

 

Katolik Kilisesi 1962 yılında 2. Vatikan Konsülünde kiliseler arası (Farklı Hıristiyan mezhepleri arasındaki )diyalog yanında diğer din mensupları ile diyaloga girmenin önemi üzerinde durmuş, 1964 te “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası “kurmuş , bu sekretarya bünyesinde ilk kuruluşundan itibaren İslam’la ilgili bir bölüm yer almıştır.

 

 Başlangıçtan itibaren İslam ülkeleri ile diyalog yolları aranmış ve diyalog 1966 Broumana –Lübnan kongresinden sonra başlamıştır.Bu kongrede Hıristiyanların İslam aleyhinde konuşmayı bırakmaları ve Müslümanlarla konuşmaya yönelmeleri,Hıristiyan dünyasında islamla ilgili yapılacak çalışmaların , Müslümanlarla yapılacak diyaloga taşınabilecek nitelikte olması tavsiye edilmiştir.Sekretarya Hıristiyan- Müslüman diyalogu programı çerçevesinde ilk çalışmasını 2-6 Şubat 1976 tarihlerinde Libya-Tripoli seminerinde gerçekleştirmiştir. Bu ilk çalışmadan günümüze kadar çeşitli alanlarda ve muhtelif ülkelerde çok sayıda toplantılar yapılmış,  ancak bu toplantıların ortak özelliği, ele alınan konuların tespitinde ve toplantıya katılacak elemanların tespitinde ve  sayısında Hrıstiyan tarafı önde ve öncü olmuştur.

 

Şunu unutmamak gerekir ki, Katolik Kilisesi 2. Vatikan konsülünde yukarıda belirtilen, okunduğunda insanın hoşuna giden bir takım yeni  öğretiler kabul etmiş gibi görünmekte ise de , “Kilise dışında kurtuluş yoktur “prensibinden vaz geçmiş değildir. Bu doğma, konsül sonrasında da kilisenin resmi öğretisi olarak devam etmektedir.

“Kilise, konsülde tespit edilen hususlar ve yeni perspektif çerçevesinde Müslümanlarla yapılacak diyalogun alan ve metotlarını belirlemek  için çalışmalarını sürdürmüş, bir komisyon kurulmuş , diyalogla ilgili olarak bir kılavuz kitap hazırlanmıştır.Hıristiyanlık açısından kurtuluş kavramı nihai olarak kurtuluşun yine kilisede olduğunu,ihtida eden ve bundan sonra Tanrı’ya ve diğerlerine karşı sevgi dolu bir hayat süren herkesin Tanrı Kırallığına  girebileceğini ifade etmektedir.

 

Bu sebeple de konsül kararında yer alan “kurtuluş planı yaratıcıyı kabul edenleri de kapsar . Bunların başında Müslümanlar gelir.” İfadesi  yani Müslümanların Tanrının evrensel kurtuluş planına dahil edilmeleri  onların İslam inançları içinde kalarak kurtulabilecekleri anlamına gelmektedir.Yani İslam kurtuluş vasıtası olarak görülmemekte, fakat Müslümanlar, Hıristiyan inancına çağrılarak kurtarılması gereken halklar arasına dahil edilmektedir. Kurtuluşun yolu kilisedir ve vaftiz olup İsa Mesih’le ve dolayısıyla onun bedenini , temsil eden kilise ile birleşmeyen kimsenin kurutuluşu mümkün değildir.Diğer bir ifadeyle Hıristiyanlığın tek gerçek dini kuruluş olduğu iddiası devam etmektedir.Bunun için de bütün insanların kilise vasıtasıyla kurtuluşa ulaşmasını sağlamak için İncil’in onlara tebliğ edilmesine yani misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesine karar verilmiştir.

 

Bu noktada misyonerlikle diyalogun nasıl uzlaştırılacağı gündeme gelmiş, Papalık Dinler Arası İlişkiler Konsülü misyonerlik ile diyalogun birbirine alternatif olmadığını , ikisinin birbirini tamamlayacak şekilde yürütüleceğini belirtmiştir. Sonuç olarak Katolik kilisesi diyalogla misyonerliği  uzlaştırmıştır.”( B.Adam. Katolik Kilisesinin Kurtuluş Öğretisi açısından Diğer Dinlere Bakışı, Ankara  s.33-40 )

 

 Katolik Kilisesi 2. Vatikan Konsülünde ,  Dinler Arası Diyalog’dan bahsetmiş ise de , kilisenin hedefini incilin herkese  ulaştırılması yani misyonerlik olarak tespit etmiştir. Hangi şekilde olursa olsun henüz incili kabul etmeyenler de Tanrı’nın kavmi olmaya davet edilmiştir. Bunun için Hıristiyan Misyonerler hedeflerini gerçekleştirebilmek için her türlü taktikleri uygulayacaklardır. Vatikan tarafından  başlatılan “Dinler Arası Diyalog” faaliyeti  Pavlus’ un  incili  yayarken uyguladığı  taktiklerin bir devamı olarak  görülmektedir.

 

Papa II. John Paul , “ Dinler Arası Diyalog “ un amaç ve hedefini  Kurtarıcı Misyon adlı genelgesinde şöyle açıklamaktadır.

 

“Dinler Arası Diyalog ;  Kilise’nin bütün insanları  kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Karşılıklı bilgilenme ve anlayışı zenginleştirme vasıtası ve metodu olarak diyalog , misyona zıt değildir. Esasen misyon ve misyonun şekilleriyle diyalog arasında özel bir bağ vardır. Bu misyon aslında, Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer din mensuplarına yöneliktir.” ( Mustafa Erdem . Misyonerlik. Diyanet Vakıf _Sen Yayını )

 

Nitekim Vatikan ın 1999 yılında yayınladığı “ Tovards a pastoral approach to culture “ adlı kitapta Dinler Arası Diyalog’un  amacı şöyle açıklanmaktadır.

“ Bütün insanlar Hz. İsa’ya döndürülmeli, bütün insanlar vaftiz olarak kilisede birleşmeli ve onun vücudu olan kiliseye girmelidir.Yollar, usuller, metodlar değişir, ama hedef hiç değişmez. Nihai maksadımız bütün insanları Hıristiyanlık dinine sokmaktır.” ( Mehmet Oruç. Yeşilay Dergisi. Ekim 2002. sayı 827. s.13 )

 

Mevcut Papa Almanya ziyareti sırasında, İslam’a, İslam Peygamberine ve Müslümanlara dil uzattığı halde, Türkiye’yi ziyareti esnasında ,Müslümanlara  şirin görünmek için, Diyanet İşleri Başkanlığını ziyaret etmiş, Sultan Ahmet Camiinde İstanbul Müftüsü ile birlikte Kıbleye yönelerek dua etmiştir.Papa’nın bu davranışı “takiyye” den ibaret olup  Pavlus’ un  gösterdiği yolda yürüdüğünün açık ifadesidir.

 

Diğer taraftan Katolik kilisesinin II. Vatikan Konsülünde tespit ettiği ve daha sonra Müslüman ülkelerindeki yöneticiler tarafından da sık, sık kullanılan “Dinler Arası Diyalog “ ifadesi  doğru bir ifade değildir. Dinler arasında diyalog olmaz. ” Din Mensupları Arasında Diyalog” olur. Bunun gerçekleşebilmesi için diyaloga girecek kişilerin veya tarafların samimi olması gerekmektedir . Mevcut tutum ve davranışları göz önünde bulundurulduğunda, Batı’nın ( Katolik Kilisesinin )ve yöneticilerinin bu konuda samimi olduklarına inanmak mümkün değildir. Çünkü ,inançlarının ve prensiplerinin temelinde ”takiyye“ (olduğu gibi görünmeme) mevcuttur.

 

Yüce kitabımızın beyanına göre ; Müslümanlar olarak onların dinine girmediğimiz (onların milletinden olmadığımız ) müddetçe onların bizi kabul etmeleri mümkün değildir. (Bk.Bakara Suresi  : Ayet .120)

“ Çünkü onlar birbirlerinin dostudurlar. “ ( Maide Suresi Ayet. 51 )

 

 Birinci Dünya Savaşında İngilizler KUDÜS’ ü işgal edince , cephede beraber savaştığımız Almanya- Avusturya askerleri bayram yapmışlardır. Sebebi sorulduğunda : “Hz. İsa’nın doğduğu mukaddes Kudüs Hıristiyanların eline geçti “ diye cevap vermişlerdir. ( Mehmet Arif Bey . Başımıza Gelenler. S.11, 264 )

 

Hitler’in zulmünden kaçarak 1933 yılında Türkiye’ye gelen İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk Fakültelerinde maliye ve iktisat dersleri veren, 1952 yılında Almanya’ya döndükten sonra Frankfurt Ünib’ de  öğretim görevliliği ve rektörlük yapan,  Türkiye’de kaldığı sürede Ülkemizde Cumhuriyetin yerleşmesinde önemli katkıları bulunan Alman Prof. Dr. Fritz Neumark ‘ a  Ülkemizi ziyarete geldiğinde : “ Avrupa bizi neden sevmiyor ? Ebedi düşmanlığının sebebi nedir ? diye sorulur. Cevabı aynen şöyle :

“ Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır Kilisenin  Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanlar’ ın hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince ; en başta Müslüman olduğunuz için sevmezler ama faraza laiklik şöyle dursun Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler. Çünkü sizler hangi kimliğe bürünürseniz bürünün, her zaman onların korkulu rüyasısınız. Sizi silahla yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağlamaya çalışırlar. Böylece kendilerini İslamiyet tehlikesinden korumuş olacaklar.

Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar. En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu’yu Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler. Bizlere medeniyeti insanlığı öğrettiler. Avrupa Müslüman olma tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Osmanlı Arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bu günkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Bunun için sizler Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.

Selçuklu ve bilhassa Osmanlı , İslamiyet uğruna  her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da , İngiliz sömürge Bakanlığının adamlarıdır.  Batı her yerde yetiştirdiği adamları vasıtasıyla İslamiyeti sapık inançlara  kanalize etti.Bütün bunlara rağmen Osmanlı’nın inancını bozamadı. Osmanlı, Asr-ı Saadeti temsil etmeğe devam etti. Bünyesinde bozuk düşünce, bozuk mezhep barındırmadı. Evet Kilise sizlere kin kusmaktadır. Ve sebebleri bunlardır.” ( Sur Dergisi , 1999, sayı. 278. s. 17 ; Yeşilay Dergisi, Haziran ,2001, sayı 811, sayfa. 20

 

Alman Şark Misyonları Müdürü Dr Lepsiyos diyor ki :

 

Haç ve Hilal arasındaki  cidal , muhit dair üzerinde değil, müstemlekelerde değil, Afrika yahut  batı Asya’da değil, İslami hareket ve faaliyetin Asya ve Ve Afrika’ ya yayıldığı ana merkezde yapılmalıdır. Bütün İslam milletlerinin sabit nazarı İstanbul üzerindedir. Eğer orada bir şey yapılmazsa , yapılan başka şeyler de az çok heba olur. “ ( E. Kırşehirlioğlu . Türkiye de Misyonerlik Faaliyetleri )

 

Yakın tarihte ABD Regan  ile Rusya’nın Devlet Başkanı Gorbeçov’ un  Cenevre’ de buluşup almış oldukları kararlara bir göz atalım.

 

  1. Dünyada İslamiyet hızla yayılmakta ve Müslüman ülkelerde de  maddi ve manevi bir kalkınma var. Bu mutlaka önlenmeli .
  2. İslam dünyasındaki dini uyanış “ İslami görünen” sapık inançlara kanalize edilmeli.
  3. İslam ülkelerinin kendi aralarındaki her türlü ilişkilerve dayanışmalar önlenmeli.
  4. Önümüzdeki asrın potensiyel lider ülkelerinden Türkiye’nin güçlenmesine engel olunmalı ve muhtemel bir İslam dünyası liderliğine geçit verilmemeli.
  5. Türkiye’nin hem İslam alemi ve hem de Batı ile arası açılarak tecrit edilmesi mutlak sağlanmalı… “ ( M.Fahri CAN . Türkiye Uyutuluyor. Tarih ve Medeniyet Dergisi . Eylül 1999. sayı .54. s. 5 )

 

Hıristiyanlığın temel ilkesi olan ”Kilise dışında kurtuluş yoktur “ prensibi ile İkinci Vatikan Konsülünde  yer alan “kurtuluş planı yaratıcıyı kabul edenleri de kapsar . Bunların başında Müslümanlar gelir.” Yani İslam kurtuluş vasıtası olarak görülmemekte, fakat Müslümanlar, Hıristiyan inancına çağrılarak kurtarılması gereken halklar arasına dahil edilmektedir. Kurtuluşun yolu kilisedir ve vaftiz olup İsa Mesih’le ve dolayısıyla onun bedenini , temsil eden kilise ile birleşmeyen kimsenin kurutuluşu mümkün değildir.” İfadeleri  bu gerçeği teyit etmektedir.

 

Yine 1962-1965 yıllar arasında yapılan II. Vatikan konsülünde :

 

“ Kilise misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yer yüzünde her taraf Hrıstiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecek.”şeklinde karar alınmıştır.

 

“ Batının şimdiki tavrı 1850 den başlayan Şark Meselesi alışkanlıklarının değişmediğini göstermektedir. Batı bu gün de Türkiye’yi kendi politikaları çizgisinde yürümeye zorlamak için etnik ayrılıkları kışkırtarak, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi müdahaleci, vesayetçi baskı metotlarını başka bir kamuflaj altında devam ettirmek peşindedir.Batı bütün bunları” Islahat Fermanı “ zamanındaki  gibi Türkiye’nin Batı hukuku ve insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi için yapmak gerekliliğine bizi inandırmak istiyor… Türkiye dünya milletleri arasında yalnız bir ülkedir. Tarihten gelen dinmez bir husumetin daima hedefi olmuştur, olmaktadır… Bu gün sözde Ermeni davası, Batı Parlamentolarında ayakta alkışlanarak benimseniyorsa, bu sadece tarihi husumet psikozunun asla ölmediğini gösteriyor.” ( Melih Aşık. Radikal’den naklen 04.05.2005 Milliyet )

 

“ Bu gün ağır ve boğucu sıkleti altında ezildiğimiz son hadisler, bize Avrupa Medeniyetinin ne demek olduğunu, asırlardan beri Hilal’e karşı kin ve nefret, intikam fikirleriyle  terbiye edilmiş olan Avrupalıların gerçek mahiyetlerinin neden ibaret bulunduğuna pek acı gerçeklerle öğretmiştir. Şarkı zabdetmek…

Şarklıları can damarlarından emmek… zerre kadar merhamet hissi duymaksızın bunu yaptıkların hedeflerine varmak amacı olduklarını görüyoruz. ( Prof. Ş. GÜNALTAY. Zulmetten Nur’a )

 

 

 

M. Akif ERSOY’ un belirttiği gibi :

 

Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba

Oturup vahy-i İlahi mi bekler ulema .

 

Bu itibarla , oluşturulduğu günden itibaren bu güne kadar Müslüman Türk toplumuna hiçbir fayda sağlamayan, “Dinler Arası Diyalog “faaliyetlerinin , bundan sonra da fayda sağlamayacağı kanaatindeyim.

Yüce Milletimin takdirine saygıyla arz ederim.

 

                                                                                  Mehmet Emin BAYAR

                                   Emekli Teftiş Kurulu Başkanı
Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.429932.5599
Euro34.801134.9406
Saat