• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam258
Toplam Ziyaret5142657
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları
Ahmet Emin Seyhan
ahmeteminseyhan@gmail.com
Ateistlerin En Çok Sorduğu Soruya Bir Cevap
04/02/2016

Ateistlerin En Çok Sorduğu Soruya Bir Cevap

 

Bu köşe yazılarını yazmamıza neden olan çok değişik olaylar vardır. Bazen bir öğrencimiz, tanıdığımız, tanımadığımız, arkadaşımız, meslektaşımız, akrabamız, çocuğumuz, anamız, babamız, eşimiz, dostumuz bir soru sormakta, bazen de toplumda gördüğümüz birtakım yanlışları düzeltme konusundaki hassasiyetimiz bizi bu makaleleri yazmaya sevk etmektedir.

Sorular genellikle aynı olunca, aynı cevapları farklı insanlara tekrar edip durmak yerine onları bu yazdıklarımıza yönlendirmekte, anlayamaz ya da yanlış anlarlarsa yeniden bize döndüklerinde onların mezkûr sorularına ikna edici cevaplar vermeye çalışmaktayız. Biz eğer böyle yapmazsak ve her gelene aynı şeyleri defalarca anlatmaya kalkışırsak bu, çok büyük zaman kaybına neden olur ki, o takdirde “bir fikir emekçisi olarak üretim yapma imkânından” mahrum kalırız. Takdir edileceği üzere aldığımız bu karar son derece yerinde ve haklı bir karardır. Bu bakımdan soru sormak isteyenlerin öncelikle tarafımızdan yazılan dört yüz küsur makaleyi okuması icap eder.

Bu itibarla, kafalarındaki sorularla ilgili yazdıklarımızı araştırmadan, iyice okuyup anlama zahmetine girmeden bize gelerek soru sorulmasını ve zamanımızın çalınmasını doğru bulmayız; çünkü bunu, hem kendimize hem de yazdıklarımıza hakaret sayarız. Böyleleri eğer bizim yazdıklarımıza değer vermiyorlarsa sorularını gidip başkalarına sorabilirler, böylece bizi üzmemiş, zamanımızı çalmamış ve de rahatsız etmemiş olurlar. Zira bizim yapacak çok işimiz vardır; eğer bize geliyorlarsa daha önceden o konuyla ilgili yazdıklarımızı iyi bilmeleri/ öğrenmeleri gerekir. Eğer öğrenme lüzumu hissetmiyorlarsa yanımıza gelmeleri ya da telefonla ulaşıp bizi meşgul etmeleri asla doğru değildir.

Bu açıklamalardan sonra “ateizmi savunan bazı sitelerde yer alan ve niyeti de gerçeği öğrenmek olmayan birisinin” sorduğu şu soruya cevap bulmaya çalışalım: “Çalışkan, sorumluluk sahibi ve güvenilir bir Hıristiyan, Hıristiyan bir anne ve babadan doğduğu için cehenneme gidiyor da ahlaksız, hırsız, tembel, yolsuz, zalim ve günahkâr bir Müslüman nasıl oluyor da cennete gidiyor? Bu adalet midir? Allah neden böyle bir şey yapıyor? Böyle Allah mı olur? Böyle adalet mi olur? Böyle bir adaletsizliğin savunulacak nesi vardır?”

Her şeyden evvel şunu ifade edelim ki, bu sorunun her tarafı dökülmektedir; neresini tutsanız elinizde kalmaktadır. Sorunun kendisi yanlış olduğu gibi içinde de bir sürü yanlışı barındırmaktadır. Bu nedenle hangisini düzelteceğimizi bilemiyoruz. Çünkü kendi kafasına göre verdiği hükümlerle ve çürük bilgilerle Yüce Allah’ı suçlayan bu adamın niyeti kesinlikle gerçekleri öğrenmek değil, kendini haklı çıkarmaya çalışmak, kafaları karıştırmak ve araştırma nedir bilmeyen genç zihinlerin beynini bulandırmaktır. Ancak bu sefih her ne kadar kötü niyetli de olsa bizim bu soruya cevap vermemiz farz/ elzem olmuştur.

Bizim kanaatimize göre “sorumluluk sahibi ve akıllı bir insan” dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın ve hangi inanca mensup olursa olsun “para kazanma, servet elde etme, rütbe ve makam peşinde koşma, meşhur olma gibi şeyleri” hayatının merkezine yerleştirmez, yaratılış amacını sorgulamaya başlar, sağlıklı tefekkür yapar, gerçeğin peşinde koşarsa mutlaka ama mutlaka İslâm’ı bulur ve Yüce Allah’a iman eder.

Ancak bu dünyaya niçin geldiğini ve kendisini yaratanın kim olduğunu araştırmaz; aklını kullanmaz; sağlıklı tefekkür yapmaz; körü körüne kendisine öğretilen yalan yanlış bilgilere inanır ve bunları savunursa içinde bulunduğu bataklıkta çırpınmaya, çırpındıkça daha da batmaya devam eder (Müminûn, 23/115-118). Çünkü bu adamın/ kadının gerçekleri öğrenmek gibi bir derdi/ niyeti olmamış, ömrünü boş şeylerle tüketmiş ve kendine yazık etmiştir; dolayısıyla da suçlu olan sadece kendisidir.

Eğer bir kimse iyi niyetle ve arınmak için çabalar ve yukarıdaki soruların cevabını bulmak için ciddi emek sarf ederse “hak din İslâm’ı seçmesi ve diğer tüm batıl dinleri ve sahte ideolojileri terk etmesi” kaçınılmazdır; zira bu aklın ve mantığın gereğidir. İslâm’ı seçen ve bundan sonra da İslâm’ın ilkelerine uygun bir hayat yaşayan, Rabbin rızasını kazanmak ve cenneti elde etmek isteyen birisi hidayete erer ve sonunda da hak ettiği o güzelliklere kavuşur.  

Dolayısıyla bu dünyaya gelmiş ve gelecek gerek Hıristiyan gerek Yahudi gerekse diğer tüm batıl din mensupları “akıllarını kullanarak gerçeği aramak” zorundadırlar. Kendilerine verilen ömür içinde çok çalışarak “yaratılış amaçlarını ve bu dünyada bulunuş gayelerini araştırmak” mecburiyetindedirler (Sad, 38/27; Âl-i İmrân, 3/191). Eğer onlar, iç dünyalarında bu soruyu soruyor ancak cevabını araştırma zahmetine katlanmıyorlarsa yine suçludurlar (Kıyâme, 75/36). Tahrif edilmiş dinleri veya saplandıkları sahte izm”leri yaşayarak öte dünyada mutlu olacaklarını zannediyorlarsa fena halde yanılıyor ve kendilerine yazık ediyorlar.

Kısaca, Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmayanların ve sonrasında dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymayanların kurtuluş biletini/ pasaportunu alabilmeleri mümkün değildir. Bu bileti olmayanların da cennete girebilmeleri imkânsızdır. Yani; her işin başı Yüce Allah’a ve ahiret gününe iman, sonrasında da dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyarak imtihanı başarıyla geçmektir.

Ancak dünyadayken dürüst ve erdemli davranışlar sergileyen lakin yaratılış amacını sorgulamayan birisi Yüce Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde hâlâ O’ndan cenneti bekliyorsa bu, apaçık bir ahmaklıktır. Zira akl-ı selimin böyle bir şeyi kabul etmesi mümkün değildir. Hem inanmıyor hem de inanmadığı Yüce Allah’tan cenneti istiyorsa burada bir sahtekârlığın olduğu açıktır. İnsanoğlu kendisine karşı dürüst olamıyorsa bari başkalarına karşı dürüst olmalı ve insanların aklıyla alay etmeyi terk etmelidir.

Bir başka ifadeyle “Yüce Allah’a iman” sıfırların başındaki “bir” gibidir. O “bir” yoksa sıfırların hiçbir anlamı yoktur. O varsa sıfırların bir değeri vardır. Elbette imanı olmayan bir adam işini/ mesleğini/ görevini hakkıyla yaparsa bu dünyada hak ettiği karşılığı alır; ama ahirette ona hiçbir pay kalmaz. Zira o Yüce Allah’a inanmamıştır; sıfırların başına “bir” koymamıştır; böylece sıfır puanı hak etmiştir. Yani; iyi amellerinin karşılığını bu dünyada iken almış (Ahkâf, 46/20), ancak ahirette tartısı hafif geldiği için kaçınılmaz olarak cehennemi boylamıştır (A’râf, 7/8-9; Müminûn, 23/103; Karia, 101/6-9). Çünkü ikazlara kulak tıkamış, yaratılış maksadını öğrenmek için kafa patlatmamış, gülüp eğlenmeyi, çiftleşip gezmeyi, inananlarla dalga geçmeyi ve ömrünü boş şeylerle tüketmeyi hayat felsefesi edinmiştir (Müminûn, 23/105-111).

Diğer taraftan “Her insan fıtrat üzere doğar, ancak onu anne veya babası Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” demek “o kişi öyle kalmalıdır” demek değildir. Bu gibi kimseler kendilerine sunulan maddî imkânları yerinde kullanarak ve daha çok çaba sarf ederek hakikati aramak ve bulmak zorundadırlar. Hıristiyan veya Yahudi olarak kalıyorlarsa, atalarının gittiği yanlış yolda gidiyor ve akıllarını kullanmıyorlarsa bu adamlar/ kadınlar kaybetmeye mahkûmdur, dolayısıyla da kendileri suçludur. Gerçek bir Müslüman da bu gibi kimselere hakikati bulma konusunda model olmuyor, son din İslâm’ı tebliğ ve temsil etmiyor, yeryüzünde barış ve adaleti tesis etmek için mücâhede etmiyorsa o da kesinlikle suçlu ve vebal altındadır. Zira Müslüman olmak sorumluluk almaktır; Müslüman olmak kolay ama Müslüman kalmak öyle göründüğü kadar kolay ve basit değildir. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak ve cenneti elde etmek ciddi çaba gerektirir.

Görüldüğü üzere diliyle Müslüman olduğunu söyleyen ama davranışlarıyla İslam’ın emirlerini yerine getirmeyen, her türlü günahı işlemeye devam eden, tövbe edip kendini düzeltmeyen, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymayan, başka din mensuplarına kötü örnek olan “sözde bir Müslümanın” da cennete gidebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Öyleyse yukarıdaki “tuzak soru” tüm anlamını yitirmektedir.

İslâm’a göre “İnandım” demek asla yeterli değildir (Ankebût, 29/2-4); inandıktan sonra inancının gereğini yerine getirmeyenlerin (Bakara, 2/214; Âl-i İmrân, 3/142; Tevbe, 9/16) cenneti elde edebilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla son mesaj Kur’ân’ın ne dediğini anlamadan kendi kafasına göre soru soran, “uydurulmuş dinin argümanlarından hareketle indirilmiş dine saldıran ve utanmadan genellemeler yapan”, saygısızca Yüce Allah’a iftira atan söz konusu şeref yoksunları hadlerini bilmeli ve eğer hidayeti arzuluyorlarsa kötü niyeti bir kenara bırakıp iyi niyetle soru sormalı ve cevabını aramak için uykusuz günler geçirmeye, ter dökmeye, bedel ödemeye, kafa zonklatmaya hazır olmalıdırlar. Çünkü niyetleri “hayır” olduğunda akıbetleri de “hayır” olacaktır. Aksi halde akıllarını kullanmamaları nedeniyle pisliklere batacak ve sonsuz olan ahiret hayatında da kaybedenlerden olacaklardır.

Bu nedenle, uydurma rivayetlere bakarak “sözde Müslümanların” da cennete gireceğini söyleyen ve bunu savunan yarım hocalar bilmelidirler ki, bu iddialarının Kur’ân ve Sahih Sünnet’ten hiçbir dayanağı yoktur (Bu gibilerin şu âyetleri bir kez daha okumaları kendi yararlarına olacaktır: Hucurât, 49/14-16). Dolayısıyla bu iki temel kaynağın ne dediğini doğru dürüst bilmeden/ anlamadan “sahtekârların ellerine malzeme veren mezkûr hoca müsveddeleri” de aynen onlar gibi suçludurlar. Çünkü onlar, böyle yaparak dinlerinin yanlış tanıtılmasına neden olmuş, insanların hakikatle buluşmasının önünde engel/ bariyer oluşturmuş ve böylece ahiretteki cezalarını kat be kat artırmışlardır.

İslâmî meseleleri dar kalıplar içine sıkıştırarak, kavramların içini boşaltarak, insanları kategorilere ayırarak genel hükümler verenler ciddi şekilde yanılmaktadırlar. Çünkü Yüce Allah, kıyamet günü herkesin hesap vermeye “tek başına” geleceğini (Enâm, 6/94) ve üyesi olduğu tarikata, mezhebe veya cemaate bakılmayacağını bildirmektedir. Çünkü kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir (İsrâ, 17/15; Fâtır, 35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38). Elbette herkes peşinden gittiği önderiyle birlikte huzura getirilecek (İsrâ, 17/71) ama orada hesabı tek başına verecektir (Necm, 53/39-41). Dolayısıyla bir dinin/ cemaatin/ tarikatın/ soyun/ ırkın/ aşiretin/ partinin üyesi olmak insanı azaba düşmekten kurtaramayacağı gibi cennete sokmaya da yetmeyecektir. Hayırlı bir toplumun içinde yer alması nedeniyle bir şakî/ denî/ şenî/ münafık/ fasık/ zalim/ mücrim -dünyada iken tövbe edip kendini düzeltmedikçe ve samimiyetini ispat etmedikçe- cenneti elde edemeyecektir. Çünkü bu tür iddialar, Kur’ân ve Sahih Sünnet’in ilkeleriyle çelişen içi boş söylemlerdir. Bu tür sapkın ve bozuk düşünceleri “hadis” diye sunan, savunan ve İslâm’ı yanlış tanıtanlar, böylece saf zihinleri bulandıranlar da çok ciddi vebal altında olduklarını bilmelidirler.

Diğer taraftan “genellemeler yaparak içini boşalttığı kavramlara kendince anlamlar yükleyen, çürük bilgilere dayanarak akıl yürüten, sıkılmadan Yüce Allah’ı suçlayan ve O’na iftira atanlar” da şeytanın yandaşı şeref ve namus yoksunlarıdır. Bunların amacı gerçeği öğrenmek veya hidayete erişmek değil, göğüslerindeki şeytanın çağrıları/ vesveselerini istikametinde koşmak, bu sapkın fikirleri yaymaya ve akletmeyen insanları kendileri gibi olmaya, kısaca cehenneme davet etmektir. Bu bakımdan söz konusu kişilerin hidayete erişebilmeleri mümkün değildir; çünkü zihniyetleri/ şakileleri/ seciyeleri/ karakterleri bozuktur. Ancak hallerini düzeltmeleri durumunda onlar için de henüz kapılar kapanmamıştır. Lakin bu bozuk zihniyetle hareket ettikleri müddetçe tövbe şansları da her geçen gün azalmakta ve adım adım felakete doğru sürüklenmektedirler; zira Sünnetullah böyle işlemektedir.

Özetle bir Hıristiyan, Yahudi veya diğer batıl dinlerden herhangi birine inanan ya da hiç inanmayan bir atesit, agnostik, satanist veya desit eğer aklını kullanmaz, yaratılış amacını öğrenmek için çaba sarf etmez, atalarından gördüğü yanlış şeyleri tekrar etmeye devam eder, sonrasında da cennete gireceğini zannederse yanılır, Kur’ân’a göre böylelerinin tamamının varacağı yer sadece cehennemdir (Bakara, 2/13-20).

Aynı şekilde Müslüman bir anne ve babadan doğan, taklidi imanını tahkiki hale getirmeyen, yarım gönüllü inanan, her türlü zulmü, fıskı, nifakı, ahlaksızlığı ve namussuzluğu sergileyen, tövbe edip günahlarından vazgeçmeyen, yapacağı iyiliklerle günahlarını sildirmeyen bir kimse de bu şekilde ölürse -her ne kadar cennete gireceğini zannetse, arkasından milyonlarca insan cenaze namazı kılsa, hatimler indirse, Fatihalar ve Yasinler okusa da- Kur’ân’a göre böylelerinin tamamının gideceği yer cehennemdir ve oradan çıkartılmaları da kesinlikle mümkün olamayacaktır.

Sonuç olarak, gerek diliyle inandığını söyleyen “sözde Müslümanlar” gerekse de hakikati araştırma zahmetine katlanmayan “gayr-i Müslümler” o hâl üzere öldükleri takdirde cenneti değil cehennemi boylayacaklardır; zira bunu biz değil, Kur’ân ve Sahih Sünnet böyle söylemektedir. Bu bakımdan yukarıdaki soru tamamıyla yanlış ve art niyetlidir. Çünkü Yüce Allah insanlara kullansınlar diye akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Aklını kullanmayanlar yaratılmışların en şerlileridir/ berbatlarıdır/ aptallarıdır (Enfâl, 8/22-23). Dolayısıyla akıllı insan, sağlıklı tefekkür yaparak gerçeği arar ve bulur; kötü örneklerden hareket ederek karar vermez; her konuda Hz. Muhammed’i kendine model alır; körü körüne atalarının gittiği yanlış yoldan gitmez. İmanını taklitten kurtarır ve tahkiki hale getirir; sağlam ve sarsılmaz bir imana ulaşmak için gece gündüz çalışır ve güvenilir dini bilgisini artırmak için mücadele eder. Böylece Yüce Allah’ı dosdoğru tanır ve O’nu sever; O’nun rızasını kazanmak için çabalar ve iki dünya mutluluğunu elde eder. Ancak aklını kullanmayı reddeder (Furkân, 25/44; Ankebût, 29/63), içindeki şeytanî sesin çağrılarına kulak verir, şeytanlaşmış adamların peşinden gider ve yanlış yolda kalmayı sürdürürse sonsuz olan ahiret hayatında kaybedenlerden olması kaçınılmaz olur. (05.02.2016)

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN      

Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi



4524 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Gelecek Nesiller Neden İslâm’dan Nefret Edecekler? - 28/12/2019
Gelecek Nesiller Neden İslâm’dan Nefret Edecekler?
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak! - 28/12/2019
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak!
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor? - 28/12/2019
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor?
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder - 28/12/2019
Yanlış Kararlar İnsanı Mahveder
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur! - 28/12/2019
Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!
Kindar Adam Dindar Olamaz - 28/12/2019
Kindar Adam Dindar Olamaz
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Anne” ile “Biyolojik Anne” Arasındaki Fark
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum - 28/12/2019
Aklıma Geldikçe Lanetliyorum
 Devamı
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451932.5820
Euro34.798834.9382
Saat