• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam543
Toplam Ziyaret5104009
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları

Göz Hizası:Doğan Cüceloğlu

Yazan: Doğan Cüceloğlu 

Kaliforniya' da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi' nde öğretim üyesi 

 

olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi

 

çekmeye başlamıştı.
 

Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel

 

bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir
 

öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi,

 

çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve
 

itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi
 

oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi

 

sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu
 

biriydi.
 

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç

 

adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora

 

öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör

 

olmak istiyor.
 

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders
 

çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally  adıyla anacağım öğrencimle aramızda

 

 şöyle bir konuşma geçti:
 

'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
 

'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini
 

'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
 

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan
 

kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak
 

kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda
 

Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
 

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane bir insan;
 

o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim'
 

dedi.
 

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının
 

erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde
 

bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım.
 

Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum
 

ve o kişiyi kıskandım.
 

'Nasıl yani?' dedim.
 

'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği
 

için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa
 

ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla
 

buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
 

Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu,
 

hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede
 

kalıyor, geceleri ona bakıyor.'
 

Kendime kızdım.Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım.Ben güya en yüksek
 

eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala
 

dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. İçimdeki
 

pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği
 

aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama
 

baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer'
 

diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık bu benzetmeyi
 

duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl
 

etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş
 

olmalıydı.
 

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
 

Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada
 

oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup
 

olamayacağını sordum. 'Kendilerine bir sorayım, eminim
 

sizinle tanışmak isteyeceklerdir, ' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle
 

konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,'
 

dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin
 

yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara
 

uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
 

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de aileme gidecektim;
 

isterseniz beraber gidebiliriz, ' dedi. Ailesine haber
 

verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten
 

sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında
 

Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada
 

buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi.
 

Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
 

Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi
 

çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un
 

torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar
 

doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir
 

davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi
 

konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi
 

çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum.
 

'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
 

çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım.
 

Biz böyle biliyoruz', dedi. Tüylerim diken diken oldu.
 

Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık
 

alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek
 

konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da
 

vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara
 

kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına
 

kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki
 

öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz
 

çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz
 

hizasına inerek konuşuyorsunuz!' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla
 

gülümseyerek, 'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi. Öyle
 

bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde
 

bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
 

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
 

Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi
 

Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle
 

ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme
 

havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin
 

zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında
 

telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten
 

arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek
 

için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka
 

bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize
 

durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta
 

biriyle dört saat baş başa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le
 

randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat
 

etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme
 

olanağı kaybolmuş.
 

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği
 

belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az
 

işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık
 

duygusu, bir 'keşke' olmayacak.
 

Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?'
 

'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman
 

geçirirdi. Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle
 

biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek,
 

'Nereden biliyorsun?' diye sordum.
 

'Biz Frank’la konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan
 

çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
 

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın
 

karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da
 

acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce
 

kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi
 

çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı.
 

Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
 

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
 

ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım
 

kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne
 

yapabilirim? ' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
 

Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun
 

davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, var oluşun

 

beş boyutunu da doya, doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze
 

konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen

 

 sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
 

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum,
 

seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu  mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel

 

olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık
 

biriyim!' diye yoğrulur.
 

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş

 

ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.
Yorumlar - Yorum Yaz
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Saat