ÖMRÜMÜZ GEÇİYOR
Muhterem Müminler!
Bugünkü sohbetimizde ömürden bahsedeceğiz.
Muhterem Müminler!
Yüce Rabbimiz “ Ey İman edenler! Allahtan korkun. Ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allahtan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[[1]] buyurarak biz aciz kullarını uyarıyor. İman edenleri ahiret için hazırlık yapmaya davet ediyor.
Ayeti kerimede kıyamet günü için “yarın” ifadesi kullanılmıştır. Çünkü Allaha göre dünya ve ahiret birer gün sayılmıştır. Kıyamet insanlara çok yakın olduğu için konuşmalarımızda bile “ Bugün dünya, yarın ahiret” diyoruz.
“Her gelecek yakındır” prensibine göre ahirete de yarın denilmektedir. O halde yarın kapımıza gelecek olan ahrete de hazırlıklı olmak zorundayız. Bu hazırlık ile insan, ahret mtluluğunu kazanacaktır. Malik b. Dinar der ki “ İşlediğimiz her şeyi bulduk. Gönderdiklerimizden memnun kaldık. Geride bırakıp yapmadığımızdan da elem duyduk.”[[2]]
O günü şöyle bir hayal edelim. Bütün sevdiklerimizden ayrı, yepyeni bir alem. Ama yapayalnız, karanlık bir kabir odası. Azap ve işkence… Bu halde kimden fayda vardır? Yanımızda neler bulunacak? Bütün bunları düşünerek ahiret için hazırlık yapmalıyız.
İnsana ömür denilen belli bir müddet verilmiştir. Bu müddet ahreti kazanmak için yeterlidir. Ömrün uzun ve kısa oluşu önemli değil. Önemli olan o ömrü şerefli ve faydalı bir şekilde tamamlamaktır.
Uzun ömür insanı kurtaramaz. İnsanı değerlendirilen ömür kurtarır. Bazen birileri için dua ederken “Allah uzun ömürler versin” denilir. Bu yanlıştır. “Allah hayırlı ömürler versin” demek daha güzeldir.
Ömür faydalı geçmiyorsa uzun olması daha da fenadır. Günahlarla geçen bir ömrün insana zarardan başka menfaati olabilir mi? O halde ömrü değerlendirmek gerekir. Uzun veya kısa… Önemli olan vakti iyi değerlendirmektir.
Zaman, çok kıymetli bir hazinedir. Ama bu hazineyi ölçüsüzce harcamada adeta birbirimizle yarışıyoruz. Birinin kırk deve yükü altını olsa, şehrin en merkezi yerlerinden birinde dursa, her geçene rasgele dağıtsa bu adama ne denir? Deli denir değil mi? “Aklı olsa bu paraları dağıtır mı denir?” Fakat zamanı boşa harcayana bir şey demiyoruz. Aslında buna da zır deli denir.
Çünkü yeniden çalışıp altını yerine oyma ihtimalimiz var. Fakat boşa geçen zaman yerine gelmez. Çoğumuz, zamanında işimizi bitirip, boş kalan zamanımızı faydalı işlere ayırmanın faziletini idrak etmiş değiliz. Başarılı olabilmenin, ayakta kalabilmenin sırrı, zamanı en iyi şekilde değerlendirebilmekten geçmektedir.
Zamanın meyvesini almadan, değerlendirmeden geçip gitmesine izin vermemeliyiz. Bu meyveyi alabilmek için insanın prensip sahibi olması ve zamanını en verimli olacak şekilde programlaması gerekir. Planlı, programlı kısa bir hayat, dağınık ve gayesiz uzun bir ömürden çok daha hayırlıdır.
Değerlendirilebilen her ömür kıymetlidir. Kıymeti bilinmeyen uzun bir hayatın hiçbir ehemmiyeti yoktur. İnsan, her geçen saati iyi değerlendirmelidir.
İbadet etmek niyetiyle dünya hayatının bir saati kıyametin bin saatinden daha hayırlıdır. Çünkü bu bir saatte yapılan faydalı ameller insanı Allahın rızasına götürebilir.
Ömür nasıl geçerse geçsin anlayışı, sorumsuzluğun ifadesidir. Merhum Yahya Kemal, “Rindlerin Akşamı” adlı şiirinde şöyle der “ Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan, Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.”
Mezarda gögsümüzde güller açtıracak, laleler bitirecek bir ömür sürmeliyiz. Bu da ömrü iyi değerlendirmekle ve vaktin kıymetini bilmekle elde edilir.
Hangi yaşta olursak olalım. Şöyle bir düşünelim. Her akşam kopardığımız takvim yapraklarından elimizde kalan nedir? Yolun yarısına geldiğimiz bu ömür selinde geriye baktığımızda sevinebiliyor muyuz?
Ne halden ne hale geldik. Aynaya baktığımızda gördüğümüz değişiklikler bizi hiç düşündürüyor mu? Onun için yaşadığımız her çağın, her günün kıymetini bilelim. Bugünleri bize veren, zamanı yaratan Allaha da çok şükür edelim.
Eğer insan ömrü gençlikle geçmiş olsaydı tek bir mevsime münhasır kalır ve gayet muntazam bir hayat geçirmiş olurduk. Her şeyin lezzeti çeşitliliğindendir.
Mesela günün sabah, öğle, akşam ve gece denilen bölümleri olmasaydı kimbilir ne halde olurduk? Yılın ilkbahar, sonbahar, kış mevsimleri olmasaydı hayatın tadı olur muydu? Onun için insan ömrünün de çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık gibi dört mevsime ayrılmasından dolayı Allaha şükretmeliyiz.
Her yaşın, her yılın ayrı bir özelliği ve güzelliği mevcuttur. Her yıla bu güzellikleri tattırmak ve ömrü faydalı bir hale getirmek her insanın görevidir.
Kudsi bir hadiste Rabbimiz şöyle buyurur “ Kulum kırk yaşına geldiği zaman ona şu üç beladan birini veririr: Delilik, cüzam, beneklilik. Kulum elli yaşını bulduğu zaman hesabını kolay kılarım. Altmış yaşına geldiği zaman bana dönmeyi ona kolaylaştırırım. Yetmiş yaşında meleklere sevdiririm. Seksen yaşında iyilikleri yazılır, kötülükleri silinir. Doksan yaşına geldiği zaman melekler şöyle der :“ Yeryüzünde Allahın esiri!” Geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır. Ve aile efradına şefaatçi olur.”[[3]]
Ömrün her dalında, hayatın her çağında böyle nimetler vardır. Elliye gelince, yarım asırlık bir yaşantının sonundaki nimetler ne kadar güzeldir. Bunların kıymetini bilmeli ve iyi değerlendirmeli.
Peygamberimiz buyurdular ki “ Allah, ölümünü altmış sene takdir ettiği kimse için mazeret beyan etmeye meydan bırakmamıştır.”[[4]] “O kadar mühlet ve mühlet. O halde hazırlığını et.” der şair.
Mevlana en büyük israfı şöyle anlatır “Asıl büyük israf, ömrün boş yere harcanmasıdır. Çünkü bir saatlik ömür, yüzbin altınla geri alınamaz.”
Muaviye’nin huzuruna Necranlı ikiyüz yaşında biri geldi. Kendisine dünyayı nasıl gördüğünü sordular. Dedi ki “Belanın senecikleri, dünyanın genişliğinin yelcikleri birbirini takip eder. Günler birbirini, gecelerde yekdiğerini kovalar, durur. Bir çocuk doğar, bir insan ölüp yok olur. Eğer doğan olmasaydı yeryüzünde kimse kalmazdı. Ölenler de olmasaydışu ufacık dünya canlılara dar gelirdir.”
Muaviye ona sorar “ Benden istediğini çekinmeden söyle!” Adam “ Bana geçmiş ömrümü geri getirmeni, hazır bir eceli de geri bırakmanı isterim.” Muaviye “ Ben bunlara muktedir değilim.” deyince adam “ O halde benim seninle görülecek hiçbir arzu ve ihtiyacım yoktur.”[[5]] der.
Geçen ömür geri gelebilir mi? Buna kimin gücü yeter? Nerede o gençlik, zindelik? Ömürler geçiyor. İnsana verilen zaman yavaş yavaş erimektedir. Hayatın ne olduğunu biz daha anlamadan yarısı geçip gitmiştir bile. İnsanın ömrü sınırlı. Onun için iyi değerlendirmeli.
Hz. Ali insan ömrünü şöyle taksim eder “ Bir insan altmış sene yaşarsa ömrünün yarısı gecelerde uyku ile geçiyor. Yarısının yarısı da bilmeden gidiyor. Sağdan ve soldan habersiz gafletle gidiyor. Yarınsın üçte biri hırs ve emel ile, ehli iyalin nafakası için çalışmakla gidiyor. Geri kalan ömürde hastalık ve ihtiyarlık. İnsanın uzun ömrü sevmesi cahilliktir. Onun kısmeti işte misaldeki gibidir.”
Ne güzel ifade… Altmış yılın otuz senesi uykuda, onbeş yılı çocuklukta, on yılı da hırs ve emelde. Geriye kalıyor beş yıl. Şairin dediği gibi “Ana rahminden çıktım pazara. Kefenimi aldım, döndüm mezara.”
Bin yıl yaşayan Nuh Peygambere vefatı anında Cebrail sorar “ Dünyayı nasıl buldun?” Hz. Nuh şöyle cevap verir “İki kapılı bir ev gibi. Birinden girdim, diğerinden çıktım.”[[6]]
Ömür kısadır. Dönüş Allahadır. Ömrü boşa geçirmemeli. Sultan Mahmut’un huzuruna birini getirirler. Bu adam yere sapladığı bir iğneye iki metre uzaktan iplik geçirme maharetini gösterir. Herkes hayretler içerisinde kalır.
Sultan Mahmut adama sorar “ Bu işi ne kadar zamanda öğrendin?” Adam “ Kırk yılda öğrendim.” der. Sultan Mahmut adama kırk altın verilmesini ve kırk da sopa vurulmasını emreder.
Etrafındakiler şaşkınlıkla sorar “ Sultanımız! Kırk altını anladık da bu kırk sopa da ne oluyor?” Sultan şu cevabı verir “ Kırk altını bu adamın hünerine karşılık veriyorum. Bu işi kırk yılda öğrenmiş. Kırk sopayı da kırk yıllık bir zamanı böyle boş bir işe harcadığı için vurduruyorum.”
Boş bir iş için kırk yıl harcanır mı? Hayatın o kadar kıymeti yok mu? Hayatın her dakikasının hesabı sorulacak. Her günün bilançosu çıkarılmalıdır. Mevlana der ki “ Seni hak yoluna çağıranlara yarın, yahut öbür gün diye vaad edişlerin senin için mahşerde bekleyiş olacak. O vakit vay haline senin.”
Yarın namaza başlarım… Emekli olunca namazımı hiç kaçırmam… Hele şu işimi tamamlayayım, sonra bak nasıl dindar olacağım… Bu gibi bekleyişler mahşerde insanı bekletir.
Ya emekli olmadan Azrail hayattan emekli ederse halimiz nice olur? Evlenince başını örtmeyi düşünen kız… Ya evlenmeye vakit bulmadan toprak seni örterse… Bir an önce Allah yoluna girmeli… Ömür bu kadar…
Bazı insanlar suçu zamana yüklerler. “Zaman bozuldu. Bu zaman bizi böyle yaptı. Zamanın suçu. Zamana uyuyoruz.” Şair der ki “Zaman bozuldu diyorlar. Zaman bozulmadı, onlar bozuldu.”
Hep zamandan şikayet edilmiştir. Rabbimiz beyan buyurur ki “ Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Kimimiz ölürüz, kimimiz yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder.”[[7]]
Günümüzde hep zamandan şikayet edilir. Felek yerden yere vurulur. Kimse kendi suçunu dile getirmez. Asırlardır zaman aynı devam ediyor. Güneş doğudan doğup batıdan batıyor.
Değişen felek değil ki. Değişen biz insanlar… Zaman Allahın kudretidir.
Zamanı yaratan Allahtır. Zaman Allahın tasarrufundadır. İman edenler Allahın her yarattığında çeşitli hikmetler olduğuna inanırlar. Kendi hatalarını zamana yüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Ömrünü iyi değerlendirememiş olanlar mahşerde çok pişman olacaklardır.
İmam Şafii Hazretleri, bir sabah namazdan sonra evine dönerken yolda birine rastlar. Adam önce selam verir. İyi dilek ve duada bulunduktan sonra “hayırlı sabahlar” manasında “nasıl sabahladın?” der.
İmam Şafii, nasıl sabahladığını şöyle anlatır “Sekiz tane şeyin benden istendiğini düşünerek sabahladım.” Adam şaşırır “ Ya İmam! Kim sizden sekiz şey isteyebilir?”
Hazreti İmam, tebessüm ederek şöyle açıklar “ Bak benden kimler neler istiyor: 1. Rabbim benden farzını istiyor. 2. Peygamber Efendimiz benden sünnetini istiyor. 3. Aile, çocuk günlük nafakasını istiyor. 4. Nefis kendime tabi olmamı istiyor. 5. Şeytan arkasından gitmemi istiyor. 6. Kiramen katibi melekleri iyi şey yazdırmamı istiyor. 7. Geçen günler ihtiyarlamamı istiyor. 8. Son olarak da Azrail ölüme hazır olmamı istiyor.” cevabını verir.
Ömürler böyle beklentilerle geçmekte. Ömrümüz her geçen gün azalmakta. Buna mukabil ecelimiz yaklaşmakta. Bir gün gelecek ve şu üzerinde yaşadığımız dünya dürülecek ve kıyamet kopacaktır.
Hakikat böyle olduğuna göre her gün amel defterimizi hayırlı amellerle doldurmaya bakalım. Amel defterlerini haramlardan kaçmayarak günahlarla dolduranların vay haline
Sözlerimi merhum şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur “otuzbeş yaş” şiiriyle bitiriyorum
“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla ta
[1] Haşr, 18 : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
[2] Tefsir-i Medarık : 4/253
[3] Muhtarül-Ehadis:106
[4] Cami-us Sağir : 1/39
[5] İhya-yı Ulum-iddin : 3/144
[6] İhya-yı Ulum-iddin : 3/140
[7] Casiye, 24 : وَقَالُوا مَا هِيَ إِلا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلا يَظُنُّونَ