MİRAÇ
Hz. Peygamber'in Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden terim.
Sözlükte "yukarı çıkmak, yükselmek" anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi'râc kelimesi "yukarı çıkma vasıtası, merdiven" demektir. Terim olarak Hz. Peygamber'in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok "isrâ ve mi'rac" şeklinde geçerse de Türkçe'de mi'rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle mi'rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem'in bir gece Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan göklere yükselmesine mi'rac denilmiştir. Literatürdeki bu ayırım her iki terimin nas-larda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Sery geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma kökünden türeyen isrâ1 Kur'an'-da mazi sîgasıyla yer almış ve sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna Hz. Peygamber Mescid-i Harâm'dan çevresi mübarek kılınan Mescid-İ Aksâ'ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır.[1][510] Mi'rac kelimesi Kur'an'da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan meâric "yükselme dereceleri" mânasında Allah'a nisbet edilmiştir.[2][511] Ayrıca "merdiven" anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyetlerde yeralmaktadır.[3][512]
Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojİleriyle diğer dinlerde de mevcuttur. Yahudi geleneğinde İdrîs, İbrahim, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır. Özellikle melek Yahoel tarafından semavî bir vasıtayla bulut içinde göğe yükseltilen Hz. İbrahim'in rabbinin tahtını müşahede edişiyle ilgili tasvirlere sonraki yahudi literatüründe rastlanmaktadır. Hıristiyanlık inancına göre Hz. îsâ çarmıha gerildikten sonra mezarından çıkıp ilâhî âleme yükselmiştir.[4][513] Ayrıca Pavlus'un Kudüs'e doğru giderken melek eşliğinde göğe yolculuk yaptığı rivayet edilir.[5][514]
Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitaplarında isrâ ve mi'racla ilgili birçok rivayet mevcuttur. Buhâri ve Müslim'de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah, Kabe'de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrail geldi: göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis'e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ'da iki rek'at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrail biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrail kendisine "fıtratı seçtin" dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem. îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma'mûr'un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrahim'le buluştu. Sidretü'l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah'ın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah'tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber'in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti [6][515] Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem'e mi'racda Bakara sûresinin son âyetleri indirilmiş ve Allah'a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir.[7][516] Ancak bazı âyetlerin ayrı olarak nazil olmasının Kur'an'ın Cebrail tarafından indirilmesi gerçeğine aykırı düşeceği ve bu tür rivayetlerin âyetlerin faziletine hamiedilmesi gerektiği belirtilmiştir.[8][517]
Mi'racla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Meselâ sahih rivayetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm'-dan semaya yükseliş anlatılır.[9][518] Ancak isrâ ve mi'racın aynı gecede gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem'in Mescid-i Aksâ'ya uğradığı ve burada içlerinde İbrahim, Mûsâ ve îsâ'nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır.[10][519] Diğer bazı haberlere göre de Resulullah olayı Mekke'de haber verdiği zaman Kureyş kabilesi kendisini yalanlayıp Mescid-i Aksa hakkında sorular sorunca Allah ona mescidi göstermiş ve böylece sorulara cevap vermiştir [11][520] Mi'racla ilgili haberlerde mevcut ayrıntılı tasvirler arasında [12][521]zayıf rivayetlerin bulunduğu bildirilmektedir.[13][522]
Kaynaklarda miYacın vukuu hakkında bazı tarihler verilmekle beraber [14][523] en sahih kabul edilen rivayet bunun müslümanla-rın Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Tâlib'in vefatlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir [15][524] Re-bîülevvel veya ramazan ayından bahseden rivayetler varsa da müslümanların çoğunluğu mi'racı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır.
Mi'rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ'nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ'nın "uzak mescid" anlamına geldiği halbuki Kur'an'da Filistin için "edne'l-arz" (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı [16][525] belirtilerek Mescid-i Aksâ'nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte [17][526] hem tarihî veriler hem de âyetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mabedin tarihî bir gerçekliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. 0 dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha Önceleri Kudüs'te Mescid-i Aksâ'nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ'nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resulullah dönemindeki Kabe Hz. İbrahim'in kurduğu binadan farklıdır.[18][527] Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın manevî konumunu etkilemez.
İsrâ ve mi'racın mahiyetine yönelik en önemli tartışma onun bedenen mi yoksa ruhen mi gerçekleştiği konusundadır. Kelâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir. Buna göre âyette geçen "abd" kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hz. Peygamber kastedilmektedir; âyetin zahirini te'vil etmeyi gerektiren bir sebep yoktur. Âyetin başındaki tenzih (sübhâne) ifadesi de olayın azametine işaret eder. İsrâ ve mi'rac rüyada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, Kureyşliler de onu inkâr etmezdi. Ayrıca, "Sana gösterdiğimiz rüyayı ... insanlar için bir imtihan vesilesi yaptık" mealindeki âyette [19][528] yer alan "rüya" kelimesi gözle görmeyi ifade eder; eğer uyku halinde görülen rüyayı belirtseydi bu bir imtihan vesilesi sayılmazdı. Abdullah b. Abbas'ın kelimenin "gözle görme" demek olduğunu vurgulaması da [20][529] bu yorumu destekler. İsrâ ve miYac konusunda Hz. Âişe ve Muâvi-ye b. Ebû Süfyân'dan rivayet edilen farklı yorumları da değerlendiren âlimler söz konusu rivayetlerin hadis tekniği açısından problemler taşıdığını ileri sürmüştür.[21][530] Mi'racm ruh ve bedenle gerçekleştiğini savunanlar bu hususta bazı aklî deliller de getirmeye çalışmışlardır. Fahreddin er-Râzî, güneş ve gezegenlerin büyük kütlelerine rağmen çok hızlı hareket edebildiklerini söyleyerek Allah'ın dilemesi halinde başka bir varlığın da benzeri bir hıza ulaşmasının mümkün olduğunu ileri sürer. Ona göre Hz. Peygamberin mi'raca yükselişi ihtimal dışı görülürse Cebrail'in inişine de aynı şekilde bakmak gerekir.[22][531] İslâm filozofları, gök cisimlerinin nüfuz edilmesi imkânsız kütleler halinde oluşundan hareketle mi'racın bedenen gerçekleşmesine itiraz etmişlerse de bu itirazları tutarsız bulan kelâmcılar bütün cisimlerin aynı özellikte ve yapıda olduğunu, bir cisim için geçerli olan durumun diğerleri için de geçerli sayılacağını söyler [23][532] Mi'racın bedenen meydana geldiğini temellendirme sırasında kelâmcılar konunun daha çok Allah'ın irade ve kudreti dahilinde oluşuna ağırlık vermiştir. Bu çerçevede yapılan yorumlar meseleyi insan aklının anlayabileceği bir seviyeye indirgemeye dayanmaktadır. Ancak mu'cize anlamında ilâhî âyetlerden olan bu hadiseyi tamamen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir.[24][533]
Isrânın ruhen gerçekleştiği görüşünü benimseyen âlimler Hz. Âişe'nin, "Resû-lullah'ın bedeni yerinden ayrılmamış, o ruhuyla yolculuk yapmıştır" ve Muâviye'-nin, "İsrâ Allah'tan gelen sadık bir rüyadan ibarettir" şeklindeki beyanları ve Ha-san-ı Basrî'nin bu görüşe itiraz etmemesini delil kabul etmişlerdir.[25][534] Bu âlimlere göre Buhârî ve Müslim'de yer alan, "uyku ile uyanıklık arası bir halde iken, yatağımda uzanmış yatıyorken, uyurken" şeklindeki ifadeler de bunu göstermektedir.[26][535] Âyette geçen "abd" kelimesi de sadece ruhu anlatır, zira insan bedeninin unsurları devamlı değiştiği halde değişmeyen ruhtur. İsrânın ruhen gerçekleşmesinin olağan üstü bir hadise sayılamayacağı iddiasına da temas eden bu görüş sahipleri miTacin fevkalâde bir hadise olup her ruha nasip olmadığını belirtirler.[27][536] Bunların en önemli delili ise İsrâ sûresinin 60. âyetinde geçen "rüya" kelimesidir. Âyet isrâ olayıyla iliş-kilendirilerek rüyanın gözle görmeyi değil düşte görmeyi ifade ettiği sonucuna varılmıştır.[28][537]
İbn Kayyim el-Cevziyye mi'racın rüyada gerçekleşmesiyle ruhen gerçekleşmesi arasındaki farka dikkat çeker. Ona göre Hz. Âişe ve Muâviye bu olayın uykuda değil ruhen vuku bulduğunu söylemişlerdir. Uyuyan kimsenin gördükleri uyanıkken duyularıyla algıladığı şeylerin örneklerinden ibaret olur; böylece gökyüzüne çıkarıldığını görür, ancak ruhu yükseltilmez. Resûlullah'ın yükseltildiğini kabul eden iki gruptan biri ruh ve bedenle, diğeri ise bedeni olmadan ruhuyla mi'raca çıktığını söylemiştir. İkinci grup mi'racın uykuda gerçekleştiğini ileri sürmemiş, ruhun bizzat yolculuk yaptığını kastetmiştir.[29][538] Mi'racı ruhanî olarak yorumlayan Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ise ruh alemiyle maddî âlem arasında bağlayıcı bir âlemin (berzah) bulunduğunu, mi'-racın da bu âlemde bir yolculuk olduğunu belirtmiştir.[30][539]
Çağdaş birçok müellif de isrâ ve mi'ra-cın ruhen gerçekleştiği kanaatindedir. Mi'racın bedenî olduğunu İleri sürenlerin delillerini zayıf bulan Şiblî Nu'mânî, İsrâ sûresinin ilk âyetinde yer alan "abd" kelimesinin ruha atfedilebileceğini söyler. Ona göre insan bedeni her an değişikliğe uğramaktadır, kalıcı olan ruhtur. Ayrıca mi'rac olayında geçen Mescid-i Aksâ'nın dışındaki mekân ve hadiseler bu varlık alanına değil ruhanî âleme aittir. Dolayısıyla bu tecrübe ruhun maddî unsurlardan sıyrılarak melekût âlemine yaptığı bir yolculuktur. İsrâ sûresinin 60. âyetinde söz konusu edilen rüyanın insanlar için bir imtihan vesilesi olarak gösterilmesi de Şiblî'ye göre mi'racın uyanık halde gerçekleşmesini zorunlu kılmaz. Zira bir şeyin İmtihan konusu yapılması onun mutlaka olağan üstü sayılmasını gerektirmez.[31][540] Muhammed Hamîdullah da rivayetlerde geçen, "Uyku ile uyanıklık arası bir durumda idim" ifadesinden hareketle bu seyahatin Hz. Peygamberin tam şuur halinde, fakat ruhunun hâkimiyeti altında gerçekleştiğini söyler.[32][541]
Kaynaklarda isrâ ve mi'racın Hz. Pey-gamber'in hayatında kaç defa gerçekleştiği meselesi de önemli bir yer tutmaktadır. Bunun sebebi rivayetlerde ortaya çıkan tarih, tasvir ve bilgi farklılıklarıdır. Bazılarına göre isrâ biri uyanıkken diğeri de uyku halinde olmak üzere iki defa meydana gelmiştir. Diğer bir görüş her ikisi de uyanık olduğu halde bedenle gerçekleştiği yönündedir. Bunlardan ilki Mescid-i Aksâ'ya, diğeri önce Mescid-i Aksâ'-ya, oradan da semaya kadar olanıdır. Bir kısmına göre ise üç defa veya daha fazla meydana gelmiş, bunların biri ruh ve bedenle uyanıkken, diğerleri uyku halinde olmuştur. İsrânın bir defa uyanıkken bedenle, mi'racın ise bir defa ruhen gerçekleştiği telakkisi de mevcuttur. Ancak çoğunluğun görüşü her ikisinin de aynı gecede vuku bulduğu yönündedir.[33][542] İbn Kayyim el-Cevziyye, ihtilâfın farklı rivayetlerin lafızlarına takılıp kalan zayıf nakilcilerden ileri geldiğini söyledikten sonra mi'racın birden fazla vuku bulduğu kabul edilirse her defasında elli vakit namazın farz kılınmasını açıklamanın mümkün olmadığını kaydeder.[34][543]
Hz. Peygamberin mi'racda Allah'ı görüp görmediği meselesi, onun sidretü'l-müntehâda "iki yay ucu aralığı kadar" (ka-be kavseyrı) Allah'a yaklaştığını ve O'nu gördüğünü bildiren âyetlere dayanır.[35][544] Bu âyetlerde söz konusu edilen yaklaşmanın kimlerin arasında meydana geldiği ve Resûl-i Ekrem'in kimi gördüğü hususu iki şekilde anlaşılmaktadır. Sahabeden Hz. Âişe, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Zer el-Gıfârî, Ebû Hürey-re; tabiînden Mücâhid b. Cebr, Hasan-ı Basrî, Katâde b. Diâme, Rebf b. Enes ve müfessirlerin çoğu yaklaşma hadisesinin Hz. Peygamber ile Cebrail arasında gerçekleştiğini kabul eder.[36][545] Diğer görüş ise yaklaşmanın doğrudan Allah'la Resûl-i Ekrem arasında meydana geldiği şeklindedir. Enes b. Mâlikten Şerik b. Abdullah yoluyla gelen mi'rac rivayeti buna delil teşkil etmektedir.[37][546] Ancak hafızası zayıf olduğu bilinen Şe-rîk'in nakledilen metni tam koruyamadığı bilinmektedir.[38][547] Rivayetlerde sidretü'l-müntehâya sadece peygamber ve meleklerin ulaşabildiği ve orayı geçmenin yalnız Resûlullah'a mahsus olduğu kaydedilir.[39][548] Ancak İslâm âlimleri, Allah ile Resulü arasında böyle bir yakınlaşmanın açıkça tecessüme delâlet ettiğini ve ilgili metinlerin zaptı doğru olsa bile zahiri mânalarıy-la kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Allah'ın Peygamber'e veya Peygamber'in Allah'a yaklaşması mekân ve mesafe kavramlarıyla değil Resûl-i Ekrem'in derece ve makamının yükselmesi, duasının kabulü ve çeşitli nimetlere mazhar kılınmasıyla açıklanmalıdır.[40][549] Bu yaklaşmanın mi'rac gecesinde gerçekleşmesi ihtimaline bağlı olarak o gece Hz. Peygamber'in Allah'ı görüp görmediği konusunda da görüş ayrılığı meydana gelmiştir. Rü'yeti kabul etmeyenlerin başında Hz. Âişe ve Abdullah b. Mes'ûd gelmektedir. Rivayete göre Ebû Zer el-Gıfârî Resûlullah'a. "Rabbini gördün mü?" diye sormuş, Resûlullah da, "O bir nurdur, nasıl görebilirim?" demiştir.[41][550] Hz. Âişe. Muhammed'in rabbini gördüğünü ileri süren kimsenin Allah'a iftira etmiş olacağını söylemiş, görmeyle ilgili âyetleri de [42][551] Resûlullah'ın, "0 görülen sadece Cibril idi" hadisiyle açıklamıştır.[43][552] Hz. Âişe, Allah'ın bu âlemde-görülemeyeceğine delâlet eden iki âyeti de [44][553] delil olarak zikretmiştir. Rü'yeti savunanlar görmenin şekli hususunda farklı yorumlar yapmışlardır. Bir kısmı Hz. Peygamber'in rabbini kalp gözüyle, bir kısmı da beden gözüyle gördüğünü ileri sürmüştür.[45][554] Bu konudaki ilâhî beyanların bağlamı ve onların İlk nazil olan âyetler arasında bulunduğu hesaba katıldığında yaklaşma ve görmenin Cebrail'in kendisi ve onun vahiy getirmesiyle ilgili olduğu anlaşılır. Necm sûresi İsrâ sûresinden önce nazil olduğuna, isrâ ve mi'rac da aynı gecede meydana geldiğine göre yaklaşma ve görmeyi ilgilendiren âyetle mi'rac olayı doğrudan bağlantılı değildir.[46][555]
İlgili âyet ve hadislerden isrâ ve mi'ra-cın bedenen veya ruhen gerçekleştiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Ancak başta Buhârî ve Müslim olmak üzere muteber kaynaklarda yer alan hadiseler içinde Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması, buraka bindirilerek yedi kat semaya ve ötesine götürülmesi, süt ve şarap kadehlerinden birini tercih etmesinin istenmesi, elli vakit namazın beşe indirilmesi gibi hususların ortaya konuluş biçimi mi'racın ruhen gerçekleştiği görüşünü desteklemektedir. Mi'rac, kelâm âlimleri tarafından mucize olarak kabul edilmekle birlikte kelâm eserlerinin birçoğunda olayın Hz. Peygamber'in hissî mucizeleri arasında zikredilmemesi dikkat çekicidir. Öte yandan hissî mucizelerin vuku buluşunun amacı açısından insanlar tarafından müşahede edilmesi gerekirken mi'rac sadece Resûlullah'ın müşahedesi olup Kur'an ve hadisin haber vermesiyle bilinmektedir. Mucizenin tanımı ve nübüvveti ispat etme fonksiyonu yönünden bakıldığında mi'racın, klasik mucize ölçüleri dışında Hz. Peygamber'in manevî dünyasında gerçekleşip itminan ve güç veren olağan üstü bir hadise niteliği taşıdığı anlaşılır. Resûl-i Ekrem'in amcası Ebû Tâlib ile hanımı Hz. Hatice'nin vefatının, ayrıca maddî ve manevî eziyetlere mâruz kaldığı Tâif seferi dönüşünün ardından gerçekleşen mi'rac olayının ona Allah tarafından lütfedilen manevî bir destek olduğu açıktır. Bu ilâhî lutfun, son nebînin getirdiği mesajın Mescid-i Aksâ'da kendilerine namaz kıldırdığı ve semalarda görüştüğü peygamberlerin mesajlarını ihya edeceği ve hak dinin bütün dinlere hâkim olacağı [47][556] şeklinde yorumlanması hem naslar hem tarih açısından isabetli görünmektedir. Gerek Kur'an'd a gerekse kavlî ve fiilî sünnette namazın dinî hayattaki öneminin ısrarla vurgulandığı bilinmektedir. İftitah tekbirinden sonra kulun Allah'a hitap etmesiyle başlayan namaz zahiri şeklinin ötesinde bâtını konumuyla müminin ruhî mi'racı sayılmaktadır. Nitekim Gazzâlî îhyâ'da, namazın zahiri yönünü anlattıktan sonra derunî-mâ-nevî hayatı geliştiren özelliğine de geniş yer ayırmış, bu arada psikolojik muhtevanın sadece Allah'a yönelik olmasına ağırlık vermiştir (1, 211-227). Bu açıdan namazın müminin mi'racı olduğu şeklindeki değerlendirmenin doğruluğu ortaya çıkmaktadır.
İsrâ ve mi'rac olayı bazı teliflere konu olmuştur. Bunlar arasında Ebû Şekûr es-Sâlimî [48][557] ve Abdül-kerîm el-Kuşeyrî'nin [49][558] Kitâ-bü'l-MFrâc, İbnü'l-Cevzî'nin Kışşatü'l-mfrâc [50][559] Abdülkâdir-i Geyiânî'nines-Sirâcü'l-vehhâc îî leyleü'l-mfrâc [51][560] İbn Dihye'nin el-İbtihâc ti ehâdîşi'I-miVâc [52][561] İbn Hilâl el-Makdisî'nin İktifa3ü'1-minhâc ti ehâdîsi'l-mirâc [53][562] Celâleddines-Süyûtî'ninel-Âyetü'i-kübrâ şerhu kışşati'I-ism [54][563] Nûreddin el-Üchûrî'nİn en-Nûrü'J-veft-hâc fi'1-kelâm ^ale'1-isrâ ve'l-micrâc [55][564] Muhammed Emîn el-Kürdfnin Dav'ü's-sirâc fi faili recefa ve kışşati'l-mi'râc [56][565] M. Âsim KÖksal'ın Miraç Gecesi [57][566] Fazl Hasan Abbas'ıneJ-Minftâc: Nefehât mine'l-isra'i ve'l~micrâc [58][567] Mûsâ Muhammed el-Esved'İn el-İsrâ' ve miVâc [59][568] Amr Ab-dülmün'im'in ed-Dtfîf min kışşati'l-isra ve'i-miVâc [60][569] ve Süleyman Mollaibrahimoğlu'nun Miraç Gerçeği [61][570] adlı eserleri sayılabilir.
Bibliyografya :
Râgıb el-İsfahânl, el-Müfredât, "sry", "carc" md.leri;Lİsânü7-V\rab, "sry", '"arc" md.lerî;M. F. Abdülbâki, e(-Mu'cem, "sry", "*arc" md.leri; Müsned, 1,309, 422; III, 120;Buhârî."Şalât", 1, 81, "Tevhîd", 37, "Enbiyâ3", 5, "Bed'ü'HjallS", 7, "Menâkıb", 24, "Menâkıbü'l-enşâr", 41, 42, 43, "Tefsir", 17/9, "Hac", 42; Müslim. "îmân", 259, 262-263. 279, 280, 283, 284, 285, 287, 291 -292, "Fezâ3il", 164,"Hac", 398-405; İbn İs-hak. es-Sîre, s. 275; İbn Hişâm. es-Sîre, II, 36-52; Taberi, Câmı'u7-beyân,XV, 5, 16-17;XXVI1, 44, 45; Eş'arî. e(-/faâne (nşr. Abbas es-Sabbâğ), Beyrut 1414/1994, s. 42, 53; Mâtürîdî. KUâbü't-Tevhîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aru-çl), Ankara 1423/2003, s. 317-319; Bâkıllânî, et-Temhid, Beyrut 1414/1993, s. 156-157; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ). III, 62; Kâdî Abdülceb-bâr, el-Muğnî, XVI, 419; Abdülkâhir e!-Bağdâdî. üşûlü'd-din, Beyrut 1401/1981, s. 165, 182-183;Cüveynî. ei-irşâd (Temim), s. 74-75; Bey-haki. Deiâ'İlü'n-nübüuveinşı Abdülmu'tî Kal'a-cî), Beyrut 1405/1985, II, 354-406; Gazzâlî, Ih-ya', Beyrut 1417/1997,1, 203-227; Nesefî, Teb-şıratû'l-edüle (Salame), 1, 487, 491, 493-494, 503; Zemahşerî. Esâsü'l-belâğa, Beyrut 1989, s. 294-295; Kâdî İyâz, eş-Şifâ1, Beyrut 1409/ 1988,1, 177-205; İbnü'l-Cevzî, Zâdü'l-meslr, V11I, 66, 68-69; Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-ğayh, V, 541-545; Kurtubî, ei-Câmi\ X, 208; XVII, 88-91; Nevevî, Şerfıu Müslim, 111, 209-232; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, XVII, 283-284; İbn Seyyidün-nâs, ^üyünü'i-eşer, Beyrut, ts.fDârü'l-ma'rife], 1, 147-148; ibn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-me-'âd, Beyrut 1992,111, 34-42; İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ân, 111, 1 -24; a.mlf., es-Sîre, II, 93-112; İbn Ebü'l-lz, Şerhu'l-'Akideü't-Tahâvİyye (nşr. Abdullah et-Türkî-Şuaybel-Arnaût), Beyrut 1408/ 1987, s. 84-91;Teftâzânî, Şerhu'^Ak^id, İstanbul 1313, s. 174-175; İbn Hacer, Fethu't-bârî (Hatîb), VII, 237-259; XII, 492; Kestelî. Haşiye 'a/â Şerhİ'l-'Akâ'id, istanbul 1966, s. 174-175; Süyûtî. el-Âyetü'l-kübrâ şerhu kışşati'i-isrâ (nşr. M. Abdülhakîm el-Kâdî], Kahire 1989; Kas-tallânî, İrşâdü's-sârî, Beyrut 1990, VI, 3-4; Şah Veliyyuüah ed-Dihlevî, ijüccetullâhi'l-bâliğa [nşr. M. Şerif ŞÜkker), Beyrut 1992, I, 115-116; Abdüllatif el-Harpûtî, Tenkihu'l-kelâm, İstanbul 1330, s. 305-311; Elmalılı, HakDini.V, 3142-3186; Muhammed Hamîdullah,/s/âm Pey-gamberi{trc. M. Said Mutlu). İstanbul 1966, I, 92, 93; Şiblî Nu'mânî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saadet (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1974, II, 419-444; Mustafa Sabri. Meukıfü'l-Cakl, Beyrut 1992, IV, 199-208; M. Zâhid Kevserî. Makâlât, Kahire 1994, s. 486-490; Şinasi Gündüz v.dğr., Dinlerde Yükseliş Motifleri ve İslâm'da Miraç, Ankara 1996; Muhammed Esed. Kur'an Mesajı (trc. Cahit Koytak-AhmetErtürk), İstanbul 1997, s. 1337-1339; H. Busse. "Jarusalem in the Story of Muhammad's Night Journey and Ascension", Jerusalem Studies in Arabic and islam, XIV, Jerusalem 1991, s. 1-40; Ali Akpmar, "MPrac Gecesi Hz. Peygamber'e Verildiği Söylenen Âyetlerle İlgili Bazı Mülahazalar", Cumhuriyet Ûnioersİtesİ ilahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, Sivas 1996, s. 95-101; J. van Ess, "Vision and Ascension: Suratal-Najm and its Relationship with Muhammad's Mi'raj", Journal ofQur'anic Studies, 1/1, London 1999, s. 47-62.
Mİ'RÂCİYYE
İslâm edebiyat ve sanatlarında Hz. Peygamberin mi'racını konu alan eserlerin oenel adı.
Mi'rac mucizesi hemen bütün müslüman milletlerin medeniyetlerine edebiyat, mûsiki, minyatür, hat ve kitap sanatları bakımından kuvvetle yansımıştır. Ancak bu konudaki eserlerin mi'râciyye veya mi'râcnâme adıyla daha çok İranlılarla Türkler tarafından ortaya konulduğu, en çok eserin verildiği edebiyat alanını minyatür, hat ve kitap sanatlarının takip ettiği, mûsikinin ise sadece Osmanlılar'da mevlid gibi bir form oluşturduğu görülmektedir.
Bazı şairlerin, Kâ'b b. Züheyr'in Kaşî-detü'l-bürde içinde yer alan mi'racia İlgili on bir beyti gibi Hz. Peygamber hakkında yazdıkları manzumelerde konuya temasları dışında -Osmanlı sahasında bilinen bir iki örnek de istisna edilirse- Arapça eserler edebî olmaktan çok mi'racı dinî ilimler açısından ele alan kitaplardır. İmam Gazzâlî'den itibaren bir kısmı Ab-dülkadir-i Geylânî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî gibi mutasavvıfların kaleminden çıkmış bu eserler değişik adlar taşır.[62][571]
Fars edebiyatında mî'rac edebî eserlerin konusu olarak dikkat çeker. Bunların müstakil olanlarından çok Nizâmîi Gen-cevî'nin Harnse'si. Ferîdüddin Attâr'ın İlâhînâme ve Bsrârnâme mesnevileri, Molla Câmî, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî gibi sanatkârların değişik eserlerinin içinde yer alan örnekleri tanınmıştır.[63][572] Müellifi meçhul müstakil bir eser olan 671 beyitlikMicrâcnâme ise basılmıştır.[64][573]
Türk Edebiyatı. Mi'rac Türkçe eserlerde çokça işlenmiştir. Müstakil olanların dışında siyer ve mevlidlerle mu'cizât-ı nebi gibi eserlerin, Muhammediyye ve Garibnâme gibi kitapların birer bölümü de mi'raca ayrılmıştır. Ayrıca divanlarla din dışı mesnevilerde bu konuda şiirlere yer verilmesi bir gelenek halini almış, zamanla kasidelerin mi'râciyye, mesnevilerin ise mi'racnâme adıyla anıldığı zengin bir edebî tür oluşmuştur. Konunun genellikle dinî kaynaklara dayanarak didaktik bir şekilde ele alındığı eserlerde müellifin sanatkâr yönünün ikinci planda kaldığı, ta-savvufî açıdan işlenen mesnevi ve kasidelerde ise daha lirik ve sanatkârane bir üslûbun ön plana çıktığı, şairlerin haya! dünyalarının zenginliğine göre olaya şahsî yorumlar getirdiği görülmektedir.
Aruzun en çok "fâilâtün fâilâtün fâilün" ve "mefâilün mefâilün feûlün" kalıplarının kullanıldığı mî'râciyyelerin kaside formuyla yazılanlarında konu ortalama elli - altmış beyit içinde özetlenirken mesnevilerde 2000'e yaklaşan beyit hacminin sağladığı imkânla çok tafsilâtlı olarak işlenmektedir. Kasidelerin nesîb kısmı, mi'rac gece meydana geldiğinden bu mânaya gelen Arapça ve Farsça kelimeler üzerinde kurulmuş söz sanatlarıyla başlar; hadise, küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mucize şeklinde takdim edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gecenin ve gökyüzünün tasvirine geçilir. Bazan da mi'rac öncesi yine gece gerçekleşmiş olan şakk-ı sadr mucizesine temas edilir ve mi'racın safha safha tasvirine girişilir. Ümmü Hânî'nin evinden başlayan bu yolculukta Cebrail'in burağı cennetten getirişi anlatılır. Bura-ğin uzun uzadıya tasviri mi'râciyyelerin en önemli konularındandır. Daha sonra Hz. Peygamber'in Mescid-i Aksâ'ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldırması ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Kudüs'ten tekrar semaya yükselişi (urûc) sırasında sahrenin Resûl-i Ekrem'in ardından harekete geçmesi ve "dur" ihtarıyla havada asılı kalması [65][574] mucizesi telmihler, tecâhül-i arifler, hüsn-i ta'Iîllerle süslenerek nakledilir. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, huriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleri takip eder. Resûlullah'ın "kâbe kavseyn" makamına ulaşması, Allah ile mülakatı ve rabbi katındaki değeri anlatılarak sanatkârın bakış açısına göre farklı yorumlarla şekillendirilir. Namazın mi'racda farz kılınması, Hz. Peygamber'in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabulü ve müşriklerin inkârı gibi hususlar işlenir. Bu muhteva Ga-nîzâde Mehmed Nâdirî"nin mi'râciyyesin-de en güzel ifadesini bulmuştur. Mesnevilerde ise tevhid, na't ve münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ulaşan bölümler halinde bazan İsrâiliyafa dayanan rivayetlerle anlatılır. Bu arada na't ve münâcâtlara, kaside ve gazellere de yer verildiği, namaz ve diğer ibadetler hakkında bilgiler aktarıldığı dikkat çeker. Abdüivâsi Çelebi, Abdülbâki Arif, İsmail Hakkı Bursevîve Arifin mi'râciyyeleri bu özellikleri ortaya koyan mesnevilerdir.
Mi'rac, Türk edebiyatında ilk defa bir motif olarak Satuk Buğra Han Destanında görülür. Çağatay sahasında XII. yüzyılda Hakim Ata tarafından yazıldığı kabul edilen 122 beyitlik Mi'râcnâme-tü'1-hazret türün ilk müstakil örneği olup hece vezniyle ve sade bir dille kaleme alınmıştır.[66][575] Pa-vet de Courteille'İn, halen Paris Bibliothe-que Nationale'de kayıtlı [67][576] Uygurca metni Fransızca tercümesiyle birlikte neşrettiği [68][577] Mîr Hay-dar'ın mi'racnâmesi Anadolu dışında yazılmış bir diğer örnektir.[69][578]
Anadolu sahasında ilk müstakil mi'râciyye XV. yüzyılın başında (808/1405) Ahmedî tarafından yazılmıştır. Tahkik-i Mi'-râc-ı Resul başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki kısa mi'râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâme'sindeki mev-lid bölümünden de ayrıdır.[70][579] Metin Akar'ın yayımladığı, Abdüivâsi Çelebi'nin 567 beyitlik Mi'râcnâme-i Seyyidü'l-beşer Hazret-i Resûlullah aleyhi efdalü's-sa-İavâf'ıise 817 (1414) yılında kaleme alınmıştır. Aksaraylı îsâ adlı bir şair tarafından XIV-XV. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen. Sema Özdemir'in üzerinde yüksek lisans çalışması yaptığı [71][580] 341 beyitlik Mi'râcnâme'ûe [72][581] mi'racdan ziyade mi'racda farz kılınan namaz, ayrıca kabir soruları, oruç, zekât ve hac hakkında malûmat verilmiştir. Aynı zaman dilimine ait olduğu tahmin edilen müellifi meçhul ikinci eser, nüshalarına göre beyit sayısı 468-678 arasında değişen bir mesnevi olup İbn Abbas rivayetine dayalı bilgiler üzerine kurulmuştur [73][582] Bunları, Neba-hat Gülsoy'un yüksek lisans tezi olarak incelediği [74][583] Arif adlı bir şair tarafından 841 'de (1437) kaleme alınan 1745 beyitlikMi'râ-cü'n-nebf takip eder.[75][584] XV. yüzyıla tarih-Ienen bir diğer mi'râciyye sade bir dille yazılan İbrahim Bey'e ait 275 beyitlik mesnevidir.[76][585] Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi'racnâmeler XV. yüzyıldan itibaren daha fazla rağbet bulmuş, manzum, mensur yahut çoğu manzum karma metinler halinde gelişimini sürdürmüştür. Dinî-tasavvuf! manzum eserlerin içinde mi'rac hadisesine bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. XIV. yüzyıla ait Âşık Paşa'nın Garibnâ-me'sinde,[77][586] XV. yüzyılda Yazıcıoğlu'nun Muhammediy-ye'sinde,[78][587] Amasyalı Münîrî Çelebi'nin Siyer-i Neofsinde, Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necât'ında [79][588] Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi'nin Afim e diyye'sinde [80][589] ÂrifîFet-hullah Çelebi'nin Şehnâme-i Âl-i Osman'ının Enbiyaname adıyla da anılan I. cildinde, Abdurrahman Ubeydfnin Evsâf ve Mu'cizât-ı Nebî'sinüe [81][590] Hâkânî Mehmed Bey'in üiiye'sinde mi'rac hadisesine temas edilmiştir.[82][591] Din dışı örnekler arasında Ahmedî'nin Cemşîd ü Mürşidi, Fuzûlî'nin Leyirî vü Mecnûn'u ile Ali Şîr Nevâfnin rtamse'sini teşkil eden mesneviler deki mi'rac fasılları tanınmış örneklerdendir. Metin Akar'ın, içinde mi'râciyye bulunan bu gibi mesnevilere dair verdiği liste bunların zenginliğini ortaya koymaktadır.[83][592]
XVI. yüzyıldan itibaren divanların içinde mi'râciyyelerin artmaya başladığı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hemen her şairin divanında bir veya birkaç mi'râciyyenin yer aldığı görülmektedir. Bunların en eski örneği Lâmiî Çeiebi'ye (ö. 938/1532) aittir. Ganîzâde Mehmed Nâdiri ise türün meşhur mi'râciyyesinin şairidir. Onun divanındaki, "Teâlellah zihî şâm-i sürûr-en-câm-ı gam - fersâ / Ki oldu mazhar-ı esrâr-ı sübhânellezî esrâ" beytiyle başlayan kasidesine Azmîzâde Mustafa Hâletî ve Halî-mî Çelebi gibi şairler nazîre yazmıştır. Nev'îzâde Atâî, Nâilî-i Kadîm. Neşâtî, Sabit, Nazîm, Salim Mehmed Emin Efendi, Ali Nutkî Dede, İzzet Molla. Lebîb ve Âdile Sultan bu konuda manzumeleri olan şairlerden bazılarıdır.
XVIII. yüzyılda Abdülbâki Arifin kaleme aldığı mesnevi, aynı mahlası kullanan Arif Süleyman Bey'in eseriyle karıştırıldığı gibi [84][593] yanlışlıkla Sırrı Abdülbâki Dede adına da neşredilmiştir.[85][594] 319 beyitlik bu manzum-mensur eser devrinde beste-lenmiştir. İsmail Hakkı Bursevî'nin 478 beyit olan mi'râciyyesi [86][595] tasavvuf! bir muhtevaya sahiptir. Nâ-yî Osman Dede'nin mi'rac kandillerinde okunmak üzere yazıp bestelediği Mi'ra-cü'n-nebî aleyhisseîâm adlı tevşîhleri hariç 102 beyitlik eseri türün en tanınmış örneğidir.[87][596] Nahîfî'nin Mi'-râcü'n-nebî isimli 1157 beyitlik mesnevisinde [88][597] ilgili âyetler ve sahih hadisler başta olmak üzere diğer rivayetler ve ulemânın mi'raca dair görüşleri değerlendirilmiştir. Didaktik yönü ağır basan eserde şair Hz. Peygamber'i övdüğü beyitlerinde yüksek bir lirizme ulaşmıştır. Abdullah Salâhı Uşşâkî'nin bir mi'râ-ciyyesinin bulunduğu kaydedilmekteyse de bunun, içinde mi'raca da yer verilen [89][598] bir mevlid olduğu tesbit edilmiştir.[90][599] Şair ve hattat Arif Süleyman Bey'in yanlışlıkla Reîsülküttâb Arif Efendi"nin divanında da basılan [91][600] mi'râciyyesi de [92][601] XVIII. yüzyılın başarılı örneklerindendir. Vak'anüvis Hâkim Mehmed Efendi'nin 432 beyitlik mi'râciyyesi müstezad şeklinde kaleme alındığı bilinen tek örnektir.[93][602] Mecîdî de Mi'raciyye-i Risâlet-penâh aleyhissetâm adını taşıyan 289 beyitlik mesnevisinde [94][603] konuyu tasavvuf? açıdan ve oldukça lirik bir üslûpta yorumlamıştır. Yenişehir Fenerli Hafız Ömer, 1204te (1790) kaleme aldığı 318 beyitiik mi'râciyyesinde [95][604] Hz. Peygamber'in Allah ile mülakatı üzerinde durmuş, zühd, takva ve namaz gibi konuları işleyerek âdeta bir nasihathâme meydana getirmiştir.
Hakkında yeterli bilgi bulunmayan Seyyidî'nin 143 beyitlik Der Beyân-ı Kıssa-i Mi'râc'ı ile [96][605] XIX. yüzyıl Mevlevi şeyhlerinden Kilisli Aşkî Mustafa Efendi'nin Bahçe-i Letâif ve Lehçe-i Maârif adlı külliyatındaki 189 beyitlik mi'racnâ-mesi [97][606] türün nisbeten kısa örneklerindendir. Süleyman Nazif'in babası Said Paşaya ait 119 beyitlik manzume devrin din aleyhtarlarının peygamberliği, mucizeleri ve mi'racı inkârları karşısında mi'rac mucizesini ispat amacıyla yazılmıştır.[98][607] Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi'nin Kudsiyyü's-sirûc fînazmi'l-mi'râc adlı mesnevisi [99][608] müellife ait bir mi'rac ilâhisiyle on na't-ı şerif hariç 183 beyittir. Eserin dikkat çekici tarafı, mi'rac kandilinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş ve bu maksatla bahir aralarında müellif tarafından ilâhi ve tevşîhler yazılmış olmasıdır.[100][609] Aynı müellifinKudsiyyü'l-minhâc fî icmali bahsi''l-micrâc'\ ise [101][610] Osmanlı sahasında bilinen tek Arapça manzum örnektir.
Kolağası Receb Vahyî'nin (ö. 1923) 542 beyitlik Minhâcü'l-mi'râc adlı mesnevisi [102][611] her biri farklı bir vezinle yazılmış sekiz ana başlık altında toplanmıştır. Eser, samimi ifadesi ve mi'rac motiflerinin orijinal buluşlarla değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Son örnekler arasında Kerküklü Seyyid Abdüssettâr'ınMi'rdciyye Divanı [103][612] ve Şeyh Muslihuddin Vahyî'nin Mi'râcü'l-beyûn'ı da [104][613] anılmalıdır. Cemalettin Server Revnakoğ-lu, mi'râciyye yazdığı halde eserlerine henüz ulaşılamayan şu isimleri de kaydetmektedir: Üsküdarlı Seyyid Mehmed Nuri Efendi, Emîr Buhâri şeyhi Simkeşzâde Feyzî, Erzurumlu Şeyh Osman Sirâceddin Efendi, Beylerbeyin Arap Salih Bey. Balıkesirli Fatma Kâmile Hanım'ın (ö. 1921] mi'râciyyesi bir kadın tarafından kaleme alındığı bilinen tek eserdir. mi'râciyye şairi olarak gösterilen başka kişiler de vardır.[105][614] Son devirde Mehmed Bahâeddin ile [106][615] Mehmed Lutfi [107][616] mi'râciyye yazmıştır. Enver Tuncalp, Ali Genceli, Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Âsim Koksal mi'rac konulu yeni tarz şiirler kaleme alan şairlerin başlıcalarıdır. Mi'râciyyeler na't-lar gibi derlenerek mi'râciyye veya na't-mi'râciyye mecmuaları düzenlenmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan [108][617] Mecmûa-i Nuût-ı Nebeviyye bu tür derlemelerin güzel bir örneğidir.
Türk Din Mûsikisi. Kaynaklarda, mi'rac kandilinde mi'râciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede'nin mi'-râciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak Türk edebiyatında ilk mi'râciyye-nin XII. asırda kaleme alındığı, ilk müstakil mevlid ve mi'râciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih epey geçtir. Ayrıca XIV. yüzyılda Muînü'l-mürîd ile Hârizmî'nin Muhabbetnâme'-si dinî toplantılarda okunmaktaydı. Yazı-cızâde Mehmed'in Muhammediyye's de yazılışından itibaren mevlid gibi okunduğuna göre bu eserdeki mi'rac faslının da mi'rac kandillerinde okunmuş olması mümkündür.
Kaynaklarda belirtildiğine göre bir kandil gecesinde Şeyh Mehmed Nasûhî Efendi, Üsküdar Doğancılar'daki tekkesinde Nâyî Osman Dede'den mevlid gibi okunmak üzere bir mi'râciyye yazıp bestelemesini istemiş, bunun üzerine Osman Dede kaleme aldığı eserini segah, müs-tear. dügâh, neva, sabâ, hüseynî, nîşâbur makamlarında yedi bölüm (hâne) halinde besteleyip ilk defa burada okumuştur. Mevlidde olduğu gibi bahir aralarındaki güfteleri Mevlânâ ve Mehmed Nasûhî'ye ait olan tevşîhleri de Osman Dede bestelemiştir. Müstear hanesinin başında tev-şîh yer almadığından eserde segah, dügâh, neva. sabâ ve hüseynî makamlarında beş tevşîh mevcuttur. Yeni bir ebced notası icat etmiş olan Osman Dede'nin mi'râciyyesini notaya alıp almadığı bilinmemektedir. Eser geleneksel meşk usulüyle yaşatıldığı İçin neva bahri tevşîhiyle beraber Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı şeyhi Mehmed Ruşen Efendi'nin (ö. 1891) ardından unutulmuştur. Bu kısmı sonraları Balat şeyhi Hafız Kemâleddin Efendi yeniden bestelemişse de tutunmamıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra dinî mûsikinin zayıflamasıyla birlikte mi'râciyye de unutulmaya yüz tutmuş, ancak Mehmet Suphi Ezgi ve Abdülkadir Töre tarafından değişik sanatkârlardan dinlenip ayrı ayrı notaya alınarak neşredilmiştir. Neyzen Emin Dede'nin Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi'nin oğlu Şeyh Ali Rızâ Efendimden notaya aldığı mi'râciyye ise elde değildir. Suphi Ezgi eseri 27 Haziran 1936'da Mehmet Sami'den notaya ve plağa almış, darb-ı Türkî usulüne oturtup bazı düzenlemelerde bulunarak Nazari, Amelî Türk Musikîsi adlı kitabında yayımlamıştır.[109][618] Esere segah makamındaki Arapça güfte-li ilk tevşîhîn ardından yirmi mısralık segah hânesiyle girilmekte, hüzzama sık sık geçkiler yapılmakta ve eser segahla sona ermektedir. On iki beyitlik müstear hanesinde ayrıca bayatî, mâye, segah ve hüzzam geçkiler dikkati çeker. Ardından, Arapça matla'lı dügâh tevşîh ve Hz. Pey-gamber'in mi'raca davetini konu alan yirmi iki beyitlik sabâ, çargâh, hicaz, hüseynî, acem ve buselik makamlarında geçki-Ierin de yer aldığı dügâh hanesi gelmektedir. Bunu sabâ tevşîhî ve on altı beyitlik sabâ hanesi takip eder. Burada da dügâh. hüseynî, çargâh, bestenigâr makamlarında geçkiler bulunur. Farsça güftesi Mev-lânâ Celâleddîn-İ Rûmî'ye ait olan hüseynî tevşîhten sonra hüseynî hanesi gelir. Mi'racda olan bitenin anlatıldığı, dokuzunun bestesi unutulmuş otuz beş beyitlik bu bölümde gerdaniye, necd hüseynî, buselik, acem, araban geçkiler vardır. Eser on bir beyitlik nîşâbur makamında mü-nâcât hânesiyle sona ermektedir. Suphi Ezgi unutulan neva hanesine metninde yer vermediğinden bu neşir bir hâne eksik görünmektedir.
Abdülkadir Töre'nin tesbitlerine dayanarak mi'râciyyenin notalarını yayımlayan M. Ekrem Hulusi Karadeniz, durak şeklinde ve usulsüz okunan eseri usule sokma gayreti yüzünden Suphi Ezgi'nin notalarının yanlış olduğunu ileri sürmüştür. Bu neşirde unutulan neva hanesinin güftesi tevşîhiyle beraber yer almaktadır. Mi'râciyyenin sadece metni, kenarlarında her bahrin makamı gösterilmek suretiyle devrin Sa'diyye şeyhlerinden Ali Galib Efendi tarafından Mi'râcü'n-nebî aleyhisselâm adıyla yayımlanmıştır.[110][619] Latin harfli ilk neşri yapan Sadettin Nüzhet Ergun'un da bazı yanlışlıklardan kurtulamaması, Arapça ve Farsça kısımların okunuşunu vermemesi bir edisyon kritik ihtiyacını hâlâ sürdürmektedir.
Abdülbâki Arif Efendi'nin mi'râciyyesi-nin de XVIII. yüzyıl bestekârlarından Niznâm (Tiznâm) Yûsuf Çelebi tarafından bestelendiği ve İstanbul'da Eyüp Sultan Türbesi'nde okunduğu kaydedilmektedir; ancak eser zaman içinde unutulmuştur. Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi'nin eserinin de besteli olarak okunduğu metindeki tevşîh ve mi'rac konulu ilâhiler, manzumenin sonuna ilâve edilmiş bulunan duadaki ifadeler yanında Cemalet-tin Server Revnakoğlu'nun verdiği bilgilerden anlaşılmakla birlikte notası elde değildir.
Nâyî Osman Dede'nin mi'râciyyesi mi'rac kandilinde veya ertesi gün cami, mevlevîhâne ve tekkelerden başka diğer bazı yerlerde de icra edilirdi. Namazın ardından bir hafız İsrâ sûresinin baş kısmını okur. Fâtiha'dan sonra iki mi'rachan birbirine bitişik iki kürsüye çıkarak eseri müştereken icraya başlar. Bu sırada kürsülerin altında oturan zâkirler her mısraın nihayetinde "sallû aleyh" ibaresini makamına göre topluca söyler. Altıncı bahrin her mısraının sonunda ise "minna's-salât" ibaresi terennüm edilir, münâcât hanesinde de "ıkbel yâ mücîb" terennümü tekrarlanırdı. Ayrıca her bahirden önce o bah-re mahsus tevşîhler zâkirlerce okunurdu. Münâcât kısmı icra edilirken dinleyicilere gül suyu serpilir, mi'racda Hz. Peygam-ber'e sunulan içecekleri temsilen şerbet ve süt ikram edilir, mevlid törenlerinde olduğu gibi şeker dağıtılırdı. Mi'râciyye tamamlanınca genellikle Necm sûresinin mi'raca dair kısmından veya Bakara sûresinden bir aşr-ı şerif okunur, mi'rac duası ile tören biterdi.[111][620] Aşçı İbrahim Dede'nin hâtıralarında yer alan [112][621] 1867yılında Erzincan'da mi'rac kut-lamalarıyla ilgili bilgiler bu geleneğin Anadolu'ya da ulaştığını göstermektedir. Vakıf kayıtlarından mi'râciyye okunması için özel vakfiyelerin tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1189 (1775) tarihli vakıf kaydında Bayramiyye tarikatına bağlı Himmet Efendi Tekkesi'nde bir mi'râciyye yazılıp bestelenerek mi'rac kandilinde okunması için tahsisat ayrıldığı belirtilmektedir. Bursalı Safiye Hanım'ın bu konudaki vakfiyesi 1888 tarihlidir.[113][622] Sultan Reşad tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi'nde mi'râciyye okunması için vakıf yapıldığı da bilinmektedir.
Tekkelerin kapatılmasından sonra mi'râciyye ilk olarak 12 Mayıs 1931 'de Aziz Mahmud Hüdâyî Âsitânesi'nde İsmail Gavsi Erkmenkul, Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner, Hafız Hasan Hilmi Başaranel ve arkadaşları tarafından okunmuştur. Son mi'râciyyehan Şakir Çetiner ve arkadaşları, Vakıflar İdaresi'nin ilgisizliğine rağmen mi'râciyye vakıflarını 1980'li yıllara kadar yaşatmaya çalışmışlar ve İstanbul'da Sümbül Efendi Camii'nde Kazasker Mehmed Süedâ Vakfı adına, Tophane'de Kâdirîhâne Camii'nde [114][623] Rifat Mehmed Paşa ve İsmail Gavsi Efendi vakıfları, Bursa'da İbrahim Paşa Camii'nde Safiye Hanım Vakfı gereği mi'râciyye okumayı sürdürmüşlerdir. Şakir Çetiner'in vefatından sonra düzenli biçimde mi'râciyye okunuşuna pek rastlanmamaktadır. Ahmet Hatipoğlu, ilk defa sazların iştiraki ve kadın erkek sanatçılardan oluşan korosuyla birlikte Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatı üzerine mi'râciyyenin tamamını radyo ve televizyonda icra etmiş, ayrıca kasetini hazırlayarak yayımlamıştır.[115][624] Eserin bir bahri tevşîhiyle beraber yine ilk defa 2004 yılı mi'rac kandilinde Fâtih Camii'nden yayımlanan mevlid töreninde okunmuştur.
Türk din mûsikisinde mi'râciyye okumak ayrı bir tavır kabul edildiğinden mi'-rachanlık önemli bir icra tavrı olarak gelişmiştir. Yukarıda zikredilenler dışındaki birçok mi'râciyyehan arasında Uncuzâde Mehmed Emin Efendi, Hamâmîzâde İsmail Dede, Mutafzâde Ahmed Efendi, Hüseyin Fahreddin Dede, Enderunlu Hacı Nafiz Bey, İmrahorlu Arap Salih, Durak Hazinesi Nakşî Efendi, Hakkak Hafız Abdi Efendi, Selâmi Efendi Tekkesi şeyhi Ahmed Muhtar Efendi, Neyzen Emin Dede, İbrahim Halil (Erkal), Zekâizâde Hafız Ahmet (Irsoy) önde gelenlerdir.[116][625]
Dinî mûsikide mi'rac ilâhileri ayrı bir grup oluşturacak kadar zengindir. Bunlara ait güftelerin bir kısmı mi'râciyyeler-den alınmış, bir kısmı da sadece bu maksatla yazılıp bestelen mistir. Bu eserlere Yûnus Emre'nin acem makamında tevşîh olarak bestelenmiş on altı beyitlik şiiri [117][626] Fuzûlfnin Tanbûrî Aziz Efendi'nin hümâyun makamında tevşîh olarak bestelediği gazeli [118][627] Nazîm'in Şikârîzâde Ahmed Efendi tarafından arazbar makamında tevşîh olarak bestelenen şiiri [119][628] Neccârzâde Rı-zâ'nın Hopçuzâde Şâkir'in sabâ makamında bestelediği [120][629] ayrıca uşşak ve dügâh-ı kadîm makamında bestelenmiş [121][630] manzumesi, İzzettin Hümâyi Bey'in güftesi kendisine ait hüzzam miTac ilâhisi, Zekâizâde Hafız Ahmet'in rast ilâhisi [122][631] örnek gösterilebilir.
Minyatür. İslâm ve Türk minyatür sanatında mi'rac minyatürleri ayrı bir grup teşkil edecek zenginlikte olup daha çok mi'racnâme adıyla anılmaktadır. Bunlar siyer-i nebî, kısas-ı enbiyâ ve mi'racnâme-lerle Reşîdüddin'in Câmicu't-tevârih"\ gibi eserlerde, ayrıca içinde mi'râciyye bulunan divan, hamse ve mesnevilerde, acâi-bü'1-mahlûkât ve falnamelerde yer almaktadır. Hint bölgesinde Hz. Ali'nin hayatına dair Hâvernâme ve Hamle-i Hayderi gibi kitaplarda da mi'rac konulu minyatürlere rastlanmaktadır.
Mi'rac minyatürlerinin şekillenmesinde sanatkârın konuyla ilgili hadisleri anlayış ve yorumlayışından kaynaklanan şahsî değerlendirmeleri yanında devrin ve bölgenin kompozisyon, resim, şekil, nakış ve renk anlayışının da etkisi vardır. Bu sebeple İran, Arap, Hint ve Türk minyatür üslûplarının mi'rac minyatürlerine en belirgin şekilde yansıdığı görülmektedir. Bilhassa Türk ve İranlı minyatür ustalarının yaptığı mi'rac minyatürlerinin, XIV. yüzyıldan bu sanatın en gelişmiş örneklerinin ortaya konulduğu XVIII. yüzyıla kadar daha büyük bir itina ile üslûplaştınlarak resmedildiği, Arap geleneğinde ise genellikle belgesel bir anlayışla hareket edilmesi neticesinde nisbeten zevksiz örneklerin ortaya konduğu söylenebilir. Sünnî çevrelerde Hz. Peygamber'in yüzü çok defa peçe ile (nikâb) örtülürken İran ekolüne bağlı minyatürlerde bu hususa fazlaca riayet edilmemesi de önemli bir farklılıktır. Ayrıca minyatürlerde en çok resmedilen burağın Şiî geleneğinde arslan kuyruklu oluşu ve aynı sahnede Hz. Ali'yi temsil eden bir arslan resmedilmesi, Resûl-i Ekrem'in elindeki yüzüğü bu arslana uzatarak ona nişan göstermesi [123][632] dikkat çeken bir özelliktir.
Mi'rac minyatürlerinin en eskisi Câ-mihı 't-tevârih'te bulunan, Hz. Peygamber'in burağın üzerinde meleklerle beraber gökyüzünde uçarken tasvir edildiği minyatürdür.[124][633] Nizamî, hamsesinin ilk mesnevisi olan Mafrzenü esrar'da mi'rac konusuna yer verdiği için eserin minyatürlü nüshalarında mi'rac minyatürleri mevcuttur.[125][634] Molla Câ-mî'nin Dîvân, Heft Evreng ve Yûsuf u ZüJeyhâ'sının bazı nüshalarında da mi'rac minyatürleri bulunmaktadır. Mi'rac Moğollar döneminde metni günümüze ulaşmayan bir mi'racnâmede işlenmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde [126][635] on levha halinde Beh-ram Mirza albümünde yer alan ve konuyu emsallerine göre daha fazla dinî hassasiyetle resmettiği görülen minyatürler [127][636] Ahmed Mûsâ isimli bir sanatkâra atfedilmektedir. Mi'racı bütün yönleriyle resimleyen, metniyle birlikte zamanımıza kadar gelmiş en eski mi'racnâme, Herafta Şâkruh'un sarayında 840"ta (1436) hazırlanmış elli yedi minyatürün bulunduğu Uygurca eserdir [128][637] Mi'rac minyatür [eriyle dikkat çeken önemli bir kitap da Darîr'in Sîretü'n-nehîsinm Osmanlı kitap sanatlarının en üst düzeye ulaştığı dönemin son başarılı örneklerinden olan minyatürlü nüshasıdır. Eserin mi'racın anlatılmasiyla başlayan III. cildinde [129][638] beş minyatür mevcuttur.[130][639] Bu ciltten çıkarılmış, Resûl-i Ekrem'in mi'racda Hz. Mûsâ ile görüşmesinin tasvir edildiği bir minyatür Batı Berlin İslâm Sanatları Müzesi"ndedir.[131][640] Mi'rac halk resmine de konu olmuştur. En çok resmedilen insan yüzlü, tavus kuyruklu, yeşil kanatlı, başında ayyıldızlı bir taç bulunan kırat suretindeki buraktır. Mi'racla ilgili âyet ve hadislerle bezenmiş levhaların bir tarafında Mekke, diğer tarafta Mescid-i Aksa (Kudüs) resmedilmiş, arasına da bu-rak yerleştirilmiştir.
Hat. Hat sanatında, mi'racın anlatıldığı İsrâ ve Necm sûrelerinin tamamı veya bazı âyetleri, farklı sûrelerde yer alan ilgili âyetler, bu konudaki hadisler yahut bunların belirli bölümleri mushaflarda, cüzlerde, ayrıca murakka' ve levhalarda, özellikle de camilerin kuşak yazılarında tez-yinî unsur olarak kullanılmıştır. Kûfî hatla yazılan ilk mushaf Örneklerinden itibaren İsrâ ve Necm sûrelerinin başındaki tez-hipli serlevhalar ayrı bir estetik ve değer kazanmıştır. Ekol sahibi büyük hattat ve sanatkârlar eliyle yazılmış mushafların bu konuda Önemli etkisi olmuştur. Yakut el-Müsta'sımî, Abdullah-ı Sayrafî, Muham-med Tuğrâî, Mîr Abdülkâdir Hüseynî, Mîr Ali Tebrîzî, Alâeddin Tebrîzî, İbnü'1-Bev-vâb, Şah Mahmûd Nîsâbûrî, Ahmed Şem-seddin Karahisârî, Şeyh Hamdullah Efendi, Abdullah Amâsî, Hafız Osman ve Kadırgalı gibi mushaf hattatlarının ortaya koyduğu Örnekler en değerlileridir.[132][641] Cüzlerde de görülen bu özelliklere. Vakıflar Genel Müdürlüğü Ar-şivi'ndeki İsrâ süresiyle başlayan, XIV. yüzyılda Beylikler döneminde tezhip edilmiş on beşinci cüz örnek gösterilebilir. Bu cüzün müzehhep ilk iki sayfasında sadece mi'rac âyetlerinin yer alması sanatkârın konuya yaklaşımını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.[133][642] İsrâ sûresinin kuşak yazısı şeklinde kullanılmasının ilk örneği, XIII. yüzyıl başlarında Hindistan Ecmîr'deki Ar-hâî-din-kâ Conprâ Camii'nin kabartma olarak taş üzerine işlenmiş süslü kûfî kuşağında görülmektedir.[134][643] Kubbetü's-sahre"nin kubbe kasnağının altındaki dış kuşakta. 1876 da Mehmed ŞefiK Efendi tarafından celî sülüs hatla çini üzerine yazılmış İsrâ sûresinin ilk âyetleri yer almaktadır.[135][644] Kubbetü's-sahre ile yakınındaki Mescid-i Aksâ'nın içinde gerek kuşak gerek levha olarak mi'racla ilgili âyet ve hadislerin çoğu Osmanlı hattatları tarafından yazılmış değerli örnekleri bulunmaktadır.
Bibliyografya :
Âşık Paşa, Garib-nâme (haz. Kemal Yavuz], İstanbul 2000, Il/l, s. 21-41; Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammedi'ye [haz Âmil çelebioğlu), İstanbul 1996, II, 131-151; Abdurrahman Ubeydî. Evsâf ue Mu'cizât-ı Nebî, İstanbul 1313, s. 18-20; Fahir İz. Miraç-nâme (mezuniyet tezi, 1938), İÜ Türkiyat Enstitüsü, nr. T] 06, tür.yer.; Sadettin Nüzhet Ergun, Türle Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942-43, I, 125, 308-317; II, 519, 559, 708-709; Reşad Ekrem Koçu - Mehmed Afi Akbay, Geçen Asrı Aydınlatan Kıymetli Vesikalardan Bir Eser: Hatıralar, Aşcıdede ibrahim, İstanbul 1960, s. 62-63; Ali Saim Ülgen, "Kudüs'te Ha-rem-i Şerif Dahilindeki Kubbetü's-sahra (es-Sahratül-Müçerrefe, Cami-i Ömerlin XVI. YÜZ-yılda Yapılmış Olan Çinileri", TürkSan'atı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963, I, 658-676; Osman Fikri Sertkaya, Mi'rac-nâme: Metin İndeks [mezuniyet tezi, i 968), İÜ Ed. Fak. Genel Kitaplığı, THT, nr. 244, tür.yer.; Ahmed Gülçîn-i Meânî, Rehnümâ-yı Gencine-i Kur'ân, Meşhed 1347, tür.yer.; Yasin Hamid Safadi. Ista-mic Calllgraphy, London 1978, s. 104; Filiz Çağman - Zeren Tanındı, Topkapı Sarayı İslâm Minyatürleri, İstanbul 1979, s. 13; Zeren "fanındı. Siyer-i Nebi: islam Tasvir Sanatında Hz. Mu.-hammed'in Hayalt.lstanbu] 1984, s. 10-12, 14, 33, 47, minyatür nr. 38-39; Özeğe, Katalog, III, 1157-1159; Şengel, İlâhîler, tür.yer.; Töre. İlâhîler, tür.yer.; Muhammed b. Saîd eş-Şerîfî, Hutû-tiî'l-meşâhif cinde'l-meşârık ue'l-meğârîb mi-ne'l-karni'r-râbic üe'l-'âşirî'l-hlctİ, Cezayir 1982, tür.yer.; Nuri Özcan, On Sekizinci Asırda Osmanlılarda Dînî Mûsikî (doktora tezi, 1982], Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, I, 26-31; Metin Akar, "Miraç Hadisesinin Türk Halk şiirine Yansıması", ///. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara 1986,11,17-24; a.mlf., Türk Edebiyatında Manzum Mi'râc-nâmeler, Ankara 1987; a.mlf., "Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Selçuk üniueısitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, Konya 1981, s. 1-16; a.mlf.."Mi'rachânlan-miz", 7TC, XXIV/278 (1986), s. 374-379; a.mlf., "Erzurumlu Şair Muhammed Lütfi'nin Mi'ra-cü'n-Nebi'si ve Mi'rac-Namelerimiz Arasındaki Yeri", a.e.,XXX/352 (1992), s. 50-56; M. Ekrem Karadeniz, Türk Mûsikîsinin Nazariye ue Esasları, Ankara, ts., s. 162-163, 659-701; Mustafa Uzun. Dînî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzi Efendi ue Dînî Mesnevileri, İstanbul 1996, s. 33-34, 81-108; a.mlf., "Abdülbâki Arif Efendi", D/A, I, 197; a.mlf., "Arif Süleyman", a.e., 111, 370; Sema Öz-demir. Aksaraylı İsa'nın Mİraciyesi (yüksek lisans tezi, 1996), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü; Mehmet Akkuş, Abdullah Sa!âhaddin-i Üşşâki (Salâhi)'nin Hayalı ue Eserleri, İstanbul 1998, s. 180-181; Orhan Bilgin, "Aşkî Mustafa Efendi ve Mi'râc-nâmesi", Prof. Dr. Nİhad M. Çetin 'e Armağan, İstanbul 1999, s. 97-116; Başak Burcu Tekin, "İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Resimli El Yazmalarındaki Miraç Tasvirlerine Bakış", Prof. Dr. Zafer Bay burtlu-oğlu Armağanı: Sanat Yazılan (haz. Mustafa Denktaş-Yıldıray Özbek), Kayseri 2001, s. 537-549; Cemâleddin Server Revnakoğlu, "Üsküdar'da İkinci Mirâciye Töreni Münasebetiyle: Mirâciye ve Mevlid", Vakit (Yeni Gazete), 3 Haziran 1951; a.mlf., "Mirâciye'nin Diktefon'a Alınması, Bursa ve Üsküdar'da Okunması Münasebetiyle Kutb-İ Nâyî Şeyh Osman Dede ve Mi'râciyesi 1", Yeni Tarih Dünyası, 11/15, İstanbul 1954, s. 615-616, 634; a.mlf.. "Eski-Klâ-sik Tasavvuf Edebiyatımızda Mi'râciyeler II", a.e., 11/16(1954), s. 658-659;a.mlf.,"Edebiyatımızda Mevlid ve Mi'râciye IH", a.e., 11/17 (1954), s. 690-693; a.mlf., "Mevlidin Bugünkü Hâli Mİ'râcİyenin Üstünlüğü IV", a.e., U/18 (1954), s. 738-739; a.mlf., "Mi'râciye Nasıl Kaleme Alındı? V, a.e., 11/19-20 (1954], s. 765-767; Kemal Çığ, "Türk ve İslam Eserleri Müze-si'ndeki MinyatürlüKitapların Katalogu", ŞM, sy. 3 (1959), s, 51-90; Halil Can, "Dinî Türk Musikisi Lügati", MM,sy. 220 (1966), s. 120;a.mlf.. "DinîMusiki", a.e.,sy. 300(1974), s. 26-27; Orhan Nasuhioğlu, "Dinî Musikimizin Bir Şaheseri Mİ'râciyye", a.e.,sy. 292(1974), s. 4-7; Sadi Bayram, "XIV. Asırda Tezhiblenmiş Beylik DÖ-nemîne Aitüç Kur'an Cüzü", VD,XVI (1982), s. 143-154, rs. 7; Günsel Renda. "Siyer-i Nebi Minyatürleri ve Osmanlı Resim Sanatındaki Yeri", TT, sy. 7 (1984), s. 23-25; Hüseyin Ayan, "Ab-dülbâkî Arif Efendi'nİn Mi'râciyyesi", Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, Konya 1986, s. 1-11; "İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde Bulunan Minyatürlü, Resimli, Şekilli, Cetvellİ, Plan ve Harİtah (Türkçe. Arap-ça, Farsça), Yazmalar", STY, XIII (1988], s. 19-62; Mustafa Kara. "Mîrâc, Mîrâciye ve Bursalı Safiye Hâtun'un Vakfiyesi", Uludağ Üniüersİ-iesİ İlahiyat Fakültesi Dejg/sı, Vll/7, Bursa 1998, s. 25-40; Kemal Yavuz, "Anadolu'da Bağlayan Türk Edebiyatında Görülen İlk Miraçnâmeler: Âşık Paşa ve Mİ'raç-nâmesi", İlmi Araştırmalar, sy. 8, İstanbul 1999, s. 247-266; Zehra Öz-türk. "Hamdullah Hamdi", DİA, XV, 453.
[136][510] el-İsrâ 17/ I
[137][511] el-Meâric 70/3
[138][512] M. F. Abdülbâki, el-Mu'cem, "carc" md
[139][513] Matta, 28/1-7; Markos, 16/19
[140][514] Gündüz v.dğr., s. 59-60
[141][515] Buhârî, "Şalât", I, "Tevhîd", 37, "Enbiyâ3", 5, "Becfü'I-halk", 7, "Menâ-kıb", 24, "Menâkıbü'I-enşâr",42; Müslim, "îmân", 259, 2Ö2-2Ö3, "Fezâ'il", 164; değerlendirme İçin aş.bk
[142][516] Müsned, I, 422; Müslim, "îmân", 279
[143][517] Akpmar, sy. 1 11996), s. 95-101
[144][518] Buhârî, "Şa-İât", 1; "Tevhîd", 37; "Enbiyâ3", 5; "Becfü'l-halk", 7
[145][519] Müslim, "îmân", 259; İbn Hişâm, II, 37-38
[146][520] Müsned, 1, 309; Buhârî, "Me-nâkıbü'l-enşâr", 4
[147][521] meselâ bk. Beyhakî, II, 362, 398
[148][522] İbn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ân, III, 22
[149][523] Niiveyrî, XVII, 283-284; Kastallânî, VI, 3-4
[150][524] İbn Kesîr, es-Sîre, 11,93, 107
[151][525] er-Rûm 30/ 3
[152][526] Muhammed Hamîdul-Iah, ı, 93
[153][527] Buhârî, Hac", 42; Müslim, "Hac", 398-405
[154][528] el-İsrâ 17/60
[155][529] Buhârî, "Menâkıbü'l-enşar", 43; "Tefsir", 17/9
[156][530] Ktırtubî,X, 208;Kestelî, s. 174-175; Mustafa Sabrı, IV, 199
[157][531] Me/atf/îu7-gayb, V, 542
[158][532] Teftâ-zânî, s. 174-175
[159][533] Elmalı 11, V, 3150
[160][534] İbn İshak, s. 275; İbn Hişâm, II, 40-41
[161][535] yk. bk.
[162][536] Fahreddin er-Râzî, IV, 544-545
[163][537] Süyûtî, s. 55
[164][538] Zâ-dü'l-me'âd, III, 40
[165][539] Hüccelullâhı'l-bâliğa, I, 115-116
[166][540] İslâm Tarihi: Asr-ı Saadet, II, 438-444
[167][541] İslam Peygamberi, I, 92
[168][542] İbnEbü'l-İz, s. 85-86; Ibn Hacer, VII, 238; Süyûtî, s. 54-55
[169][543] Zâ-dü'l-me'âd, 111,42
[170][544] en-Necm 53/7-14
[171][545] Taberî, XXVII, 44-45; İbnü'l-Cevzî, VI11,66
[172][546] Buhârî, "Tevhîd", 37
[173][547] İbn Hacer, XII, 492
[174][548] Süyûtî, s. 76
[175][549] Kâdîlyâz, I, 205
[176][550] Müslim, "îmân", 291 -292
[177][551] en-Necm 53/13-14; et-Tekvîr 81/23
[178][552] Buhârî, "Bed3ü'l-halk", 7; Müslim, "îmân", 283, 287
[179][553] el-En'âm 6/103; eş-Şûrâ 42/51
[180][554] Müslim,"îmân", 284, 285
[181][555] Elmalılı.V, 3152
[182][556] el-Feth 48/28
[183][557] Keşfü 'z-zunûn, 11, 1460
[184][558] Kahire 1964
[185][559] Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2729
[186][560] İstanbul 1312
[187][561] Kahire 1417/1996
[188][562] Brockelmann, GAL, 1, 136
[189][563] nşr. Muhammed Abdüihakîm el-Kâdî, Kahire 1989
[190][564] Beyrut 1424/2002
[191][565] Kahire 1327
[192][566] Ankara 1955
[193][567] Amman 1407/ 1987
[194][568] Kuveyt 1989
[195][569] Tanta 1413/1993
[196][570] İstanbul 1991
[197][571] Akar, Türle Edebiyatında Manzum Mi'râc-nâmeler, s. 91-93,408-410
[198][572] a.g.e., s. 93-95, 411-412
[199][573] Tahran, ts
[200][574] hacer-i muallak
[201][575] nşr. Kemal Eraslan,"Hakim Atâ ve Mİ'râc-nâmesi", EFAD, Ahmet Caferoğlu Özel Sayısı, sy. 10 119791, s. 243-304
[202][576] Suppl., nr. 190
[203][577] Paris 1882
[204][578] Anadolu sahası dışındaki mi'râciyyeler hakkında bk. bibi. İz, Sertkaya
[205][579] nşr. Yaşar Akdoğan, "Mi'rac, Mi'râc-nâme ve Ahme-dî'nin Bilinmeyen Mi'râc-nâmesi", Osm. Ar, IX |1989], s. 263-310
[206][580] bk. bibi
[207][581] Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3756, vr. 64a-75b
[208][582] nşr. Hayati Develi, "Eski Türkiye Türkçesi Devresine Ait Manzum Bir Miracnâme", TDED, XXViıı 11998], s. 81-228
[209][583] 1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
[210][584] Süleymaniye Ktp., İbrahim Efendi, nr. 355
[211][585] nşr. Musa Duman,"İbrahim Bey'in Mi'râc-nâmesi", TDED, XXVI] 11997], s. 169-238
[212][586] nşr. Kemal Yavuz, s. 21-41
[213][587] haz. Âmil Çelebioğlu, "Faslün ffl-mi'râc", s. 133-151
[214][588] nşr. Necla Pekolcay, Ankara 1993,"FÎBeyân-ı Mi'râc-ı Mustafâ |s.a.s.|", s. 74-79
[215][589] Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş Emîr Hoca, nr. 181
[216][590] s. 18-20
[217][591] geniş bilgi için bk. Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi'râc-nâmeler, s. 112-124
[218][592] a.g.e., s. 125-127
[219][593] DÎA, I, 197
[220][594] Manzûme-i Mi'rac, İstanbul 1317
[221][595] müellif hattıyla TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1790, vr. 66b-82b
[222][596] İstanbul 1310
[223][597] Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 323, vr. 29b-58b
[224][598] üçüncü ve dördüncü bölümler
[225][599] Akkuş, s. 180-181
[226][600] Bulak 1258, s. 18-32
[227][601] Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2656
[228][602] Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4477
[229][603] İÜ Ktp., TY, nr. 4009
[230][604] Millet.Ktp., Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 1375
[231][605] Ankara Cebeci Haik Ktp., Yazma, nr. 1061, vr. 62b-65a
[232][606] Bilgin, s. 97-116
[233][607] nşr. Kenan Erdoğan, "Klâsik Mİ'râciyyelerden Farklı Bir Mi'râciyye: Said Paşa ve Mi'râciyyesi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,sy. 12|Erzurum 1999|,s. 163-185
[234][608] İstanbul, ts.)
[235][609] mi'râciyye, şairin Mevlid ve Regâibiyye's\y\e birlikte Mustafa Uzun tarafından neşredilmiştir, İstanbul 1996
[236][610] İstanbul 1314
[237][611] İstanbul 1315; Mi'râcü'l-beyân: Mi'racın Tasavvu.fiBoyutu, haz. Mustafa Tatcı-Cemâl Kurnaz, Ankara 1999
[238][612] İstanbul 1326
[239][613] Kastamonu 1327
[240][614] Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi'râc-nâmeler, s. 203-204
[241][615] Amasya 1339
[242][616] Hülâsatü'l-be-yân içinde, İstanbul 1974
[243][617] Hamidiye, nr. 1200
[244][618] İstanbul, ts., ili, 102-143
[245][619] İstanbul 1310
[246][620] örnek bir dua metni İç'mbk. Meuhibetü'l-Vehhâb, İstanbul 1289, s. 85
[247][621] Koçu - Akbay, s. 62-63
[248][622] Kara, VII/ 7 |1998|, s. 38
[249][623] eski Kâdirî Âsitânesi
[250][624] İstanbul 1992
[251][625] diğer İsimler için bk. Akar, TK, XXlV/278 | i 986], s. 374-379
[252][626] notası için bk. Töre,İlâhîler, VIII, 106-107
[253][627] notası için bk. Şengel, İlâhîler, IV, 86-87
[254][628] notası için bk. Töre, İlâhîler, VIII, 144-145
[255][629] notası için bk. a.g.e., IX, 183-184
[256][630] notası için bk. Şengel, İlâhîler, II, 56-57
[257][631] notası için bk. a.g.e., IX, 171
[258][632] Dehlevî, Hamse [Hüsreu üŞîrînj, SüleymaniyeKtp., Halet Efendi, nr, 377, vr. 45'1
[259][633] Edinburg Üniversitesi Ktp., Arap, nr. 20, vr. 55'1
[260][634] Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 220, vr. 195b
[261][635] Hazine, nr. 2154
[262][636] vr. 31b, 42S, 42b,61a, 61a alt, 61b,ö2a, 107", 121a, 12 Iü alt
[263][637] Paris Biblıotheque Nationale, Turc, nr. 190 kayıtlı yazmadaki minyatürler Marie- Ro-se Seguy tarafından MirâjNâmeh Le Voy-age du. Prophete adıyla neşredilmiştir (Fransa 1977, Draeger EditeurJ).
[264][638] New York Public Library, Spencer Koleksiyonu
[265][639] vr. 3a, 5a, 6b, 57°, 58b
[266][640] mi'rac minyatürlerine yer veren yazmaların bir listesi için bk. Tekin, s. 537-549; Çığ, sy. 3 119591, s. 51-90
[267][641] bu konuda geniş bilgi için bk. Ahmed Gülçîn-i Meânî, tür.yer
[268][642] Bayram, XVI11982|, s. 143-i 54
[269][643] Yasin Hamid Sa-fadi, s. 104
[270][644] Ülgen, I, 661,672