Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler�
Milletleri
millet yapan yüksek değerler vardır. Milletleri millet yapan sevgiler
vardır, sevdalar vardır. Bizim milletimizi de millet yapan çok yüksek
değerler, çok yüksek sevgiler, çok yüksek sevdalar vardır. Ve bizim
milletimizin en büyük sevgisi, en büyük sevdası şüphesiz iman
sevgisidir. Çin seddinden Adriyatik�e kadar dünyanın neresinde
gezerseniz gezin bizim mayamızda Muhammed Mustafa�nın sevgisi var.
Rasülü kibriyanın vefatından itibaren bütün milletler ona olan
aşkınını, sevgisini, sevdasını ortaya koymak için şiirler yazdılar, kasideler
yazdılar, ilahiler yazdılar, edebiyatlar oluşturdular. Fakat bizim
edebiyatımız peygamber sevgisini çok daha fazla çok daha farklı
işlemiştir. Bizim edebiyatımızda, bizim kültürümüzde peygamber sevgisi
çok daha farklı algılanmıştır. Bizim sevgi merkezli bir Muhammed
Mustafamız var. Fuzuli�den Süleyman Çelebi�ye Mevlanadan Yunuslar Necip
Fazıl�a kadar ilhamını bu sevgiden almayan hiçbir şair tarihimizde
büyük şair olamamıştır. Bakın tarihe, bakın edebiyat tarihimize, bakın
kültür tarihimize, ilhamını Muhammed Mustafa sevgisinden almayan hiçbir
şair gönüllerde yer almamıştır.
Fuzûlimiz, Anadolu�daki nehirlerimizin akışını bile peygamber sevgisi ile tasvir eder.
�Başını
taştan taşa gezer avare su� derken, Fırat�ın ve Dicle�nin kıbleye doğru
deli deli akışını, kıblede bulunan, hedefte bulunan Muhammed
Mustafa�nın Medine-i Münevvere�nin yakınlarına düşmek için,
yakınlarında bulunan tozlara topraklara yüzünü sürmek için gittiğini
ifade eder ve nehirlerimizin akışını Fuzûli peygamber sevgisi ile
tasvir eder.
Az
önce Kırkızistanlı kardeşimizin ağzından biz Necip Fazıl�ın
Sakarya�sını dinledik. Satır aralarında anlamaya çalışıp, satır
aralarında Sakarya�nın da peygamber sevgisi ile nasıl coşarak aktığını
görürsünüz.
Süleyman
Çelebimiz, Mevlidi Şerif�te Vesiletü�n- Necât adlı Mevlidi Şerif�te
öyle bir peygamber tasvir eder ki siz onu gidip Arabistan topraklarında
aramazsınız. Sanki Bursa�nın bir köyünde dünyaya gelmiş, bizden biri,
içimizden biri olarak O�nu tasvir eder. Biz hep öyle gördük millet
olarak. Ben öyle gördüm.
�Susadım gâyet hararetten katî
Sundular bir cam dolu su şerbeti�
Şerbet
sunmak âdeti yoktur Resulü Kibriyanın doğduğu Mekke�de. Ama Bursa�nın
köylerinden bir âdet vardır. Gönlümüzde yer alan sevgili
peygamberimizi, O bize öyle tasvir eder, öyle tanıtır.
Hanımefendiler, Beyefendiler.
Bu
sevgi gören Diyanet İşleri Başkanlığı çok isabetli bir kararla 1980�li
yıllardan itibaren Rasülü Ekrem�in doğduğu haftayı kutlu doğum haftası
ilan etmiş ve büyük bir coşkuyla en azından şu anda nisan ayında 35
ülkede, Hz. Peygamber�in doğumunu kutlayacağız. Bir haftayla sınırlık
tutmak için zorlanıyoruz biz. Bir haftayla sınırlı tutamıyoruz. İnanın
bütün dünyada önmüzdeki hafta Hollanda�da muhterem Diyanet İşleri
Başkanımız büyük bir salonda binlerce insana kutlu doğumun açılışını
yapacak. Ondan iki gün sonra Almanya�da 20 bin kişilik bir salonda
Muhammed Mustafa anılacak. Bu gelenek, gelişerek, büyüyerek devam
ediyor. Neden? Çünkü milletimizin gönlünde var olan peygamber sevgisi
sadece harekete geçirdik başka bir şey değil. Ben bu vesile ile bu
geleneği başlatan bütün büyüklerimize, ahirete irtihal edenlere cenabı
Hak�tan rahmetler diliyorum. Berhayat olanlara sıhhat ve afiyetler
diliyorum. 1989 yılında Ankara Kocatepe salonunda ilk kutlu doğum
haftasının açılışında rahmetli Ahmet Kabaklı hoca kürsüde konuşuyordu,
ben de dinleyiciler arasında, bu çalışmaların sekreteryasını yürüten
birisi olarak görev almıştım. Ahmet Kabaklı hoca, edebiyatçımız Nihat
Sami BANARLI�dan çok önemli ve size anlatmak istediğimi en güzel ifade
eden bir anekdot nakletmişti onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Edebiyatçımız,
İstanbul�da evinin penceresinin kenarında oturmuş edebi bir metin
kaleme almakla meşgul. Pencere açık, bir bahar mevsimi� Pencere dört
beş apartmanın ortasında bulunan bir parka bakıyor. Parkın içerisinde
etraftaki bütün apartmanlarının kapıcılarının eşlerinin bir araya
geldiğini birbirlerine bir çay ziyafeti çektiğini görür. Fakat bir
taraftan metnini kaleme alırken, bir taraftan da kulağı duyduğu bazı
şeylerden etkilenir. Bakar ki etrafta cıvıl cıvıl oynaşan kız
çocuklarının isimleri ya gül ile başlıyor ya gül ile bitiyor. Bu çok
dikkatini çeker. Gülşen, Gülben, Gülderen, Gülseren, yahut Şengül,
Aygül, Birgül� Gül ile başlayan gül ile biten bir alay isim. Çok
dikkatini çekiyor. Pencereden teyzelere ithafen sesleniyor. Teyzeler
bir şey öğrenmek istiyorum. Memleketiniz neresi. Siz nerelisiniz ben
Çankırılıyım. Ötekine sen nerelisin ben Çorumluyum. Ben Yozgatlıyım
öbürü ben Gülşehirliyim. Haa anladım anladım diyor.
Sizin memleketlerde hiç gül yetişmediği için hep çocuklarınıza hep gül ile başlayan hep gül ile biten isimler verdiniz der. Beli
bükük ihtiyar bir teyze ayağa kalkar. Öyle değil. Evlat öyle değil. Biz
gül ismi Muhammmed Mustafa onu hatırlattığı için gül adını verdik
çocuklarımıza. Milet olarak bizim sevgi merkezli bir peygamber
tasavvurumuz var. Var mısınız salonda yoklama yapmaya. Şimdi yoklama
yapmaya kalksak kaçımızın ismi Ahmet, Muhammed Mehmet, Mahmut. Kaçımız
Mustafa? Kaçımızın ismi Ayşe, Fatıma, Amine?� Biz millet olarak bir
peygambere ailesiyiz. Bütün bunlar bizim sevgili peygamberimize olana
sevgimizin en güzel ifadesidir.
Biz
gazetede yıllar önce okumuştum. Türkiye�de Sadece 2. 5 milyon insan o
günkü tespitlerle� Ahmet, Mehmet, Mustafa� Bütün bunlar neyi
gösteriyor? Bizim peygamber sevgimizi gösteriyor.
- Peki, sevmek yeterli mi?
- Değil.
Şimdi asıl konuyu oraya getirmek istiyorum.
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sevmek
yetmiyor, mühim olan bu sevgiyi tanımaya dönüştürmek, bu tanımayı
anlamaya dönüştürmek ve bu anlamayı yaşamaya dönüştürmek.
Sevmek, tanımak, anlamak ve yaşamak.
Şimdi
hakikaten bu açıdan bir problemimiz yok. Biz kıyamete kadar millet
olarak bu sevgiye bağlı kalmaya ahdetmişiz. Buradan dönmek yok. Bizim
milletimizin varlığında, mayasında bu sevgi olduğu için bu sevgide bir
eksilme olacağını düşünmüyorum. Ama bir
problemimiz var. Biz bu sevgiyi tanımaya, anlamaya ve yaşamaya
dönüştürmede sorunlara sahibiz. İşte bu sorunları konuşalım istiyoruz.
Eğer, mevlid kandilimizi kandiller eğer kandiller yüreğimize,
gönlümüze, hayatımıza ışık vermeye devam edecekse, bizim o sevgiyi
kandilden fazlasıyla tınamaya, anlamaya ve yaşamaya dönüştürmemiz
lazım. Önce tanımalıyız, tanımak için okumalıyız, tanımak için
okumalıyız. Okumuyoruz. Okumadığmız için tanımıyoruz peygamberimizi.
Tanımadığımız için anlayamıyoruz. Ve onun hayatımıza geçiremiyoruz.
Onu
yaşamıyoruz onun gibi yaşayamıyoruz. Şimdi tanımak dedik. Ben kutlu
doğum haftalarındaki gittiğim bütün salonlarda salonu bir soru sorarım.
Ve lütfen siz de benim kusuruma bakmayacaksınız. Ben bu salona da bu
soruyu yöneltmek zorundayım. Kandillerimizi daha güzel bir etkinliğe
dönüştürmek için sadece bizim kutlu doğum haftaları için belirlediğimiz
bir sloganımız var. Anmaktan anlamaya..
Eğer
mevlidle geçirirsek gecemizi, sadece anmış oluruz. Ben şimdi buradan
size sadece vaazü nasihat edip konuşma yapıp terk edersem burayı, sadece anmış oluruz. Gelin bu anmayı anlamaya dönüştürelim. Anlamayı anlamaya dönüştürmenin, ilk yolu, okumaktır. Okumak..
Şimdi,
her kutlu doğum haftasında büyük büyük salonlarda, beni dinleyen bütün
hanımefendilere ve beyefendilere ilk sorduğumuz soru şu olmuştur. Sizin
evinizde daha doğrusu evinde peygamber aleyhisssalâtü vesselamın
hayatını baştan sona anlatan küçük büyük kitap bulundurulanlar parmak
kaldırsın. Zaten Dini Yayınlar Dairesi Başkanımız da Bolulu. Eğer böyle
olmasaydı, şimdi o hemen görev addedecekti. Ve peygamberimizin hayatını
anlatan herhangi bir kitabı bulunduramayanlar ona müracaat edeceklerdi.
Demek ki salonda anlaşılıyor ki % 90, her evde peygamberimizin hayatını
anlatan bir kitap var. Bu çok güzel. (Alkışlar)
Şimdi ikinci soru.
Evinde bulunan bu kitabı, baştan sona, doğumundan vefatına kadar okuyanlar parmak kaldırsın?
Eyvah, eyvah, eyvah�
Evet,
görüyorsunuz değil mi. Benim gördüğüm parmaklar % 10. % 10 hadi % 15
olsun. Şimdi bu küçük bir anket. Anlaşılıyor ki, % 80 civarında
kabataslak salonumuzda bizi dinlemeye gelen kardeşlerimiz,
peygamberimizin hayatını, doğumundan vefatına kadar herhangi bir
kitaptan okumamışlar. Şimdi, kandili ve gönlümüzde var olan sevgiyi�
Kandil yakılmak için vardır. Kandil yakmak
istiyor musunuz? Yüreğimizdeki kandilleri yakmak istiyor musunuz? O
zaman gelin, birlikte sözleşelim birlikte sözleşelim Bu salonda bulunan
herkesten bu kandil gününde bir söz alalım. Herkes evine gider gitmez
bu geceden itibaren başlıyor okumaya ama nasıl başlıyor? Ama ben yine
salonda bulunan hanımefendilere görevi vermeyi tercih ediyorum.
Hanımefendiler,
bu işe size emanet etmek zorundayız. Siz evde bir gelenek
başlatıyorsunuz. Haftada bir saat, yemek masasının etrafında nasıl bir
araya gelip, aile bireyleri nasıl bir araya geliyorsa, haftada bir saat
peygamberimizin hayatını okumak için bir araya geliyoruz. Organizeyi yapacak olanlar hanımefendiler. Beyefendiyi
de tutacak sandalyesine oturtacak. Dinle diyecek ve Yeni yeni okumayı
öğrenen bir çocuğumuzun eline Hz. Peygamberimizin hayatını anlatan bir
kitabı vereceğiz. Bir kitapçık vereceğiz yahut. Birkaç yıldır kutlu
doğum haftalarında dağıttığımız, çocuklara çocuk diliyle Hz.
Peygamber�i anlatan �Peygamberimi Öğreniyorum� mesela. 50-60 sayfalık
bir şeydir o. Çocuğunun eline vereceğiz o, okumaya başlayacak. Ama
onunla yetinmeyeceğiz. Daha sonra bir başkası, daha sonra bir başkası
ve böylece göreceksiniz ki evinizin içerisine ışık saçan kandil, ışık
vermeye başlamış. Evinize Cenabı Hakkın bütün insanlığa rahmet olarak
gönderdiği rahmetin ailenizin üzerini geldiğini hissedeceksiniz. Şimdi
eğer bu sözü veriyorsanız ben konuşmaya devam edeceğim. Eğer bu sözü
vermiyorsanız ben sözü burada noktalamak istiyorum.
Evet,
sözü aldık. Sözü aldık hanımefendiler evde bu kampanyayı başlatıyorlar
ve daha sonra en kısa zamanda okumayan herkes peygamberimiz
aleyhissalatü vesselamın hayatını baştan sona okuyor. İl müftümüz bunu
takip ediyor. Gelecek sene kutlu doğumda ben gelirsem ben, Ben
gelmezsem dr. yüksel salman burada tekrar bu soruyu soruyor. Ve bu
sözün ne kadar yerine geldiğini birlikte tesbit edeceğiz. Ve
alkışlarınız da hepinizin bu sözü verdiğini ortaya koyuyor.
Evet, muhterem kardeşlerim. Hanıefendiler, beyefendiler
Lütfen
ama lütfen okuyun. Okuyun. Muhammed Mustafa�nın dünyayı gelişini
okuyun. Onun o güzel çocukluğunu okuyun. Halime Sadiye�nin kucağında
başka yâd ellerde anneden ayrılışını okuyun. 6 yaşında iken doğmadan
önce babasını nasıl kaybettiğini, 6 yaşına
geldiğinde annesinden ayrılışını okuyun. Kötülüklerle kuşatılmış bir
toplum içerisinde yaşadığı halde toplumun hiçbir kötülüğüne bulaşmadan
geçirdiği gençlik hayatını hayatını okuyun, genç kardeşlerim. Muhammmed
Mustafa�nın gençliğini okuyun. 20 yaşında bir delikanlı iken hilful
fudul dediğimiz erdemliler topluluğunu nasıl kaydolduğunu ve içinde
bulunduğu toplumun kötülükleri ile nasıl mücadele ettiğini okuyunuz. Okuyunuz
Muhammed Mustafa�nın hayatını okuyunuz. 25 yaşında bin delikanlı iken
kendisinden 15 yaş büyük müminlerin annesi Hz. Hatice annemizle
evlenişini okuyun. Aile reisleri olarak, anneler olarak babalar olarak.
Peygamberimizin Hazreti Hatice ile dostluk, arkadaşlık, iffet, hayâ,
nezahet, meveddet, muhabbet üzerine bir aile yuvası nasıl kurulur onu
okuyunuz. İlk vahyin nasıl geldiğini okuyunuz gelen ilk vahyi
peygamberimizin eşi Hz. Hatice ile nasıl paylaştığını okuyunuz. Hz.
Hatice�ye ben kendimden korkuyorum�. Dediğinde hayır korkma Allah seni
asla mahzun etmeyecektir. Allah seni asla mahcup etmeyecektir. Çünkü
sen, bütün akrabanı gözetirsin. Çünkü sen yolda kalmış darda kalmış,
zorda kalmış bütün insanlara yardımcı olursun. Çünkü sen daima Hakk�ın
yanında yer alırsın deyişini okuyun. Hazreti Hatice ile birlikte Varaka
bin Nevfel�e gidişini okuyunuz. İslam�ın ilk tebliğini, ilk çağrısını
okuyunuz. İlk çağrıya nasıl tepkiler verildiğini okuyunuz.
Müslümanların kısa süre içerisinde Erkam�ın evinde nasıl bir araya
geldiğini, Erkam�ın evinden kıyamete kadar bütün insanları kuşatacak
rahmet ilkelerinin, rahmet prensiplerinin nasıl konuşulduğunu okuyunuz.
Kendinizi mahrum etmeyiniz. Ve daha sonra İslam davetinin açığa
çıkarılışını, açıktan açığa nasıl davet edildiğini okuyunuz. Ve yine
nasıl tepkiler geldiğini okuyunuz. Müslümanların nasıl muhasara alına
alındığını okuyunuz. Müslümanların Habeşistan�a neden hicret ettiğini
okuyunuz. Sevgili Peygamberimizin daha sonra Medine ye taife gidişini
okuyunuz. Taif�te taşlandığında şahadet parmağını kaldırarak �Allahım
bunlar cahiller topluluğu, bunları affet diye yalvarışını okuyunuz.
Sonra Medine�ye hicreti okuyunuz yesrib diye bir köyden Medine�nin
nasıl ortaya çıktığını okuyunuz. bir medinenin medeniyete nasıl
dönüşünü okuyunuz. Mescidi nebeviyi nasıl inşa ettiğini okuyoruz.
Mescidi nebiyi inşa ederken taşları nasıl sırtında taşıdığını Muhammed
Mustafa�nın okuyunuz. Ve örnek bir toplumu nasıl inşa ettiğini
okuyunuz. Baba olarak, eş olarak, arkadaş olarak, dost olarak, komşu
olarak, akraba olarak, en örnek en model en
yüksek insanın toplumun nasıl oluştuğunu okuyunuz. Kendinizi bunlardan
neden mahrum edersiniz? Madem gönlünüzde Muhammed aşkı ve sevgisi var.
O sevgiyi neden anlamaya dönüştürmüyoruz?
Mescidi
Nebevi�ye İran�dan bir heyet gelmişti. Ancak, halka halinde bulunan
mescidin içerisinde halka halinde bulunan sahabenin içerisinden
hangisinin peygamber olduğunu bilemiyordu. Su dağıtan birisine
soruyorlar.
- Men seyyidül kavm? Bu kavmin efendisi kim?
Efendiler efendisi cevap veriyor.
- Seyyidül kavmi hadimühüm. Bu kavmin efendisi onlara hizmet edendir.
Onlardan birisi olarak en yüksek tevazuyu ancak onda görüyoruz. Soruyolar:
-Ya Rasulallah senden önceki peygamberlerle aranızdaki farkı anlatır mısınız? anlatayım diyor. Rasuller rasülü anlatayım size
Çok
güzel bir ev inşa etti. Evi çok güzel yaptı. Ancak bir tuğlalık boş bir
yer bıraktı. Bir tuğlalık boş bir yer. Sonra insanlar bu evin içine
girip, evi ziyaret etmeye başladılar. Evi gören herkes evin güzelliği
karşısında hayran kalıyordu. Ama herkesin gözü o boş tuğlanın bulunduğu
yere takılıyordu. Keşke bu boşluk da olmasa diyordu. İşte o tuğla
benim�. Diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Âdemle başlayan kendisiyle
biten büyük peygamber binasını Hatemül Enbiya böyle tarif ediyor. Ve
Bedir�i, Uhud�u, Hendeği okuyunuz. Medine�de, Medineyi açık bir
üniversiteye nasıl dönüştürdüğünü okuyunuz. Medine�yi açık bir
üniversiteye nasıl dönüştürdüğünü okuyunuz. Kadınıyla, erkeğiyle,
çocuklarıyla gençleriyle bu üniversiteye nasıl öğrenci olduklarını
okuyunuz. Hazreti Ömer�i, Hz. Ebubekir�i, Hz.Ali�yi, Hz. Osman�ı o
yüksek insanları o yüksek sahabiyi yetiştiren üniversiteyi okumaktan
kendinizi nasıl mahrum edersiniz. Ve nihayet son nefesinde şehadet
parmağını yukarıya kaldırarak ilerrefikil ala �en yüce dosta gidiyorum�
en yüce dosta giderken gözümün nuru namazı unutmayınız deyişini
okuyunuz. Okuyun kardeşlerim ve kendinizi bundan lütfen mahrum
etmeyiniz. Bu sebeple ben, gönlünde Muhammed
Mustafa aşkı ve sevgisi bulunan hiçbir kardeşimizi, kendisini ve kendi
peygamberinin hayatını baştan sona okumaktan kendisini nasıl mahrum
bıraktığına şaşıyorum gerçekten. Etrafımızda çevremizde çocuklarımız,
gençlerimiz, komşularımız herkese bunu anlatalım, okuyalım hazreti
peygamberin hayatını, sevgiyi anlamaya dönüştürelim. Ama sadece anlamak
değil, tanımak değil, tanımayı anlamaya dönüştürelim. Anlamak için
sadece siyer kitapları yetmiyor. Biraz daha başka şeyler de okumamız
lazım, Kur�an�ı okumamız lazım. İslam�ı okumamız lazım. Ve elbette
bütün bu okumalardan asıl maksat nedir? Yaşamak, yaşamak, yaşamak�
Peygamberlerin hayatını kolaylaştıran en önemli unsur yaptıklarını hayatta göstermeleridir. Örnek olmalarıdır, örnek�
Herakliyus�un huzurunda Ebu Süfyan. Herakliyus, Ebu Süfyan�a soruyor. Ne oluyor Mekke�de bize anlat. Her şeyi bütün çıplaklığıyla anlattıktan sonra tekrar sorduğu bir soru olmuştur.
-
Bu adı Muhammed olan, peygamber olduğunu iddia eden 40 yaşına gelinceye
kadar hayatında hiç yalan söyledi mi? diyor. Ebu Süfyan: Hiç tereddüt
etmeden:
- Hiç yalan söylediğine şahit olmadım.
Öyleyse
hayatın basit bir meselesinde hiç yalan söylemeyen bir insan, bu büyük
meselede yalan söylemez. Bu sözü işiten etrafındaki keşişler, kral
Müslüman oldu diye endişeye kapılıp gürültüler çıkarmaya başladılar. O
da akibetinden korkarak sözünü geri almaya kalkışıyor. Ama öyle
olmuştur. Bütün düşmanları hakkında hüsnü şehadette bulunmuştur, bütün
düşmanları�
Bu sebeple kardeşlerim. Hanımefendiler beyefendiler.
Bütün
bu okumalarımızın sonunda bütün bu kandillerimizde yâd ettiğimiz,
gönüllerimizde sevgisi var olan Muhammed Mustafa�nın gerçekten
kandillerini, kandilini tebrik etmek istiyorsak, kutlamak istiyorsak
O�nun gibi doğru olmak, O�nun gibi dürüst olmak, O�nun gibi ahde vefa
göstermek, O�nun gibi bir komşu olmak, O�nun gibi bir eş olmak, O�nun
gibi bir dost olmak, O�nun gibi bir arkadaş olmanın yollarını
bulmalıyız.
Hayatımda
bu konuda beni çok etkilediği için sık sık verdiğim yaşadığım bir örnek
vardır. Yıllar önce Türkmenistan steplerinde yaşadığım bir hadise..
Türkmenistan�ın Merv diye bir şehri var. Merv şehri, büyük bir ilim ve
kültür merkezimizdir. Mervezi diye biten yüzlerce âlimin yetiştirildiği
büyük bir şehirdir. Bu şehirde Selçuklu Sultanı Sencer�in mezarı
vardır. Selçuklu Sultanı Sencer�in mezarını ziyaret ettikten sonra,
karşıda tepede iki küçük kubbe, iki küçük mezar daha görünüyordu. Kimin
mezarları diye sordum. Peygamberimizin iki ashabının mezarıdır,
dediler. Beni lütfen oraya götürür müsünüz
dedim yanımdaki arkadaşlarla birlikte. Veda hutbesinde yüz bin sahabi
var. Şu anda Suudi Arabistan topraklarında gömülü olan sadece 10 bin
sahabi var. 90 bin sahabinin nerelerde yattığını çoğumuz bilmiyoruz.
Peki,
ne yaptılar? Bizim gönüllerimize o aşkı, o sevdayı, o ışığı taşımak
için geldiler buralara. Anadolu�nun nice kentlerinde mezarları bulunan
peygamberimizin dostları vardır, ashabı vardır. Orada da öyle
Türkmenistan�da yaklaşık 2800 km. ötede, Medine�den ötede bir tepede
peygamberimizin iki arkadaşı� Bizi lütfen oraya götürür müsünüz
mihmandarımıza.
Oraya
doğru giderken bir vadide bir deve sürüsü, başlarında bir çoban� 90
yaşlarında, sakalları göbeğine kadar uzanmış, 1.90 boyunda, uzun boylu,
başında büyük bir kalpak� Şöyle baktığınızda sizi, bakan herkesi
kendisine çeken büyük bir sima. Yanında durduk. Ve onunla sohbet etmek
istedik. Sordum ona:
- Amca dedim bu yukarıda yatan iki mezarda kimlerin yattığını biliyor musun dedim.
- Bilirim
dedi. Birisi Hureyre el eslemî eslem kabilesindendir. Bedir savaşına
katılmıştır. Şunu yapmıştır, bunu yapmıştır diye hakkında bilgiler
verdi. Yanında yatan Hakem el Gıfari�dir. Hakem el Gıfari Ebu Zerr
Gıfari�nin amcasının oğludur. Ebu Zerr Gıfari uzaktan Mekke�de neler
olup bittiğini öğrenmesi için onu göndermiştir. İlk peygamberimizi Ebu
Zerr Gıfari�den önce o görmüştür diye çok detaylı bilgiler vermeye
başladı. Ben de gayr-i ihtiyari:
- Amca dedim. Türkmenistan
da senin gibi bu kadar bilgili deve çobanları var mıdır? Belki de
yüzlerce kitaptan okuyamayacağım bana bir ders verdi orada.
- Evlat dedi. Ben çocukluğumda hatırlarım. Bizim köylerde iki adam seçmek çok güçtür, dedi. Bir
köyün muhtarını seçemezdik bir de çoban seçemezdik, deve çobanı
seçemezdik. Hayatında bir defa yalan söyleyeni biz deve çobanı
yapmazdık, dedi. Hayatında bir defa emanete ihanet edeni biz deve
çobanı yapmazdık. Ben hatırlıyorum. Bir komşumuz vardı. Deve
çobanlığı yapıyordu. Dağda develerden birisine kızıp küfrettiğini
duyduğu için, köy ihtiyar heyeti toplandı ve onu o görevden derhal
azletti dedi. Ben hala anlamadım.
- Amca dedim, Niye bu kadar önem veriyorsunuz deve çobanına hadi muhtarı anladık da�
- Evlat dedi Muhammed Mustafa�nın mesleği idi ya. Deve çobanlığı Muhammed Mustafa�nın mesleği idi ya� Onun için çok önemserdik.
İşte
ben, bizim milletimizin mayasında var derken sadece Anadolu
topraklarını kastetmedim. Dünyanın neresine giderseniz gidin öyle bir
sevgi ve öyle bir saygı var. Adı Ahmet, adı Mehmet, adı Mustafa olan,
kendimizi dâhil ederek söylüyorum. Onun gibi olan ama onun gibi
yaşamayan milyonlar. Ben sözü fazla uzatmak istemiyorum, bitiriyorum.
Bizim öncelikli olarak, bu sevgimizi tanımaya dönüştürmemiz lazım�
Hanımefendiler beyefendiler, kardeşlerim
Öncelikle
gönlümüzde var olan bu sevgiyi tanımaya dönüştürelim. Tanımak için
okuyalım. Okuduktan sonra anlamaya çalışalım. Sevgili peygamberimizin,
hangi hareketini niçin yapacağız? Bugün olsaydı nasıl yaşardık?
Herkes
şunu düşünebilir. Bugün kapımızı çalıp içeriye girse, her birimizin
evine girse Sevgili peygamberimiz, evimizin içinde razı olduğu ve
olmadığı neler var acaba? Bunları düşünelim. Anlamaya dönüştürelim.
Daha sonra anladıklarımızı hayatımıza aktaralım. Hayatımızda yaşamaya
başlayalım.
Sevgili
peygamberimizin hayatını incelediğimizde, siz onun yüreğinden,
gönlünden hiçbir zaman eksik olmadınız. En zor zamanlarda dahi Süleyman
Çelebi�nin ifadesi ile Peygamberimizin:
- Özlüyorum, Özlüyorum. Özlüyorum.
- Kimi özlüyorsunuz diye sorduklarında:
- Dostlarımı özlüyorum.
- Biz dostların değil miyiz ya Rasülallah? diye sorarlar.
- Siz benim dostlarımsınız. Ama benim asıl dostlarım, benden sonra, beni görmeden bana iman edenlerdir diyor.
Ona
dost olmaya çalışalım. Onun yüreğinden, gönlünden siz hiç eksik
olmadınız. Sizin de gönlünüz ve yüreğinizden Muhammed Mustafa sevgisi
hiç eksik olmasın. Her kandil peygamberimizin sevgili peygamberimizin
doğumunu ifade eden her kandil, yüreğinizde yansın, ışık vermeye devam
etsin. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz� Çocuklarımızın
gençlerimizin gönüllerinden körpe dimağlarından Muhammed Mustafa
sevgisi hiç eksik olmasın.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.