Çikolata mı, Kabe mi? Senai Demirci
Peygamberimizin (asm) sözü yerinde kullanmasına dair şu
küçük anektod bana, yazın Kur'an eğitimi alacak çocuklarımızı
hatırlattı:
Bir göçebe Arap Müslüman olma niyetiyle gelmiştir. Fakat henüz kararı kesin değildir. Netleştirmek için Peygambere sorar:
-İnsanları neye çağırıyorsun?
- Yalnız Allah?a ibadet etmeye. O Allah ki, başın bir derde girdiğinde
O?nu çağırırsın. Seni kurtarır. O Allah ki bir kuraklık olduğunda O?nu
çağırırsın. Yeri yeşertir. O Allah ki, çölde yolunu şaşırdığında O?nu
çağırırsın. Yolunu buldurur.
Gelen adamın arayışına birebir
karşılıktır bu sözler. Çünkü Efendimiz (asm) davet ettiği dini, bir çöl
sakininin ihtiyaçlarını gözeterek anlatmıştır. Kuralın ve kanunun
olmadığı çölde, her göçebenin başı derttedir, derde girmek üzeredir.
Kuraklığın hüküm sürdüğü çölde yaşayanlar, en çok da yeri yeşertecek,
vahalara gökden sular indirecek Bir'ini arar. Çölün zemini sürekli
hareketlidir, bir rüzgarla tepe ve rüzgar yer değiştirir, yön ve yol
bir anda kayboluverir. Çölde yolunu kaybedenler en çok kendilerini yola
getiren Bir'ini arar.
Gelelim çocuklarımıza... Onlara dualar
öğretiyoruz. Ayetleri Arabca aslıyla ezberletiyoruz. Hacca ve umreye
gitme hayalleri telkin ediyoruz. Peygamberimizin savaşlarına dair
şiirleri büyük bir heyecanla okutuyoruz. Hiç şüphesiz iyi niyetliyiz ve
iyi ediyoruz. Başkaca şeyler öğretmekten elbette ki daha anlamlı bir iş
yapıyoruz.
Ama Efendimizin bir çöl bedevisine gösterdiği
inceliği çocuklarımızdan esirgiyor olabilir miyiz? Soruyor muyuz
kendimize: "Çocuklar en çok neyi arar?"
Bence, Kabe'den önce
şeker ve çikolata arar.. Bence, Hacca gitmeye hasret duymadan önce,
bisiklete binmeyi, dondurma yalamayı özler. Bence, savaş şiirleri
dinlemekten çok daha önce, kül kedisini, yedi cüceleri, kırmızı şapkalı
kızı, belki keloğlanı, pinokyoyu, tom ile jerry'yi, şirinleri ve
onların şen şakrak serüvenlerini dinlemek ister..
İhtimal ki,
bu sözlerim yaralayıcı olacak.. Kabe'nin karşısına şeker ve çikolatayı
koyuyorum diye... Peygamberimizin hayatına karşılık Batılıların
masallarını öne çıkarıyorum diye.. Hacc ve umrenin rakibi olarak
bisiklete binmeyi, dondurmayı yemeyi zikrediyorum diye...
Ben
başlatmadım bu rekabeti.. Asıl, çocukların çocukluğunu, Peygamberimizin
bedevinin bedeviliğini ciddiye aldığı kadar ciddiye almayan anabablar
başlattı.. Nasıl oldu da, en önce çikolatayı ve şekeri, bonbonu ve
boncuğu seven çocuğu, bir anda Kabe'yi ve umreyi sever hale
getirebildik dersiniz? Başarı mı bu, yoksa bir aldanma mı? Çocuklar biz
büyüklerin küçümsediği şekeri ve bonbonu küçümser gibi yapıp, yerine
bizim öncelediklerimizi koyar gibi yapıyor olmasınlar? Çocuk babası
gibi olgun olmak zorunda değil.. Çocuk annesi gibi dünya süslerini bir
tarafa bırakmak zorunda değil.. Hele de çocuklar büyüklerin dinlediği
şiirleri, büyüklerin edasıyla okumak zorunda değil... Çocuk çocukça
şiir okur. Şaşırır. Kekeler.. Harfleri yutar.. Kocaman adamlar gibi
kollarını romantik bir edayla açıp, başını göğe çevirip, gözlernii huşu
ile yummaz.
Hadi, diyelim ki, gerçekten de Kabe'yi
çikolatadan önce istiyorlar, savaş menkıbelerini çocuk masallarından
daha çok seviyorlar.. Samimiler... Tam da bizim istediğimiz formatı
tutturdular..
İyi ama.. Allah'ı sadece "Kabe'nin Allah'ı"
olarak tanıtmak onlara zulüm değil mi? Allah'ı sadece Mekke'nin
Medine'nin Yaradan'ı olarak, çöl ve devenin Rabbi olarak tanıtmak
haksızlık değil mi? Niye Peygamberimizin hayatını, İslam'ı anlatan
imajlar, resimler, sarıklı ve cübbeli adamlar ve çocuklar üzerinden,
çöller ve develerle anlatılır? Demek ki şu güzel kumsalın Rabbi -haşa-
Allah değil? Demek ki tişörtle gezen çocuklar -haşa- Peygamberimizin
dostu değil. Allah'a kul olmak çöl kadar uzak, develer kadar egzotik
bir şey... Öyle mi? Niye burada ve şimdi varolan şeyler üzerinden
tanıtmaktan kaçınırız Allah'ı çocuklara? Neden ellerine tutuşturduğumuz
Elif Ba kitapcıkları ille de derme çatma mizanpajlı, renksiz ve
zevksiz, albenisiz ve tatsız tuzsuz olmak zorundadır?
Güzel
ve çekici olan şeylerle anlatmaktan korkuyor muyuz Allah'ı? Yoksa,
kimilerinin ısrarla ve sistematik bir biçimde anlattığı, telkin ettiği
gibi "asık suratlı" bir din midir bizimkisi? "Kızan", "taş yapan",
"kullarını yakmaya hevesli" bir Rabb midir bizim Rabbimiz? İlle de
"çarpar" mı Kur'an? Hiç okşamaz mı? Hiç hikaye anlatmaz mı?
Oysa, Allah çikolota da verir çocuklara. Oysa Allah dondurmayı da
sevdirir çocuklara.. Oysa Allah bisikletin de Rabbidir.. Oysa Allah
masallardaki güzel kızların ve prenslerin de Yaradan'dır. Oysa, Kur'an
"masal" da anlatır çocuklara? Oysa, Peygamberimiz oyun oynar
çocuklarla? Oysa, Peygamber namazının en hassas yerinde, secdede,
başının üzerine oturmasına ses etmez çocukların... Allah da, Kur'an da,
Peygamber de, yeri geldiğinde "çocukça"dır çocuklara.. Çocuklaşırlar..
Kendi asık suratımızı Allah'a yamamaya çalışmak haddimize mi?
Çocukluğunu ve içindeki çocukluğu unuttuğu için çocuklarından
yetişkinlik bekleyen bizler gibi göstermeye hakkımız var mı Peygamberi
(asm)? Çikolatayı babasından, dondurmayı annesinden isteyebileceğini,
ama Allah'tan ancak Kabe gibi, hacc gibi, Peygamberimizi rüyasında
görmek gibi büyük ve soyut şeyleri isteyebileceğini öğrenen bir çocuğun
zihninde nasıl bir Allah imajı inşa ediyoruz? Hiç düşündük mü?
Yıllar önce beş altı yaşındaki bir kız çocuğuna sormuştum: "Dua biliyor
musun?" "Evet," dedi ve hemen "Rabbi yessir..."i okuyuverdi.. Sonra
tuttum ellerinden, gözlerinin içine baktım. "Bugün Allah'tan ne
istersin?" diye sordum. "Gerek yok ki.." dedi, "annem babam benim
istediklerimi alıyor." Duanın Allah'tan bir şey istemek demek olmadığnı
bilmeden "dua ediyor" kızımız. Ne garip! Babası araya giriyor: "Hocam,
o en çok Kabe'yi görmek ister!" Bak sen işe! Dünya tatlısı küçücük kız
çocuğu, ona çikolata yiyecek dili damağı dudağı hiç yoktan veren,
gözlerinin her iki kapağına süslü mü süslü kirpikler takan Rabbini,
çikolata ve şeker isteyebileceği Biri olarak tanımıyor. Ancak,
babasının istediği ya da istemesini istediği Kabe söz konusu olunca,
Rabbine başvuruyor. Söyler misiniz, Kabe'ye şekeri ve bonbonu,
çikolatayı ve oyuncağı rakip eden kimler? Söyler misiniz, güzeller
güzeli dini çöl imajlarıyla, deve resimleriyle çocuğun dünyasından uzak
bir yere atan kimler?
Gelin bir sünneti icra edelim. Efendimizin çölde yaşayan göçebeye hitabını çocuklarımıza uyarlayalım..
Yalnız Allah?tan iste, çocuğum. O Allah ki, oyuncaklarını kaybettiğinde
O?nu çağırırsın. Sana yeni oyuncaklar gönderir. O Allah ki bisiklete
binmek istediğinde, O'nu çağırırsın, sana bisiklet alacak anne baba
verir. O Allah ki bir canın dondurma çektiğinde sana seve seve dondurma
yapacak, dondurma alacak, dondurma satacak amcaları teyzeleri,
ağabeyleri ablaları verir..
Devamını siz getirin.. "Sünnettir!" dedim ya...
Kaynak: Senai Demirci internet sitesi
Bu yazıyı Karabük Müftülüğünde Vaiz olarak çalışan İbrahim Yılmaz Bey, sunum haline getirmiş. Sunum olarak indirmek için tıklayınız
Teşekkür: Bu yazıyı sunum haline getirip sitemizde yayınlamaya izin veren İbrahim Yılmaz Bey'e teşekkür ediyorum. Vehbi Akşit
Yorumlar -
Yorum Yaz